AİLE SORUMLULUĞU
Aile Allah’ın emri ve
Peygamber Efendimiz’in [sallallahu aleyhi ve sellem] sünneti olan nikâhla
kurulan kutsal ve şerefli bir ocaktır. [1]
Aile kurumu, kadın ve erkeğin meşru kurallar çerçevesinde, yani nikâh
akdiyle bir araya gelmeleriyle oluşur. Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz de:
“Evlenin, çoğalın. Kıyamet günü ümmetimin çokluğuyla iftihar ederim.” (Beyhaki)
buyurarak ümmetini evlenmeye, aile kurmaya teşvik ediyor.[2]
Aile, Allah Teâlâ'nın insanlığa en büyük emanetlerinden biridir. Din ve
dünya hayatı aile ile güzel ve düzenli olur. Ailesiz dinî hayat tam yaşanamaz.
Bekâr insan noksandır. Aile olmadan dünya hayatı da güzel ve düzenli olmaz.
Bunun için aile herkese hayır getiren mübarek, mahrem ve şerefli bir emanettir.
İlk aile cennette kurulmuştur. Hz. Âdem (a.s) ile Hz. Havva validemizin
evlilikleri cennette olmuştur. Bu sebeple Allah için yapılan evlilikte,
cennetten bir tat vardır.
Evlilik, dünyada cennetin bir numunesini yaşamak ve bir derece cennet
hayatının tadını tatmaktır. Cennete girildiğinde ailesiz ve yalnız hiç kimse
kalmayacak, herkes bir aile ortamında olacaktır.
Aile, insanlık cemiyetinin temelidir. Evlilik, bu temeli Allah'ın adıyla
atmak ve insanlık şerefine uygun bir bina yapmaktır. Dünyada insanlık hayatı
aile üzerine kurulmuş ve aile düzenine göre şekillendirilmiştir.
Bütün dinlerde aile yuvası temel birimdir; insanlık binasının esasıdır.
Aile olmadan, nesep korunmadan din yaşanamaz, hukuk uygulanamaz, hayatın bir manası
olmaz. Bunun için şu beş esasın muhafazası bütün dinlerin ortak hedefi
olmuştur:
1. Tevhid inancını ve dini korumak,
2. Canı korumak.
3. Aklı korumak.
4. Namusu, aileyi ve nesli korumak.
5. Malı korumak.
Yüce Allah kullarına evlenmeyi ve yuva kurmayı emretmiştir. Çünkü erkek
ve kadın bu fıtrat üzere yaratılmıştır. Kulluk, fıtrata uyarak yapılınca güzel
ve tamam olur. Yoksa din noksan yaşanır. Din noksan yaşanınca insan da noksan
kalır. İnsan noksan olunca, muhafazası gereken beş esası hakkıyla muhafaza
edemez. Kâmil olmak için evlenmek, yuva kurmak, yuva hukukunu ayakta tutmak
şarttır.[3]
Aile, karı, koca ve
çocuklardan meydana gelen bağlar üzerine kurulan küçük bir sosyal topluluktur.
Aile, bir cemiyeti ayakta tutan temel müessesedir.[4]
Her şeyi çift olarak yaratan (Zariyat/49), bir ve benzersiz Allahu
Tealâ, Hz.Adem’i (A.S.) ve Hz. Havva validemizi yaratarak, insan çiftini kadın
ve erkekten meydana getirdi. (Nisa/1) İnsan nesli, ilk aileyi oluşturan bu
mübarek çiftten çoğalarak günümüze kadar geldi.
Bugün de toplumların varlığı, neslin çoğalarak
devam etmesi aileye bağlı. Kadın, erkek ve bunların çocuklarından oluşan aile,
milletlerin üzerine kurulu olduğu temel yapıyı meydana getiriyor.
Allahu Tealâ, müminlerin müminlerle evlenmesini buyurarak, (Bakara/221)
bizlere ailenin oluşumunda temel kuralı bildiriyor. Yani Müslüman aile, Müslüman
erkek ve kadından meydana gelir. Özellikle Müslüman bir hanımın gayri müslim
bir erkekle evliliğini dinimiz kesinlikle yasaklamıştır. Çünkü çocukların soyu
babaya nispet edilir. Müslüman bir kadın, gayri müslim bir erkekle İslam’ı
kabul edip Müslüman olması şartıyla evlenebilir.
Mukaddes bir yuva kurulurken İslami kaidelere riayet edilmesi en önemli
şarttır. Aile saadeti, her iki tarafın İslam’ın belirttiği hak ve vecibelere
itaat etmesine bağlıdır. Eşlerin, İslam’ın emir ve yasaklarını hayatlarında
tatbik etmeleri ile ancak mutlu ve geleceğin sağlam temellerinin atıldığı bir
yuva kurulabilir.
Bir yuva kurduktan sonra onu
korumak, öncelikle Allah Tealâ’nın: “Mümin erkek ve kadınlara söyle. Gözlerini
haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar.” (Nur/30-31) emrine uymakla
mümkündür. Bu, hem aile hem de toplum hayatının huzuru, güveni ve geleceği için
temel şarttır. Sonra eşler, birbirlerine karşı görevlerini yerine getirmeye
çalışmalı, sorumlulukları Allah ve Rasulü’nün (s.a.v) bildirdiği gibi
paylaşmalıdır.
Aile ortamındaki
davranışlarımızın şekli, dinimizin toplum içerisinde bizden beklediklerinden
farklı değil. Prensipleri Kur’an ve Sünnet’te belirlenen İslam ahlakı
yaşandıktan sonra, aile hayatında mutluluğu elde etmemek için hiçbir sebep
yoktur.
Gerçi günümüzde İslam’ı yaşamak, elde ateş koru tutmak kadar zorlaştı.
Gayri İslami kültürlerin, özellikle Batı dünyasının hayat tarzıyla aşılanan
kültürümüz maalesef ciddi tehdit altında.
Yaygınlaştırılmaya çalışılan yeni anlayışta evlenip aile kurmak,
sorumluluk almak, gelecek temiz nesillerin devamına katkıda bulunmak gereksiz
bir yük olarak kabul ediliyor. Nikâhsız beraberliklerden çocuk sahibi olmak
adeta özendiriliyor. Aile külfetine girmeksizin çocuk edinmenin sonuçları ile o
çok özendiğimiz Batı’nın başı ciddi şekilde dertteyken, bizim magazin dünyamız
bunu çözüm olarak sunuyor.
Uzunca bir zamandır Müslümanların çok dikkatli olmaları gereken bir
dönemi yaşıyoruz. Savaş meydanlarında mağlup olanlar, huzur ve mutluluk
vaatleriyle bugün aramızda kuzu postunda dolaşıyor. Teknolojinin bütün imkânlarını
kullanarak kültürümüzün can damarlarını, bizi biz yapan her şeyi tahrip etmeye
çalışıyorlar.
Bilmeliyiz ki, Müslüman aile Müslüman
toplumun temel direğidir. Bu direk yıkılırsa -ki İslam düşmanlarının ilk hedefi
budur- toplumumuzun ayakta kalması mümkün değildir. Televizyonuyla,
sinemasıyla, müziğiyle, edebiyatıyla, içimize sızıp bizi yok etmeye çalışanlara
karşı bütün gayretimizle bu nezih kurumu korumak ve yaşatmak zorundayız. Bu
yolda Peygamber varisi rabbani âlimler rehberliğinde birbirimize destek vermek
zorundayız. Asla yıkılmadan, dimdik ayakta kalarak, insanlığın huzur ve
mutluluk ümitlerini kendi huzur ve mutluluğumuzla yeşertmek zorundayız.
Çare, her durumda olduğu gibi
Kur’an ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak. Bugün ateşten bir kor olsa da çare bu. Başka
yol yok!..[5]
* * * * *
İslam ümmetinin çoğalması ve kuvvetlenmesi için evlenip yuva kurmak ayrı
bir fazilettir. Bunun bir de âhiretteki netice ve müjdeleri vardır. Bu konuda
Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Rabbimiz! Bize eşlerimiz ve çocuklarımızdan gözümüzü aydın edecek
nesiller ver ve bizleri takvâ yolunda gidenlerin rehberi yap"[6]
âyetinde yuvanın hedefleri gösterilmektedir. Bunlar, takvâ, terbiye, güzel
nesil ve yeryüzünde Cenâb-ı Hakk'ın şahitleri olmaktır.
Günümüzde insanlık cemiyeti böyle yuvaların özlemini çekmektedir.[7]
İslam, evlilik ve aile kurumuna öncelikle, kadın ve erkeğin haram
yollara sapmasını önlemek, toplumu şekillendiren temel sosyal üniteyi
oluşturmak ve birçok peygamberin “soyumdan inanan ve hayırlı işler yapan bir
nesil ver” duasında olduğu gibi hayırlı nesiller yetiştirme hedeflerini yükler.[9]
Evlilikle kurulan ailenin asıl amacı, ilâhî emre uyarak vazife
görmektir. En önemli vazife, ailedeki edep ve hukukları koruyarak Allah rızasına
ulaşmaktır.
Bu temel vazifelerin başında erkek ile kadının haramdan korunması,
birbiriyle kalp huzurunu yakalaması, bu huzurla güzel kulluğa koşması ve
cemiyete iyi bir nesil yetiştirmesi gelir. Evlenmenin amacı, sadece erkek ve
kadının cinsel duygularını tatmin etmekten ibaret değildir. Şehvet duygusu
neslin devamı için bir araçtır.
Aile, kâinata yayılan ilâhî sevgiyi beraber tatmak içindir. Sevgi, yüce
Allah'ın erkekle kadın arasına koyduğu bir rahmettir. Bütün aileleri ayakta
tutan, anne ile babayı kaynaştıran, onlara yuvanın yükünü taşıtan bu rahmet ve
sevgidir.
Hadiste bu rahmet bir misalle şöyle anlatılır:
“Yüce Allah rahmetini yüz parçaya böldü. Bir parçasını dünyadaki
varlıklar arasında paylaştırdı. Bunun tecellisini her varlıkta görebilirsiniz.
Hayvanlarda bile. Hani, bir hayvan yavrusunu emzirirken incinmesin diye ayağını
kaldırır ve rahatça emmesini sağlar ya; işte bu o rahmetin eseridir. Bütün
vahşi hayvanlar o rahmet ile yavrularına şefkat gösterir, onları korur, besler
ve büyütür. Yüce Allah kıyamet günü bu bir rahmeti doksan dokuz rahmetiyle
birleştirip halka öyle rahmet eder.”[10]
Akıl sahipleri bundan ibret almalıdır.
Aile, yârin ve yavruların sığındığı, korunduğu ve barındığı bir yer
demektir. Aile, baba ocağı, anne kucağıdır. Ocak sabrı, kucak merhameti temsil
eder. Ailede zahmetle rahmet iç içedir. Bu zahmeti Allah için çekenler, içindeki
rahmeti bulurlar.
Aile rahmet, ibret, hikmet ve hayat dolu bir yerdir. Onu sırf bir
eğlence olarak görmek, koca kâinatı bir keyfe kurban etmek olur. Bu, şahsa, aileye
ve insanlığa karşı işlenmiş bir cinayet olur.
Mümin, aileye Allah'ın adıyla adım atmalıdır. Niyeti güzel, hedefi
cennet olmalıdır. Birkaç günlük beraberlik için nikâh kıyılmaz, yuva kurulmaz. Ailede
niyet ebediyen beraberliktir. Hedef kendisini, ailesini ve yavrularını ateşten
korumaktır. Anne ve babanın tek derdi bu olmalıdır. Bunun yolu da edeptir.
Edep, herkes için, en kalıcı sermaye, en süslü elbise, en güzel hediye,
en kazançlı miras ve en emniyetli makamdır. Edep, sevgiyle Cenâb-ı Hakk'ın
davetine uyup cennet rehberi Hz. Muhammed'e (s.a.v) tâbi olmaktır.[11]
Aile, karşılıklı sevgi ve
saygı esasına dayanan, hak ve sorumluluklarının bilincinde olan mutlu bir
yuvanın oluşturulmasını hedeflemiştir.[12]
Atalarımız, "Gönül sevince samanlık seyran olur" demişlerdir.
Ailedeki mutluluğun şifresi; rıza, vefa, sevgi ve sabırdır, diyor bir âlim.
Önce şunu bilelim: Evlenen iki kişi birbirinin nasibidir. Bu nasip,
Allah'ın ilminde kesinleşmiş bir takdirdir. Bu nasibe razı olmak imanın
gereğidir. Ona helâlinden ulaşmak farz olduğu gibi, ulaşınca hakkını korumak da
farzdır. Hayırlı eş Allah'ın kuluna özel bir ikramıdır, hayırsız eş ise
dünyanın en ağır imtihanıdır. Ailemizin saadeti onu acısıyla birlikte kabul
etmeye bağlıdır. Bu işin temeli de rızadır.
Ailede mutlu olmak için karı kocanın birbirlerinin her şeyinden
hoşlanması gerekmez. Koca hanımının bir huyundan veya durumundan hoşlanmadığı
zaman onu hemen gözden ve gönülden çıkarmamalıdır. Kadının kocasına karşı
durumu da aynıdır. Kim bilir nefsimizin hoşlanmadığı o durum içinde nice saklı
hayırlar vardır. Bu, ileride gözükecektir. Sabredilirse anlaşılır. [13]
* * * * *
Evlilik bir emanettir. Evlilik bir âriyettir. Evlilik bir rıza
pazarıdır. Başta kurduğumuz mukaveleyi sonuna kadar rıza ile götürmeye
mecburuz. Böyle olmazsa dede olarak sakal ağartmak, baba olarak ömür tüketmek
kifayet etmez. Yuvada görülen stres, sıkıntı ve gönül darlığı anlayışsız eşlerin
çirkin fiillerinin meyvesidir.
Gavs-ı Kasrevî [kuddise sırruhû] bir sözünde,
"Cennet kadınlarının en güzeli insanın evlendiği karısı olacak.
Hatta kişinin hanımı cennet hûrilerden daha güzel olacak" demiştir.[14]
Allah için yapılan bir evlilikte her şey rahmet ve sevap sebebi olur.
Aile, Allah'ın emanetidir. Bu emaneti taşırken çekilen zahmetler boşa gitmez.
Anne ve baba yuvanın yükünü taşıyıp sorumluluklarını yerine getirmekle ibadet
yapmış ve sevap kazanmış olurlar.
Resûlullah (s.a.v), idarecilere ve ailelere bu sorumluluklarını şöyle
hatırlatmıştır:
“Dikkat edin, hepiniz birer çobansınız ve hepiniz korumakla görevli
olduğunuz şeylerden sorumlusunuz. İdareci halkından, erkek ailesinden, kadın
kocasının evinden, hizmetçi, efendisinin malından, kısaca herkes üstlendiği
şeylerden Allah'a karşı sorumludur.”[16]
Aile yükü taşınırken helâlinden çalışmak, kazanmak, harcamak, hatta eşi
ve çocukları ile oynamak birer hayır çeşididir.
Bu konuda Resûlullah (s.a.v) şu müjdeyi vermiştir:
“Kişinin ailesi için yaptığı her harcama kendisi için sadakadır.
Muhakkak ki kişi hanımının ağzına koyduğu bir lokma için dahi sevap kazanır.”[17]
Arkadaşları ile bir savaşta bulunan Abdullah b. Mübârek (rah) onlara,
"Bizim yaptığımız şu savaştan daha üstün bir savaşı biliyor
musunuz?" diye sordu, arkadaşları,
"Hayır, bilmiyoruz" dediler. Abdullah,
"Ben biliyorum" dedi. Arkadaşları,
"Nedir o?" diye sorduklarında Abdullah b. Mübârek (rah) şu
cevabı verdi:
"İffetli ve edepli, çoluk çocuk sahibi bir müminin geceleyin
kalkar, çocuklarına bakar, uykuda olan çocuklarının üstünün açılmış olduğunu
görür ve onları elbisesi ile örter. İşte bu kişinin yaptığı, bizim şu anda
içinde bulunduğumuz amelden daha hayırlı ve üstündür."[18]
Şu hadis-i şerifler bütün aile reislerine müjde vermektedir:
“Kulun günahları çoğaldığı vakit, (günahlarına kefâret olması için) yüce
Allah onu geçim darlığına düşürür.”[19]
“Günahlar içinde öyleleri vardır ki, onları ancak geçim için çekilen
sıkıntılar temizler.”[20]
"Kimin üç kızı veya üç kız kardeşi bulunur da onlarla güzel
geçinir, onlar hakkında Allah'tan korkarak gerekeni yaparsa mutlaka cennete
girer. İki kızı veya iki kız kardeşi olan için de durum aynıdır."[21]
[22]
Ailedeki mutlulukta rıza ve vefa çok önemlidir. Ailesine razı olan rahat
eder, vefa gösterenleri yüce Allah mükâfatlandırır. Bir olaya sadece nefisle
değil, aynı zamanda vicdan, akıl, insaf ve sevgiyle de bakmalıdır.
Sevdiğimizi kusuru ile kabul etmek mutluluk için ilk adımdır. Ayrıca
onun yükünü çekmek, sıkıntısına sabretmek, hatasını affetmek, onun için hayır
dua etmek iyi geçim için vazgeçilmez şeylerdir. Aslında sevginin zevki de bu
çile içinde gizlidir.
Bir ailenin çok basit tartışmalardan dolayı birbirine kızıp küserek
hemen boşanmayı düşünmeleri doğru değildir. Bu konuda yüce Allah bütün aile
reislerini şöyle uyarmaktadır:
"Kadınlarınızla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız (hemen
boşamaya gitmeyin, sabredin ve şunu bilin) sizin hoşlanmadığınız bir şeyde
Allah pek çok hayır yaratır. "[23]
Aynı şeyler kadından da istenir.
Kusursuz dost arayan kimse yalnız kalır. Kusursuz insan nerede? Bir
kimsenin iyi hali kötü halinden daha fazla ise o kimse iyi insan kabul edilir
ve kusurları affedilir. Yeter ki bu kusurlar Allah'a şirk koşmak ve namusunu
kirletmek gibi kusur ve günahlardan olmasın.
Bu konuda Rahmet Peygamberimiz (s.a.v) aile reislerine şu inceliği
hatırlatmıştır:
"Kadın aslı itibariyle farklı yapıda yaratılmıştır, onu sürekli
aynı halde tutamazsın. Onunla bulunduğu o halde geçinmeye bak. Yoksa onu
istediğim gibi dosdoğru yapayım dersen kırarsın. Onun kırılması boşamaktır.”[24]
Haksız ve gereksiz yere boşamak ise yüce Allah'ın hiç sevmeyip gazap
ettiği bir iştir. Diğer hadiste şöyle buyrulur:
"Mümin erkek bir kusurundan dolayı hemen hanımına kızmasın. Onun
bir huyundan hoşlanmazsa hoşlanacağı ve razı olacağı başka bir huyu vardır, ona
baksın.”[25]
En geçimsiz insanda bile hoşa gidecek bir taraf bulunur. Kadın veya
erkek birbirinin önce iyi taraflarını düşünmelidir. İyi yönüne şükretmeli, kötü
yönünü ise sabredip idare yoluna gitmelidir. Eğer bir kadın namus kusuru
işlemiyorsa, onun diğer davranış bozukluklarına sabredilmelidir.
Sabır ve idare ahlâkına sahip olan kimse, hem emanetine aldığı ailesine
iyi davranıp sevap alır hem de çilenin içindeki huzuru yakalamış olur.
0 Benim İçin Bir Servetti
Bir Hak dostunun hanımı oldukça sert, geçimsiz ve sevimsizdi. Kocasına
her gün dili ve haliyle sanki cehennem azabı çektiriyordu. Bu zat ise onun her
haline sabrediyor, nefsini sabra alıştırıyor, bu ateşin içinde her gün
pişiyordu. Güzel ahlâkı elde etmek için bunu bir fırsat görüyordu. Bunun için
onu boşamayı hiç düşünmüyordu.
Bu zatı tanıyan dostları onun durumuna çok üzülüyordu. Kadına hiçbir
nasihat fayda vermiyordu. Öyle oldu ki bu zata acıyan bazıları kadının ölümü
için dua etmeye başladılar.
Bir gün kadının eceli geldi, öldü. Kocasının dostları o günü bayram ilân
ettiler. Kadını bir an evvel toprağa verdikten sonra sevinerek kocasının yanına
geldiler; ona,
"Efendim, biz size taziyeye değil, tebrik etmeye geldik; gözünüz
aydın olsun, kurtuldunuz!" dediler. Allah dostu sakin ve düşünceliydi.
Yüzünde bir sevinç izi yoktu. Aksine değerli bir şeyini kaybetmiş gibi
üzüntülüydü. Bunun sebebini şöyle açıkladı:
"Ben bugün gerçekten çok üzgünüm. Bu kadın benim için bir servetti.
Ben onun kötü huylarına sabrederek yüce Rabbim'in razı olacağı güzel ahlâkları
elde ediyordum; böylece pek çok sevap ve mânevî derece kazanıyordum. Ne yazık
ki şimdi bu servetim toprağa gömüldü, böyle bir kâr kapısı kapandı!"
Demek ki mutlu olmanın yolu çoktur. İnsan biraz işlerin sonunu düşünse,
biraz geniş olsa, biraz da aklını ve gönlünü kullansa çok şeyin üstesinden
gelir.
Her Şey Para ve Güzellik
Değildir
Bu dünyada tek mutluluk sebebi para veya güzellik değildir. Hanımı
güzel, kocası zengin olan bütün ailelerin mutlu oldukları düşünülmesin. Sırf
güzellik ve zenginlik saadet için yetmez. Hatta bunlar çoğu zaman aile için
saadet yerine felâket sebebi olmaktadır.
Bunun için Allah Resûlü (s.a.v) yuva kuracak gençlere, mutluluk için
dindar, akıllı ve dengeli kadını tercih etmelerini tavsiye etmiş; bazen
güzelliğin, zenginliğin ve nesebin âfet sebebi olacağını hatırlatmıştır.[26]
Hanbelî mezhebinin imamı Ahmed b. Hanbel (rah), iki tane kızı olan bir
aileye kız istemeye gitmişti. Kızların biri çok güzeldi, diğerinin ise bir gözü
kördü. Ahmed b. Hanbel,
"Hangisi daha akıllıdır?" diye sordu; bir gözü olmayanın daha
akıllı olduğunu söylediler. Büyük âlim,
"Beni onunla evlendiriniz, ben onu tercih ediyorum" dedi.[27]
Tarihte güzelliğin veya paranın şımarttığı insan pek çoktur. Ruh
doktorları hastalarının çoğunluğunu zenginlerin ve güzel kadınların
oluşturduğunu söylüyorlar.
Nesebi, itibarı, mesleği ve güzelliği ile kocasının başını sıkıntıya
sokan kadınlar da az değildir.
Bekâr bir gencin şu sözleri hayret vericidir:
"Ben yüzü çirkin fakat ahlâkı güzel bir kadınla evlenmek istiyorum.
Yüzü öyle çirkin olsun ki benden başka kimse onun yüzüne bakmasın; bakan da
zevk almasın. Çünkü tanıdıklarımdan birinin yüzü güzel fakat ahlâkı bozuk,
şımarık, süsüne ve gezmeye düşkün bir karısı var; başına bela oldu. Adam onu ne
terk edebiliyor ne de tedavi. Sık sık şöyle yakınıyor:
Ne yapacağımı şaşırdım vallahi! Tek çare olarak ölümü görüyorum. İkimizden
biri ölse de kurtulsam şu belâdan!"
Allah korusun, nefis haramlarda huzur aramaya başlayınca, ailede ne vefa
kalır ne de safa.
Özü gibi yüzü de güzel, gönlü gibi dili de tatlı, mâneviyatı gibi
maddiyatı da zengin olan fakat asla kul olduğunu unutmayan edep timsali nice
erkek ve kadınlar da vardır. Onlar herkes için sevgi ve edepte rehber
insanlardır. Müslümanların yüz akıdır.
Mutluluk cefada gizli, vefada saklı bir mânevi safadır. Mutluluk edepli
olmaktır. Bunun ölçüsü, edep peygamberi Hz. Muhammed'e (s.a.v) uymaktır.
Mutluluk, Cenâb-ı Hakk'ı ve halkı razı ederek sevinmektir. Mutluluk,
sevdiklerimizi sevindirerek huzur bulmaktır. Mutluluk, nefsimizle birlikte
ruhumuzu da sevindirmektir. Mutluluk, cennete giden yolu seçmektir.[28]
İnsanların en hayırlısı, aile çevresine en hayırlı
davranan kimsedir. Resulü Ekrem [sallallahu aleyhi ve sellem]; “Ey ümmetim!
Kadınlara iyilikle muamele etmenizi tavsiye ederim. Çünkü onlar (Allah’ın
emaneti olarak) size verildiler.”
buyurmuştur. [29]
Aile reisi olan erkek yüce Allah'a karşı sorumludur. Onun ailesine güzel
davranması farzdır. Zulüm haramdır. Bunun için kadınlarla güzel geçinmelidir.
Onlardan gelecek sıkıntılara katlanmalıdır. Kadınların tabiatı bunu
gerektirmektedir. Böyle davranmakla kişi onlara merhamet etmiş olur. Bu konuda
yüce Allah,
"Hanımlarınızla iyi geçinin"[30]
buyurmuştur.
Diğer bir âyette onların hakkını yücelterek, şöyle buyurmuştur:
"Onlar (kadınlar) sizden sağlam bir söz almışlardı. "[31]
Başka bir âyette de,
"... Ve yanınızdaki arkadaşa iyilikte bulunun...”[32] buyurmaktadır.
Müfessirlerden bazıları, “yanınızdaki arkadaş" ifadesiyle
kastedilen kimsenin evdeki hanım olduğunu söylemişlerdir.[33]
Hz. Peygamber'in (s.a.v) vefatından önce ashabına tavsiyede bulunduğu ve
sesi kısılıncaya kadar tekrar ettiği üç tavsiye arasında kadınlara iyi davranma
konusu da vardı. Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Namaza dikkat edin, aman namaza dikkat edin. Elinizin altında
bulunanlara güçlerinden fazla yük yüklemeyin. "[34]
"Kadınlarınız hakkında Allah'tan korkun! Onlar sizin yanınızda bir
emanettir. " [35]
"Siz onları yüce Allah'ın emaneti olarak aldınız ve Allah'ın emri
ve izni ile namuslarını kendinize helâl kıldınız."[36]
Hanımla iyi geçinmek demek sadece ona eziyet
etmemek değildir. Bilakis hanımdan gelecek eziyetlere de katlanmak demektir.
İyi geçinmek, hanım öfkelenip kendini kaybettiğinde, akıllı olmak, ağır
davranmak ve sabretmektir.
Irz ve namus, iman gibi değerlidir. Onlar bir erkeğe verilmiş en büyük,
en kutsal emanetlerdir. Onları korumak için gerekirse can verilir. Bu bir
mertlik ve şehitliktir. Edep Peygamberimiz (s.a.v), yüce Allah'ın kıyamet günü
şu üç kimseye rahmet nazarı ile bakmayacağını ve onları cennete koymayacağını
haber vermiştir:
1. Anne babasına haksız yere isyan eden ve onların hakkını çiğneyen
kimse.
2. Hanımını yabancılardan kıskanmayan (onun haram iş ve ilişkilerinden
zevk alan) erkek (deyyus).
3. (Kılık, kıyafet, hal ve hareketleri ile) erkeklere benzemeye çalışan
kadın.
Bu kimseler tövbe etmeden ölürlerse sonuç budur. Ancak kul kusurunu
anlar ve tövbe ederse, rahmete ve cennete yönelmiş olur.[37]
Güzel Geçinme Güzel Ahlaktır
Güzel geçimin başladığı nokta gönüldür. Gönlün gıdası sevgidir. Sevginin
kaynağı yüce Allah'tır. Dâimî huzur yüce Allah iledir.
Gerçekten Allah'a yönelmiş, ilâhî aşktan bir derece tatmış, maddenin
ötesinde bir âlemin olduğunu anlayıp ona kalbini açmış bir insanla geçinmek çok
kolaydır; çünkü bu insanın derdi Allah'tır, huzuru Hak iledir.
Hep "ben" diyende huzur olmaz, "ben haklıyım"
diyenle hak bulunmaz.
Güzel geçim güzel ahlâktır. Güzel ahlâkın temeli tevazudur. Tevazu,
ailede, işte, cemiyette ve her yerde güzel geçim için vazgeçilmez bir ahlâktır.
O elde edilmeden gerçek huzur bulunmaz.
Tevazu, yüce Allah'ın azameti karşısında iki büklüm olup, nefsini hiç
bilmek, kulluktaki kusurlarını görüp kendi haline üzülmektir.
Kusuru kendisinde arayan kimse, hem kusurunu kolay bulur hem de
karşısındakine karşı edepli olur. Niyeti doğruyu bulmak olana yüce Allah yardım
eder, sabır verir, anlayışını açar, kalbini genişletir, nefsinin sertliğini
giderir, şeytanın hilesini gösterir, Hakk'ı sevdirir, haklıyı buldurur.
Böylece hayat güzel olur.
Bencil ve kibirli bir aile, ne yaparsa yapsın huzuru bulamaz.
Yüce Yaratıcı'sının hükmü karşısında saygı ile eğilmeyen baş kibirlidir.
Kibirli kimse katı olur.
Kibirli kimse ince bir aşkla sevmeyi bilmez, incelip de bir gönle
giremez. Böyle biri düşmanıyla değil, dostuyla bile geçinemez; ta tövbe edip
gerçek tevazuyu elde edene kadar...
Aşağıdaki örnek İslâm'ın nuru ile terbiye olan sert bir insanın nasıl
inceldiğini göstermektedir:
Hanımın Hatasını Hizmetine
Bağışla
Hz. Ömer (r.a) devrinde bir adam hanımı ile arada bir ağız kavgası edip
çekişiyordu. Adam hanımına laf anlatamayınca bunalmış, halifeden yardım ve akıl
istemek için evine gelmişti.
Evin kapısını çalmak için yaklaştığında içeriden bir kadının yüksek
sesle konuştuğunu duydu. Biraz dikkat edince, bunun Hz. Ömer'in (r.a) hanımı
olduğunu anladı. Baktı ki Hz. Ömer de aynı durumda. Adam şaşırdı; koca halife,
kendisine karşı sesini yükselten hanımını sükûnetle dinliyordu. Kapıyı hiç
çalmadan hemen geri döndü.
O sırada Hz. Ömer (r.a) birinin kapıya doğru geldiğini fark etmişti.
Gelen kimsenin kapıyı çalmadan geri döndüğünü görünce, hemen arkasından çıkıp
adamı geri çağırdı ve ne için geldiğini, niçin geri döndüğünü sordu. Adam,
“Yâ Ömer, bir derdim vardı, size akıl danışmaya gelmiştim; fakat gördüm
ki siz de aynı dert içindesiniz. Onun için rahatsız etmek istemedim!"dedi
Hz. Ömer (r.a),
"Derdin neydi?" diye sordu. Adam,
"Hanımım, bazen bana karşı evde yüksek sesle konuşuyor, sözlerime
sertçe karşılık veriyor, canımı sıkıyor. Gördüm ki bu durum sizin evde de oluyor"
dedi. O zaman Hz. Ömer (r.a) adamı bir kenara çekerek ona,
"Bak, hanımların kocaları üzerinde pek çok hizmeti ve hakkı vardır.
Bunun için onlara tahammül etmeliyiz. Onlar bizim evimizi beklerler. Ekmek ve
yemeğimizi pişirirler. Çocuklarımızı emzirirler. Elbise ve evimizi temizlerler.
Nefsimizi teskin eder ve bizi harama düşmekten korurlar. Ben bana bu kadar
hizmeti dokunan bir kadına niçin tahammül etmeyeyim" dedi.
Bunları bir halifeden dinleyen adam, biraz düşündü ve,
"Benim eşim de aynı hizmetleri görüyor" deli. O zaman Hz. Ömer
(r.a),
"Kardeşim, hanımının sıkıntısına tahammül göster. Dünya hayatı çok
kısadır, gelir geçer" dedi.[38]
Hak adına yeri gelince demir gibi sert olan Hz. Ömer (r.a), yine Hak
hatırına yeri gelince kadife gibi yumuşak olabilmekteydi. Onun tek derdi
Hakk'ın hatırını korumaktı.
İşte tevazu denen şey budur.
İnsan halka gösterdiği tevazu kadar Hak katında yücelir.
Güzel Geçinme Bir Sanattır
Asıl güzel geçim, kötü ve aksi insanla olur. Güzel huylu kimse ile hoş
geçinmek kolaydır; buna gerçek manada güzel geçim denmez.
Ailemiz ahlâkımızı yansıtan bir aynadır. Herkes kendisini en iyi bu
aynada görür. Ailede yapmacık olmaz, gizli huylar saklanmaz; içimizde ne varsa
dışarıya o çıkar.
Bir kadının en güzel şahidi kocasıdır; kocanın da şahidi hanımıdır.
Herkes kendisini ailesine karşı davranışları ile tanımalı, nefsinin huylarını
bu ortamda tespit etmeli ve yanlışını tedaviye çalışmalıdır.
Bunun için Allah dostları kendilerindeki ahlâkı görmek, ölçmek ve
geliştirmek için yanlarında kötü davranışlı bazı insanların bulunmasına razı
olurlar, bunu bir fırsat bilirler ve ondan istifade ederlerdi.
Velilerden Yahya b. Ziyâd'ın (rah), kötü huylu bir kölesi vardı. Bir gün
kendisine, "Bu kötü huylu köleyi niçin yanında tutuyorsun; onu sat da kurtul.
Sen bunu bedava vermiş olsan yine kazançlı olursun" dediklerinde, o büyük
zat şöyle demiştir:
"Hayır, onu satmayacağım, ben onun kötü huylarına sabrederek geniş
olmaya ve yumuşak davranmaya alışıyorum."[39]
Lokman Hekim'e (a.s), "Sen bu güzel ahlâkı kimden öğrendin?"
diye sormuşlar, o da şu cevabı vermiş:
"Kötü ahlâklı kimselerden öğrendim; onlarda gördüğüm kötü işleri
ben terk ettim; böylece güzel ahlakı elde ettim."
Güzel ahlâk dünyanın en büyük servetidir. Ona sahip olan kimse öyle
mutlu olur ki artık bu kimsenin huzurunu kimse bozamaz. Çünkü o, yüce Allah ile
huzuru bulmuştur ve herkese huzur verir.
Allah ile huzur bulanlar öyle bir kuvvet ve kabiliyet kazanır ki artık
kendisini sevmeyeni bile sever, ona gelmeyene gider, haksızlık edeni affeder,
vermeyene verir. Sertlik gösterene gülümser. Kendisine cahilce davranan kimseye
hiç bulaşmaz, ona acır ve "kal selâmetle" deyip yoluna devam eder.
Mümin her işte kendi ahlâkını kontrol etmelidir. O, kendisine nasıl
davranıldığına değil, kendisinin nasıl davrandığına bakmalıdır. Ona karşı
hanımı, çocuğu, komşusu, iş arkadaşı bir kusur yapsa ilk sorusu şu olmalıdır:
"Ben yüce Rabbim'e karşı ne kusur işledim ki bana karşı bu kusur
işlendi. Acaba, bunun başıma gelmesinde benim bir kusurum var mıdır?"
Evet, akıllı ve adaletli kimseler böyle düşünür. Kendisinde bir kusur
bulursa onu terk eder ve Allah'tan affını ister. Sonra karşısındaki kimsenin
kusuru için bir mazeret arar. Mazeret bulursa onu affeder, bulamazsa kendisini
güzel bir şekilde uyarır; kusurunu anlaması için yardımcı olur. Böyle bir
kimsenin kızması da sevmesi gibi fayda verir, insanı kötülükten kurtarır.
İşte bu ahlâka sahip olan bir kadın veya erkek, hayatının her anını
huzur içinde ve hayır üzere geçirir. Böyle bir kalbi ve ince edebi elde etmek
için ne yapılsa azdır. Rehbere gitmeden iş çok zordur.
Güzel Geçinmenin Sırrı
Büyük velî imam Şa'rânî (k.s) güzel geçimin sırrını şöyle açıklar:
"Mümin kardeşim! Eğer sen hanımının doğru, güzel huylu ve ahlâklı
olmasını istiyorsan, kendin yüce Allah'a karşı doğru olmaya bak. Birçok insan
bunu bilmediklerinden kendi nefislerinin huylarına bakmadan hanımının
ahlâkından şikâyet etmektedir. Eğer bu inceliği bilmiş olsalardı önce kendi
kusurlarına bakar, onları düzeltirlerdi ve böylece hanımlarının kötü ahlâkı da
kendiliğinden düzelmiş olurdu.
Allah kendisinden razı olsun, ben bu durumu kendi ailem üzerinde çok
denedim. Ben ne zaman açık veya gizli bir kusur işlesem bunun hemen onda bir
yansımasını görürdüm. Hâlbuki o gerçekte güzel ahlâklı bir kadındı. Ancak ben
değişince o da elinde olmadan değişiyordu. Buna çok defa şahit oldum. Bunun
için hanımımda sevmediğim bir hareket görsem hemen kendimi kontrol ederdim.
Onun benim yüzümden değiştiğini düşünürdüm. Ben kendime çeki düzen verince onun
da kendiliğinden düzeldiğini görürdüm."[40]
Kusurumu Ailemde
Seyrediyorum
Fudayl b. iyâz (k.s) demiştir ki:
"Ben yüce Allah'a karşı bir kusur işlediğim zaman, bunun sonucunu
bineğimde, hizmetçimde ve hanımımda görürdüm. Onların bana karşı tavrı değişir,
huyları sertleşirdi. Ben bunu anlar, pişman olur, hemen tövbe ve istiğfar
ederdim. Onların da kötü huyu yok olurdu. Ben bundan tövbemin kabul edildiğini
anlardım. Çok defa da tövbe edip pişmanlık duyduğum halde bineğimin huysuzluğu,
hizmetçi ve hanımımın itaatsizliği devam ederdi. Ben bundan tövbemin kabul
edilmediğini anlar, daha dikkatli olurdum ."[41]
[42]
Aile reisi, ailesinin rızık
ve geçimini düşündüğü kadar, ilmi ve edebini düşünmekle de yükümlüdür.
Evlenmek, bir insanlık görevidir. Bütün peygamberlerin sünneti ile amel
etmektir. Edep üzere kurulan bir yuva, insanın şahsına, ailesine ve bütün
insanlığa bir hizmettir.
Yüce Allah cemiyette herkesi insanlığın ve aile yuvasının bir işinden
sorumlu tutmuştur. Resûlullah Efendimiz (s.a.v), kimin neden sorumlu olduğunu
şöyle belirtmiştir:
"Hepiniz birer çobansınız; hepiniz sorumluluğunuz altındaki
şeylerden sorumlusunuz. İdareciler, yönettikleri halktan sorumludur. Koca,
ailesinin himaye ve terbiyesinden sorumludur. Kadın, kocasının evinden (onun
şeref ve nesebini korumaktan) sorumludur. Hizmetçi ailenin malından sorumludur.
Kısaca herkes üstlendiği şeylerden sorumludur."[43]
Edep üzere kurulan ailede iki türlü hayat vardır: Biri mânevî hayattır.
Bu, kalbin uyanması ve Allah'a yönelmesidir. Bunun meyvesi âhirette cennet
nimetleridir. Çünkü insan evlilik ile yuvada bir huzur bulur ve tat alır. Bu
tadın hiç bitmemesini ister. Bu ise dünyada mümkün değildir. Ebedî tadın yeri âhirette
cennettir. Kendisi seven ve ailesini düşünen kimse, dünya tadıyla yetinmeyip
cennete yönelir. Oraya girebilmenin yolu iman, ibadet ve güzel ahlâktır. Bu
durumda kul, kendisini cennet nimetlerine götürecek imana yapışır, ibadetlere
yönelir, güzel ahlâka sarılır. Aile bunun sebebi olur.
Evliliğin insana faydası sadece bu olsaydı, yine içine girmeye ve
zahmetini çekmeye değerdi.
Aile ile bulunan diğer hayat, yeni nesil kazanmaktır. Nesil insanın bir
şekilde kendi varlığını devam ettirmesidir. Nesil, mali değil mânevî değerleri
korumak, taşımak ve yaymak için lâzımdır.[44]
* * * * *
Evlenmekten murat, ümmetin çokluğu, İslâm'ın
yayılmasıdır. Bir evlilik ki yalnız şehveti tatmin için olursa onda bir sevap
yoktur. O evlilik İslâm'ı çoğaltma, beşeriyete selâmet ve ahlâk-ı ilâhîyi
yaymak içinse onda baştan sona sevap olur. Evliliğini bu niyetle yapanın ailesi
için çalışması, yemesi, içmesi, konuşması sevap olur.
Âdemoğlu öldüğü zaman amel defteri dürülür.
Ancak geride salih bir evlat bırakmışsa o kimsenin amel defteri kapanmaz.
Defterine sevap yazılmaya devam eder. Bir evlat ki babasına, anasına, atalarına
dua eder, bu dua nurdan tabaklarla ölülere arz olunur.
İyi nasihat, güzel örnekler, ulemâ-i izâmın
hayırlı nasihatleri insanları tövbekâr eder. Eğer sen anne baba olarak çocuğuna
akıl bâliğ olana kadar İslâmî terbiyenin gereklerini öğrettiysen sorumluluğunu
yerine getirmiş olursun. Onun günahlarının vebali kendi boynunadır. Bu, yüce
kitabımız Kur'ân-ı Kerîm'deki,
"Herkes günahı yalnız kendi aleyhine
kazanır. Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez"
(En'âm 6/164) âyet-i celîlesi ile sabittir.
Ancak bir şart var ki o da ergenlik çağına
kadar çocuğuna gerekli tedrisatı öğretmendir. Bunu yapmak anne baba üzerine
görevdir. Anne babalar çocuklarına gerekli bütün İslâmî terbiyeyi verdikleri
zaman mesuliyetten kurtulurlar.
(Kız olsun erkek olsun bütün) çocuklar yedi
yaşına geldikleri zaman namaza başlatılır. Erkekler on, kızlar dokuz yaşına
girdiği zaman farz olmuş gibi namazlara devam ettirilir. Yine bu yaşlarda
çocuklar oruçlarını tam olarak tutar, haramları helâlleri öğrenirler. Dinî
farziyetler kendilerine öğretilir. Onlara ana, baba, komşu hakları belletilir.
Eğer anne baba, çocuklarına akıl baliğ olana kadar helâl lokma yedirip
namazlarını kılmayı, oruçlarını tutmayı öğrettiyse, ayrıca erkek çocuğunun
helâlinden rızık kazanmasını sağlayıp çocuklarının hayırlı bir eşle yuvasını
kurduysa görevini yapmıştır demektir.
Çocuğun yirmi yaşına geldiği halde ona namazı,
orucu, helâli, haramı öğretmediysen bu çocuğun idraki, anlayışı elbette eksik
olur.
Evlat yetiştirmek yalnız dünya rızkını
kazanmada çocuğunu maharet sahibi yapmak değildir. Evladına iyi bir meslek
edindirmek, olabildiğince geniş maddi imkânlar sağlamak baba olmanın asıl
vazifesi değildir.[45]
Hazırlayan: Gültekin KARA www.kalpehli.com
Bu sohbet Sohbetçi 1.08 programından faydalanılarak hazırlanmıştır.
Not: Bu yazıda konu
ile ilgili değişik kaynaklardaki açıklamalar, istenilen ana başlıklar altında
toplanmıştır. Sohbetçi arkadaşların bu yazıyı en az üç defa okumaları, önemli gördükleri
yerleri işaretleyip sohbet esnasında buraları okumaları, diğer kısımlarıysa
akıldığı kaldığı kadarıyla anlatmaları faydalı olacaktır.
[1] Sohbet Alt
Başlığı
[3] S.M.Saki
EROL, Aile Saadeti, Sf.15.
[4] Sohbet Alt
Başlığı
[5] S. M. Saki EROL, Aile Toplumun Direğidir, Semerkand
Dergisi, Ekim, 1999.
[6] Furkan 25/74.
[7] S.M. Saki
EROL, Aile Saadeti, Sf.18.
[8] Sohbet Alt
Başlığı
[9] S. M. Saki EROL,
Aile Toplumun Direğidir, Semerkand Dergisi, Ekim, 1999.
[10] Müslim,
Tevbe, 19-20; İbn Mâce, Zühd, 35; Ahmed, Müsned, 2/434; 3/55.
[11] S.M. Saki
EROL, Aile Saadeti, Sf.19.
[12] Sohbet Alt
Başlığı
[13] S.M. Saki
EROL, Aile Saadeti, Sf.33.
[14] Mehmet ILDIRAR,
Ailede Saklı Cennet, Sf.12
[15] Sohbet Alt
Başlığı
[16] Buhârî,
Ahkâm, 1; Nikâh, 81, 90; Müslim, İmâret 20 (nr. 1829); Tirmizî, Cihâd, 27 (nr.
1705); Ebû Davud, İmâret, 1 (nr. 2928). Buhârî, Ahkâm, 1; Nikâh, 81, 90;
Müslim, İmâret 20 (nr. 1829); Tirmizî, Cihâd, 27 (nr. 1705); Ebû Davud, İmâret,
1 (nr. 2928).
[17] Buhârî,
Cenâiz, 37, Nafakât, 1, Feraiz, 6; Müslim, Vesâyâ, 5; Ebû Davud, Vesâyâ, 2;
Tirmizî, Vesâyâ, 1; Nesâî, Vesâyâ, 3.
[18] Gazâlî, İhyâ,
41; Zebîdî, İthafü's-Sâde, 6/67.
[19] Ahmed,
Müsned, 6/157; Bezzâr, Müsned, nr. 3260, Heysemî, ez-Zevâid, 3/291; Hatîb
Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbîh, nr.1580. Ahmed, Müsned, 6/157; Bezzâr, Müsned, nr.
3260, Heysemî, ez-Zevâid, 3/291; Hatîb Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbîh, nr.1580.
[20] Taberânî,
el-Evsat, nr.102; Nuaym, Hilye, 6/335; Müttakî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl,
nr.16600; Heysemî, ez-Zevâid, nr. 6239.
[21] Ebû Davud,
Edeb, 121; Tirmizî, Birr, 13. Ebû Davud, Edeb, 121; Tirmizî, Birr, 13.
[22] Dilaver
Selvi, Delil ve Örnekleriyle Temel Aile İlmihali.
[23] Nisâ 4/19.
[24] Buhârî,
Nikâh, 79; Müslim, Radâ', 59; Tirmizî, Talâk, 12;ibn Hibbân, Sahîh, nr. 4179;
Ahmed, Müsned, 2/449.
Buhârî, Nikâh, 79; Müslim, Radâ', 59;
Tirmizî, Talâk, 12;ibn Hibbân, Sahîh, nr. 4179; Ahmed, Müsned, 2/449.
[25] Müslim,
Radâ', 61; Begavî, Mesâbîhus-Sünne, nr. 2417; Münzirî, et-Tergîb, nr. 2882.
[26] bk. Bezzâr,
Müsned, nr. 1404; Taberànî, et-Kebîr, 18/38- 39; Heysemî, Mecmauz-Zevâid,
4/255. bk. Bezzâr, Müsned, nr. 1404; Taberànî, et-Kebîr, 18/38- 39; Heysemî,
Mecmauz-Zevâid, 4/255.
[27] Ebû Tâlib
el-MekkÎ, Kalplerin Azığı: Kutü'I-Kulûb, 4/448 38 (İstanbul: Semerkand, 2003).
[28] S.M. Saki
EROL, Aile Saadeti, Sf.33.
[29] Sohbet Alt
Başlığı
[30] Nisâ 4/19,
[31] Nisâ 4/21.
[32] Nisâ 4/36.
[33] Kurtubî,
el-Câmi, 5/165.
[34] Ebû Davud,
Edeb, 123; ibn Mâce, Vesâyâ, 1, Cenâiz, 64.
[35] Nesâî,
es-Sünenü'I-Kübrâ, nr. 7097.
[36] Müslim, Hac,
148.
[37] S.M. Saki
EROL, Aile Saadeti, Sf.78.
[38] Bk. Zehebi, el-Kebâir, s. 179.
[39] Kuşeyrî,
Kuşeyrî Risâlesi, s. 471 (İstanbul: Semerkand, 2004).
[40] Şa'rânî,
Levâkihul-Envâril-Kudsiyye, s. 333 (Halep 1993); el-Uhudü'I-Kübrâ, s. 402
(Istanbul: Bedir, 1982).
[41] Şa'rànî,
a.g.e., s. 333.
[42] S.M. Saki
EROL, Aile Saadeti, Sf.40.
[43] Buhâri,
Ahkâm, 1; Müslim, imâre, 20; Ebû Davud, imâre, 1,13; Tirmizî, Cihâd, 27; Ahmed,
Müsned, 2/5, 54, 55; ibn Hibbân, Sahîh, nr. 4491.
[44] S.M. Saki
EROL, Aile Saadeti, Sf.18.
[45] Mehmet
ILDIRAR, Ailede Saklı Cennet, Sf.103.
Yorumlar
Yorum Gönder