HİZMET
AHLAKI
Yüce
Rabbimiz, insanoğlunu yaratılmışların en şereflisi kılmıştır. Akıl, düşünme,
konuşma, faydayı zararlıdan ayırabilme gibi kabiliyetler vermiş, paha biçilmez
nimetlerle bedeni ve ruhi varlığımızı donatmıştır. Dünyayı insana beşik kılmış,
uçsuz bucaksız kainatı ve içindekileri insanın emrine, hizmetine sunmuştur.
Kainattaki
hiç bir şeyin boşuna yaratılmadığını, Yüce Rabbimizin Kitabı Mübini'ndeki
beyanlarından biliyoruz. Zerreden kürreye kadar her şeyin bir varlık hikmeti
bulunmakla beraber her ne varsa ölçülü ve sistemli yaratılmıştır.
Yüce
Rabbimiz, kâinatı bilinen ve bilinmeyen, görünen ve görünmeyen varlıklarla
donatmış ve en mükemmel varlık olan insanoğlunun hizmetine sunmuştur.
Yeryüzü ve
içindeki bütün varlıklar, toprak, su, hava, hayvanlar, bitkiler, ay, güneş,
yıldızlar, gece ve gündüz... Kısacası her şey Cenab-ı Rabbü’l-Alemin’in
yarattığı gaye istikametinde insanlara hizmet veriyor.
Madem ki,
her şey bir nizam ve intizam içinde hareket ediyor ve yaratılmış her şey
insanoğluna hizmet için görevlendirilmiş peki bu âlemde yaratılmışların en
şereflisi olma özelliğini elinde bulunduran insanoğlu, kendi varlık sebebi
üzerinde niçin düşünmez? Kâinattaki her şeyin bir hizmeti yerine getirmek için
var edildiğini görüyorken, kendinin hangi hizmeti görmesi gerektiğini niçin
araştırmaz?
En mükemmel
varlık olarak yaratılan, Âlemlerin Rabbi’ne kulluk için seçilen, dahası
yeryüzüne O’nun halifesi olarak gönderilen insan, hiç şüphesiz başıboş
değildir. Büyük vazifeler ve önemli hizmetler için var edilmiştir. İslam, bütün
bu hakikatleri açıklayan ve bunlara göre bir hayat programı sunan yegâne
dindir.
Rabbi ile
irtibatını sağlam tutmaya çalışan, O’nun dinini hayatının merkezine koyan bir
mümin, bu yaradılış gayesini bilen ve kendini ona göre ayarlayan kişidir.
Zerreden kürreye kadar bütün mevcudat nasıl boyun eğiyorsa, o da Rabbi’ne boyun
eğmiştir, O’na teslim olmuştur. Zaten İslam kelimesinin bir anlamı da budur.
Böyle birinin kalbi, kendisinden beklenen ilahi vazifelere hassas ve açıktır.
0nun için hayat, doğum ve ölümden ibaret değildir, bilakis ahret hayatının
başlangıcı ve tarlasıdır. O nedenle burada yaptığı her şeyin toprağa atılan
tohum mesabesinde olduğunun farkındadır. Ahirette ektiklerini biçeceğini gayet
iyi bilmektedir.
Bu açıdan
bakıldığında denilebilir ki, müminin hayatı hizmetten ibarettir. Mümin, evvela
güzel kullukla, taat ve ibadetlerle kendi ebedi hayatına hizmet eder.
“O gün insanlar, yaptıklarının karşılığı
kendilerine gösterilmek üzere bölük bölük dönecekler. Kim zerre kadar iyilik
yaparsa onun mükâfatını görecek. Ve kim zerre kadar kötülük yaparsa, o da onun
karşılığını görecek.” [629] İlahi ferman gereği, ahiret yurdunda iyilik
ve güzelliklere erişmek için çabalar. O’nun çizdiği emir ve yasaklar dairesini,
yani Allah’ın sınırlarını gözetir. Bütün bunları yaparken amellerine güvenmek
yerine, Yüce Rabbi’nin rızasını, rahmet ve şefkatini kazanmayı amaçlar. [630]
Anlaşılan odur ki, herkes
eninde sonunda yaptıklarının karşılığını bulacaktır. Ayetler, dünyada yapılan
en küçük hayır veya şerrin bile kaybolmayacağını, ahiret gününde bunun
hesabının verileceğini ve karşılığının ödül veya ceza şeklinde alınacağını
ifade eder. [631]
Hz, Peygamber (s.a.v) de "Bir yarım
hurma veya bir güzel sözle olsun ateşten korunun" [632]
şeklindeki buyruğuyla kişinin, karşılığını Allah'tan bekleyerek iyi niyetle
yapacağı en küçük bir hayrın dahi onu ahret günü ateşten koruyabileceğini
belirtmiştir.
Öte yandan
Resulullah Efendimiz (s.a.v):“İnsanların
en hayırlısı insanlara faydalı olandır.” [633]
buyurarak, insanlara faydalı hizmetlerde bulunmayı tavsiye etmiştir. Anne-babanın,
evlatların, gerekli hallerde akrabaların ve diğer bütün insanların
ihtiyaçlarını karşılayarak hizmette bulunmak, farzdan müstehaba kadar değişik
hükümler içermektedir.
Dinimizin
tarif ettiği hizmet vazifesini yerine getirmek için mutlaka maddi zenginlik
gerekmiyor. Günümüzde düşülen yaygın yanlışın aksine, her insanın kendi haline
göre yapabileceği bir hizmet mutlaka vardır. Güler yüzden çocuk terbiyesine,
muhtaç birinin ihtiyacını gidermekten güzel komşuluğa, Allah'ın (c.c)
mescitlerini temizlemekten yolda mü’minlere rahatsızlık verecek şeyleri
kaldırmaya kadar geniş bir alan, hizmet çerçevesinin içine girer. Hal ve imkâna
göre bu çerçevenin bir yerinde mutlaka yer almak gerekir. Özellikle hayır
amaçlı organizasyonlara katkıda bulunarak küçük imkânların büyük hizmetlere
vesile olmasını sağlamak, bugün için büyük önem arz eder.
Öyleyse;
Hizmet müminin aynasıdır.
Hizmet, imanın ve güzel
Müslümanlığın belirtisidir.
Hizmet, iyi niyetin adıdır.
Hizmet, Rahmani
tecellilerin kuldaki yansımasıdır. Kul Rahman ve Rahim olan Rabbini tanıdığı
ölçüde O’nun kullarına merhametli, faydalı ve yakın olur. Resulullah (s.a.v)
Efendimizin tarif buyurduğu üzere, gerçek Müslüman, insanların kendisinden bir
zarar görmediği, herkesin ondan rahat ettiği, emin olduğu, fayda gördüğü bir
kimsedir. Kendisine güvenilmeyen, insanları sevemeyen ve kimse tarafından da
sevilmeyen kimse imanın tadını tadamaz.[634]
MÜRŞİD TALEBELERİNE,BÜTÜN
VARLIKLARA HİZMETİ ÖĞRETİR
Allah rızası için bir hizmetin
içinde bulunmak kadar kazançlı bir iş yoktur. Rasulullah (s.a.v) Efendimiz
hizmet ehlini şöyle övmektedir:
“Bir topluluk içinde en büyük sevabı,onlara hizmet eden alır.”
[635]
“İnsanların en hayırlısı,diğer insanlara en faydalı olandır.” [636]
”Sadakaların en faziletlisi,Allah yolunda hizmet etmektir.” [637]
Hadis-i şeriflerde
belirtilen menfaatler böyle iken ,insanı bütün hayırlı ibadet, iş ve
hizmetlerden geri koyan önce nefsi, sonra kötü arkadaş ve boş kalmaktan, işsiz,
ibadetsiz, hedefsiz yaşamaktır. Tek başına kalan kimseye şeytan yakın olur.
Onun hem niyetini, hem amelini bozar. Boş kalan kimse, boş işlere bulaşır. Onun
için her insan salih insanların nezareti altında Allah yolunda bir çeşit hizmet
etmeyi ve onların nazarları altında kalmayı cana minnet bilmelidir. Bugün kamil
mürşitlerin, Rabbani alimlerin nezaretinde görülen bütün hizmetler ve o
hizmetleri yürütenler, Hz. Süleyman’ın (a.s) nezaretinde görülen hizmetler ve
hizmetçiler gibi Yüce Allah’ın himayesi altındadır. Bu kıyamete kadar böyledir.
Hizmet,insanları rahmet dini ile tanıştırmak
ve cennet yoluna sevk etmektir. Kamil mürşid,alemlere rahmet yapılan Hz.
Peygamber (s.a.v)’in varisi olarak,bütün varlıklarla hizmeti hedefe alınmış ve
bunu başarmıştır. Talebelerine de onu öğretir.
Onun içindir ki,mürşid-i
kamiller ”Bir insanın nefsini ıslah etmesinden daha büyük bir hizmet yoktur.”
Prensibi ile hareket ederek öncelikle talebelerinin nefsini terbiye etmesini
isterler. Çünkü nefsi ıslah, kalbi ihya, ahlakı güzel olan bir insan hem
kendisine, hem çevresine hayır verir, rahmet olur. Nefis terbiye olmadan yapılacak
işler ne sahibine ne de diğer yaratılmışlara
layıkıyla sonuç verecektir.
Gavs S. Abdulbaki Hz.leri
buyurdular ki:
“İnsanlara hizmet ve
iyilik etmek isteyen kimse, kendi nefsini ıslah etsin yeter. Nefsini ıslah
etmeyen kimse, insanlara gerçek faydayı veremez. Sadatlar, nefislerini ıslah
edip istikamet üzere gittiklerinden, insanların hidayetine ve ebedi saadetine
vesile olmaktadırlar.”
Terbiye olmuş insanın
aldığı edep, düzen, temizlik, sadelik ve kibarlık bütün işlerine yansır. Onun kalbi gibi dili de temizdir. Niyeti gibi işi de doğrudur. İçi gibi
dışı da edepli ve sevimlidir. Namazı gibi alış verişi de ilahi ölçülere uyar.
Onun Yüce Allah ile hukuku ve edebi güzel olduğu gibi, anne babası, ailesi,
komşuları, iş çevresi ve diğer bütün cemiyet ile de her işi güzeldir.
İşte bu duygu ve düşünce
ile hareket eden,mürid de mürşidini sadece duasını almak için değil, onlarda
bulunan güzel ahlakı almak için yanlarına gitmelidir. Çünkü onun temsil ettiği
güzel ahlakı elde etmenin yolu budur. Hak yolcusu mürşidinde gördüğü edeb,
zikir, taat, tevazu, hürmet, nezaket, insan sevgisi, sabır, kusurları örtmek ve
affetmek, yumuşaklık, ikram ve hizmet ahlakından az da olsa almalıdır. Susuz
bir kimsenin tatlı bir su kenarına varıp hiç su almadan geri dönmesi ne kadar
acıdır.
Bilinmelidir ki,mürşid-i
kamil olan zatlar kendisini öveni değil, izinden gideni sever. Kendisine
verilmiş olan ilahi nur ve edebin herkes tarafından paylaşılmasını ister. Allah
dostları talebelerinden hediye değil, Allah’tan haya ve O’na dostluk
yapmalarını bekler.
Mesleğimiz ne olursa
olsun,makam olarak hangi halde olursak olalım, onlara kalbimizi açmalıyız. Bu büyük velilerle beraber olan kimseye onlardan muhakkak bir güzel hal
bulaşır. Bu güzel haller, sevgi ve samimiyete göre değişir. Onlarla bulunmaya
sabreden kimse, kesinlikle bunun bereketini görür. [638]
Şah-ı Nakşibend Hz.leri,
bu yolun usul ve meşrebini şöyle tarif etmiştir:
“Bizim usulümüz, halkın
içinde Cenab-ı Hak ile beraber olmaktır. Yolumuz sohbet ve halka hizmet
yoludur. Halktan kaçmakta şöhret, şöhrette afet vardır. Hayır, halkın içinde
bulunup herkese Allah rızası için hizmet etmektedir.” [639]
HİZMET
EDİLECEK BEŞ GRUP
Cenab-ı Hakk’ın rızası
için yapılan iyiliklere hizmet denir. İyilik sadece insanlara değil, diğer
canlı varlıklara da yapılabilir. Nefes alıp veren her canlı hizmette hedeftir.
Susuz bir insana su vermek kadar, içi yanmış bir hayvanı sulamak da hizmettir.
Hizmette sınır olmaz, yer
ve insan seçilmez, cemaat ve millet taassubuna düşülmez. Allah’u Teala’nın
yarattığı bütün mahlukat hizmette hedeftir. Mümine hizmet gerektiği gibi, mümin
olmayan, inkar içinde koşan, haramlara bulaşan insan da hizmete muhtaçtır,
ilgiye layıktır. Hizmet, karşımızdakinin ihtiyacını gidermektir.
Hizmetin her türlüsü,
yapılması ve korunması istenen ilâhi bir emanettir. Bu emanet onu güzel koruyan
ve hakkını verenler için bir rahmettir. Çünkü kul, Yüce Rabbi’nin emrettiği
işleri yaparken, sırf Rabbi’nin rızası için başkasının ihtiyaçlarını giderirken
öyle büyük bir ahlakı temsil eder ki, Allah’u Teala onunla meleklerine
övünmektedir. Bu durumda, hak yolundaki küçük bir hizmet, büyük bir rahmetin
sebebi oluyor demektir.
Hace Ubeydullah Ahrar
(k.s) der ki:
“Ben bu yolun feyzini
tasavvuf kitaplarından değil, halka hizmetten elde ettim. Herkesi bir yoldan
götürürler. Bizi de hizmet yolundan götürdüler. Ben hizmette insan ayırımı
yapmadım, hayır umduğum herkese hizmet ettim. Heri’deyken sabahları hamama
gider ve Müslümanlara hamamda hizmet ederdim. Hizmette iyi veya kötü, beyaz
veya siyah, kuvvetli veya zayıf ayırımı yapmadan herkese hizmet ederdim.
Hizmetime karşılık olarak kimse bana bir ücret vermesin diye, işimi bitirir
bitirmez hemen hamamdan uzaklaşırdım.” [640]
Her mümin Allah yolundaki
hizmetlere bir şekilde katılmalıdır. Malı ve canı ile bizzat hizmetin içinde
olamayan kimseler, kalbi, niyeti, duası, sevgisi ve rızası ile hizmetlere
destek vermelidir.
Ebu Abdullah Turuğbadî(?-961)
hazretleri tüm yaratılmışlara hizmet etmenin gerekliliğini:"İnsanlara
hizmet ederken, aralarında fark
gözetmekten sakının!
Çünkü, kendisine hizmet etmek için fark gözetilecek olanlar, geçip gitmişlerdir.
Şimdi öyle birisini bulmak çok zordur.
Muradına kavuşmak
istiyorsan ve maksadının
da elinden kaçıp
gitmemesini diliyorsan,herkese hizmet et!" [641]
buyurmuştur
Mademki hizmet etmenin bu
kadar menfaati vardır,öyleyse hizmette öncelik sırasına dikkat etmelidir. Farz
bir ibadeti ihmal edip nafile ile uğraşmak hizmet değil hezimettir. Hizmetin
hedefi Yüce Mevla’nın rızasına ulaşmaktır. Kulu Allah rızasına ulaştıracak en
büyük sebep farz amelleri yapmaktır. İmam Rabbani Hz.lerinin belirttiği gibi
bir farzı yerine getirmek bin sene nafile ibadetle meşgul olmaktan hayırlıdır.
Bir farzın içindeki sünneti veya edebi yerine getirmek de farzın dışındaki
nafile ibadetlerden hayırlıdır. [642]
Hizmet ehli önce farz
vazifeleri ve hizmetleri yerine getirmeye çalışmalıdır. Hayır ve hizmet yapmaya
en yakınlardan başlamalıdır. İnsanlar içinde anne baba hukuku en ön sırayı
alır. Anne babayı aç bırakıp mahallenin muhtaçları ile uğraşmak doğru değildir.
Cihadın en büyüğü Allah’u Teala’ya kulluktan sonra anne baba hukukunu
korumaktır. Ancak anne veya baba bir haramı emreder veya bir farzı yapmaktan
engellerse, o durumda kendilerine itaat edilmez.
Hizmet ehli, ailesinin
haklarını da dikkate almalıdır. Nefsi yüzünden işini ve eşini ihmal ederek
hizmette başarıya ulaşamaz. Ancak hizmetin gerektirdiği fedakarlıktan kimse
kaçmamalıdır.
Öyleyse bilmelidir ki,Rabbimize
ihlasla kulluktan sonra,hizmet edeceğimiz, güzel ahlakla davranacağımız ve
haklarını koruyacağımız varlıklar beş gruptur.
1-Kan bağı ile bağlı olduğumuz aile: Anne-baba, aile ve
akrabalar
Cenab-ı
Hakk’ın aşıkları halkı sevmekten ve onlara hizmetten zevk alırlar. Bir gönül
yapmak Kâbe'yi yeniden yapmak gibi sevaptır. Hoş edilen gönül, annenin,
babanın, hanımın ve yavrunun gönlü olunca sevabı daha çok olur; çünkü birinci
hak onlarındır.
Elinde sevgi sermayesi
olan kimse, bunu önce en yakınlarına harcamalıdır.
Annesini ihmal edip
arkadaşına ikram ve hürmet etmek hak değildir.
Kendi hanımına sert
davranıp yabancılara efendilik yapmak mertliğe sığmaz.
Kendi evlatlarına hiç
tebessüm etmezken, tanımadığı çocuklara gülücükler dağıtana merhametli insan
denmez.
Günümüzde, kendisine,
yuvasına, komşusuna ait hizmetlerden kaçıp kendini hayvanların hizmetine adamış
kimseler vardır. Hayvan sevilir, korunur, beslenir; fakat bunun bir sırası ve
usulü vardır.
Peygamber
Efendimiz (s.a.v):"Yapacağınız
bir hayra önce en yakınlarınızdan başlayın" [643] buyurmuştur.
Hz. Musa(a.s), Turisina’da
Hak Teala ile özel konuşma yaparken;
“Ya rabbi! Ahirette benim komşum
kimdir?” diye sordu. Cenab-ı Hak, ona,
“Ya Musa! Senin komşun,
falan yerde, falan kasaptır” diye vahyetti. Hz. Musa (a.s) hemen bahsedilen
kasabın yanına gitti. Kasap Hz. Musa'ya (a.s) iman ediyor fakat kendisini
tanımıyordu. Hz. Musa (a.s) adama,
“Beni
misafir eder misin?” diye rica etti. Kasap olur dedi, beraberce eve gittiler.
Yemek zamanı gelince, kasap bir parça et pişirdi. Duvardaki asılı zenbili aşağı
indirdi, içinde bulunan ve zayıflıktan iki büklüm olmuş bir kadına eti yedirdi,
suyunu içirdi, üstünü başını temizleyip zenbile koydu. Hz. Musa (a.s),
“Bu senin neyindir?” diye
sordu. Kasap, “Annemdir. İhtiyar olup bu hale geldi. Tek başına oturamayıp
düştüğü için böyle zenbilin içine koydum. Her sabah, akşam bu şekilde hizmetini
ben görüyorum” dedi. Kasap annesine yemek verirken, annesi,
“Ya rabbi, ben oğlumdan
razıyım, sen de razı ol, oğlumu cennette Hz. Musa’ya (a.s) komşu eyle” diye dua
ediyordu.
Hz. Musa (a.s) bu duayı
işitti. Kasaba dönerek,
"Müjde sana, Allah
Teala annenin duasınu kabul etti, senin günahlarını affetti ve seni cennette
bana komşu yaptı” buyurdu.[644]
Ebü’d-Derda (r.a) anlatıyor: Resulullah(s.a.v)’in şöyle buyurduğunu işittim:
“Baba (ve anne) cennetin orta kapısıdır.
İstersen (onlara
hizmetinle) bu kapıyı mahfaza et, istersen (onları inciterek) bu kapıyı terket”.[645]
Müberra dinimiz aile bireylerine veya akrabalık
ilişkilerine ve hizmetine öylesine değer vermiştir ki,hizmetlerine koşmanın
menfaatini ..
Bir adam Resulullah Efendimiz(s.a.v)’e gelerek,
“Ben büyük bir günah işledim, buna tövbe imkanım var
mı?” dedi. Hz. Peygamber (s.a.v):“Annen var mı?” diye sordu. Adam,
“Hayır, yok” dedi.
“Peki teyzen var mı?” diye sordu. Adam,
“Evet, var” deyince Resulullah (s.a.v),
Sahabelerden bir tanesi,
Hz. Peygamber’e gelip, “Anne babamdan hangisi daha fazla iyilik yapmama ve
kendisiyle ilgilenmeme layıktır?” diye sorunca, rahmet Peygamberi (s.a.v) üç
defa anneyi zikretmiş, dördüncüde,
Misallerde gösteriyor ki,hizmet
etmeye en layık olanlar en yakınında olanlardır. Evindeki eşine,çocuklarına,beraber
oturmasalar da anne ve babasına,yakınlarına
hizmet ve güzel muameleyi terk edip de başkalarına hizmet etmek ve bunun
karşılığında bir şeyler umanlar bilmelidirler ki,yapılan işler sadece zülümdür.
Zira birinci derecedeki hizmete layık olanlar mü’minin sorumluluk sınırındadır.
2-Gönül bağı ile bağlı olduğumuz aile: Aynı meşrebe mensup
cemaat.
Hizmet edilecek ikinci
grup,gönüldaşlık bağlarıyla bağlı olduğumuz meşrep veya cemaat mensubu
olduğumuz kimselerdir ki,bunlarla manevi kardeşlik hukuku mevcuttur.
Bu grupta hizmet etmeye en
layık olan mürşid-i kamildir.
İmam Sühreverdi (k.s)
demiştir ki: “Sadık bir mürit şunu bilmelidir: Onun mürşidine karşı yaptığı
bütün muamele ve davranış biçimi Resulullah
Efendimiz(s.a.v)’e yapılmış gibidir. Eğer mürit Hz. Peygamber’in
zamanında yaşamış ve Efendimizle aynı mecliste bulunmuş olsaydı, ona karşı
yapabileceği hürmet de ancak bu kadar olurdu. Onun için mürşide yapılan hürmet
ve hizmetin Hz. Peygambere yapılmış bir hizmet gibi kabul edileceğini bilmek
gerekir.” [648]
Hizmette benlik olmaz. Bir
hizmet tek şahsa ait görülemez. Önce şunu bilmeliyiz ki bütün hayırların
kaynağı Allah’u Teala’dır. Kuluna iyiliği ikram eden O’dur. Sonra, bir hayrın
meydana gelmesi için tek sebep kulun kendisi değildir; bunun için bir çok sebep
mevcuttur. Gökte meleklerin, yerde salih müminlerin hayır duaları, sevgi ve
himmetleri unutulmamalıdır.
Hizmetteki
başarıyı Yüce Allah’tan, kusurları ve noksanlıları ise nefsimizden bilmeliyiz.
Bizim hizmeti değil, hizmetin bizi ayakta tuttuğunu ve ancak hizmetin içinde
güzel kulluk yapabildiğimizi kabul etmeliyiz. Hizmet, Allah’u Teala’nın bir
emaneti olduğu için; onu taşıyanlar ilahi himayede olurlar. Yüce Allah dinine
hizmet edenlere özel olarak yardım edeceğini, onların ayaklarını hak yolda
sabit tutacağını müjdelemiştir. [649]
Ebu Talib el-Mekki(k.s) bu
konuda şu temel anlayışı tespit eder:
“Kim, Allah’u Teala’nın
rızası için kardeş olmanın faziletini ve böyle bir muhabbetin derecesini iyice
bilirse, bu yoldaki talep ve hedefine ulaşmak için, kardeşinin hallerine
sabreder; ona teşekkür eder; kendisine yumuşak davranır; sıkıntılarına tahammül
gösterir. Çünkü, kıymetli bir şeye talib olan kimseye onu elde
etmek için en değerli şeylerini o uğurda harcaması gerekir.” [650]
Hizmette en önemli
fedakarlık işte böyle olur.Hizmet ehli nefsini değil hizmeti düşünür. Hizmet
ayağa kalksın diye, gerekirse nefsini ayaklar altına serer. Bu yolda Allah için
tevazu gösterip alçak gönüllü olan kimselerin başı Arş’a değer. O kimseyi Yüce
Allah sever, Hak aşıkları över. Bu şeref de ona yeter.
Öyleyse, hizmette iş ve
yer seçilmez, verilen hizmet çeşidi ne olursa olsun onu ihlâs ve samimiyetle
güç yettiği kadar yerine getirmelidir. Önemli olan Allah rızası için hayırlı
bir işin içinde olmaktır. Hayırlı işlerde başkan olmak bir maharet olmadığı
gibi, geri hizmetlerde koşan birisi olmak da utanılacak bir şey değildir.
Ben bu işte ancak başkan
olurum, gerideki işlere bakmam, ben basit şeylerle uğraşacak adam değilim demek
ciddi bir manevi hastalık alametidir.
Gönlü Allah’a bağlı
kimsenin hizmette nasıl davranacağını Resulullah Efendimiz (s.a.v) şöyle ifade buyurmuştur:
“Müjde olsun o kula ki, bineğini alıp Allah yolunda cihada ve
hizmete çıkar. Başı açık, ayakları toz toprak içinde var gücüyle bu yolda
koşar. Kendisine ordunun önünde gözcülük verilse onu hakkıyla yapmaya çalışır.
Eğer ordunun arkasında geri hizmetleri verilse onu hakkıyla yapmaya çalışır.
İleride veya geride hangi iş verilse o işin gereğini yapmakla meşgul olur.“ [651]
Bu
hal gerçek hizmet ehlinin ahlakı olmalıdır. Bu gün amir olan yarın memur
olabilir. Bir yerde müdürlük yaparken, öbür yerde tuvaletleri yıkamak, yolları
temizlemek, sırtında çuval taşımak, soba yakmak, misafirlere hizmet etmek
gerekebilir. Allah adamı her iki işi de gönül hoşluğu ile yapar, kimseden
utanmaz, yaptığı işi basit ve gereksiz görmez. Amir iken kibre düşmediği gibi,
misafirhanede fakirlere hizmet ederken de basit bir iş yaptığını düşünmez.
Hizmet ehli yumuşak ve
güler yüzlü davranmalıdır. Sert ve kaba davranışlar ile hiç kimse başarıya
ulaşmamıştır. Sevgi ile muamele şarttır. Hizmette karşımızdaki insanın
davranışı değil, bu işin hatırı göz önünde bulundurulur. Hizmet ettiğimiz
insanların sert ve geçimsiz olmaları karşısında, bize sadece daha fazla sabırlı
olmak ve yumuşak davranmak düşer.
Hizmet içindeki kardeşler
birbirlerine edep içinde şefkat ve merhametle davranmalı, acı sözden, asık
yüzden çekinmeli, hizmet arkadaşları için istiğfar ve hayır dua etmelidir. Bir
mümin diğer mü’min kardeşi için hayır dua ediyor ve Allah’tan onun
affedilmesini istiyorsa, Allah’ın rahmetini üzerine çekmiş demektir. Hizmette
asıl amaç, nokta kalplerin kaynaşmasıdır.
Unutulmamalıdır ki,Hak
yolu, kardeşini kusuruyla birlikte sevme yoludur. Bu
yol, vermeyene verme, gelmeyene gitme yoludur. Bu yol, canla başla hizmet edip
sonunda kendi kusuruna istiğfar etme yoludur.
3-İman bağı ile bağlı olduğumuz aile: Bütün mü’min
kardeşlerimiz
Kalpteki Allah sevgisini
ispat etmenin bir yolu da ilahi emirleri yerine getirmek, diğer yolu ise
müminleri Allah için sevmektir.
Bütün alemlere rahmet
olarak gönderilmiş Hz. Rasulullah (s.a.v): “İnsanların
en hayırlısı;insanlara en faydalı olanıdır.” [652]
buyurarak; hayır aşıklarını insanların arasına girmeye ve hizmete teşvik
etmiştir.
Nefislerimiz istemese de,
bütün müminleri kardeş bilmeliyiz. Her mümine kalbimizde değer vermeli,
meclisimizde yer açmalıyız. Çünkü, bizleri kardeş yapan Yüce Rabbimizdir.
“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse, kardeşlerinizin arasını
düzeltin
(sakın bozgunculuğa sebep olmayın),Allah’tan
korkun ki, merhamet olunasınız.” [653] buyurarak mü’minleri birbirlerine kardeşlik
bağıyla bağlamıştır.
Dünyevi çıkar ve
hesaplarımıza uymasa da bütün müminleri kardeş bilip onlara kalbimizde değer,
meclisimizde yer vermemiz icap etmektedir. İnsanın yaradılışındaki cevher,
birlik ve hizmet içinde ortaya çıkar.
Allah rızasına aşık
olanlar önce sıkıntı çekmeye hazır olmalıdır. Çile ve hizmet olmadan elde edilen
sevgi, gerçek ve devamlı değildir. Herkes ilahi aşk ve imanının derecesini
güzel kulluğu ile ölçebilir. Güzel kulluğun başında, farzları eda etmek ve
haramlardan kaçmak gelir. Sonra, insanlara ve diğer varlıklara nasıl muamele
ettiğimize bakmalıyız. Hadiste belirtildiği gibi, imanın en son mertebesi “lâ
ilahe illallah” sırrına ulaşmaktır. İmanın ilk mertebesi ise Allah’a imandan
sonra kullara hizmetle işe başlamaktır. [654]
Dinimizin bizleri
sorumlu kıldığı ahlaka göre mümin, kardeşine kendi nefsi gibi sahip çıkmak ve
onunla elindekini paylaşmak zorundadır. Yapılacak en küçük hizmet dahi, müminin
diğer mümin kardeşini kendi nefsi gibi görüp gözetmesini, kendisi için sevdiği
hayırları onun için de istemesi ahlakına ulaşmasına sebebiyet verecektir. İşte
bu ahlâk ileri derecede bir imanın meyvesidir.
Ashab-ı
Kiram, kardeşini kendi gibi sevme ve nefsi gibi gözetme makamında idi. Medineli
Müslümanların Mekke’den gelen muhacir kardeşleri için yaptığı fedakarlık ve
ikram, dünya tarihinde Müslümanların dışında hiçbir toplumda görülmemiştir,
görülemez de. Çünkü onların yaptıklarına, ancak kalbi tamamen kuşatan ilahi aşk
ve tam bir ihlasla güç yetirilebilir. O ilahi aşk ve ihlas da, sadece Fahr-i
Alem(s.a.v)’ın Rehberi olduğu iman, takva ve edep mekteplerinde elde edilir.
Onun içindir
ki,halkın çilesini çekmek bütün peygamberlerin en başta gelen sünnetidir.
Onlar, Allah rızası için hayatları boyunca halkın içinde olmuşlar, dertleri ile
dertlenmişler,onların zahmet ve yükünü çekmişlerdir. Peygamberlerin sultanı Resulullah
Efendimiz(s.a.v),yeri Arş-ı A’la ve cennet iken yeryüzündeki insanların
arasında zahmet çekmeyi tercih etmişti.
Öyleyse
mü’minlere iman bağıyla bağlı olan bir mü’min bağlılığının esaslarını hizmet
ederken göstermeli ve Peygamber efendimiz(s.a.v)’in izinden gitmelidir.
4-İnsanlık bağıyla bağlı bulunduğumuz aile: Bütün insanlık.
Allah dostları, alemlere
rahmet olan Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizin meşrebi üzere hareket etmeyi en
büyük gaye edinmişlerdir. Efendimiz (s.a.v) hiçbir ayırım yapmadan bütün insanları
muhatap almış ve hepsine rahmet olmuştur. Muhataplarına dost veya düşman diye
değil, Allah’u Teala’nın kulu gözüyle bakmıştır. Davet ve terbiyesinde fakir
zengin ayırımı yapmamıştır. Kavimcilik taassubuna düşmemiştir. Kimseyle şahsi
çıkar kavgasına girmemiştir. Sonu cennet olan hizmetine karşılık kimseden ücret
talep etmemiştir. Yaptığı iyilikleri kimsenin başına kakmamıştır, hiç kimseyi
minnet altına sokmamıştır. Her şeyini Allah sevgisi ile başlatmış ve onunla
bitirmiştir. Onun en büyük sünneti, başkasının yükünü çekmek, ihtiyaçlarını
gidermek ve yüzünü güldürmektir.
İşte bütün hayatını Allah
için halka hizmete adayanlar ve bununla Allah rızasını arayanlar,
Efendimiz(s.a.v)’in bu meşrep ve mesleğini iyi tanımalıdır. Resulullah
Efendimiz (s.a.v) bütün insanlığı hizmet
hedefi göstermiş ve şöyle buyurmuştur:
“Bütün halk Allah’ın bir ailesi durumundadır. Bu aile içindeki
insanların en hayırlısı onlara en faydalı olandır.” [655]
Arifler demişlerdir ki: “Bütün
mahlukat,kendisinin çoluk çocuğu durumuna gelmedikçe insan sofi olamaz.” [656]
5-Bize emanet edilen varlıklar: Hayvanlar ve kainat.
Dinimiz İslâm’ın
terbiyesinde bir kimse, kendisine zararı olmayan hiçbir hayvana vuramaz, onu
korkutamaz, yuvasını yıkamaz, yakamaz. Usulünce kesim ve avlanma durumu hariç,
zararı olmayan bütün hayvanlar koruma altındadır. Ancak bir hayvan insanlara ve
çevreye zarar vermeye başlarsa ona en kolay yoldan engel olunur; icap ederse
öldürülür.
Büyük veli Fudayl b. İyaz
(k.s):“Bir kul, bütün insanlara iyi muamele etse, fakat kümesindeki tavuğa kötü
davransa, o kimse iyilerden sayılmaz.” [657]
Bir kedi yüzünden
cehenneme giren kadının haberi çok ibret vericidir. Peygamber
Efendimiz(s.a.v)’in bildirdiğine göre,
önceki ümmetlerden bir kadın evindeki kediyi bir yere hapsetti, ona yiyecek
vermedi, serbest de bırakmadı ki hayvan başının çaresine baksın. Bu halde
hayvan açlıktan öldü; bu zulmü yüzünden kadın cehenneme girdi.[658]
İnsan, dışarıdaki her
hayvandan sorumlu değildir; fakat koruma ve hizmetine aldığı her hayvandan
sorumludur. Bu hayvanın yemesi, içmesi, sıhhati, kesim hayvanı ise zamanı
gelince güzel bir usulle kesimi sahibi üzerine bir haktır.
Açlıktan sırtı karnına
yapışmış bir hayvanı gören rahmet Peygamberi (s.a.v), hemen durdu, insanları
uyararak şöyle buyurdu:
“Şu dilleri bağlı hayvanlar hakkında Allah’tan korkun; onlara
güzelce binin ve onları güzelce kesip yiyin; onları böyle aç ve bitkin
bırakmayın.”
[659]
Hayvanın hakkı onu
yaratıldığı hizmet alanında kullanmaktır. Hayvanları oyun eğlenceye alet etmek,
hedef yapıp atış talimi yapmak, onları birbiri ile dövüştürmek, hayvana lanet
okumak yasaktır.[660]
Ayrıca, hayvanın bakımını
güzel yapmak, onu aç susuz bırakmamak, yük hayvanı ise haddinden fazla yük
yüklememek gerekir.
Eti için beslenen hayvanı
keserken yüce Allah’ın adını zikretmek, keskin bir bıçakla güzelce kesmek
hayvanın sahibi üzerindeki hakkıdır.
Bütün bunlarla birlikte
onları bizim emrimize ve hizmetimize veren rabbimizi tanımak, O’na çokça
şükretmek, O’nu tesbih ve zikretmek en temel haklardandır. Bunlar yapılmazsa
Allah korusun insan, etini yediği, üzerine bindiği hayvandan aşağı bir dereceye
düşer.
Hayvanların haklarından
biri de onların üzerinde zuhur eden ilahi ayetleri, yaratıcı kudretin tecelli
ve cilvelerini seyretmek, onlardaki sırrı düşünüp ibret almak ve böylece bir
çeşit fikir, zikir ve şükürle ibadet yapmaktır.
Hayvanlar yüce Allah’ın
hizmet ordusudur; onlarla insanlara hizmetler sunduğu gibi, bazen onlarla zalim
insanlara ceza da verir. Kuşlarla Ebrehe’nin ordusunu, sinekle Nemrud’u, çekirge
ile bazı azgın kavimleri helak ettiği gibi…
Bir gün Osmanlı Padişahı
Kanuni Sultan Süleyman (rah), devrinin şeyhülislamı Ebüssuud Efendi’ye (rah)
şiir halinde şöyle bir soru sormuş:
"Meyve dalına konsa
bir karınca,
Vebali olur mu karıncayı
kırınca?"
Ebüssuud Efendi (rah),
kendisine yine şiir şeklinde şu cevabı göndermiş:
“Yarın Hak divanını
kurunca,
Kanuni’den hakkın alır
karınca.”
Bu ilahi bir kanundur. Ahirette
Hakk’ın divanı kurulunca öyle bir adalet uygulanır ki kimsenin zerre kadar
hakkı zayi olmaz. Birbirine haksızlık eden hayvanların arasında bile kendi
hallerine uygun ödeşme yapılır. Bunun için bilerek bir insana ve hayvana
haksızlık etmekten sakınmalıdır.
Velilerden Ebu Süleyman
Havvas (k.s) şu olayı anlatır:
Bir merkebe binmiş
gidiyordum. Sinekler merkebin başına konup onu rahatsız ediyorlardı. O da
başını yere eğip duruyordu. Ben de elimdeki sopa ile başına vuruyordum. Bir ara
merkep başını kaldırarak bana,
“Vur bakalım, bir gün
senin başına da aynı şekilde vurulur!” dedi.
Olayı nakleden Hüseyin
Razi, Ebu Süleyman’a, “Gerçekten bu olayı yaşadın mı?” diye sorunca, Ebu
Süleyman, “Evet, senin beni işittiğin gibi ben de merkebin söylediğini işittim”
demiştir.[661]
İnsan olsun hayvan olsun
hepsinin bir hakkı var. İnsanlar gibi hayvanlar da birer emanettir. Yaratan her
şeye şahittir. Onun mülkünde yaşıyoruz, hak sahibi O’dur. Öyleyse O’nun
yarattığı bütün varlıklara nasıl davranacağını O’ndan öğrenip, ölçüyü bilip,
dikkat edilmelidir..
Unutulmamalıdır
ki,yeryüzündekilere merhamet edene,göktekiler de merhamet eder. Acıyana acınır.
Seven sevilir.
Bu açıklamalardan sonra bilinmelidir
ki,Herkes bu grupların haklarını ödediği ölçüde mü’mindir,ariftir,sofidir, safidir.
Zira,mürşid, müridin
olgunluk seviyesini insanlarla geçimi ve halka hizmeti ile ölçer. Güzel geçim
ve hizmet kadar insanın cevherini ortaya koyan hiçbir şey yoktur. İmandan sonra
her mümin güzel ahlakı ile ölçülür. Güzel ahlak, Yüce Allah’ın ve halkın
haklarını güzel korumaktan ibarettir. Bununla herkesin niyeti, kabiliyeti,
aklı, ilmi ve ulaştığı terbiye seviyesi belli olur.
Abdurrahman-ı Tahi Hz.leri
şöyle buyurur: “Nispet (manevi feyiz ve yardım) hizmete göredir. Hizmetteki
ilahi rahmet hiçbir şeyde yoktur. Nakşibendi tarikatında rahmete sebep olacak
her türlü amel ve hizmet vardır. İbadet için evine kapanıp halkın hizmetinden
kaçan kimse, pek çok hayırdan mahrum kalır. Sadece zikirle yetinmek olmaz. Mal
ve can ile Allah yolunda cihat ve gayret etmek gerekir.“ [662]
Önemli not:
Mü’min,hizmet işlerini
gücü yettiği kadar üstlenmeli ve hizmette sorumlu olduğu zamanda herkese gücü
kadar yük yüklemelidir. Hakkını veremeyeceği hizmete talip olunmamalıdır. Verilen
hizmetin başında sadakat ve sabırla beklemelidir. Hemen sonuç alamadım diye
üzülmemelidir. Bir işi veya ibadeti gücü kadar yaptıktan sonra kalan kısmından
kimse mesul olmaz. Yeter ki, bilerek kusur işlenmesin, iş ihmal edilmesin.
[633]-Ebu
Ya'la, el-Müsned, VI,65;Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, VIII,191;Beyhaki,
Şuabu'l-İman, no:7658;Suyuti, Camiu’s-Sağîr, no:4044;Acluni,Keşfu’l-Hafa,no:1252
[638]-S. Muhammed Saki Haşimi,Arifler Yolunun
Edebleri,140
[644]-S. Muhammed Saki Erol,Aile Saadeti,145
[647]
Tirmizi,Birr,1;Ebu Davud,Edeb,120;İbn Mace,Edeb,1;Ahmed,Müsned,V,3,5
[654]-Hadisin tamamı şöyledir:“İman yetmiş küsür kısımdır. En faziletli
kısmı “lâ ilâhe illallah”, en alt derecesi yoldaki bir eziyeti kaldırmaktır.
Haya da imandan bir şu’bedir.” Buhari.İman,3;Müslim,İman, 57-58;Ebu Davud,Sünnet,14;Nesai,İman,16;İbnu
Mace,Mukaddime,9;Ahmed,Müsned,II,414-442
[655]-Ebu Ya'la, Müsned,No:3302;Bezzar,Müsned,No:1949;İbnu
Hacer,el-Metalib,No:897.Heysemi,Mecmau’z-Zevaid,VIII,191
Yorumlar
Yorum Gönder