HELAL LOKMA
Allah Teala Kur’an-ı
Mübin’de:“Biz her şeyi bir ölçü ve
kaderle yarattık.“
Allah’u Teala, bütün
alemlerin Rabbidir. Yaratmak, yaşatmak, öldürmek, diriltmek; sevmek, sevdirmek,
istediğine hidayet vermek, dilediğini sapıklık içinde bırakmak sadece O’na
aittir. O mutlak hüküm ve idare sahibidir. Mutlak idare, mutlak
ilim ve irade ister. Allah’u Teala dilediğini yapma gücüne sahiptir. O’nun gücü
de mutlaktır; sınırsız ve sonsuzdur. Hidayet O’nun elindedir. Kalpler O’nun
tasarrufundadır. Hüküm vermede tekdir. Yarattığı her şeyi önceden bilir, onlara
şekil verir, rızık belirler, vazife yükler, ecel tayin eder. Canlı cansız her
şeyin bir kaderi, ölçüsü, vazifesi ve eceli vardır. Hepsinin sonu ilahi ilimde
bellidir.
Mükellef
insanlar her yaptıklarından sorumlu olup hesaba çekilirler; fakat hiç kimse
alemlerin Rabbini yaptıklarından dolayı hesaba çekemez. Kainatta yaş-kuru,
büyük-küçük, hareket-sükun, taat-isyan hepsi ilahi kitapta, Levh-i Mahfuz’da
yazılıdır.
Bu
hakikatler Allah Teala’nın sıfat ve isimlerinin bir tezahürüdür. Allah’u Teala’nın ism-i
şeriflerinden olan er-Rezzak: Yarattıklarına lazım olan bütün maddi ve manevi
rızıkları yaratan, ulaştıran, yolunu açan,[57]
demektir.
"Hiç şüphesiz,
Allah Rezzak'tır; O, kuvvet sahibi, Metin'dir." [58]
Rezzak: Yarattığı bütün canlıların
rızıklarını bol bol veren, rızka kefil ve her bir canlıyı yaşatacak zaruri
gıdayı üstüne alan. Rızkı yaratan, onu veren veya sebeplere bağlayan. [59]
Hz. Ömer (r.a)
döneminde adamın biri her sabah halifenin kapısına gelir ve beklerdi. Hz. Ömer
adamın devamlı bir ihtiyaç için geldiğini görünce, kendisine, “Be adam! Sen Allah için mi hicret ettin, Ömer için mi? Mescide git
ve Kur’an öğren. Bu seni Ömer’in kapısından kurtarır" dedi. Bunun üzerine
adam uzun süre ortalıklarda
görünmedi. Hz. Ömer (r.a) adamı
merak ederek soruşturdu. Nerede olduğunu öğrenerek gitti buldu. Onun
insanlardan el etek çekerek ibadetle meşgul olduğunu gördü. Ona, “Seni uzun
zamandır göremediğim için merak ettim. Seni bize gelmekten alıkoyan nedir?”
diye sordu; adam şöyle cevap verdi: “Ben Kur’an’ı okudum; o beni Ömer’den ve
Ömer’in ailesine muhtaç olmaktan kurtardı” dedi. Hz. Ömer, “Allah sana rahmet
etsin; Kur’an’da ne buldun?” diye sordu. Adam, “Kur’an’da, “Muhakkak ki rızkınız ve size vaat edilen şeyler göktedir”[60] ayetini okudum. Sonra kendi kendime, ‘Meğer benim rızkım gökte
imiş; bense onu yerde arıyorum, bu olacak iş mi? dedim.’ Bunu işiten Hz. Ömer (r.a) ağladı. Bu onun için güzel bir
öğüt olmuştu. Bundan sonra Hz. Ömer bazı zamanlar ona gelir, meclisinde
oturur, onun sözlerini dinlerdi. [61]
Ehl-i sünnete
göre rızık, kendisinden yararlanılmak üzere, Allah'ın canlılara verdiği şeydir.
Kul ondan faydalandığı (yediği) zaman bu, kendisine rızık olur. Helal veya
haram olması onun rızık olmasına engel değildir.[62]
Bazı alimler rızık, insan
ve diğer bütün canlıların sadece beslenip yaşamaları için yedikleri ve
içtikleri yiyecek ve içecekler yani besinlerdir derler. Bazı Eş'ari alimleri, tarifini
geniş tutarak rızkı şöyle tanımlamışlardır. Rızık, Allah Teala’nın bütün
canlılara, yiyip içerek gıdalanmaları ve faydalanmaları için lütfettiği
şeylerdir. Bu tarife göre rızkın içerisine, yiyecek ve içecek ve insan hayatını
sıcak ve soğuktan korumaya yarayan elbise ve mesken gibi şeyler girer.[63]
Hak Dini Kur’an Dili isimli tefsirin yazarı
Elmalılı Hamdi Yazır diyor ki: “Rızık, Allah'ın canlıya zevk ve faydalanma
nasip ettiği (giyecek, mal, mevki, ilim, yiyecek-içecek, marifet vb.) şeydir.
Mülk olsun olmasın, yenilen, içilen ve diğer şekillerde kullanılmasından
faydalanılan mallara uygun olduğu gibi; evladı, eşi, gayret ve işi, ilim ve
bilgileri dahi içine alır. Fakat hepsinde istifade edilmiş olmak şarttır. Ve bu
faydalanma, dünyaya ve ahirete ait faydalanmadan daha geneldir. Buna göre dini
ve dünyevi bilfiil faydalanılamayan mal, mülk, evlat ve aile, ilim ve bilgi
rızık değildirler. Bu şekilde bir şey, çeşitli faydalanma şekillerine göre
farklı kimselerin rızkı olabilir. Fakat malından, gücünden, ilminden
faydalanmayanlar rızıklanmış değildirler.” [64]
Rızk, dünyada ve Ahirette verilen şey, nasib anlamındadır.
Verilen bir şeyin rızk olması için ele mutlaka ulaşması ve kendisiyle
yararlanılması şarttır; bu bakımdan, kendisinden fiilen yararlanılmayan ve ele
ulaşmayan şeylere rızk denmez.[65]
Allah'ın ilminde bir
insanın ömrü boyunca yiyeceği rızıklar bellidir. Bir insan, dağlar kadar mal ve
yiyecek kazansa, onun ömrü boyunca bundan yiyeceği ve midesinin alacağı ve
hazmedeceği miktar muayyendir. Kazandığı mal ve yiyeceklerin hepsini midesine
doldurma gücü ve imkanı da yoktur. Bu sebeple bir mü'min kazandıklarından
ihtiyaç fazlasını ihtiyaç sahiplerine vererek manevi rızık (ahirete azık)
kazanmaya çalışması güzel bir davranıştır.[66]
Bütün canlıların beslenmesi Allah'a aittir;
yani ona bağlıdır. Her canlı aynı gıda ile beslenemeyeceğine göre Allah, farklı
azıklarla onlara hayat vermektedir. Ne kadar canlı türü olduğunu bizim bilmemiz
şu andaki bilimin seviyesine göre mümkün değildir.
Her canlı türüne farklı beslenme rızkını
veren varlık, Allah'tan başkası olamaz. Yüce Allah, bütün canlılara öylesine
bir beslenme programı uyguluyor ve önlerine sofrayı kuruyor ki bu oluşumdan
hareket eden insan aklı, Allah'a varabiliyor.
Gözle görülemeyecek kadar küçük olan canlıların
yaşamı için gerekli olan rızkı da Allah vermektedir.
"Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkını
vermek Allah'a aittir. O, onların karar kıldıkları yerleri de,
emaneten durdukları yerleri de bilir.” [67]
İmam Azam Ebu Hanife Hazretleri şöyle demiştir:”Bu ayet-i
kerimenin hükmüne göre ister helal olsun, ister haram olsun herkesin kendi
rızkını tüketmesi gerekir.
Bir insanın rızkını yiyip tamamlamaması veya başkasının rızkını
yemiş olması tasavvur edilemez. Zira Allah Teala'nın bir şahsa gıda olarak
tahsis ve takdir ettiği şeyi yemesi gerekir. Başkasının bu rızkı yemesi mümkün
değildir. Mülk manasında da olsa yine rızkı başkasının yemesi mümkün değildir.[68]
İmam Şafi
hazretleri de şöyle der:”Gök, yeryüzü, canlı, ağaç ve diğer varlıkların hepsini
Allah c.c yaratmıştır. Her canlının rızkı da Allah’a aittir. O bunların
duracakları (baba sulbü) ve korunacakları (ana rahmi) yerleri de bilir.” [69]
Adamın biri
ariflerden Sehl b. Abdullah Tüsteri’ye (k.s),
“Rızık nedir?”
diye sordu; Sehl (k.s),
“Gerçek rızık,
insana hayat veren, hiç ölmeyen ve hep hayatta kalan Allah’tır” dedi. Soruyu
soran, “Ben sana insanı ayakta tutan şeyi soruyorum” dedi; Sehl,
“İnsanı ayakta
tutan şey, ilimdir” dedi. Adam,
“Ben sana
insanın gıdasını sordum” dedi; Sehl,
“Asıl gıda,
zikirdir” dedi. Soran şahıs,
“Ben sana
cesedin yiyeceğini soruyorum” deyince, hazret,
“Cesetten sana
ne! Sen onu, ilk olarak onu yaratan yüce zata bırak. O, işin sonunda da ona
sahip çıkar. Vücudun hastalandığında onu yapan ustasına havale et! Bilmiyor
musun, bir sanat eseri arızalandığında onu ustasına götürürler; o da onu tamir
eder.”
Yine Sehl b.
Abdullah Tüsteri (k.s)demiştir ki:
“Eğer kul Allah’tan kendisine rızık
vermemesini istese, Allah onun bu duasını kabul etmez ve ona, ‘Ey cahil kulum!
Ben seni yarattım, artık ebediyen rızkını vermek bana aittir’ buyurur.” [70]
Rızık kelimesi, türevleriyle birlikte
Kur'an-ı Kerim'de 124 yerde geçer. Kur'an'a göre rızık, ya doğrudan doğruya
veya sebeplendirme yoluyla Cenab-ı Allah'a aittir.
Rızkını aramak
her mü’minin üzerine ait bir sorumluluktur. Hiç kimsenin Allah Teala’yı imtihan
edercesine “mademki benim rızkımı Allah Teala veriyor öyleyse çalışmama gerek
yok” deyip Rabb’ini deneyemez.
Rızkı
arama ve kazanma konusunda Allah’u Teala şöyle buyurur:
Elde edilen bu
kazanç içinde her rızık sahibine rızkının bir nedenle ulaşması Allah Teala’nın
Rezzak-ı Mutlak olmasındandır.
Hz. Abdullah b. Mes'ud (r.a)'dan rivayet
edildiğine göre Resul-i Ekrem (s.a.v):
Şeyh Sa‘di Şirazi (k.s) der ki:
Dervişin biri gezerken ayaksız bir tilki gördü, hayrete düştü.
“Nasıl yaşar bu hayvan, ne yer ne içer?” diyerek, Allah’ın lütfuna hayran oldu.
Derken bir aslan çıkageldi, ağzında çakal taşıyordu. Görkemli ve
korkunç hayvan avının bir kısmını yedi, doyunca kalanını bırakıp gitti. Tilki
artığa doğru sürünerek yaklaştı ve afiyetle yiyip karnını doyurdu.
Tilkinin yiyeceğinin ayağına geldiğini gören derviş, kendi
kendine, “Bir tilkinin rızkını ayağına gönderen Allah, benimkini neden
göndermesin?” diyerek, çalışmasına gerek olmadığını, bir köşeye çekilip
oturabileceğini düşündü.
Düşündüğü gibi de yaptı: “Rızkım Allah’ın görünmeyen hazinesinden
gelir, gayret etmem gerekmiyor” diyerek beklemeye başladı. Bekledi, bekledi...
Ne gelen ne giden... Günler geçip gitti. Derviş zayıfladı, eridi, bir deri bir
kemik kaldı. Güçsüz ve bitkin bir haldeyken, bulunduğu mescidin mihrabından bir
ses duydu:
“Ey tembel adam!” diyordu ses, “Kendini ayaksız bir tilkiye
benzeterek neden miskin miskin oturuyorsun? Kalk! Yırtıcı
aslan ol. Başkasının artığına göz dikmeyi bırak. Sana yakışan artık yemek
değil, artık bırakmaktır. Gücüyle aslan gibi olan, başkasından yiyecek bekler
mi? Haydi kalk! Kolları sıva. Çalış ve rızkını kazan. Hem kendin ye hem muhtaçlara
yedir.” [73]
Evet, çalışmak ve
rızka vesile olmak kulun elinde fakat rızkın bollaşıp daralması yüce
yaratıcının elindedir.
Rızk, Allah Teala’nın üzerinedir.
Her canlının rızkını tekeffül eden Allah, bu rızkı onlara dilediği gibi farklı
ölçülerde vermektedir. [75]
Herkes, kendisi için
takdir edilen rızkını yer, bir kimse başkasının rızkını yiyemez. Kimse kendisi
için takdir edilen rızkını yemeden ölmez.
Abdulaziz (b. Muhammed)
Amr b. Ebi Amr vasıtasıyla Muttalib’in Hz. Peygamber’den şöyle rivayet ettiğini
bize haber verdi:
"Cebrail benim kalbime, hiç kimsenin rızkını
tamamlamadıkça asla ölmeyeceğini ilham etti. Buna göre güzel rızık
isteyiniz"
[76]
Kullarının ihtiyacı olan rızkını kendi
üzerine alan[77],
yazan, rızka kefil olan, her canlıyı yaşatacak zaruri rızık ve gıdayı üzerine
alan Allah’tır. Rızık: Kendisinden yararlanılan şey, Allah tarafından her canlı
için ayrılmış ve takdir edilmiş olan nimet, yiyecek, içecek ve giyecekle ilgili
maddeler. Canlıların yararlanması için Allah tarafından yaratılmış maddi ve
manevi her şey rızık sayılır. Rızık, bedenle ilgili olabileceği gibi; kalp ve
ruh ile ilgili (marifet, ilim vb.) de olabilir. Rızkı veren, rızkı yaratan,
sebeplere bağlayan Allah’tır. Allah’ın güzel isimlerinden biri de “Rezzak”tır,
yani rızık veren yalnız O’dur. Kulun buradaki sorumluluğu rızkı helal mi yoksa
haram mı kazandığıdır.
HELAL-HARAM
DUYARLILIĞI
Kazancın iki
yolu bulunur. İnsanoğlu hayatının her evresinde olduğu gibi rızkı kazanma ve
harcama hususunda da iki yol ayrımında bulunur. Ya helal ya haram…
Haram sözlükte;”
yasak, memnu ” anlamında dini bir terim olarak, kesin bir delille, açık bir
şekilde yapılmaması istenilen fiildir.
Helal ise; dinen yapılması
veya yenip içilmesi yasaklanmayan, serbest bırakılan şey demektir. Allah ve
Resulü’nün bir şeyin helal olduğunu belirtmesi veya işlenmesinde günah
olmadığını bildirmesi, o fiilin helal olduğunu gösterdiği gibi, o fiil veya
şeyin yasaklandığına dair bir delil bulunmaması da helal olduğunu gösterir.
Zira eşyada aslolan helal oluşudur. Buna göre bir şey, dinin açık bir hükmüne,
yasağına ve ilkesine aykırı olmadıkça helaldir, meşrudur. Helal kavramının,
meşru, caiz, mubah tabirleri ile yakın ilişkisi vardır. Çoğu zaman da eş
anlamlı olarak kullanılmaktadır. [78]
Müminler olarak
maişetimizi temin ederken haram yollardan uzak durmaya, helalinden kazanmaya
elbette dikkat ediyoruz. Bu arada belki çoğu insanın bilmediği bir de üçüncü
yol var: Şüpheli kazanç yolu. İnanan insanların şüpheli olanlara da dikkat
etmesi gerektiğini Nu’man İbn
Beşir(r.a) rivayetle Peygamber (s.a.v) şöyle açıklıyor:
“Şurası muhakkak ki, haramlar apaçık bellidir, helaller de
apaçık bellidir. Bu ikisi arasında (haram veya helal
olduğu) şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu
bunları bilmez. Bu durumda, kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, ırzını
da tertemiz etmiş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş olur,
tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi ki, her an koruluğa
düşebilecek durumdadır. Haberiniz olsun, her melikin bir koruluğu vardır, Allah’ın
koruluğu da haramlarıdır. Haberiniz olsun, cesette bir et parçası var ki, eğer
o sağlıklı olursa, cesedin tamamı sağlıklı olur, eğer o bozulursa, cesedin tamamı
bozulur. Haberiniz olsun bu et parçası kalptir.” [79]
Hadis-i şerifte geçen
helal ve haram ile ikisinin arasında şüpheli olanlar her konuda düşünülebilir. Rızık elde etme konusu da bu kapsamın içine girer.
Rabia
b. Said, Atıyye es-Sa‘di’den (r.a) Resulullah’ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu
rivayet eder: “Bir kul, sakıncalı (haram, mekruh) olanlara düşerim korkusuyla sakıncalı olmayanları terk etmedikçe takva
sahibi kimselerden sayılmaz!”[80]
Son derece
ehemmiyetli bir husus da, rızkı helal yollardan temin etmektir. Rızkın helalini
seçmek, hayatın nuru, gönlün süruru ve ibadetin ruhu, kalbin selamete
ulaşmasının en başta gelen etkenlerindendir.
Haram rızık,
hayatı zehirler, kalbi karartır. Dünyada ve ahirette zillet ve musibetler haram
rızıkların neticeleridir.
Helal mal ve
helal gıda, Hak Teala’nın rızasını kazanmaya vesiledir. Harama bulaşan mal ve
gıda ise, sahibi için büyük bir pişmanlıktır.
Mal mülk ve
evlat Allah’a tahsis edileceği yerde kalbi meşgul ederse, sonuç üzücü olur.
Helal lokma, vücutta hikmet, ilim ve marifeti besler, gönülde Allah aşkı, Allah
şevki ve sevgisini uyandırır. Vücut, gönle Hakk’ı tanıma kudreti veren helal
gıdalar ile beslenmezse kalpte safiyet ve ibadetlerde huşu mümkün olmaz.
Allah’ın nuruna
götürecek kuvvet, yalnız helal olan gıdalarda mevcuttur. Bu nedenle haram yemek
kalbin hastalıklarına sebeptir. Bu gıdanın vücuttaki dolaşımı takribi kırk
günde tamamlandığından haram yiyen bir insanın dua ve ibadetlerinin kırk gün
müddetle kabul edilmeyeceği hususunda rivayetler, haramın kalbe çok büyük etki
yaptığını gösterir.
Bu nedenle haram
gıda ile beslenme vücuda manevi bir zehirdir. İbadetten zevk almak mümkün
olmaz. O halde bize düşen mukadder olan rızkını; harama, hileye kaçmadan, günün
şartlarına uygun bir şekilde çalışarak aramak ve kazanmaktır.
Evet, Hz.
Mevlana ne güzel ifade etmiştir:”Geminin içindeki su gemiyi batırır. Geminin
altındaki su ise onu kaldırıp yüzdürür.” [81]
Helal ve haramın
insan vücudundaki etkileri hayatın her noktasında kendisini gösterir. Şu
bilinmelidir ki mü’minin yiyeceği hangi sınıfsa yapacağı işler de o sınıfın
hududu içine girer. Yani bir mü’min haram bir rızkı yedi mi yediği şey mideye
iner mide vücudun gıda deposudur. Midede yiyecekler posa, idrar, kan protein
olarak ayrışırken yenilen şeyin hükmü burada çıkar. Haram yiyecekten hasıl olan
kan vücuda girdi mi bütün vücuda intikal eder. Yani bele, ele, ayağa, göze,
kulağa, dile, vb. bütün organlara intikal eder. Hasılı göze haram lokmanın
eseri olan kan geldi mi harama bakmak kolaylaşır.
Kulağın Kur’an
ve sohbet dinlemesi zor gelirken nefse hoş gelen şeyleri dinlemek zevk verir.
Kalb vücudun üssü iken ve onda Allah Teala’nın muhabbeti hasıl olması
gerekiyorken haram rızkın getirisi kandan hasıl olan zahir muhabbetlerdir. O
zaman namaz kılmak zor gelir, kılınsa da huşu ve hudu olmaz. Zikir yapmak zulüm
olur, yapılsa da gaflet olur. Rabıtadan
birkaç dakika olmadan kalkılır. Dilinde Allah Teala’nın hoşnut ve razı olduğu
kelimelerden daha çok ya gıybet ya da dedikoduyu çağrıştıracak ifadeler çıkar.
İla ahir haram
bir lokmanın vücud iklimindeki tesiri böyledir. Onun içindir ki Allah Teala
kullarına iyi, temiz ve insan sağlığına yararlı olan şeyleri helal [82];
kötü, pis ve zararlı şeyleri de haram kılmıştır.
Ebu Bekr-i Dükki hazretleri
işte bu konunun izahı mahiyetinde şöyle buyurdu:
"Mide, yenilen şeylerin toplandığı yerdir. Oraya helal lokma koyarsan,
azalardan salih ameller meydana gelir. Şüpheli lokma koyarsan, azalar Allah
yolunda amel etmekte şüpheye düşerler. Eğer, haram lokma koyarsan, o lokma seninle Allah’u Teala arasında bir perde olur da, bu yolda yürümen
mümkün olmaz."[83]
Demek
ki amellerin nasıl olduğu yenilen-içilen ve giyilenin mahiyetiyle doğru
orantılıdır. Ebu
Bekr Verrak (k.s) hazretleri:"Sabahleyin insanlara bakar; kimin helal,
kimin haram yediğini bilirim: Kim kalkar kalkmaz, boş
laf (gıybet, dedikodu..)
ve sövüp saymakla dilini açarsa, o haram yemiştir. Kim ki, dilini
Allah’u Teala’nın zikri ve kelime-i tevhitle açar ve istiğfarla meşgul ederse, o kişinin helal yediğini bilirim."[84] buyurmuşlardır.
Bir
keresinde Şah-ı Nakşibend Hazretleri şunları söyledi:
"Bir
kimse yemeği hazırlarken kaşığını gaflet, gazap, gönül koyarak kullansa yemekte
hayır ve bereket olmaz. Bu sebeple şeytan ve nefis, böylesi bir yemekte kendisi
için yol bulur. Hem böyle hazırlanmış bir yemekten ne gibi bir bereket meydana
gelebilir? Salih amellerin ve hayırlı işlerin özü, huzurla yenen helal lokmadan
kaynaklanır. Her zaman ve özellikle namaz sırasında manevi huzur elde etmek
istiyorsanız, mutlaka kazandığınızın helal olmasına dikkat etmelisiniz.“ [85]
Rızkı aramak
için çalışan kişi bu zaman dilimi içinde Allah yolunda sayılır.
Ameş’in (rah.) naklettiğine göre Ebü’l-Meharik (veya Muharik) (rah.)
şöyle anlatmıştır: Resulullah (s.a.v) sahabeleriyle birlikteydi. O sırada
önlerinden bir genç geçti. Ebu Bekir (r.a), “Yazık! Keşke bu adam
gençliğini ve kuvvetini Allah yolunda kullansa, kazanacağı sevap çok daha
fazla olurdu” dedi. Resulullah (s.a.v) ise şöyle buyurdu:
“Bu genç eğer yaşlı anne
ve babasına yardım etmek için çalışıyorsa Allah yolundadır. Şayet evdeki küçük
çocuklarının rızıklarını temin etmek için çalışıyorsa Allah yolundadır. Eğer
başkalarına muhtaç olmamak, onlara el avuç açmamak için çalışıyorsa yine Allah
yolundadır. Fakat riya için ve başkaları duysun diye çalışıyorsa, o zaman şeytanın
yolundadır.”[86]
Mü’min
helal-haram duyarlılığına dikkat ederek Allah’ın çizdiği sınırları aşmamayı,
her işinde Rabbinin rızasına uygun davranmayı şiar edinir. Yediklerimiz ve
içtiklerimizin helal olmasına dikkat etmek de bu hassasiyetin bir parçasıdır.
Eğer dikkat edilmezse haram lokmayı yiyenin manen kalbin ölmesinden başka o
kişiden meydana gelecek zürriyet de etkilenecektir.
Emir
Külal Hazretlerinin annesi şöyle anlatmıştır: “Emir Kulal’e hamile iken,
şüpheli bir lokma yesem, karın ağrısına tutulurdum. O lokmayı midemden geri
çıkarmadıkça, karın ağrısından kurtulamazdım. Bu hal başımdan üç defa geçti.
Sonra çok temiz ve hayırlı bir çocuğa hamile olduğumu anladım. Bunun üzerine
yediğim lokmaların helalden olmasına çok dikkat edip, ihtiyatlı davrandım.” [87]
İmam Gazali
(rah) helal yemenin faziletini haramın zararını şöyle açıklar: “Haram ve
şüpheli şeyleri yiyenler huzura kabul edilmezler ve ibadette başarılı
olamazlar. Zira ancak tertemiz ve pak olanlar Allah Teâla’ya hizmet ve ibadet
için uygun kimselerdir.
Yahya
bin Muaz-ı Razi hazretleri buyurdu ki: “Allah’u Teâla’ya itaat etmek, bir hazineye benzer.
Bu hazinenin anahtarı dua, anahtarın dişleri de helal lokmadır.” [88]
Evet,
eğer anahtarın dişleri olmazsa kapı nasıl açılır? Kapı açılmadığı zaman da
hazinede mevcut ibadet cevherine nasıl sahip olunur?
Haram
ve şüpheli lokmalarla beslenen kişi hayırdan mahrumdur. Hayırlı bir işi başarıyla
tamamlasa bile reddedilir. Hayrı kabul
edilmez. Yaptığı işten eline geçecek olan zahmet sıkıntı ve vakit kaybıdır.
İbn
Abbas (r.a) der ki: ”Cenab-ı Hak, karnına haram lokma bulunanların namazını
kabul buyurmaz.” [89]
Helal rızık,
Allah Teâla’nın her kulundan istediği bir husustur. Rızka haram fiil
karıştırmak kişinin hem kendisine hem de maiyetindeki kimselere karşı
haksızlıktır.
Gavs-ı Bilvanisi
Hazretleri (k.s) haram yemekle ilgili görüşlerini şöyle açıklar: “Eskiden haram
yememeye dikkat edilirdi. Çünkü insan haram mal yerse kendisinde gaflet meydana
gelir. Hatta hamile bir kadın haram yese, yalnız kendi kalbini değil çocuğunun
da kalbini zulmet kaplar. Eğer öyle olmasaydı, dünyaya gelen masum çocuk keşif
ve keramet sahibi olarak doğardı… Bir evliya olarak dünyaya gelirdi. Analarının
yediği haram lokma sebebiyle, kalplerini zulmet kaplamış doğdukları için daha
doğar doğmaz zarara uğramaktadırlar.”[90]
Bakınız sahabe-i
Kiram efendilerimiz (r.anhum) hayatlarının her noktalarında helal yemeye
ehemmiyet göstermişler, harama asla teşebbüs etmemişler. Onun için kıymetlerine
kıymet katmışlardır.
Rivayete göre
Zeyd b. Erkam (r.a) şöyle anlatmıştır: “Hz. Ebu Bekir’in (r.a) bir hizmetçisi vardı. Her gece
ona yemesi için kazandıklarıyla satın aldığı bir yiyeceği getirirdi. Hz. Ebu
Bekir (r.a) ise bunun nereden
kazanıldığını veya nereden geldiğini sormadan yemeği yemezdi. Yine hizmetçi bir
gece ona yemek getirdi. Hz. Ebu Bekir (r.a) elini
yemeğe uzattı ve hiç sormadan bir lokma yedi. Bu sırada hizmetçisi ona,
“Her gece, yemeğin nereden geldiğini sorardınız, ancak bu gece
sormadınız” dedi.
Hz. Ebu Bekir (r.a),“Eyvah” dedi. “Bunu bana açlık yaptırdı. Eyvah! Peki o zaman
söyle, bunu nereden temin ettin” dedi. Hizmetçi şöyle anlattı: “Ben Cahiliye (İslam gelmeden evvel) döneminde insanlara,
istekleri üzerine bazı şeyler okuyarak rukye (sihir, büyü) yapardım. Onlar da
buna karşılık bana bazı vaatlerde bulunurlardı. Bugün o rukye yaptığım
kişilerden birinin bir düğün ziyafeti verdiğini gördüm. Yanına gittim ve ona,
bana verdiği sözü hatırlattım. Bunun üzerine o da bana bu yemeği verdi.
Hz. Ebu Bekir (r.a) bunu işitince “İnna lillahi ve innâ
ileyhi raciun” diyerek tövbe ve istiğfar etti,
ardından yediği bir lokmayı kusmak için zorlamaya başladı. Fakat bir türlü
kusamıyordu. Öyle ki kendisini zorlamaktan mosmor kesilmişti. Ne kadar
zorladıysa çıkaramamıştı o lokmayı. Hz. Ebu Bekir’in bu halini görenler,
“Bir bardak su içsen belki çıkarabilirsin, dediler. Bunun üzerine
büyük bir kap dolusu su getirildi. Hz. Ebu Bekir (r.a) suyu içtikten sonra yine
kendisini zorlamaya devam etti ve nihayet o bir lokmayı çıkardı. Onu görenler,
Bütün bunlar
şu bir tek lokma için miydi, dediler. Hz. Ebu Bekir (r.a),
Ben Resulullah(s.a.v)’in,“Şüphesiz ki Allah Teala, haramla gıdalanan her bedeni cennete haram
kılmıştır” buyurduğunu işittim, dedi. [91]
Ömer (r.a) de, Beytü’l-mala ait zekât
develerinin sütünden, yanlışlıkla
verilip içtiği zaman,
böyle yapmıştı.
Abdullah bin Ömer(r.anhüma) buyuruyor
ki: "Kambur oluncaya kadar namaz kılsanız
ve kıl gibi
oluncaya kadar oruç tutsanız,
haramdan kaçınmadıkça,
kabul edilmez, faydası olmaz."
buyurmuştur.
Süfyan-ı Servi
(k.s) buyuruyor ki: "Haram para ile sadaka veren, cami yaptıran,
hayrat yapan kimse, kirlenmiş elbiseyi
idrar ile yıkayan
kimseye benzer ki, daha çok pislenir."
Sehl bin Abdullah Tüsteri (r.a) hazretleri
buyuruyor ki: "Haram yiyenlerin yedi azası,
istese de, istemese de günah işler.
Helal yiyenlerin azası ibadet eder,
hayır işlemesi
kolay ve tatlı gelir. “ [93]
Şah-ı
Nakşibend Hazretleri (k.s) helal rızkın ibadetlere tesirini şöyle anlatmıştır:
“Namazda
huzuru elde etmek ancak helal yemekle mümkündür. Kişi helal rızık elde etmeye
dikkat ederse, bu durum namazın dışında, abdest alırken ve hatta iftitah
tekbirleri sırasında kişide kalp huzuru sağlar.” [94]
Demek ki,
yapılan her iş, bir diğerini etkiliyormuş! Helal rızık, hayırlı işlere sebep
olacağı gibi, haram, ibadetlerin tadını, feyzini ve bereketini yok eder.
İbadete gösterdiği hassasiyeti işinde göstermeyen ve bozuk iş yapan insan, kâmil
insan değildir, olamaz. Bu tür işlerle iştigal eden kimsenin, sadece nefis ve
şeytanın verdiği vesveselerle yaptığı amellerin kabul edilmiş olduğu zannetmesi
aslında bedbahtlığın da bir alameti olsa gerek… Yoksa işin hakikatinin farkında
olan bir mü’min amel etmeden önce yediğine-içtiğine-giydiğine dikkat eder.
Seyyid Emir Külal hazretleri (k.s) şöyle
buyurmuştur.“Kalbin,
dilin ve bedenin temiz olması, helal lokma yemeğe bağlıdır. Bunu, iyi biliniz.
Helal lokma yiyen insanın midesi, içinde temiz su toplanan havuz gibidir. Bu
havuzdan etrafa temiz su dağılır ve bu su ile çiçekler yetişir, ağaçlar meyve
verir, ondan istifade edilir” [95]
Ebu Hureyre (r.a)’den
rivayetle Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:“Mide, bedenin havuzudur; damarlar ise oraya bağlı kanallardır. Mide
sağlam ve sıhhatli olunca, damarlar vücuda bu sıhhati taşır, beden de sıhhatli
olur. Mide, bozuk olunca, damarlar bu bozukluğu bütün vücuda taşır; bütün beden
rahatsız olur.” [96]
Yemeğin dindeki yeri,
binanın temeli hükmündedir. Bir binanın temeli sağlam ve kuvvetli olunca,
üzerine kurulacak bina da düzgün ve yüksek olur; temel zayıf ve bozuk olunca,
bina eğilir ve yıkılır. Şanı Yüce Allah
şöyle buyurmuştur:
“Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine kuran kimse mi daha
hayırlıdır; yoksa yapısını yıkılacak bir çukurun kenarına kurup onunla birlikte
kendisi de çöküp cehennem ateşine gidecek kimse mi daha hayırlıdır?”[97]
Haramla beslenen bir
vücut, dünyada haramı terk ederek tövbe suyu ile temizlenmez ise, ahirette
Cehennem ateşiyle temizlenecektir.
Efendimiz (s.a.v) bu
konuda şöyle buyurmuştur:
Havle
el-Ensariyye (r.a) anlatıyor: “Resulullah (s.a.v)’den işittim. Şöyle buyurmuşlardı:
“Bir kısım insan vardır, Allah’ın mülkünden haksız bir surette
mal elde etmeye girişirler. Hâlbuki bu, Kıyamet günü onlara bir ateştir, başka
değil.” [99]
Hz.
Ebu Hureyre (r.a) anlatıyor: “Resulullah (a.s) (bir gün) şöyle hitap ettiler:
“Ey insanlar! Allah Teâla hazretleri tayyibtir (temizdir), tayyibden (temizden) başka bir şey kabul etmez. Allah’ın mü’minlere emrettiği
şeyler, peygambere emretmiş olduklarının aynısıdır. Nitekim Allah Teâla
hazretleri (peygamberlere):
“Ey Resullerim!
Yiyeceklerin temiz olanlarından yiyin ve salih amel işleyin; şüphesiz ben,
bütün yaptıklarınızdan haberdarım.” [100] buyurmuştur. Müminlere de:
“Ey iman edenler! Size
rızk olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin ve Allah’a şükredin.” [101] emrini vermiştir.
Sonra
seferi uzatıp, saçı başı dağınık, toz-toprak içinde kalan ve elini semaya
kaldırıp: “Ey Rabbim, ey Rabbim”
diye dua eden bir yolcuyu zikredip, dedi ki: “Bu yolcunun
yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdır ve
(netice itibariyle) haramla beslenmektedir.
Peki böyle bir kimsenin duasına nasıl icabet edilir?” buyurdular.” [102]
Şah-ı
Nakşibend Hazretleri helal rızık kazanıp, helal lokma yemeye büyük önem
verirdi. Sohbet meclislerinde vahyin sırlarından birisi olan şu hadis-i şerifi
sıkça söylerdi: “İbadet on kısımdır.
Dokuzu helalinden kazanmak, birisi de diğer ibadetlerdir.“ [103]
Dinimizde
yenilmesi ve içilmesi haram olan gıdalar, hadislerde ve fıkıh kitaplarında
belirtilmiştir.
KAZANCIN
HELALİNDEN OLMASINA DİKKAT ETMEK
Helalinden yemek
kadar helalinden giyinmek hulasa kazancın helalinden olmasına dikkat etmek de
önemlidir. İbadetlerin devamı ve ihlasla yapılabilmesi için bu önemlidir.
Helale, güzele, haram ve
şüpheli yollardan ulaşmak imkansızdır. Ne piyango biletleri, ne sahte
evraklarla hak edilen sigorta veya maaşlarla helal nafaka ile yaşadığımızı
zannetmek kendini kandırmak olur. Bir büyüğümüzün buyurduğu gibi “Yanlış
başlayan bir işte doğru sonuç aranmaz.”
Mesela devletten elde
edilmeye alışılmış gelirler var. Karı-koca, babalarının maaşından aylık
bağlanması için kanuni nikahlarını feshediyorlar, yani boşanıyorlar ve
devletten dul ve yetim aylığı alıp ikisi birden oturup yiyebiliyorlar. Burada
vicdanlarını rahatlatan unsur, bunu birçok kişinin yapıyor olması veya kendi
yaptıklarının başkalarının yaptığı yanlışlara, büyük yolsuzluklara nazaran
devede kulak mesabesinde olduğunu düşünmeleridir.
Mesela, boşandığı genç
eşine, kendi aylığından nafaka bağlatmamak için sigortasını iptal ettirip
kendini işsiz gösteren bir adam vicdanen nasıl rahat olur? Bu surette eski
karısını genç bir dul olarak çalışmak zorunda bıraktığında, başına gelebilecek
kuvvetle muhtemel mağduriyetlerin dini ve vicdani sorumluluğundan muaf
tutulabilir mi?
Bu yanlışların daha pek
çok örneği var. Mesela çeşitli yardım dernekleri ve vakıflar aracılığıyla
gerçek ihtiyaç sahiplerine ulaşılmaya çalışılıyor. Hayır-hasenatta bulunmak
birçok köklü müessesenin güzel sosyal hizmetleri arasında yer alıyor. Fakat
kimi insanlar zaruri ihtiyaç sahibi olmadıkları, kendilerinden çok daha muhtaç
durumda olanların var olduğunu bildikleri halde sel önünden kütük kapma
psikolojisi ile hareket ediyorlar.
Yalan söyleyenler, yanlış
bildirimde bulunanlar iyi niyetli insanları, hayırseverleri öyle derin hayal
kırıklığına uğratıyor ki, “Herhalde parama bir yerden haram karışmış, benden
çıkacak varmış..” düşüncesine kapılanlar oluyor. Şu öğrenci bursları, özel
burslar gerçekten hak edenlere ulaştırılabiliyor mu, yoksa ahbaplara,
tanıdıklara jest yapıp, çocuklarına armağan mı ediliyor acaba?
Birçok olayda görüldüğü
gibi bu tür gelirler, servetler kimseye hayrı dokunmadan sabun köpüğü gibi kısa
sürede erir gider. Emeksiz, zahmetsiz, meşru olmayan yollardan elde edilen bu
paralar kendilerine yaramadığı gibi, maazallah, çoluk çocuklarına da sirayet
edebilir.
Fakirler için yardım
toplayıp bankaya faize yatıranları, kendine villa yaptıranları, lüks otellerde
harcayanları düşündükçe kendi kendime sormadan edemiyorum. Elden paraları
toplayıp kendine değerlendiren hijyenik eller mi kirli, yoksa o çöp toplayan insanların
berelenmiş elleri mi kirli? [104]
Helal kazanç, Müslüman’a
doğruluğu, dürüstlüğü telkin eder. Helalinden kazanmak, dürüstçe kazanıp
dürüstçe yemektir. Bu dürüstlük ise işin başından itibaren niyetin sağlam
olmasını gerektirir. Bu sebeple işe gitmeye hazırlanırken şöyle niyet etmemiz
gerekir. “Rabbim, sen rızkın kefilisin ama çalışmayı da emretmişsin. Bugün
senin rızan için çalışacağım.” Sonra gün boyunca bu niyetimizi muhafaza
etmeliyiz. İşimize özen göstermeli, hakkını vermeliyiz. Aksi halde işverenin ve
hizmet sunacağımız insanların hakkına gireriz. Nasıl namazı huşu ile kılmaya
çalışıyorsak, işimizi de en kaliteli şekilde yapmaya gayret etmeliyiz.
Haramdan sakınmak gerekir.
Hem dünya huzurumuz, hem de ahiret saadetimiz için harama el uzatmaktan çekinmek
gerekir. Kazara da olsa haram bir iş yapılınca da derhal pişmanlıkla tevbe
etmeliyiz. Tevbe manevi zararı gidermek için önlem almaktır. Haram lokma
vücudumuza girdiği andan itibaren kanımıza, ruhumuza karışır. İç huzurumuzu
bozar. Yaptığımız ibadetlere, ettiğimiz dualara zarar verir. Hidayet nurunu
zayıflatır. Hidayet nuru Rabbimizin bizi hayırlara yönlendirmesidir. Bu nurun
azalması bizi kendimizle baş başa bırakır. Böylece kötülüklere yönelir,
iyiliklerden uzaklaşırız. Çünkü kötülükler bizden, iyilikler Rabbimizdendir.
Hayır işlemek hidayete,
hidayet de yine hayır işlemeye bağlıdır. Haram girmemiş bir beden Allah’ın
rahmetini çeker. Rahmet iyilikleri sevmemizi, kötülüklere isteksizlik duymamızı
sağlar. [105]
Ebu Said el Hudri (r.a)’den
rivayete göre, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Kim helal lokma yer ve
İslam nizamına göre yaşarsa ve insanlar da onun kötülüklerinden emin olurlarsa
o kişi Cennete girer.”
Bir
adam:“Ey Allah’ın Resulü! bugün bu özellikte kişiler halk arasında pek çoktur.”
deyince
Resulullah(s.a.v)
buyurdular ki, “Benden sonraki asırlarda da bu özellikte kimseler
bulunacaktır.” [106]
Ama bu iş çok
zordur. Karşımızda bizimle savaşacağı ve sapıttıracağı üzere Allah Teala’dan
izin alan şeytan var. İlmi hayırsız ilim olduğundan ilmiyle ilimsiz
Müslümanları kandırması çok kolay oluyor. Haram bir rızıkla kandırmazsa şüpheli
rızık yemeyi teşvik ediyor. Dolayısıyla şüpheli olanlar da Müslüman’ı
mahvediyor. Hele hele bu zamanda helalle haramın bu kadar iç içe olması işin vehamiyetini
daha da artırıyor.
Allah
Resulü(s.a.v) bu konu için şöyle buyurmuştur:"Öyle bir devir gelecek ki, insanoğlu, aldığı şeyin
helalden mi, haramdan mı olduğuna hiç aldırmayacak." [107]
Yukarıda
zikredildiği gibi Efendimiz(s.a.v) buyurmuştur ki:
“Muhakkak helal belli, haram da bellidir. Lakin
aralarında helale de harama da benzer şüpheli şeyler vardır ki, onları
insanların çoğu bilmez. Şüpheli şeylerden kaçınan bir kimse; dinini, ırzını
korumuş olur. Şüpheli şeylere dalan bir kimse, harama düşme tehlikesindedir. O,
tıpkı sınır kenarında hayvan otlatan ve nerede ise yasak yerde otlatacak bir
çoban gibidir.” [108]
İşte günümüzde bu
hassasiyeti her haliyle muhafaza eden Gavs-ı Sani Hazretleri çalışanlarına
hitaben helal kazanmanın ehemmiyetine şu mübarek sözleriyle vurgu yapmıştır:
“Gavs Hz. yemin etti,
“Bizim evimize haram girmemiş, Seyda Hz. de “Bizim evimize haram girmemiş”
dedi. Biz de diyoruz ki, bizim evimize haram girmemiştir. Sizler de bizim
işimizde çalışıyorsunuz, dikkat edin. Bu mala haram karıştırmayın. Dikkat
etmezseniz siz vebaldesiniz. Helal kazanmak başlı başına bir ibadettir.”
Hazırlayan: Ahmet Tansu
ARCA
[58]-Zariyat suresi ayet-58
[59]-Rauf Pehlivan, Esmaül Hüsna,30 (İstanbul
Dağıtım-2002)
[61]-Ebu Talib el-Mekki, Kutu’l-Kulub, III,38 (Semerkand
Yayınları)
[62]-İsmail Karagöz,Dini
Kavramlar Sözlüğü,555;Ömer Nesefi,İslam İnancının Temelleri Akaid,106(Bayrak
Yay) Celal Yıldırım,İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri,I,60(Anadolu Yay.);İmam
Kurtubi,el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,1,426(Buruc Yay.);S. Ş.Cürcani,Arapça-Türkçe
Terimler Sözlüğü,110(Bahar Yay.)
[63]-İslam
Ansiklopedisi,VII,30,(Şamil Yayınları)
[66]-İslam Ansiklopedisi,VII,31,
[70]-Ebu Talib
el-Mekki,Kutu’l-Kulub,III,38
[73]-Şeyh Sa’di Şirazi, Bostan,262
(Semerkand Yayınları)
[74]-Ra’d suresi ayet-26
[75]-Bkz: Sebe' suresi ayet-39;Zümer suresi
ayet-52;Şura suresi ayet-27
[76]-İmam-ı Şafii, er-Risale,63,Madde:306
[77]-Hud suresi ayet-6
[78]-İsmail Karagöz,Dini Kavramlar Sözlüğü,252
[79]-Buhari,İman,Bab:39,Hadis
No:45,Büyü’,Bab:2,Hadis No:5;Müslim,Müsakat,Bab:20,Hadis No:107/1599;Ebu
Davud,Büyü’,Bab:3,Hadis No:3329,3330;Tirmizi,Büyü,Bab:1,Hadis No:1205);Nesai,Büyü,Bab:2,Hadis
No: 4377
[80]-Tirmizi,Sıfatu'l-Kıyamet,Bab:19,Hadis
No:2451;İbn-i Mace,Zühd,Bab:24,Hadis No:4215;Hakim,Müstedrek, IV,319
[81]-Siraceddin Önlüer,Kalp
Alemi,I,148-149(Semerkand Yayınları)
[82]-Maide suresi ayet-4-5
[83]-Evliyalar Ansiklopedisi,V,117;İslam
Alimleri Ansiklopedisi,IV,29
[84]-Evliyalar Ansiklopedisi, V,156(Türkiye
Gazetesi); İslam Alimleri Ansiklopedisi, III,138 (Türkiye Gazetesi); Feridüddin
Attar, Tezkiretü’l-Evliya, II,124 (Mavi Yayıncılık-2002)
[85]-Hace Ahmed es-Sıddıki, Şah-ı
Nakşibend,75 (Semerkand Yayınları)
[86]-Haysemi,Mecmau’z-Zevaid, IV,325; Bkz:Yunus Demirkıran, Bir Sofrada Yüz
Derviş,106 (Hacegan Yayınları)
[87]-Muzaffer Taşyürek, Hatme-i
Hacegan Sultanları,50-51 (Hacegan Yayınları-2005)
[88]-Evliyalar Ansiklopedisi, XII,192;
İslam Alimleri Ansiklopedisi,III,328
[89]-İmam Gazali,Cennet Doğru
Yedi Geçit,(Minhacu’l-Abidin)136-137(Semerkand Yayınları)
[90]-Efser Berin,Semerkand Aile Dergisi,Eylül
2008;S.
Abdülhakim el- Hüseyni,Sohbetler,203(Umran Yayın)
[91]-Abd
b. Humeyd,Müsned,nr.3;İbn Adi,el-Kamil,V,298.Kıssa için bk. Buhari,nr:2842. Kıssa için bk. Ebü’l-Leys es-Semerkandi,Tenbihü’l-Gafilin (Trc:Hüseyin Okur),
570(Semerkand Yayınları-2010)
[92]-Evliyalar Ansiklopedisi,VI,267-268;Gazali,İhyauulumi’d-din,II,238-239-240(Bedir
Yay) (İstenildiği şekilde alınmıştır);İslam Alimleri Ansiklopedisi,VI,302
[93]-Evliyalar Ansiklope.,X,204;İslam Alimleri
Ansiklopedisi,III,294;Feridüddin Attar,Tezkiretü’l-Evliya,I,308
[94]-Hace Ahmed es-Sıddıki,Şah-ı
Nakşibend,101
[95]-Muzaffer Taşyürek,Hatme-i
Hacegan Sultanları,55-56
[96]-Tabarani,el-Evsat,No:4343.Hadisin değerlendirmesi için
bkz:Sehavi,Mekasıdu’l-Hasene,No:1035;Zebidi, İthaf,VI,455
[98]-Hakim,Müstedrek,IV,422;Ahmed,
Müsned,III,321;329;Beğavi,Şerhu’s-Sünne,VIII,No:2029
[99]-Buhari,Hums,Bab:7,Hadis
No.26;Tirmizi,Zühd,Bab:41,Hadis No:2375
[100]-Mü’minun suresi ayet-51
[101]-Bakara suresi ayet-172
[102]-Müslim,Zekat,Bab:19,Hadis
No:65/1015;Tirmizi,Tefsir Bakara,Bab:3,Hadis No:2989;Darimi,Rikak,Bab:9, Hadis No:2720
[103]-Deylemi,Müsnedü’l Firdevs,III,107,Hadis
No:4062;Bkz:Hace Ahmed es-Sıddıki,Şah-ı Nakşibend,73 (Semerkand Yayınları-2001)
[106]-Tirmizi, Sıfatu'l Kıyamet ,Bab:60,Hadis
No:2520
[107]-Buhari,Büyu’,Bab:7,Hadis
No:13;Bab:23,Hadis No:35;Nesai,Büyu’,Bab:2,Hadis No:4378
[108]-Buhari, İman, Bab:39,Hadis
No:45, Büyu’,Bab:2,Hadis No:5;Müslim, Müsakat, Bab:20,Hadis No:107/1599;Ebu
Davud, Büyu’, Bab:3, Hadis No:3329,3330; Tirmizi,Büyu’,Bab:1,Hadis No:1205);Nesai,Büyü,Bab:2,Hadis
No: 4377
Yorumlar
Yorum Gönder