AİLE SORUNLARI VE ÇÖZÜM YOLLARI
Günümüz
insanının mühim bir sorunu, aile, çocuklar ve çevredir.
Sözlükte aile; karı-koca, çocuklar ve yakınlarından
meydana gelen ve yaratılıştan bir takım manevî bağlar üzerine kurulan, şeklen
küçük fakat mahiyet itibariyle büyük olan sosyal bir topluluktur. Örfen ve
umumî olarak; aralarında soy, evlilik, süt emme gibi yollarla yakınlık
münasebeti olan kimselerin hepsine denir.
Dünyada her şeyin bir esası, bir temeli olduğu gibi
milletleri teşkil eden toplumların temeli de ailelerdir.
Ailenin devamı için sevgi ve saygının çok büyük
önemi vardır. Sevginin en çok arandığı
yer aile yuvasıdır. Aile fertlerini birbirine bağlayan şey sevgidir. Sevgiden
mahrum olanlar aileden kopar ve aileye ısınamazlar.
Peygamberimiz (s.a.v) sevgi konusunda şöyle
buyurur:
Aile Allah’ın emri ve Peygamber Efendimiz’in
[s.a.v] sünneti olan nikâhla kurulan kutsal ve şerefli bir ocaktır.
Aile
kurumu, kadın ve erkeğin meşru kurallar çerçevesinde, yani nikâh akdiyle bir
araya gelmeleriyle oluşur.
Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz de:
“Evlenin,
çoğalın. Kıyamet günü ümmetimin çokluğuyla iftihar ederim.” (Beyhaki) buyurarak
ümmetini evlenmeye, aile kurmaya teşvik ediyor.[3]
Aile, Allah Teâlâ'nın insanlığa en büyük
emanetlerinden biridir. Din ve dünya hayatı aile ile güzel ve düzenli olur.
Bunun için aile herkese hayır getiren mübarek, mahrem ve şerefli bir emanettir.
İlk
aile cennette kurulmuştur. Hz. Âdem (a.s) ile Hz. Havva validemizin evlilikleri
cennette olmuştur. Bu sebeple Allah için yapılan evlilikte, cennetten bir tat vardır.
Aile, insanlık cemiyetinin temelidir.
Evlilik, bu temeli Allah'ın (c.c) adıyla atmak ve insanlık şerefine uygun bir
bina yapmaktır. Dünyada insanlık hayatı aile üzerine kurulmuş ve aile düzenine
göre şekillendirilmiştir.
Aile, karı, koca ve çocuklardan meydana gelen
bağlar üzerine kurulan küçük bir sosyal topluluktur. Aile, bir cemiyeti ayakta
tutan temel müessesedir.
Her şeyi
çift olarak yaratan (Zariyat/49) Allah Tealâ, Hz. Adem’i (a.s) ve Hz.
Havva validemizi yaratarak, insan çiftini kadın ve erkekten meydana getirdi.
(Nisa/1)
İnsan
nesli, ilk aileyi oluşturan bu mübarek çiftten çoğalarak günümüze kadar geldi.
Bugün de toplumların varlığı, neslin çoğalarak devam etmesi aileye
bağlı. Kadın, erkek ve bunların çocuklarından oluşan aile, milletlerin üzerine
kurulu olduğu temel yapıyı meydana getiriyor.
Bir yuva kurduktan sonra onu
korumak, Allah Tealâ’nın:
قُلْ لِلْمُؤْمِنِينَ يَغُضُّوا مِنْ
اَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ
اَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ
“Mümin erkek ve kadınlara söyle. Gözlerini
haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar.” (Nur/30-31) emrine uymakla
mümkündür.
Bu, hem
aile hem de toplum hayatının huzuru, güveni ve geleceği için temel şarttır.
Sonra eşler, birbirlerine karşı görevlerini yerine getirmeye çalışmalı,
sorumlulukları Allah ve Rasulü’nün (s.a.v) bildirdiği gibi paylaşmalıdır.
Baba,
aile reisi olarak çocuklarını yetiştirme ve kötülüklerden korumakla görevlidir.
Bu işte anne, babaya yardımcıdır. Çocuklara farz olan ilmihal, buluğ çağına
kadar verilmelidir.
Baba, ailenin reisi olup ailedekilerin din ve
dünyalarından sorumludur.
Bulûğ çağına kadar bir çocuğun bakım, eğitim,
terbiye ve farz olan ilimlerinin öğretilmesi babaya aittir. Baba ya kendisi
öğretmeli ya da öğreten birine göndermelidir. Bu işte anne de babanın
yardımcısı olup ikinci derece sorumludur. Özellikle kız çocuklarının terbiye ve
yetişmesinde annenin hizmeti büyüktür.
Bütün bunlar emanete sahip çıkmak ve yüce Allah'a
karşı sorumluluğumuzu yerine getirmektir. Aile içinde Allah rızâsı için yapılan
bütün çabalar, çalışmalar ve harcamalar birer sadakadır, hayırdır, hizmettir.
En güzel hizmet, insanın nefsine ve nesline edep
kazandırmasıdır; çünkü edebin sonu cennettir. Edep, zengin fakir her ailenin
kurtuluş sebebidir. Ona yönelmelidir.
Resûlullah Efendimiz (s.a.v) bir aile reisinin
temel görevlerini özetle şöyle belirlemiştir:
"Çocuğun baba üzerinde üç hakkı vardır. Ona
kuran-ı kerimi öğretmesi, ismini güzel koyması ve evlenme çağına geldiğinde
evlendirmesi.” [4]
Hz. Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Çocuklarınıza yedi yaşına geldiği zaman namazı
(öğretin ve kılmalarını) emredin. On yaşına geldiklerinde kılmazlarsa el ile
hafifçe dövün. On yaşında yataklarını ayırın." [5]
Yüce Allah, rahmet Peygamberinin (s.a.v) şahsında
bütün aile reislerine şu emri vermiştir:
وَأْمُرْ أَهْلَكَ
بِالصَّلَاةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا لَا نَسْأَلُكَ رِزْقًا نَحْنُ نَرْزُقُكَ
وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوَى
"Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla
devam et. Senden rızık istemiyoruz; seni biz rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç,
takvâ ile elde edilir.” [6]
Bu âyet indiği zaman, Hz. Fâtıma (r.anha) ile Hz. Ali
(k.v) yeni evlenmişler ve özel bir eve ayrılmışlardı.
Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v), sevgili kızı Fâtıma
(r.anha) ile damadı Hz. Ali'yi (r.a) sabah namazına kaldırmak için evlerine
kadar bizzat teşrif buyuruyor, zahmete giriyor, kendilerine şefkatle seslenerek,
"Allah size rahmet etsin, haydin namaza!”diye
çağırıyordu. Buna altı ay devam etti.[7]
Anne ve babalar bu konuda çok hassas olmalıdır. Uyku
halindeki bir kimseyi ibadet gibi gönül huzuru isteyen bir işe çağırırken, çok
tatlı ifadeler kullanmalıdırlar.
Sert
davranışlar ve hakaret içeren sözlerle ibadete çağrılmaz. Çocuklarımızı ibadete
çağırırken gerekirse ciddi olmalı, fakat asla nefret ettirmemelidir. Buna
özellikle sabah namazında daha çok dikkat edilmelidir.
Din konusunda baba ve anneye düşen en önemli iş,
çocuklarından yapmasını istedikleri güzel şeyleri önce kendilerinin yapmaları
ve buna devam etmeleridir.
Âyette,
وَاْمُرْ اَهْلَكَ
بِالصَّلٰوةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا
"Ailene namazı emret, sen de sabırla ona devam
et!" buyrularak bize terbiyenin temel kuralı öğretilmektedir. Bu hüküm,
bütün hayırlı işlerde böyledir.
Hz. Ali (r.a) der ki:
أَدِّبُوا
أَوْلاَدَكُمْ عَلَى ثَلاَثِ خِصَالٍ: حُبِّ
نَبِيِّكُمْ ، وَحُبِّ أَهْلِ بَيْتِهِ ، وَقِرَاءَةِ الْقُرْآنِ ، فَإِنَّ
حَمَلَةَ الْقُرْآنِ فِي ظِلِّ اللهِ يَوْمَ لاَ ظِلَّ إِلاَّ ظِلُّهُ مَعَ
أَنْبِيَائِهِ وَأَصْفِيَائِهِ
"Çocuklarınıza şu üç şeyi öğreterek terbiye
verin. Peygamber sevgisini, Ehlibeyt sevgisini, Kur’an okumasını. Çünkü Kur’an
okuyanlar hiçbir gölgenin bulunmadığı o günde peygamberler ve Allah’ın veli
kullarıyla birlikte arşın gölgesinde gölgelenirler. "[8]
Adamın biri yanında oğlu ile birlikte Hz. Ömer'e
(r.a) gelerek,
"Bu benim oğlumdur; bana karşı geliyor"
diye şikâyette bulundu. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) adamın oğluna, "Allah'tan
korkmuyor musun, niçin anne babana karşı geliyorsun? Anne babanın evlâdı
üzerinde şu kadar hakkı var” diye genci uyardı. O zaman genç çocuk,
“Ey müminlerin emîri, çocuğun baba üzerinde hakkı
yok mudur?" diye sordu. Hz. Ömer de (r.a),
“Evet vardır. Çocuğa iyi bir anne seçmesi, doğunca
güzel bir isim koyması, ona Kur'ân-ı Kerim'i, farz ibadetlerini öğretmesi,
evlenecek yaşa gelince evlendirmesi, çocuğun babası üzerindeki
haklarındandır" buyurdu. O zaman çocuk,
“Vallahi, babam, Müslüman kadınları bırakıp 400
dirheme satın aldığı bir câriye ile evlendi. Bana güzel bir isim vermedi.
İsmimi böcek manasına gelen Cu'la koydu. Bana Kur'ân-ı Kerîm'den ve
ibadetlerden hiçbir şey öğretmedi" dedi. Bu sözler üzerine Hz. Ömer,
çocuğun babasına dönerek,
"Oğlum bana itaat etmiyor, diyorsun. Hâlbuki o
sana karşı gelmeden önce sen onun haklarını çiğnemişsin; şimdi kalk ve oğluna
karşı vazifeni yap" diye adamı azarladı.
Adamın biri Abdullah b. Mübârek'e (rah) gelerek,
çocuğundan şikâyet etti. Abdullah b. Mübarek,
"Çocuğuna hiç beddua ettin mi?" diye
sordu. Adam,
"Evet, ettim" deyince, Abdullah b. Mübarek
"Çocuğun ahlâkını sen bozmuşsun" dedi.[9]
Ebü'l-Esved ed-Düelî (r.a) oğullarına hitaben,
"Ben sizin küçüklüğünüzde, büyüklüğünüzde ve
hatta siz doğmadan size iyilik ettim" dedi. Onlar da,
"Öbürlerini anladık, ama biz doğmadan bize
nasıl iyilik ettin ki?" dediler. Cevap şu oldu:
"Ben size soyu temiz, asalet ve edebi yerinde
bir anne seçtim; kimsenin ona bir şey söylemeye dili varamaz."[10]
İnsan anne babasına, büyüklerine ve üstatlarına
karşı yaptığı kusurlarına samimi bir tövbe edip helâllik almazsa, cezasını
dünyada benzer bir kusur ile çeker.
Bunun bir de âhireti vardır. Bir işte hüküm sahibi
yüce Allah olursa, kimse haksız iken haklı duruma geçemez. Şimdiden bunu
düşünmeli ve bütün kusurlarımıza tövbe etmeliyiz.
Abdullah b. Ömer (r.a) şöyle demiştir:
"Çocuğunu terbiye et; çünkü sen, çocuğuna öğrettiğinden mesulsün. O da sana
yapacağı iyilik ve itaatten mesuldür."
Sa'dî-i Şîrâzî (k.s) şöyle der: "Ey insanoğlu!
Adının unutulmamasını istersen, çocuğuna ilim, hüner, mârifet öğret ve onu
akıllı yetiştir. Böyle yaparsan arkanda seni rahmetle anan bir kişi bırakmış
olursun."[11]
Bir baba, çocuğuna bulûğ yaşına kadar farz ilimleri
ve ibadetleri öğretir, kendisi de yaparak örnek olursa temel vazifesini
tamamlamış olur.
Çocuğun bulûğ
çağından veya evlendikten sonra yapacağı kusurlarından baba sorumlu olmaz.
Yeter ki o kötü işlere baba sebep olmasın. Ancak yine de babanın, çocuğunun
yanlışları karşısında nasihatçi bir yaklaşım sergilemesi, sabırla ve yılmadan
hakkı hakikati kendisine anlatması gerekir.
Baba ve
annenin yapacağı en güzel eğitim, güzel olan işleri çocuklarına yaşayarak
göstermek ve kötü işlerde asla örnek olmamaktır.
Çocuklar anne-babalarının karneleridir.
İyi çocuklar yetiştirmek için bütün mesele,
anne-babanın kendisini eğitmesi ve bu bilgileri hayata geçirmesiyle
halledilebilir. Çocuklarda görülen birçok yanlış, anne-babaların hatalı
tutumları sebebiyledir.
Aslında problemli çocuk yok, problemli
anne-baba vardır. Başarılı çocuk için de başarılı anne-baba gerekir
(istisnalar, kaideyi bozmaz).
(Anne-baba
akşamları eline kitap alıp okursa, çocuklar kitaba ve okumaya ilgili duyarlar. Ancak
anne-baba zamanını televizyon karşısında geçirirse çocuklar bu sefer
televizyona ilgili duyarlar.)
Eskiler der ki: “Eğri ağacın gölgesi de
eğri olur.” Eğer biz iyi olursak, çocuklarımız da iyi olmaya meyilli olur. O
yüzden çocuk yetiştirme işini kolayına kaçmadan, ciddiye almak gerekir.
Çocuk doğduğu andan itibaren, kameraya
kayıt yapar gibi, bütün olayları kaydeder. Hatta doğum öncesinden anne karnında
kayıt başlar. 5 yaşına kadar devamlı kaydeder. Çocuk aileyi bir sahnede seyreder.
Anne-baba sahnede oynarken, problemlerini saygı ve sevgiyle çözerlerse, çocuk
da öyle çözmeyi öğrenir. Evde sürekli yapılmayan davranışlar, çocuklar
tarafından da yapılmaz.
Anne-babanın çocuğunu eğitirken 3 temel
prensibi olmalı: ÖĞRET-TEKRAR ET-TAKDİR ET.
Biz çocuğa öğretiyoruz, daha sonra tekrar
etmiyoruz, çocuk yapınca da takdir etmiyoruz.
Mesela büyüklerine karşı saygıyı öğretiyorsak;
bu davranışı oturana kadar sabırla tekrar etmeli ve çocuk bu davranışı her
yaptığında takdir etmeliyiz. Bu arada çocuklardan istediğimiz davranışların
daha iyisini, kendimiz yapmalıyız. Yani kendimiz de büyüklerimize karşı saygıda
kusur etmemeliyiz.
Hadis-i Şerifte buyruldu ki:
أَكْرِمُوا
أَوْلاَدَكُمْ، وَأَحْسِنُوا أَدَبَهُمْ.
"Çocuklarınıza ikramda bulunun ve onları
en güzel şekilde terbiye edin." (İbni Mace, Edep 3)
Anne-baba önce kendi içlerindeki
güzellikleri görüp, sonra çocuğun içindeki güzellikleri ona göstermeli.
Çocuklar bizden güler yüzlü olmayı ve şükretmeyi öğrenir:
"Kuru ekmeğimiz var ama çok şükür.."
dediğimizi taklit ederler.
Siz televizyon seyrederken çocuğa,
"Git, sen dersini çalış!" diyemezsiniz, çocuğun ders çalışması için
sizin de oturup, kitap okumanız gerekir.
Eğer evde anne-baba devamlı maddi imkânsızlıkları
konuşuyorlarsa, çocuk parayı gözünde büyütür, bir an önce zengin olmak için,
haksız kazanç yollarını araştırabilir. Eğer evde devamlı Kur'an tefsiri
konuşulursa, çocuk gözünde onu büyütür. Örnekleri çoğaltmak mümkün…
Fatih Sultan Mehmet gibi bir evlat
yetiştirmek için Fatih'in annesi ve babası gibi olmalı. Fatih Sultan Mehmet'in
annesi oğlunun ruhuna damgasını vurmuştu.
Anlatıldığına göre Bediüzzaman
hazretlerinin babası, ineğini otlatmaya götürürken, başkalarının bahçelerinden
otlamasın diye yolda ineğin ağzını bağlarmış. Evlatlarına haram yedirmeme
konusunda bu derece hassas davranan babanın oğlu da, fikirleriyle tüm dünyayı
aydınlatır. Hayırlı evlat yetiştirmenin sırrı, çocuğa haram yedirmemekte gizli.[12]
Baba ve
anne, tövbe, dua ve sadaka ile yuvalarına ilahi rahmeti çekmelidir.
Bir insan için anne babasından daha samimi ve içten
dua eden insan bulunamaz. Onların dualarında hiçbir gösteriş yoktur.
Allah-u Teala (c.c.) Kuran-ı Kerim’ de:
يَا اَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا قُوا
اَنْفُسَكُمْ وَاَهْلِيكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ
"Ey
iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten
koruyun."[13]
buyurmaktadır.
Peygamber
efendimiz ise: "Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden
sorumlusunuz" [14]
buyurur.
Hz.
Peygamber [s.a.v] torunları Hasan ve Hüseyin'i (r.anhuma) gördüğü yerde
kucaklar, onları öper, "Allahım, ben bu ikisini seviyorum, sen de
sev" diye dua ederdi. [15]
Hz.
Peygamber’in (s.a.v), Sahabe ve salih insanların aile sorunlarını çözmedeki
örnek halleri iyi bilinirse, pek çok sorun daha kolay çözülür.
Ailede huzuru bulmanın en büyük şartı; aile
bireylerinin, hak ve sorumluluklarının ne olduğunun bilincinde olmasıdır.
Öte yandan, mükemmel ve cennetlik bir
mü'min olmak için insanlarla iyi geçinmek ve onlarla iyi bir diyalog kurmak
şarttır.
Peygamberimiz (s..a.v.), Sahabe-i Kiram'a
"Cehennem ateşinin kime haram olduğunu, kimin cehenneme haram olduğunu
söyleyeyim mi?" diye buyurunca sahabe, "Elbette Ey Allah’ın Resûlü?"
dediler. Peygamberimiz şunları söyledi.
1. Cana yakın, şefkat ve merhameti çok
olan, herkese ayıp aramadan, sevgiyle bakan kimse,
2. Geçim ehli olup herkesle iyi geçinen,
tatlı dilli, güler yüzlü olanlar,
3. Herkesin işini bitiren, kimseyi boş
çevirmeyen kimselerdir.[16]
Görüldüğü üzere, Peygamberimiz bizlere cennete
girmenin bir yolunun da insanları ve anne ve babayı sevmekle, onlarla iyi
geçinmekle mümkün olacağını haber veriyor. [17]
Güzel geçimin başladığı nokta gönüldür. Gönlün
gıdası sevgidir. Sevginin kaynağı yüce Allah'tır. Dâimî huzur yüce Allah
iledir.
Hep "ben" diyende huzur olmaz,
"ben haklıyım" diyenle hak bulunmaz.
Güzel geçim güzel ahlâktır. Güzel ahlâkın
temeli tevazudur. Tevazu, ailede, işte, cemiyette ve her yerde güzel geçim için
vazgeçilmez bir ahlâktır. O elde edilmeden gerçek huzur bulunmaz.
Kusuru kendisinde arayan kimse, hem
kusurunu kolay bulur hem de karşısındakine karşı edepli olur. Niyeti doğruyu
bulmak olana yüce Allah yardım eder, sabır verir, anlayışını açar, kalbini
genişletir, nefsinin sertliğini giderir, şeytanın hilesini gösterir, Hakk'ı
sevdirir, haklıyı buldurur.
Hz. Ömer (r.a) devrinde bir adam hanımı ile
arada bir ağız kavgası edip çekişiyordu. Adam hanımına laf anlatamayınca
bunalmış, halifeden yardım ve akıl istemek için evine gelmişti.
Evin kapısını çalmak için yaklaştığında
içeriden bir kadının yüksek sesle konuştuğunu duydu. Biraz dikkat edince, bunun
Hz. Ömer'in (r.a) hanımı olduğunu anladı. Baktı ki Hz. Ömer de aynı durumda.
Adam şaşırdı; koca halife, kendisine karşı sesini yükselten hanımını sükûnetle
dinliyordu. Kapıyı hiç çalmadan hemen geri döndü.
O sırada Hz. Ömer (r.a) birinin kapıya
doğru geldiğini fark etmişti. Gelen kimsenin kapıyı çalmadan geri döndüğünü
görünce, hemen arkasından çıkıp adamı geri çağırdı ve ne için geldiğini, niçin
geri döndüğünü sordu. Adam,
"Yâ Ömer, bir derdim vardı, size akıl
danışmaya gelmiştim; fakat gördüm ki siz de aynı dert içindesiniz. Onun için
rahatsız etmek istemedim!"dedi Hz. Ömer (r.a),
"Derdin neydi?" diye sordu. Adam,
"Hanımım, bazen bana karşı evde yüksek
sesle konuşuyor, sözlerime sertçe karşılık veriyor, canımı sıkıyor. Gördüm ki
bu durum sizin evde de oluyor" dedi. O zaman Hz. Ömer (r.a) adamı bir
kenara çekerek ona,
"Bak, hanımların kocaları üzerinde pek
çok hizmeti ve hakkı vardır. Bunun için onlara tahammül etmeliyiz. Onlar bizim
evimizi beklerler. Ekmek ve yemeğimizi pişirirler. Çocuklarımızı emzirirler.
Elbise ve evimizi temizlerler. Nefsimizi teskin eder ve bizi harama düşmekten
korurlar. Ben bana bu kadar hizmeti dokunan bir kadına niçin tahammül
etmeyeyim" dedi.
Bunları bir halifeden dinleyen adam, biraz
düşündü ve,
"Benim eşim de aynı hizmetleri
görüyor" dedi. O zaman Hz. Ömer (r.a),
"Kardeşim, hanımının sıkıntısına
tahammül göster. Dünya hayatı çok kısadır, gelir geçer" dedi. [18]
Hak adına yeri gelince demir gibi sert olan
Hz. Ömer (r.a), yine Hak hatırına yeri gelince kadife gibi yumuşak
olabilmekteydi. Onun tek derdi Hakk'ın hatırını korumaktı.
Asıl güzel geçim, kötü ve aksi insanla
olur. Güzel huylu kimse ile hoş geçinmek kolaydır; buna gerçek manada güzel geçim
denmez.
[1] Ahmed b. Hanbel. Müsned, II, 400
[2] Hasan Çalışkan, Nesil Yayınları, Anne Baba Hakları ve
Evlatlık Görevleri, Sf.52.
[4] Müttakî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 45416.
[5] Ebû Davud, Salât, 26; Tirmizî, Salât, 182.
[6] Tâhâ 20/132.
[7] bk. Süyûtî, ed-Dürrü'I-Mensûr, 5/613.
[8] Muttaki-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 45409.
[9] Gazzâlî, İhyâ, 2/1037.
[10] Mâverdî, Edebü'd-Dünyâ ve’d-Dîn, s. 236.
[11] Şeyh Sa'dî, Bostan, s. 360.
[12] Şeniz Yücel, Kalbi Kitaplar, Bebeklikten Ergenliğe
Çocuklarımızı Nasıl Yetiştirelim?, Sf.15.
[13] Tahrîm, 66/6.
[14] Buhârî, Cum'a, 11; Müslim, İmâre, 5.
[15] Buhârî, Edeb, 18/40; Müslim, Tahâret, 1/237.
[16] Müslim C:4 S.2019
[17] Bkz. Hasan Çalışkan, Nesil Yayınları, Anne Baba
Hakları ve Evlatlık Görevleri, Sf.59.
[18] bk. Zehebi, el-Kebâir, s. 179.
Yorumlar
Yorum Gönder