ALLAH (C.C) İÇİN SEVMEK, ALLAH (C.C) İÇİN KIZMAK
Her insan bir şekilde sever de kızar da... Çünkü sevgi
de nefret de, İnsanın hamuruna konmuştur. Bunlar, insan fıtratında mevcuttur.
Ancak sevdiklerimizi sevmekle veya kızdıklarımıza kızmakla, sevap mı kazanıyoruz
yoksa günah mı işliyoruz?
Hakiki bir müminin en bariz özelliği, Allah için
sevmek ve Allah için kızmaktır. Onun her şeyi Allah içindir. Bütün ibadetleri,
hayatı ve ölümü Allah için olan mümin, malını ve canını cennet karşılığında
Rabb'i olan Allah'a satmıştır (bk. Tevbe, 9/111). Bundan dolayı o, her ne
yaparsa Allah rızası için yapan ve maksadı Allah rızası olan bir karaktere
sahiptir... Sevdiğini Allah için sever, sevmediğini Allah için sevmez, dostluğu
Allah için, düşmanlığı Allah içindir... Sünnet üzere yaşamanın gereği de
budur... Zira Resûlullah [sallallâhu aleyhi vesellem] böyle idi ve böyle
olmamızı tavsiye etmişti... Nitekim hadislerinde şöyle buyurmuştur:
"Kul, Allah için sevip Allah için nefret
etmedikçe, samimi olarak imanı kazanmış olmaz. Allah için sever ve Allah için
nefret ederse, Allah Teâlâ tarafından bir velayeti hak eder."[1]
"Kim (sevdiğini) Allah (rızası) için sever,
(buğzettiğine) Allah (rızası) için buğzederse, (verdiğini) Allah (rızası) için
verir, (vermediğini de) Allah (rızası) için vermezse, imanını kemale erdirmiş
olur."[2]
"İmanı en sağlam şekilde ortaya koyan husus, hiç
şüphesiz Allah için sevmek ve Allah için nefret etmektir!"[3]
"Allah için sev, Allah için buğzet! Allah yolunda
düşmanlık et, Allah yolunda dostluk et! Çünkü sen, Allah'ın dostluğuna ancak
bununla ulaşabilirsin. Bir adamın namazı ve orucu çok olsa bile, bu şekilde
olmadıkça imanın lezzetini alamaz. Hâlbuki bugün insanların kardeşliği dünya
işlerindedir ve bu kardeşlik, kıyamet günü onun sahibine hiçbir mükâfat
sağlamayacaktır."[4]
Allah için sevmek, O'nun sevdiği şeyleri sevmektir.
Allah için kızmak da O'nun sevmediği, gazap ettiği ve lânetlediği fikir ve
fiillerden kaçmaktır. Kalbinde bu hale ulaşan insan, gerçek imanı elde
etmiştir. Çünkü bu hal, gerçek muhabbet ve ihlâsın meyvesidir.
Allah (c.c) İçin
İslâm'da nefis için kızmak yoktur. Mücadele ve mücahede
Allah içindir. Hz. Ömer'in [radıyallâhu anh] halifeliği döneminde bir sarhoşa
rastlayıp had cezası uygulatması üzerine sarhoş ona sövmüş, Hz. Ömer [radıyallâhu
anh] onu bırakmış ve, "Beni öfkelendirdin. Ceza verirsem nefsime yardım
etmiş olurum. Ben bir kimseyi nefsim için azarlayıp dövmeyi sevmem"
demiştir.[5]
Şeytan Sizden
Neden Kaçıyor?
Büyüklerden bir zat, Cüneyd-i Bağdâdî'nin [kuddise
sırruh] yanına gelmişti. Şeytanın, onun yanından hızla kaçtığını gördü. O kimse
Cüneyd-i Bağdâdî'nin yanına yaklaşınca, yüz hallerinden, onun çok öfkelenmiş
olduğunu anlayıp, sordu:
"Ey Cüneyd! Biz biliyoruz ki insan öfkelenince
şeytan ona yaklaşır. Fakat görüyorum ki bu kadar fazla öfkelenmiş olduğunuz
halde, şeytan sizden kaçıyor. Bunun hikmeti nedir?" Cüneyd-i Bağdâdî
[kuddise sırruh] cevabında,
"Sen bilmez misin ki biz kendi nefsimiz için
kızmayız. Başkaları, nefisleri için kızarlar. Bunun için de şeytan kendilerine
musallat olur. Bizim kızmamız, hep Allah için olduğundan, şeytan bizden
kızdığımız zaman kaçtığı gibi başka hiçbir zaman kaçmaz" buyurdu.
İMANIN TADINI
TATMAK
Gerçek bir müminin en temel özelliği, Allah için
sevmek ve Allah için kızmaktır. Fakat bu iş, hiç de kolay değildir. Çünkü
sevmekte ve kızmakta edebi gözetmek, hak sınırını korumak ve dengede kalmak,
ancak terbiye olmuş ve Allah rızasını biricik hedef haline getirmiş ihlâslı
kulların başaracağı bir iştir.
Birçok mümin Allah için sevmenin ve kızmanın ölçüsünü
bilmemekte, hatta birçok kişi, nefsin keyfi ile Allah'ın rızasını birbirine
karıştırmaktadır. Din adına yapıyorum, Allah için kızıyorum, diye yapılan
birçok iş, Allah'ın rızasına uymamaktadır.
Birçok müminin de dini adına hiçbir gayreti ve hassasiyeti
yoktur. Öyle ki biraz işi bozulup kazancı azalınca ne olacak halim diye derin
derin düşünürken, ahlâkının bozukluğuna, ibadetlerinin aksamasına hiç aldırış
etmemektedir. Malına saldırana karşı aslan kesilirken, imanına saldırana karşı
korkak bir kedi gibi kenara çekilmektedir.
Her şeyde büyük örnek olan Hz. Peygamber [sallallâhu
aleyhi vesellem], Allah için sevmede ve kızmada, bizlere en güzel örnektir.
Mümin her işinde onu örnek aldığı gibi bu hususta da onu örnek almalı ve bu
husustaki yüce ahlâkını tanımalıdır. Zira onu tanımadan, bu işte muvaffak olmak
mümkün değildir. Resulullah Efendimiz [sallallâhu aleyhi vesellem], bu konuya
çok önem vermiş. Öyle ki sırf Allah için sevmeyi ve Allah için kızmayı, bir
müslümanın imanını gösteren, Allah ile irtibatını ortaya koyan en önemli amel
ve en belirleyici sıfat olarak görmüş ve bunu, namazın, orucun ve cihadın önüne
almıştır.[6]
Bir kimsenin, sevdiğini Allah için sevmeden, kızdığına
da Allah için kızmadan, imanın tadını tadamayacağını belirtmiş ve kâmil iman
için bunu şart görmüştür.[7] Allah
için sevmenin nasıl olacağını şöyle açıklamıştır:
"Kendin için sevdiğin ve istediğin bir şeyi,
insanlar için de sevmelisin ve istemelisin. Kendin için kötü gördüğün ve
istemediğin şeyleri insanlar için de kötü görüp istememelisin. İşte Allah için
sevgi böyle olur."[8]
Allah Teâlâ, her mümine sevginin hakkını vermesi için
Hz. Peygamber'e [sallallâhu aleyhi ve sellem] uymasını emretmiştir. Şu hadis-i
şerif bu konuda mühim bir uyarı içermektedir:
"Şirk, gece karanlığında taş üzerinde yürüyen bir
karıncanın ayak izinden daha gizlidir. Şirkin en basiti, bir kimsenin zulüm
olan bir işe muhabbet beslemesi ve adalet olan bir şeye kızmasıdır. Dikkat edin
din, Allah için sevmek ve Allah için kızmaktan başka bir şey değildir. Bunun
için Allah şöyle buyurmuştur: Resûlüm de ki, eğer siz Allah'ı seviyorsanız,
bana uyun ki Allah da sizi sevsin."[9],[10]
***
Sahabilerden
Ebu İdris el-Havlânî r.a. bir gün Şam mescidine gitmişti. Orada bir genç gördü
ki, dişleri parlıyor, yüzü gülümsüyor ve çevresinde kalabalık bir cemaat
toplanıyor.
Cemaat herhangi bir konuda ihtilafa düştüğü zaman ona danışıyor, onun görüşünü alıyorlardı. Gencin kim olduğunu sordu. Muaz b. Cebel'dir, denildi.
Ebu İdris r.a. ertesi gün erkenden mescide gitti. O genci mescitte namaz kılar vaziyette buldu. Namazını bitirinceye kadar bekledi. Sonra karşısına geçip selam verdi ve gence şöyle dedi:
- Seni Allah için seviyorum.
Muaz b. Cebel r.a.:
- Allah için mi? dedi. Ebu İdris r.a.:
- Allah için, dedi.
Muaz b. Cebel r.a. Ebu İdris r.a.'ın elbisesinin kuşağından tutup kendine doğru çekti ve şöyle dedi:
- Müjdeler olsun sana! Çünkü ben Allah Resulü'nden şöyle duydum: “Allah Tealâ buyuruyor ki: Benim rızam için birbirini sevenlere, benim rızam için birlikte oturup sohbet edenlere, benim için birbirlerini ziyaret edenlere ve benim rızam için malını ve gücünü sarf edenlere muhabbetim vacip olmuştur.”
Cemaat herhangi bir konuda ihtilafa düştüğü zaman ona danışıyor, onun görüşünü alıyorlardı. Gencin kim olduğunu sordu. Muaz b. Cebel'dir, denildi.
Ebu İdris r.a. ertesi gün erkenden mescide gitti. O genci mescitte namaz kılar vaziyette buldu. Namazını bitirinceye kadar bekledi. Sonra karşısına geçip selam verdi ve gence şöyle dedi:
- Seni Allah için seviyorum.
Muaz b. Cebel r.a.:
- Allah için mi? dedi. Ebu İdris r.a.:
- Allah için, dedi.
Muaz b. Cebel r.a. Ebu İdris r.a.'ın elbisesinin kuşağından tutup kendine doğru çekti ve şöyle dedi:
- Müjdeler olsun sana! Çünkü ben Allah Resulü'nden şöyle duydum: “Allah Tealâ buyuruyor ki: Benim rızam için birbirini sevenlere, benim rızam için birlikte oturup sohbet edenlere, benim için birbirlerini ziyaret edenlere ve benim rızam için malını ve gücünü sarf edenlere muhabbetim vacip olmuştur.”
***
Hz. Ali r.a. bir harpte müşriklerden birisiyle savaşıyordu. Zorlu bir mücadeleden sonra adamı yere düşürdü ve kılıcını adamın boynuna dayadı. Bu sırada adam Hz. Ali r.a.'ın yüzüne tükürdü. Hz. Ali adamı öldürmekten vazgeçerek hemen bıraktı ve geri çekildi. Müşrik hayretle sordu:
- Neden beni öldürmüyorsun?
Hz Ali r.a.:
- Seninle Allah için dövüşüyordum ve seni onun yolunda öldürecektim. Fakat sen bana tükürünce nefsim adına hiddetlendim. İşime kendi öfkem karıştığı için niyetim zedelendi. Onun için seni öldürmedim, dedi. Adam:
- Seni kızdırayım da beni çabucak öldüresin diye yüzüne tükürmüştüm. Mademki dininiz bu kadar saf ve halis, muhakkak hak dindir, dedi ve müslüman oldu.[11]
***
EN BÜYÜK NİMET
Allah için sevmek, Allah için kızmak, imanın en
güvenilir ve en sağlam kulplarındandır. Nitekim Hz. Peygamber [sallallâhu
aleyhi ve sellem], "İmanın en sağlam kulpu, Allah için sevmek ve Allah
için buğzetmektir"[12] diye
buyurmuştur.
Müminin en üstün hasleti; sevdiğini, Allah için
sevmesi, sevmediğini de Allah için sevmemesidir. İmanın kemalini ve Allah
sevgisini bu güzel haslet kazandırır. Mümin bu haslet ile imanın zevkine
erişir. Yine bu haslet, Allah için olan amelin en halisidir. Nitekim Resûl-i
Ekrem [sallallâhu aleyhi ve sellem], Abdullah b. Ömer'e [radıyallâhu anhüma]
bir nasihatinde şöyle buyurmuştur:
"Allah için sev, Allah için darıl, Allah için
anlaş, Allah için bozul, velilik mertebesini ancak bununla elde edebilirsin.
Namazı ve orucu çok olsa bile bu minval üzere olmayan kişi imanın tadını
alamaz."[13]
Allah'ın sevdiklerini sevmek herkese nasip olmaz. Zira
Allah'ın veli kullarına muhabbet, insanı saadete ulaştırır. Allah'ın dostlarını
sevmekte Allah Teâlâ'nın muhabbet eseri vardır. Çünkü Allah dostlarını seven
Allah için sever. Her insan bu muhabbeti hâsıl etmeye ve kemale erişmeye gayret
etmelidir.
Allah için sevenlerin hediyesi, Allah'ın sevgisi,
cenneti ve cemâlidir. Her şeyi sadece nefis, şehvet, şöhret, servet için
sevenler, sevgiyi zayi etmişlerdir. Bunun cezası, sevdiklerinden bir fayda
görmedikleri gibi, ebedî sevgiden ve Allah'ın cemâlini seyretmekten mahrum
kalmaktır. Bu ne büyük bir azaptır. Allah için sevmek, insana verilmiş en büyük
bir nimettir. Kâinatın harcı, sevgi ile yoğrulmuştur. Bu sevginin kaynağı Allah
Teâlâ'dır. Kâinatı saran bu sevgi, Allah'ın sonsuz rahmetidir. Ebû Zerr'in
[radıyallâhu anh] bildirdiği bir hadiste Resûlullah Efendimiz [sallallâhu
aleyhi ve sellem] şöyle buyuruyor:
"Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek,
Allah için nefret etmektir."[14]
Aslında sevgi ve nefret, insanın gönül halini ve akıl
seviyesini ortaya koyan iki özelliktir. Bir insanı tanımak için, onun kimi sevdiğini
ve neden nefret ettiğini sormalıdır. İnsanın adaletini kızgınlık anında
görmelidir. Mertliğini, kavgasında seyretmelidir. Akıl seviyesini,
sevdikleriyle ölçmelidir. İnsanı kalbi temsil eder; kalbin içini, davranışları
dışa döker.
Allah Teâlâ'nın sevdiği şeyleri seven kalp, cennet
yolundadır; meleklerin ahlâkındadır, ilâhî nur ve nazar altındadır; bu gönül
sahipleri Allah'ın dostlarıdır.
Haram işleri seven, zulmü beğenen, zalime özenen, hak
ve hayırdan nefret eden gönüller, sevgiyi zayi etmiş, nefsin emrine girmiştir.
Bu gönlün sahipleri, şeytanın dostlarıdır.
Hz. Ömer [radıyallâhu anh] ve oğlu Abdullah'ın
[radıyallâhu anh] şöyle dedikleri rivayet edilmektedir:
"Bir adam gündüzleri devamlı oruç tutsa, geceleri
sürekli ibadetle geçirse, fakat yüce Allah için sevip Allah için kızmazsa, bu
yaptıkları ona hiçbir fayda sağlamaz."[15]
Allah İçin
Sevmek ve Allah İçin Buğzetmek
Haberde geldiğine göre Cenab-ı Hak
c.c. şöyle buyurur:
– Ey Musa Sırf benim için yaptığın
bir amelin var mı?
– Ya Rabbi! Senin için namaz kıldım,
oruç tuttum, rızan için sadaka verdim, secde ettim, sana hamd ettim, kitabını
okudum ve seni zikrettim!
– Ey Musa! Namaz senin için kılavuz,
oruç sana kalkan, sadaka sana gölgeliktir. Yaptığın tesbihler cennette senin için
ağaç, benim için kitabımı okuman senin için huri ve saray, beni zikretmen de
senin için nurdur! Benim için hangi ameli yaptın?
– Ya Rabbi! Senin rızan için olan
bir ameli bana göster, onu işleyeyim!
– Ey Musa! Bir dostu hiç benim için
dost edindin mi? Yine bir düşmanı hiç benim için düşman belledin mi?
Musa a.s., Allah dostlarını sırf
Allah için sevmenin ve düşmanlarına da sırf O’nun rızası için buğz etmenin en
üstün amel olduğunu anladı.[16]
***
O'NUN SEVDİKLERİNİ SEVMEK
Veli, Allahu Tealâ’nın dostu demektir. Bir müminin,
‘Ben Allah’ın dostlarını sevmiyorum.’ demesi mümkün değildir. Derse küfre
düşer. Velileri ölçüsüz yücelten ise şirke girer. Böylece, birisi inkâr
etmekle, diğeri de aşırıya gitmekle tehlikeye düşer. Demek ki, doğrudan
imanımızı ilgilendiren bu konuda ölçüyü bilmemiz gerekiyor.
Hiç şüphesiz, mutlak sevgiye layık olan Allahu
Tealâ’dır. Sevgiyi ve sevdiklerimizi yaratan O’dur. Sevgi, Allahu Tealâ’nın bir
sırrı ve insanlığa en güzel hediyesidir. Onu Allah için yerinde kullanmak
gerekir.
Bir şahsı veya bir şeyi Allah’ı sever gibi sevmekle, Allah
için sevmek arasında fark vardır. Allah için sevmek, Allahu Tealâ’nın: “Bu
benim sevdiğimdir; onu siz de seviniz.” dediği şeyleri ve şahısları Allah’ın
rızasına ulaşmak için sevmektir.
Allah sevgisini tatmanın ve ispat etmenin tek yolu
Yüce Allah’ın sevdiklerini sevmektir. Herkes kalbindeki Allah sevgisini kendisi
ölçebilir. Bunun yolu, Allahu Tealâ’nın sevdiği şeyleri ne kadar sevdiğimize ve
onlara ne derece değer verdiğimize bakmaktır. Mesela Allah’ın sevgilisi Hz.
Peygamber (A.S.), kendisini anne-baba, evlat ve bütün insanlardan daha fazla
sevmeyen müminin gerçek imana ve Allah’ın dostluğuna ulaşamayacağını
belirtmiştir. (Buharî, Müslim)
Allah için sevilecek kimselerin başında,
peygamberlerden sonra Ashab-ı Kiram gelir. Sonra kâmil mürşidler ve diğer bütün
müminler gelir.
Her devirde Allah için sevilmeye layık, canını ve
malını Allah yoluna adamış öyle kâmil veliler bulunur ki, onlar ilahi aşk için
bir merkez durumundadır. Allahu Tealâ yeryüzünde en büyük sermaye olan ilahi
aşkı onların kalbine emanet etmiştir. İlahi aşk ve edeb onların her şeyine
yansımıştır. Onlar Allah’ın boyası ile boyanmıştır. Onların kalbine bağlanan
kalpler, nasip, niyet, samimiyet ve kabiliyetlerine göre o aşktan nasiplenirler.
Bu sevgi kalbi saflaştırır, insanı olgunlaştırır.
Allah dostları, yeryüzünde Allahu Tealâ’nın en canlı
şahididir. Her şeyleri ile O’nu tanıtır, O’nu hatırlatırlar. Onların yüzüne
bakanlar Allah’ı zikreder. Haline uyanlar tevbeye sarılır, takvaya ulaşırlar.
Meclislerine katılanlar, günahlardan arınmış olarak kalkarlar. Allah Rasulü
(A.S.) buyurur ki:
“Yeryüzünde zikir meclislerini dolaşan ve onların
amelini göğe çıkaran meleklere Allahu Tealâ, onların halini sorduktan sonra:
‘Sizleri şahit tutarak söylüyorum, ben onların hepsini
affettim’ buyurur. Bunun üzerine içlerinden bir melek
‘Ya Rabbi, onların içinde bir kimse var ki onlar gibi
zikir ehli değildir. Onların arasına zikir için değil, bir ihtiyacı için
gelmiştir, onu da mı affettin?’ deyince Allahu Tealâ:
‘Onlar öyle bir topluluktur ki onlarla oturan âsi
olmaz, onu da affettim’ buyurur.” (Buhari, Müslim)
Üstad Bediüzzaman (Rh.a)’ın belirttiği gibi, Allah
dostlarına ve onların bağlı olduğu silsileye azıcık muhabbet eden bir kimse, bu
muhabbetin bereketi ile imanını kurtarır. Günaha girse bile küfre girmez.
Yüzüne baktığı, elinden tuttuğu velinin muhabbeti, ona Allah’ı inkâr ettirmez.
Bu da ona yeter.
Allah için olan sevgi samimiyet ister. Samimi olan
kimse, sevdiğini razı etmeye gayret eder. Allahu Tealâ’nın bütün müjdeleri
ihlâs ve samimiyete bağlıdır. Kudsi hadiste yüce Rabbimiz:
“Benim rızam için birbirlerini sevenler nerede? Hiçbir
gölgenin bulunmadığı bu mahşer gününde onları kendi rahmet gölgemde
gölgelendireceğim.” (Müslim) buyurarak bu büyük iltifatı ihlasa bağlamıştır.
Ayrıca bu sevgiye sevinmek ve onu korumak gerekir.
Büyük arif İmam-ı Rabbani (k.s.) bu sevginin kıymetini şöyle belirtir: “Allah
dostlarını sevmeyi en büyük nimetlerden birisi saymalıdır. Cenab-ı Hak’tan bu
sevgide samimiyet ve istikamet üzere olmayı istemelidir. Bu büyüklere bağlılık
sebebiyle hâsıl olan az şey de çok kabul edilmelidir. Zira o az değildir.”
(Mektubat)
Büyük veli İmam Şa’ranî (K.S.)’yi dinleyelim: “Allahu
Tealâ bir müridin kalbini kâmil bir mürşidde topladıktan sonra, artık onun
dünyada hiçbir şeye iltifat etmemesi gerekir. Çünkü dünya ve ahirette ona ne
nasib edilmişse işte önündedir; nasibini almaya baksın. Mürşidim Ali b. Vefâ
(K.S.) derdi ki: Eğer hakiki bir mürşid bulursan, kendi hakikatını bulursun.
Hakikatını bulduğunda da Allahu Tealâ’yı bulursun. Allah’ı bulunca her şeyi
bulmuş olursun. Bütün mesele, böyle bir mürşidi bulmaktır. Bunu iyi anla ve
öyle birisini bulunca onu bir ganimet bil.” (Envaru’l-Kudsiyye)
Bu ganimet dünya servetlerine benzemez. Allah için
yapılan dostluklar zayi olmaz, ölümle son bulmaz. Kıyamette geçerli tek
sermaye, Allah için olan işler, sevgiler ve sevgililerdir. Yüce Rabbimiz, bütün
sevenlere şu uyarıyı yapmıştır: “O gün (Allah için birbirini seven)
muttakîlerin dışında bütün dostlar birbirinin azılı düşmanı olur.” (Zuhruf/67).
Öyleyse yarın düşmanlığa dönüşmeyen dostluğun peşine
düşmelidir. Allah dostlarıyla ömrünü geçirenler asla pişman olmayacak ve bu
dostluk ölümle son bulmayacaktır. Hz. Peygamber (A.S.)’ın: “Kişi sevdikleri ile
beraberdir” (Buharî, Müslim) hadisi, ahirette mutlaka gerçekleşecektir.
Ancak bu hadiste sevenlere bir müjde olduğu kadar, bir
tavsiye ve bir uyarı da vardır. Müjdeyi Ebû Zer el-Gıfarî (R.A.) anlatıyor:
“Hz. Peygamber’e:
‘Yâ Rasulallah! Hayırlı bir topluluğu sevdiği halde,
onlar gibi amel etmeye güç yetiremeyen kimse hakkında ne buyurursunuz?’ diye
sordum. Rasulullah Efendimiz (A.S.):
‘Ey Ebû Zer! Sen sevdiklerinle beraber olacaksın.’
buyurdu. Ben de:
‘Şüphesiz ben Allah ve Rasulünü seviyorum’ dedim.
Efendimiz (A.S.):
‘Muhakkak ki sen, sevdiklerinle berabersin’ buyurdu.”
(Buharî, Darimî)
Allah dostlarını samimi olarak seven fakat onlar gibi
güzel amel edemeyip hasretini çeken kimseye işte bu müjde yeter.
Hadisten çıkan tavsiye de şudur: Kimi seviyorsan
onunla aynı yolda, aynı halde, aynı ahlâkta ol; sevgin dilde kalmasın, sevginde
yalancı olma, sevdiğinin hallerine yabancı kalma. Allah dostlarını seviyorsan
onlara benze, onların yaptığı güzel amellerden sen de yap, onlar gibi zikir
ehli ve halka karşı merhametli ol! Evliyayı seven, eşkıyalık yapmasın!
Hadisteki gizli uyarı da şudur: Herkes kalbindeki asıl
sevgi ve niyet ile değerlendirilir. Söze değil kalbe bakılır. Allah’ı ve O’nun
dostlarını seviyorsanız, bunu itaat ve edeb ile ispat edin. Kalbe kötü arzu ve
sevgiler hâkimse, sözle seviyorum demek bir şey ifade etmez. Yahudi ve
Hıristiyanlar: “Biz Allah’ın oğulları ve dostlarıyız!” dediklerinde, Allahu
Tealâ: “Öyleyse günahlarınız yüzünden Allah size niçin azap ediyor?” (Maide/18)
buyurarak, halleri ve yolları yanlış olduğu için sevgilerinin yalan olduğunu
belirtmiştir.
Bir kimsenin Allah için sevilmesi için keşif-keramet
sahibi olması şart değildir. Onun ihlas, edeb ve istikamet sahibi olması
yeterlidir. Allahu Tealâ kimseyi etine-kemiğine, süsüne-lüksüne,
nesebine-milletine, rengine-cinsine bakarak sevmez. O ancak, iman, irfan, aşk
ve edeb sahibi müttaki kullarını sever. Her cinsten, her kesimden ve her
milletten Allah’ın dostları bulunur. İrşadla görevli olanların dışındaki
velilerin çoğu gizlidir. Bunun için herkese karşı edebli davranmaya dikkat
etmelidir.
Allah için sevilen bir velinin irşadı ne kadar büyük
olursa olsun, hiçbir veli hiçbir peygamberden üstün değildir. Fazilet olarak
bütün veliler Ashab-ı Kiram’dan sonra gelir. İlim, irşad ve edebiyle sevilen
bir velinin hangi makamda olduğunu bilmek, kimseye şart ve lazım değildir.
Bir insan mürşidini kendi terbiyesi için en yetkili ve
rehber olarak görmelidir. Fakat taassuba düşüp, “benim mürşidimden başka
yeryüzünde mürşid bulunmaz” dememelidir.
Bütün veliler ve mürşidler birbirlerinin
kardeşleridir. Öyleyse, Allah için hepsinin sevilmesi ve hayırla anılması
gerekir. Dengesiz bir sevgi sarhoşluğu ile mürşidimi öveceğim ve herkese
sevdireceğim diye başka mürşidleri küçümsemek, arkalarından çekiştirmek ve edeb
dışı davranışlara girmek kesinlikle doğru değildir.
Gerçek veliler, talebelerinden kendileri için övgü
değil, Allah için edeb beklerler. Bir arifin belirtiği gibi; “Gerçek mürid,
mürşidi ile övünen kimse değildir. Asıl mürid, mürşidinin onunla övündüğü
kimsedir.”
Kâmil mürşidler, dini ve büyükleri kullanarak dünyalık
kazanmaya çalışan kimselerden de nefret ederler. Neye muhtaç olduğumuzu ve
kimden ne istediğimiz iyi bilmeliyiz. Allahu Tealâ, Yüce Rasulüne: “Habibim!
Benden ne istersen iste?” buyurunca, Efendimiz (A.S.): “Allahım senden sevgini,
seni sevenlerin sevgisini, beni senin sevgine ulaştıracak amellerin sevgisini
istiyorum” dileğinde bulunmuştur. (Tirmizî, Ahmed)
Allah için sevenlerin gözü aydın olsun.[17]
[2] Ebû Davud. Sünnet, 15 (nr. 4681);
Tirmizi, Kıyâmet, 22 (nr. 2642)- Ahmed b. Hanbel el-Müsned, 3/440; 5/247;
Münzirî, et-Tergib vet-Terhib. nr. 4454
[4] İbnü'l-Mübârek, Kitâbü'z-Zühd, nr.
353.
[5] Gazzâli, İhyâü Ulûmi’d-Dîn, 3/223
[6] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/286;
Beyhakî, Şuabü'l-İmân, nr. 13; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 1/89.
[7] Ebû Davud Sünnet, 15; Tirmizi,
Kıyâmet, 60; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/430; Hâkim, el-Müstedrek, 1/61: Ebu
Ya'lâ, Müsned, nr. 1483
[9] Hâkim, el-Müstedrek, 2/291; Ebû
Nuaym, Hilyetu’l-Evliya, 9/264; Münzirî, et-Tergîb vet-Terhîb, nr. 4463.
[10] Siraceddin Önlüer, Kalbin
Hastalıkları 2/188
[11] Elvida Ünlü, Semerkand Dergisi, 84.
sayı
[12] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/286.
[13] Tirmizi, Sıfatü'l-Kıyâme, 60
[14] Ebû Davud, Sünnet, 2 (nr. 4599);
Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/146.
[15] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü'l-Kulûb,
2/218; Gazâlî, İhyâü Ulümi'd-Din. 2/936; Sühreverdî, Avârifü'l-Maârif, s. 429.
[16]
İmam Gazâlî, Mükâşefetü'l-Kulûb, 100
[17] Dilaver Selvi, Semerkand Dergisi
Allah için sevmek, ayniyle Allah'ı sevmektir. Allah için buğz etmek de (Allah için sevmemek) yine ayniyle Allah'ı sevmektir. Peygamberini sevmek, mürşidini sevmek, müminleri sevmek vs. tümü Allah'ı sevmektir. Sevgi de aynı Ruh-i insani gibi bölünebilir bir şey değildir.
YanıtlaSil