(Yaz Kuran
Kursları)
Kur’an’ı Kerim'i gönülden ve gündemden
çıkarmak, balığı sudan çıkarmak gibi felakettir. Herkesin, ibadet yapacak kadar
Kur’an bilmesi farzdır. [1]
Yüce Rabbimiz, insanoğlunu yaratılmışların en
şereflisi kılmıştır. Akıl, düşünme, konuşma, faydayı zararlıdan ayırabilme gibi
kabiliyetler vermiş, her biri cihana değer nimetlerle
bedeni ve ruhi varlığımızı donatmıştır. Dünyayı insana beşik kılmış, uçsuz
bucaksız kainatı ve içindekileri insanın emrine, hizmetine sunmuştur. Yeryüzü
ve içindeki bütün varlıklar insanoğluna itaat ediyor, Toprak, su, hava,
hayvanlar, bitkiler, ay, güneş, yıldızlar, gece ve gündüz... Her şey Cenab-ı
Rabbü’l-Alemin’in yarattığı gaye istikametinde insanlara hizmet veriyor.
Rabbimiz nimetlerini bunlarla da bitirmemiş,
hayatın karanlık yollarında yürürken önümüzü aydınlatmak için uyacağımız iman,
ibadet ve ahlak kurallarını da bildirmiştir. Bunca nimetleri bizlere bahşeden
Yüce Mevlamız’a nasıl kulluk edeceğimizi, niçin yaratıldığımızı, nerede ve ne
diye bulunduğumuzu, yolculuğumuzun nereye doğru sürüp gittiğini, bu dünya
ötesinde nelerle karşılaşacağımızı, gönderdiği peygamberleri ve bu
peygamberleri aracılığı ile bizlere ulaştırdığı kitapları vasıtasıyla
bildirmiş, öğretmiştir.
Rabbimizin insanlığa son mesajı Kur’an-ı
Kerim, O’nunla kulları arasındaki kopmaz ilahi bir bağdır. Fahr-i Cihan (s.a.v.)
Efendimizin aramızda yaşayan en büyük mucizesidir. O hem lafzı ve hem de manası
ile bir mucizedir. Rabbimiz onun bu özelliğini İsra Suresi 88. ayette şöyle
bildiriyor: “De ki insanlar ve cinler biribirlerine yardımcı olarak bu
Kur’an’ın bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler, andolsun ki yine
de benzerini ortaya koyamazlar”
On dört asrı aşkın bir süredir Mukaddes kitabımız Kur’an-ı
Kerim zamanın, tarihin ve çağların zirvesinde bir güneş gibi parlamış, gerçek
Allah kelamı olduğunu ispatlamış, milyarlarca insanın gönlünü ve ruhunu aydınlata
gelmiştir. Yeryüzünde hiç bir kitap onun sunduğu hizmeti sunmamıştır. İslam
dininin bütün insanlığa sunduğu uhrevi ve dünyevi değerlerin kaynağı odur. Bu
ahkam-ı mübinin insanlar üzerindeki ilahi tesirini hiç kimse inkar edememiştir.
Onu kabul etmeyenler bile bu gerçeği kabul etmek zorunda kalmışlardır.
Habib-i Kibriya (s.a.v.) Efendimiz tek başına
İslam’ın tebliğiyle görevlendirildiğinde, hiç bir maddi kuvvete dayanmıyor,
elinde Kur’an-ı Kerim’den başka dayanağı bulunmuyordu. O’nun 23 yıl gibi insan
hayatında çok kısa sayılan bir süre içindeki göz kamaştırıcı başarısının
sebebini araştıran tarihçiler, bu üstün başarının sırrını iki sebeple açıklıyor
ve diyorlar ki: “Hz. Muhammed (s.a.v.) önce Kur’an-ı Kerim gibi bir mucize ile
desteklenmişti. Ayrıca O (s.a.v.) başkalarına söylediğini, emrettiğini bizzat
kendi nefsinde fazlasıyla uygulamış ve yaşamış dürüst ve samimi bir kişi idi.”
Peygamberini örnek alan müminler de, her zaman
Kur’an’la haşır-neşir oldular, okudular, ezberlediler, manasını anlamaya
çalıştılar. O’nunla ibadet ettiler, onun emir ve yasakları doğrultusunda
hayatlarını düzenleyip, öylece yaşamaya gayret gösterdiler. İşte Allah’ın
Kelamı, bu canlılığı ile insanların kafalarına ve gönüllerine güçlü bir şekilde
yerleşmiş, biribirlerine düşman milletlerden, ırklardan ve kültürlerden ahenkli
bir toplum meydana getirmiştir. O’nun gelişi ile çöl insanından medeni bir
toplum ortaya çıkmış ve tarihin akışı değişmiştir.
Yine tarih şahittir ki, felsefecilerin
nazariyeleri, ahlakçıların asırlardır süregelen ilmi ve felsefi tecrübeleri
küçücük bir insan topluluğunu bile ahenkli bir toplum haline getirememiş, bir
amaç etrafında toplayamamıştır. Ve en önemlisi, insanlığa adalet, mutluluk ve
huzur adına bir şey verememiştir. Yeryüzünün ilahi vahiyle beslenmeyen hiç bir
kesimi, güçler dengesiyle sağlanan sahte barşın dışında asla huzur da
bulamamıştır. Oysa, asırlardır milyarlarca insan Kur’an’ın cazibe ve aydınlığı
ile yollarını bulmuşlar, O’nun sayesinde ortak gaye etrafında birbirlerine ve
Allah’ın bütün yarattıklarına sevgi ve saygı duymayı öğrenmişlerdir.
Müslümanlar, Kur’an’ın aydınlığından güç kazandıkça kuvvetli olmuşlar ve
neredeyse dünyanın yarısına hakim olmuşlardır.
Bugün, Allah’ın insanlığa bu son mesajının
dikkate alınmadığı günümüz dünyasının karşı karşıya kaldığı yıkımlar ve vahşet,
aklı başında herkesi dehşete düşürmekte, sağlanan başdöndürücü teknolojik
gelişmelerin ve yüksek refah düzeyinin insanlığa huzur getiremediği kabul ve
itiraf edilmektedir. Yaradılış gayesini anlayamamış, yeryüzüne ve içindekilere
yaratıcısından dolayı sevgi duymayı öğrenememiş ruhi tatminsizlik içindeki
insanlığın elinde zenginlik ve teknolojinin, nasıl öldürücü bir silaha
dönüştüğü her gün yaşanan örneklerle dehşetle izlenmektedir.
Bu durumda biz ahir zaman müslümanları, belki
her zamankinden daha çok Allah’ın Kitabı’na sarılmalı ve oradaki huzur
reçetelerini yaşayışımızla örneklemeliyiz. Hiç bir olumsuz propagandaya kulak
vermeden Yüce Kur’an’ı daha çok okumalı, ehil müfessirlerin açıklamalarından
faydalanarak anlamaya çalışmalıyız. Ve en önemlisi, Peygamber varisi rabbani
alimler etrafında kenetlenerek, birlik-beraberlik içinde hem kendi kurtuluşumuz
adına, hem de insanlığa canlı örnek olma adına Kur’an ahlakını yaşamalıyız. [2]
Ne
Kadar Kur’an Bilmelidir?
Namaz
kılacak kadar Kur’an bilmek ve ezberlemek her mükellef
müslümana farzdır. Kur’an’daki ilahi hükümlerin tamamını bilmek farz-ı
kifayedir. Bir grup müslüman bu görevi yerine getirince, diğer mükelleflerden
sorumluluk düşer. Ancak işin farzı yanında, bir de fazileti ve ilahi kelamın
lezzeti vardır.
Her
namazda okumakta olduğumuz namaz surelerini muhakkak yanlışsız okumalıyız. Bir
bilenin önüne gidip okuyuşumuzu kontrol ettirmeliyiz. Çünkü manayı bozan her
kıraat namazı da bozar, bu bilinmelidir. Kur’an öğrenmeye vakit veya hoca
bulamaz isek, piyasada satılan bant, kaset gibi şeylerle bu ihtiyacımızı gidermeliyiz.
Namaz surelerinin manalarını da özetle öğrenebiliriz. Bizden önceki ecdadın baş
tacı ettiği ve uğrunda baş verdiği Yüce Kur’an için biz hiç baş ağrıtmaz isek,
bunun milletçe cezasını çekeriz. [3]
Kıraatimiz
Doğru Olmalı
Rükü, secde ve oturuş gibi rükünleri eda
noktasında çok fazla sıkıntı yaşanmaz. Çünkü bu yerlerde okunan tespihler hem
kısadır hem de buralarda riayet edilmesi gereken duruş şekilleri hemen hemen
herkes tarafından üç aşağı beş yukarı doğru yapılmaktadır. Ancak Kur’an okuma
alışkanlığımızın zayıflamasının bir tezahürü olacak ki, namazda kıyam esnasında
yani ayakta iken yapmış olduğumuz kıraat yani Kur’an okuma noktasında
eksiklerimizin olduğu aşikardır.
Hatalı Kur’an okunmanın ilk ortaya çıkışı
Rasulullah Efendimiz (s.a.v) zamanında görülmüştür. Adamın biri Hz.
Peygamber’in huzurunda bir dil hatası yapmış ve bunun üzerine Efendimiz (s.a.v)
“Kardeşiniz hata yaptı, onun yanlışını düzeltiniz buyurmuştur.” [4]
Ayeti
Yanlış Okuyucunca
Hz. Ömer (r.a) döneminde bedevinin biri
sahabilerin yanına gelip, “Bana, Hz. Muhammed’e (s.a.v) indirilenden bir parça
okuyacak olan var mı?” deyince oradakilerden biri, Berae suresinin ilk
ayetlerinden okumaya başlamış ancak daha ilk ayette “Rasulehu” diyecekken bu
kelimeyi “Rasulihi” diye esreli okumuştur. Bunun üzerine Arapçayı fasih bilen
ve konuşan bu bedevi, kelimeyi bu şekilde okumadan kaynaklanan mana kaymasını
anlayarak, “Allah Teala Peygamberinden de mi uzak?! Eğer Allah Peygamberinden
beri ise ben de beriyim!” demiştir.
Bu haber Hz. Ömer’e (r.a) ulaşınca bedeviyi
yanına çağırtmış ve ona, “Ey bedevi! Sen Allah’ın peygamberinden uzak mı
olduğunu söylüyorsun?” demiş bunun üzerine bedevi ona şöyle cevap vermiştir:
“Ey müminlerin emiri! Kur’an-ı Kerim’den ezberimde de bir şey yoktu, yani
bilmiyordum. Kur’an’dan bir parça bir şey okuyabilecek olan var mı?” diye
sordum, adamın biri bana Berae suresinden okumaya başladı ve ilk ayette “Rasul”
kelimesini esreli olarak “ve Rasulihi” şeklinde okudu. Ben de, ortaya çıkan
manadan ötürü “Eğer Allah, rasulünden uzaksa ben de uzağım” dedim. Bunun
üzerine Hz. Ömer (r.a), “Ey bedevi, bu senin zannettiğin gibi değil!” dedi.
Bedevi, “Peki ya nasıl?” diye sorunca Hz. Ömer (r.a) ayet-i kerimeyi doğru
şekliyle okudu. Bedevi de, “Vallahi ben de Allah ve Rasulü’nün uzak olduklarından
(müşriklerden) uzağım” diye karşılık verdi. Bu hadiseden sonra Hz. Ömer (r.a)
Kur’an-ı Kerim’i ancak lügati yani dili iyi bilen kişilerin okumasını istemiş
ve ayrıca Ebu’l-Esved ed-Düeli’ye de (r.a) kelimelerin cümle içindeki
konumlarını belirleyecek olan ilmi yani nahiv ilmini oluşturmasını emretmiştir.
[5]
Kur’an-ı Hakim bir hidayet kitabıdır.
Hayatın her anında kula edep öğretir. Onu gerçek manada takva sahipleri anlar
ve yaşar. Haramları terk etmeyen kimse Kur’an ve zikirden tat alamaz. [6]
Kur’an-ı Azimüşşan nurdur, hidayettir.
İnsanları aydınlığa çıkarır, doğru yolu gösterir. Hiç şüphe yoktur ki dünya ve
ahiret saadetinin rehberidir. En büyük nimet olan imana davet eder, dosdoğru
olan din yoluna irşad eder. Böylece insanlığı dünyada rahata ve saadete,
ahirette de ebedi nimete kavuşturur.
Kur’an-ı Kerim bu gayenin gerçekleşmesi için
evvela şirki yıkmış, kökünü kazımıştır. Tevhid dinini gerçek manasıyla yaymış
ve yerleştirmiştir. İslâm’ın nuru bütün kâinatı aydınlatmış, insanlığı şirkin,
cehaletin, dalaletin bataklığından kurtarmıştır.
Mücella kitabımız, insanın kul olarak
yaratıcısına karşı vazifelerini tanıttığı gibi; toplumda bir birey olarak da
insanların birbirlerine karşı vazifelerini öğretmiştir. İnsanlar arasına hakiki
hürriyet ve eşitliği getirmiştir. Ferdin ferde taarruzunu, tecavüzünü yasak
etmiş; ırk ayrılıklarını ortadan kaldırarak kimsenin kavminden dolayı farkı
olmadığını, üstünlüğün sadece takvayla olduğunu bildirmiştir. Kul hakkı adı
verilen insan haklarına riayet etmeyi emretmiş, alışverişte dürüst olmayı
öğretmiştir. Haksızlığın, hilekârlığın cezasının çok ağır olduğunu beyan
etmiştir. Fert, toplum, insanlık bakımından iyi, güzel, faydalı olanları
emretmiş, kötü, çirkin ve zararlı şeyleri de yasaklamıştır. Toplum nizamının en
iyi şekilde yürümesi için fertlerin ve cemiyetin riayet etmesi gereken en
sağlam düsturları koymuş, güzel ahlâklı, faziletli bir cemiyeti kurmuştur.
Her yeninin eskidiği, her tazenin sararıp renk
attığı şu dünyada, her zaman taptaze, rengârenk kalabilen bir şey varsa o da
Kur’an-ı Kerim’dir. O indiği günden beri onca muhalif rüzgâra, yer yer
sertleşen, değişen şartlara rağmen hep orijinalliğini koruyup semavi kalabilmiş
tek kitaptır.
Bunun içindir ki Kur’an ne zaman ihlâslı
sinelerden yükselse, ruhlarımızda adeta semadan henüz inmiş bir ilâhi ikram
hissi verir. Onun sesinin duyulduğu her yerde diğer bütün sözler birer boş
gürültüye dönüşür. Onun bayrağının dalgalandığı burçlarda inananların ruhlarına
ışık, şeytanların başlarına da taşlar yağar. [7]
Yüce Rabbimiz’in beyanı ile Kur’an-ı Hakim,
kalbi ve kainatı aydınlatan, insanlığı karanlıklardan nura ve aydınlığa çıkaran
bir kitaptır (İbrahim/1). O, dengesini kaybeden insanlığa denge verir
(Hadid/25); insanı şereflendirir (Enbiya/10).
Kur’an-ı Hakim, kendisine inanmayana fayda
vermez. (İsra/82). Kalbini Rabbine açıp teslim olmayana güzelliğini göstermez.
(A’raf/46). Candan kulak vermeyene hiç bir şey ifade etmez (Kâf/37). O sevmeden
bilinmez, bilmeden sevilmez bir edeb hazinesidir.
Şerefli kalbine indirilen bu nurlu kitabı, Hz.
Rasulullah (A.S.) Efendimiz şöyle tanıtmıştır:
“Dikkat edin, önünüze bir çok fitneler
çıkacaktır. Onlardan kurulmak için tek çare Kur’an’dır. Onda sizden öncekilerin
halleri, sizden sonrakilerin haberleri mevcuttur. Aranızda çıkacak müşküllerin
hükmü ondadır. O, adaletle hüküm verip meseleyi çözer, bitirir. Kur’an bir oyun
ve eğlence değildir. Onun hükmünü terkeden zalimin Allah belini kırar. Onun
dışında doğru yolu arayanı Allah sapıtır. O, Allah’ın kopmayan sağlam ipidir.
O, en güzel zikir ve öğüt kitabıdır. O, dosdoğru bir yoldur. Onu insanların
hevası eğriltemez. Diller onu okumakla eskitemez. Alimler ona doyup ilim ve
hikmetlerini bitiremez. O, çok okumaktan dolayı eskimez, tadını ve değerini
yitirmez. Onun incelikleri bitmez. O herkesi doğru yola ulaştırır. Onunla
konuşan doğru söyler. Onunla amel eden sevap alır. Onunla hüküm veren adil
olur. Onu çağıran doğru yola çağırmış olur.” (Tirmizî) [8]
Kur’an, kalplerin şifa kaynağıdır. Yüce
Rabbimiz: “Ey insanlar! işte size rabbinizden bir öğüt, kalplere bir şifa ve
inananlar için yol gösterici bir rehber ve rahmet olan Kur’an geldi” (Yunus 57)
buyurmaktadır. Kur’an-ı Kerim öyle bir kitaptır ki, içimizi, dışımızı
aydınlatan bir ışık, kalplerimize ibretler ve hikmetler yağdıran bir nasihat, maddi
ve manevi hastalıklarımıza şifa, huzur ve saâdet kaynağımızdır. [9]
Kur'an-ı Kerim'i okumayan mümin nelerden
mahrum kaldığını bir anlamış olsaydı, boş geçen günleri için derin bir teessür
duyacak, masiyetle bulanan ruhuna Kur'an'dan şifa arayacaktı. Çünkü O, ruhlara
ışıtan bir aydınlık ve Hakk'ın yeryüzüne inmiş bir rahmetidir. Karanlık kalpler
onunla ışığa kavuşur, hayat onunla mana kazanır, gönüller onun nuruyla
billurlaşır. Allah Tealâ buyuruyor:
“Kuran'dan müminlere rahmet ve şifa olan
şeyler indiriyoruz. O, zalimlerin ise sadece kaybını artırır” (İsra, 82)
Evet, Kur'an şifadır. Bilumum batıl itikat ve
kötü ahlâkın ilacı Kur'an'dır. O yüzden zaruret miktarı da olsa, akaid ve
fıkıhla ilgili ilimleri ve nefsin halleriyle ilgili tasavvufî bilgileri öğrenmek
her mümine farzdır. Öğrenmeyenler haram işlemektedirler.
Yukarıda geçen âyet-i kerîmede belirtildiği
gibi, Kur'an-ı Kerim manevi hastalıkların yanı sıra maddi hastalıkların da
şifasıdır. Bizzat Hz. Rasul-i Ekrem s.a.v. maddi hastalıkların tedavisinde
Kur'an ile rukyede bulunmuş, Ashab-ı Güzin'i de bu hususta teşvik etmi ştir.
Hatta Kur'an'dan şifa aramamayı eksiklik kabul ederek: “Kim Kur'an'la şifa
talep etmezse Allah ona şifa vermez” buyurmuştur.
O halde müminler tıbbî tedaviyi terk etmemek kaydıyla
hastalık ve şifa kudret elinde olan Allah Tealâ'ya Kur'an ile iltica
etmelidirler.
Allah Rasulü (s.a.v.)'in haber verdiği üzere,
fitnelerin karanlık geceler gibi dört bir tarafı sardığı, kişinin mümin olarak
sabahlayıp kâfir olarak akşamladığı bu dehşetli devirde kalplerden imansızlık
zulmetini silen, günah lekelerini temizleyen Kur'an-ı Kerim'e ne kadar da çok
ihtiyacımız var.
Kur'an-ı Kerim, manası bilinmeden okunsa bile,
mücerred lafzı imanlı sineleri haşyetle titretmeye, gözleri yaşla doldurmaya,
derunî bir zevkle içleri ferahlatmaya ve Allah muhabbetiyle latifeleri yakıp
kavurmaya yetmektedir. Böylece gönül dünyası nurlanan insan, karanlıklar içinde
yarasalara arkadaşlık etmekten kurtulmaktadır. [10]
Günahları en çok eriten, müminin makamını yükselten
amellerin başında Kur'an-ı Kerim tilaveti gelmektedir. Hadîs-i şerifte
buyurulur ki:
“Kur'an-ı Kerim'den tek bir harf okuyana bile
bir sevap vardır. Her hasene on misliyle (kayda geçer).” (Tirmizî)
Fakat alimlerin belirttiği üzere, Cuma akşamları
gibi mübarek gün ve gecelerde okunan Kur'an'ın sevabı daha da fazladır. Üç
aylarda ise katlanarak artmaktadır. Mesela: Recep ayında yüz, Şaban ayında
üçyüz , Ramazan-ı Şerif'te bin, bu ayın Cuma gecelerinde binlercedir. Kadir
gecesinde ise, Kur'an-ı Kerim'in her bir harfi için otuzbin hasene vardır. Hz.
Ali r.a. da nafile namazın kıyamında okunan Kur'an'ın her harfine yüz sevap
verileceğini belirtmektedir. (Gazalî, İhya)
Amr b. Âs r.a. Hazretleri'nden rivayet
edildiğine göre, kişiye ezberlediği her ayet için cennette bir derece verilir.
Ebu Davud, Tirmizî ve İbn-i Mace'nin rivayet ettiği diğer bir hadis-i şerifte
de şöyle buyrulmaktadır :
“Kur'an'ı okuyup ona sahip çıkan kimseye
ahirette denir ki: Oku ve (cennetin derecelerine) yüksel. Dünyada nasıl ağır
ağır okuyor idiysen öyle oku. Zira senin makamın okuduğun en son ayetin
seviyesindedir.”
Burada “Okuduğun âyet sayısınca yüksel”
denildiğine göre, Kur'an-ı Kerim'i tamamıyla okuyup hatmeden, ahirette en
yüksek dereceyi ihraz eder. Bir parça okuyan da okuduğu ayetin sayısına uygun
bir mertebeye kadar yükselir ve orada kalır. Şu halde sevabın en yüce
mertebesi, hatm-i şerifle elde edilir.
Dünyada bin kere okunduktan sonra binbirinci
kere okunmaya iştiyak duyulan Kur'an'dan başka bir kitap yoktur.
Bir sahabi, “Ey Allah'ın Rasulü, Allah'a hangi
amel daha sevimlidir?” diye sordu. Rasulüllah (s.a.v.), “Yolculuğu bitirince
tekrar yola başlayan” cevabını verdi. Sahabi “Yolculuğu bitirip tekrar başlamak
nedir?” diye sorunca şu cevabı verdi: “Kur'an'ı sonuna kadar okur, bitirdikçe
yeniden başlar.” (Tirmizî)
O yüzden günlük olarak Kur'an okuyan ve ondan
bazı sureleri ezberleyen kimsenin günahları dökülmekte, sevapları çoğalmakta ve
makamı yükselmektedir. Günde bir cüz Kur'an okuyan şahsın milyonlarca günahı
bağışlanabilir. Ya da bir o kadar sevap kazanabilir. Özellikle de lâtifeleri
harekete gelen zikir ehlinin Arş-ı Alâ'ya doğru çıktığı ulvi yolculuğunda
Kur'an tilâvetinin çok faydası vardır. Süratle mesafe kat etmesine yardımcı
olur. Her ikisi de zikir olan vird ve Kur'an tilâveti birlikte yürütülmelidir.
Hz. Rasulullah s.a.v.'in ve bütün Sâdât-ı Kiram'ın yolu budur.
Taberanî'nin naklettiği bir hadis-i şerifte:
“Allah katında Kur'an'dan daha üstün şefaatçi yoktur. Ne peygamber, ne melek,
ve ne de başkaları” buyrulmaktadır. Diğer bir hadîs-i Şerifte de zikir ve
duaların çıkardığı sesler şöyle tasvir edilir:
“Arş-ı Azam'ın etrafında daima arı sesi gibi
sesler duyulur. Sizin tesbih, tehlil, tekbir ve tahmidleriniz, vızıltılar
halinde Allah'ın Arşı'nın etrafında tıpkı oğul veren arı şeklinde vızıltılar
çıkartır. Ve bunların tek dilekleri de sahiplerinin affedilmesidir. Rabbiniz'in
yanında böyle şefaatçilerinizin bulunmasını istemez misiniz?” (Ahmed b. Hanbel)
Başka bir hadis-i şerifte de sırf Allah rızası
için Kur'an okuyanların kıyamet günü siyah miskten bir tepe üzerinde
oturacaklarını, onlar için korku ve hesap münakaşası olmayacağı
belirtilmektedir.
Güzel sesiyle tanınan Ensar'dan Üseyd ibnu
Hudayr r.a. geceleyin hurma harmanında iken Bakara Suresi'ni okuyordu. Hemen
yakınında da atı bağlı idi. Birden bire atı şahlandı. Bunun üzerine okumayı
bıraktı. At da sakinleşti. Üseyd her okumaya başlayışında at şahlanıyordu. Oğlu
Yahya ata yakındı. Ona bir zarar vermesin diye uzaklaştırmak için yanına gitti.
Bir ara başını göğe kaldırınca bir de ne görsün! Gökte şemsiye gibi bir şey ve
içerisinde kandilimsi nesneler var.
Sabah olunca koşup gördüklerini Rasulullah
(s.a.v.) Efendimiz'e anlattı. Hz. Peygamber (s.a.v.), “O gördüklerin neydi
biliyor musun?” diye sordu. Hayır, cevabı üzerine şöyle buyurdu:
“Onlar meleklerdi. Senin sesine gelmişlerdi.
Sen okumaya devam etseydin, seni sabaha kadar dinleyeceklerdi. Öyle ki,
sabahleyin herkes onları seyredebilecekti. Çünkü gizlenmeyeceklerdi.” (Buharî)
Ebu Hüreyre (r.a.)'dan rivayet edildiğine
göre: “Hangi evde Kur'an-ı Kerim okunursa, orada bolluk bereket çoğalır,
şeytanlar uzaklaşır ve melekler oraya hücum eder. Hangi evde Kur'an okunmazsa,
o evde darlık, sıkıntı, huzursuzluk baş gösterir. Rahmet melekleri oradan uzaklaşır
ve şeytanlar orayı istila eder.” (Gazalî, İhyâ)
Kur'an-ı Kerim'den okunan muhtelif sureler,
muhtelif şekillerde temessül edebilir. Bir hadis-i şerifte Bakara ve Âl-i İmran
Surelerini okumak tavsiye edilmiş ve şöyle buyurulmuştur :
“Onlar sanki iki bulut veya aralarında nur ve
aydınlık olan iki siyah gölgelik veya sahiplerini savunma vaziyeti almış saflar
halinde iki kuş sürüsü gibidirler.” (Müslim, Tirmizî, Darimî)
Bu sureler iki bulut ve gölgelik, ya da kuş
sürüsü şeklinde temessül ederek mümini korumaktadırlar. Kur'an'ın kıyamet günü
insan şeklinde geleceğini rivayet eden hadisler de vardır.
Dünyada iken de surelerin muhtelif şekillerde
temessül etmesiyle alakalı bazı kerametlerin vuku bulduğuna dair haberlere
rastlanmaktadır. Muhyiddin-i Arabî (k.s.) Hazretleri çocukken hastalanmış ve
rüyada Yasin Suresi'ni güzel kokulu ve kuvvetli bir adam şeklinde görmüştü.
Kendisini koruyordu. “Sen kimsin?” diye sorduğunda: “Ben Yasin Suresiyim. Seni
koruyorum” demişti. Kendine geldiğinde, babasının başında ağlayarak Yasin
Suresi'ni okuyup bitirdiğini anlamıştı.
Yine İbnü'l-Arabî Hazretleri'nin anlattığına
göre, evliyaullah'tan Fatıma isminde ihtiyar bir kadın vardı. Bu kadın Fatiha
Suresi'ni okudu ve bu sureden zavallı, kimsesiz bir kadının uzak beldede bulunan
kocasını getirmesini rica etti. Çok geçmeden Allah'ın izniyle adam geldi.
Kur'an-ı Kerim'i güzel ve hüzünlü bir sesle
okuyup kalbiyle ya da gözüyle ağlamak müstehaptır . Bu kalbin huşuunu artırır.
Ayet-i kerimede: “Ağlayarak yüzüstü yere kapanırlar. (Kur'an okumak) onların
huşularını artırır” (İsra, 109) buyrulmaktadır. Hadis-i Şerifte ise: “Kur'an
okurken ağlayın, eğer ağlayamazsanız ağlar gibi yapın” (İbn-i Mace)
buyrulmaktadır.
Netice itibariyle Kur'an'ın girmediği kalp
mezardan karanlık ve ruhsuz, onsuz duygular bataklık, düşünceler zehir, hayat
derbeder, mantık sefil, haller perişan. Kısacası onsuz hayat hayat değil.
Dünyanın mevcudiyeti ona bağlı. Çünkü Kur'an dünyanın aklı hükmünde.
Evet, yeryüzünde Kitabullah okunmaz hale
gelir, Kur'anî değerler ortadan kalkarsa, dünyanın aklı gider, deli divane
olur. Sonunda akılsız başıyla çırpına çırpına kıyametine yuvarlanır. [11]
Kur’an
Şifadır
Rüstem Halife el-Bursevî'yi (k.s)
sevenlerinden birisi şunu anlattı:
Bir ara gözlerimden rahatsız oldum ve yaptığım
tedavilerden bir fayda görmedim. Bunun üzerine, durumu şeyhe (Bursevi'ye) arz
ettim. Kendisi bana söyledi:
-
Benim de bir zaman gözlerim ağrıdı ve kullandığım
ilaçlar bir işe yaramadı. Bir gün bir gençle karşılaştım. Bana:
-
Gözlerinin iyileşmesi için, müekked sünnetlerde
Kur'an'ın son iki suresini oku, dedi. Ben buna devam ettim ve gözlerim düzeldi.
-
O genç kimdi? diye sordum.
-
O meşhur bir zattır, dedi. Bu cevaptan, onun Hızır
aleyhi's-selâm olduğunu anladım. Şeyhin sözüne uyarak ben de o süreleri okumaya
başladım ve Allah bana da şifa verdi. [12]
Bugün Kur’an ahlakını gerçek manada kâmil
mürşitlerde görmek mümkündür. Allah dostluğunu anlamak ve dinin hayata nasıl
uygulandığını görmek isteyenler salih-kamil insanlara bakmalı ve kendilerini
örnek almalıdır. Dini anlamın ve yaşamanın en kolay yolu budur. [13]
Arifler,
gece gündüz Kur’an’la amel ediyorlar. Bunun yanında Allah’ın kelamına hiç
bakmadan geçen günü günden saymıyorlar. Bir hastalık veya yolculuk hariç, günde
en az bir cüz Kur’an okuyorlar. Buna ömürleri boyu devam ediyorlar. Onların
talebelerine düşen, mürşidlerinin bu halinden ibret almaktır. [14]
Allah
dostları farz, vacip ve nâfile ibadetlerde büyük bir ciddiyetle Rasulullah
Efendimiz'e (s.a.v) tâbi olmuşlar, söz ve davranışlarında O'na uymanın
bereketiyle, ilim, hayâ, af, müsâhama, şefkat, merhamet, güzel geçim, nasihat,
tevazu gibi Efendimiz'in yüksek ahlâklarıyla şereflenmişlerdir.
Ayrıca
Efendimiz'in haşyet, sekînet, heybet, tazim, rıza, sabır, zühd, tevekkül gibi
hallerinden de nasiplerini alıp Allah Rasûlüne (s.a.v) tam manasıyla uyarak,
sünnetini en güzel şekilde ihyâ etmişlerdir.
Velilerden
Abdülvâhid b. Zeyd'e, "Size göre sûfî kimdir?" diye sorulunca, Hazret
şu cevabı vermiştir:
"Akıllarıyla
sünneti tam anlamaya gayret eden, kalpleriyle ona bağlanan ve nefislerinin
şerrinden de devamlı Cenabı Hakk'a sığınan kimseler, gerçek sufilerdir."
İşte sufinin
tam tarifi ve kâmil mürşidin gerçek hâli budur.
Onlar ne
kadar güzel amel etseler, kendilerine güven gelmez. Çünkü takva yolunda acziyet
esastır. Bu yolun imamı Hz. Rasulullah Efendimiz'in (s.a.v) şu duası bu edebin
esasıdır.
"Allah'ım!
Beni, bir göz yumup açma zamanı kadar da olsa, nefsimin eline bırakma! Beni,
küçük bir çocuğun anne-babası tarafından korundu-ğu gibi himayet et!" [15]
Büyük arif
Ebû Hafs el-Haddâd (k.s) (264/878) hak yolunda ilimsiz bir yere
varılamayacağını ve cahile uyulamayacağını şu veciz ifadeyle dile getirir:
"Biz
işlerini, sözlerini ve hallerini Kur'an ve sünnet terâzisinde ölçmeyen kimseyi,
Allah yolunun erlerinden saymayız!" [16]
Velilerin
sultanı Cüneyd el-Bağdâdî (k.s) (297/909), bu konuda şu temel prensibi ortaya
koyar:
"Bizim
yolumuz Kur'an ve sünnete bağlı ve her şeyi ile onlarla kuşatılmıştır. Mânevî
terbiyesinden önce gerektiği kadar Kur'an'ı ezberlemeyen ve lazım olan sünneti
yazıp öğrenmeyen kimseye bu yolda tâbi olunmaz." [17]
Büyük arif
Ebû Abdurrahman es-Sülemî (k.s) (412/1021) bu konuda şu önemli tespiti yapıyor:
"Allah
Teâlâ'nın hükümlerini ve Rasulullah'ın (s.a.v) sünnetlerini bilmeyen cahil
kimseye sûfî denmez. Zâhirî hükümleri güzel yapamayan kimseler, mânevî temizlik
ve terbiyede muvaffak olamazlar. İlmi sağlam, hâli güzel ve kâmil olmayanlara
ilâhî sırlar emânet edilmez." [18] [19]
Allah Teâlâ buyurmuştur ki: "Sonra biz,
Kur'an'ı, kullarımızdan seçtiklerimize miras kılmaya hüküm verdik. Onlardan
kimi (Kur'an'la amelde kusur etmekle) nefislerine zülmedicidir. Kimi kötülük ve
iyiliği müsâvî gidendir. Kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda ileri geçendir.
İşte bu Kur'an'a vâris olmak, büyük bir ihsandır.“ [20]
Bu âyet-i kerimede geçen zâlim (nefsine
zülmeden), muktasıd (orta halli giden), sâbık (hayırlarda öne geçen) ifâdeleri
için şu yorumlar yapılmıştır:
"Zâlim; zâhid, muktesıd; ârif, sâbık da;
Allah Teâlâ'yı sevendir."
"Zâlim, bela gelince feryat eden;
muktesıd, belâ anında sabreden; sâbık ise belâ ile lezzet bulan kimsedir."
Başka bir yorum:
"Zâlim, (Allah'a) gaflet ve âdet üzere
ibadet eder. Muktesıd, rağbet ve korkuyla ibadet eder. Sâbık ise, heybet ve
minnet duygusu içinde ibâdet eder."
Diğer bir yorum:
"Zâlim; Allah Teâlâ'yı diliyle, muktesıd;
kalbiyle zikreder. Sâbık ise; Rabbini hiç unutmaz."
Ahmed b. Âsım el-Antâkî (rah.) demiştir ki:
"Zâlim, lâf sâhibi; muktesıd, iş sâhibi;
sâbık ise hâl sâhibidir."
Bütün bu söz ve ta'rifler sûfînin,
mutasavvıfın ve müteşebbihin hâliyle yakın bir alaka içindedir. Sonuçta hepsi
de felah ve kurtuluş ehlidir. Her biri (âyetin beyânıyla) seçilmiş kulların
dâiresine girip, ilâhî ihsan ve müjdeye mazhar kılınmaları sebebiyle aralarında
ortak bir bağ oluşmaktadır. [21]
Kâmil mürşidin en büyük alameti Kur’an ve
sünnet ahlakı üzere yaşamasıdır. Havada uçmak, suda yürümek, ateşi yutmak, bir
anda dünyanın öbür ucuna gidip gelmek gibi şeyler, veli olmak için şart ve
lazım değildir. Allah’ın izniyle bunlar mümkün şeylerdir, fakat bu tür şeyler
velide bulunmadığı zaman, o bir noksanlık değildir. [22]
Onlardaki ilâhî heybeti, Rabbânî edebi,
üzerlerindeki huşu ve hayâyı, sekinet ve takvayı gören sadık müminler Allah
Teâlâ'yı hatırlar. Velilerin kalplerinde yerleşen zikir nuru, gözlerinden dışa
yansır. Bu nurlu nazarlarıyla teveccüh ettikleri kimsede ilâhî bir aşk ve
anlayış oluşur. Rasu-lullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurur:
"Sizin en hayırlılarınız, görüldüklerinde
Allah'ı hatırlatan kimselerdir” [23]
"İnsanların bazıları zikrullahın
anahtarıdır. Görüldüklerinde Allah'ı hatırlatırlar."[24]
Hz. Peygamber'e (s.a.v), 'Ey Allah'ın Resulü!
Allah'ın velileri kimlerdir?"diye sorulduğunda şu cevabı vermiştir:
"Görüldüklerinde Allah'ı hatırlatan
kimselerdir”[25]
"Allah Teâlâ buyurur ki: Şüphesiz
kullarım içinde benim velilerim ve halk içinden seçtiğim dostlarım öyle
kimselerdir ki, zatım zikredilince onlar hatırlanır; onlar hatırlanınca da ben
zikrolunurum." [26]
"Sizin hayırlılarınız, görülmesi size
Allah'ı hatırlatan, konuşması ilminize bereket katan ve ameli âhirete
rağbetinizi artıran kimselerdir." [27] [28]
Kur’an Sünnete Uymanın Önemi
Babam
(Gavs-ı Sâni hazretleri) şöyle anlattı:
“Ben
bu göreve gelince, bir rüya gördüm. Rüyamda, başımın üzerinde bir taht
yapılıyordu. Tahtı yapanlara, ‘Bunu kim için yapıyorsunuz?’ diye sordum. ‘Hz.
Resûlullah (s.a.v) için yapıyoruz, o gelip oturacak’ dediler. Ben, ‘Ne kadar
oturacak?’ diye sordum. Bana, ‘Bu kapıda sünnet-i seniyyeye uyulduğu sürece,
Hz. Peygamber orada oturacak’ denildi. Biz de bütün gücümüzle sünnet-i
seniyyeye uyarak Resûlullah Efendimiz’in (s.a.v) devamlı başımız üstünde
oturmasına çalışacağız inşallah.”
Bu
mânevî emanet bu kapıda Kur’an, Sünnet ve âdapla kalacaktır. Bunun için hep
Kur’an’a, Sünnet’e ve yolumuzun âdâbına sarılmamız gereklidir. Bugüne kadar
böyle gelmiştir. İnşallah bundan sonra da böyle devam edecektir. [29]
Seyda
hazretleri (rah.) vefat ettiği zaman, babam (Gavs-ı Sâni hazretleri) bütün
halifeleri çağırdı, hiçbir tarihte bu yapılmamış. Onlara şöyle dedi:
“Ben
size irşad izni veriyorum, gidin ümmet-i Muhammed’i irşad edin. Seyda
hazretlerinin sizin üzerinde çok emeği var, size çok emek vermiştir. Gidin
ümmet-i Muhammed’in hidayetine vesile olun, sizden tek ricam Kur’an, Sünnet ve
âdaptan ayrılmayın. Bir de size gelen sûfîlere söyleyin, Menzil’e bizim
ziyaretimize gelmesinler, bizden size gelenlere de, ‘Bizim ziyaretimize
gelmeyin, Menzil’e gidin!’ diye söyleyin.”
Mürşid
hayatta iken irşad yapılmaz, mürşid vefat ettikten sonra ailesinden irşada
devam eden varsa o izin verirse yapılıyor, yoksa yapılmıyor. Bu konuda âdab
böyledir. [30] [31]
Naklederler
ki, Ebû Bekir Verrâk (k.s) ömür boyu Hızır’la görüşmeyi arzular, her gün
kabristana gider gelir, gidip gelirken bir cüz Kur’an okurdu. Bir gün yine bu
maksatla evinden çıkarken nurani yüzlü bir ihtiyar Çıka geldi, selam verdi.
Verrak, selamı aldı. Pir,
-
Benimle sohbet etmek ister misin? dedi. Verrak,
-
İsterim, deyince, pir mezarlığa gitmek üzere onunla beraber yola revan oldu.
Yolda onunla konuşup sohbet ettiler. Aynı şekilde, evin kapısına gelinceye
kadar yine konuştular. İhtiyar, ondan ayrılmak istediği vakit, dedi ki:
-
Ömür boyu görmek istediğin Hızır benim! Bugün benimle sohbet ettin ama bir cüz
Kur’an okumaktan da mahrum kaldın. Bir yer ki, Hızır’la sohbet etmenin sonucu budur,
diğerleriyle sohbet etmenin neticesi ne olur? Bilesin ki, uzlet, tecrid ve
yalnızlık bütün işlerden üstün ve şereflidir! [32] [33]
Kur’an-ı öğrenmeli ve çocuklarımızın da
öğrenmesi için çaba sarfetmeleyiz: Peygamberimiz (s.a.s): “Kur’an-ı Kerim’i
öğreniniz, muhakkak o kıyamet günü ehline en güzel şefaatçıdır” (Müslim,
Misafirin, 253) “Evladına Kur’an öğretene kıyamet günü cennette taç
giydirilir.” (Ebu Davud, Salat, 349) buyurmaktadır. [34]
Allahu
Tealâ’yı seviyorsak, O’nun dostlarına hitabı ve selamı olan Yüce Kur’an’ı
okumalıyız. Sevgilisinden gelen bir mektubu açıp okumayan veya birisine okutup
içindeki meramı anlamayan, ondaki kelamdan ve selamdan hiç bir zevk almayan
kimsenin sevgisi ne kadar samimidir?!..
Niçin Kur’an Okumalıyız?
*
İlk ayeti “Oku!” emriyle başladığı ve okumadan anlaşılmadığı için Yüce Kur’an’ı
okumalıyız.
*
Kendisini okuyacak dil, hikmetini düşünecek akıl, haberlerinden ibret alacak
kalp ve hükümleriyle amel edecek vücut bize verildiği için Yüce Kur’an’ı
okumalıyız.
*
Hz. Peygamber’in (s.a.v.): “Ey Rabbim! Kavmim bu Kur’an’ı büsbütün terkettiler”
(Furkan/30) şeklinde şikayetinden ve dünyada Kur’an’sız, ahirette imansız kalma
felaketinden kurtulmak için Yüce Kur’an’ı okumalıyız.
*
“Sizin en hayırlınız, Kur’an-ı Hakimi öğrenen ve öğretendir.” (Buharî, Ebu
Dâvud) hadisindeki şerefe ulaşmak için Yüce Kur’an’ı okumalıyız.
*
“Kalbinde Kur’an’dan bir şey bulunmayan kimse harap ev gibidir.” (Tirmizî,
Dârimi) hadisinin tehdidinden kurtulmak, kalbimizi, evimizi, beldemizi ve iş
yerimizi mamur etmek için Yüce Kur’an’ı okumalıyız.
*
“Kur’an’ı güzel okuyan kimse, vahiy getiren şerefli ve itaatkar meleklerle
beraberdir.” (Buharî, Müslim) hadisinin müjdelediği gibi, meleklerle dost ve
arkadaş olmak için Yüce Kur’an’ı okumalıyız.
*
Kur’an okumasını yeni öğreniyor ve okumada zorlanıyorsak, bunun zahmeti gibi
rahmetinin de çok olduğunu bilerek Kur’an’ı okumalıyız. Rasulullah (A.S.)
Efendimizin: “Kur’an’ı okumak için gayret eden ve ancak kekeleyerek zorlukla
okuyan kimseye iki kat sevap vardır.” (Buharî, Müslim) müjdesinden cesaret
alarak, zorlansak da, darlansak da Yüce Kur’an’ı okumalıyız.
*
Bütün hayatını Yüce Kur’an’ı tebliğ ve talimle geçiren Rahmet Peygamberimizin
(A.S.): “Kur’an’ı okumak ve onu hafızada tutmak için onunla çok meşgul olun.
Vallahi öğrenilen Kur’an’ın unutulması, bağından boşanan bir devenin
kaçmasından daha süratlidir.” (Buharî, Müslim) uyarısını dikkate alıp, her gün
az da olsa Yüce Kur’an’ı okumalıyız. Hiç değilse: “Kim bir gecede on ayet
okursa, gafil kimselerden yazılmaz.” (Hakim) hadisiyle amel etmeliyiz. Yoksa
alnımıza gafil damgası vurulabilir.
*
Yüce Mevlamızın muradını anlamak için Hz. Kur’an’dan ve onu tefsir eden şerefli
sünnetten başka bir yolumuz yoktur. Kur’an’ı yaşamak için yaratılmış bir
müslüman olarak Yüce Kur’an’ı okumalıyız. Hükümlerini alimlerden öğrensek de,
mübarek lafızlarını biz okumalıyız.
Kim
Allahu Tealâ ile sohbet etmek isterse Kur’an okumalıdır. Bu sohbet için günde
uygun bir vaktini ayırmalıdır. Hiç değilse bunu namazda yapmalıdır.
Eğer
bir günlük gazeteye göz atmak için ayırdığımız zaman kadar Yüce Kur’an’ı
okumaya veya televizyondaki bir eğlence programı kadar Allah’ın kelamını
dinlemeye vakit ayıramıyorsak, kalbimizde ciddi bir manevi hastalığın var
olduğunu kabul edelim. Buna gaflet ve kalp katılığı denir ki, ilacını bulmaktan
çok, içmesi zordur.
Her
mümin, Allahu Tealâ’ya sevilmek istediği kadar Kur’an-ı Hakim okumalıdır.
Efendimiz (A.S.):
“Siz
Kur’an’la Allah ’a
yaklaştığınız gibi, hiç bir şeyle O’na yaklaşamazsınız.” buyurmuştur. (Tirmizî)
Şimdi,
erkek-kadın, köylü-şehirli, amir-memur, genç-ihtiyar, her müminin günlük olarak
yüzünden veya ezberinden okuyabileceği bazı sureleri ve ayetleri zikredeceğiz.
Rasûlullah
(A.S.) Efendimiz, bir defasında ashab-ı kirama hitaben: “Sizden biriniz, bir gecede
Kur’an’ın üçte birini okumaktan aciz midir?” buyurdular. Bu onlara zor geldi
ve:
“Buna
hangimizin gücü yeter ki ya Rasulallah! dediler. Bunun üzerine Efendimiz:
“Kul
hüvellahu ahad suresi, Kur’an’ın üçte birine denktir.” buyurdular. (Buharî,
Tirmizî). Buna göre, kim ihlas suresini üç defa okursa, bütün Kur’an’ı
hatmetmiş gibi olur. Hiç değilse, günde Kur’an-ı Hakim’den bu kadarını
okumalıdır.
Rahmet
Peygamberimizin haber verdiği başka müjde ve kolaylıklar:
“Kim
geceleyin Bakara suresinin son iki ayetini (Amenerrasûlü’yü) okursa, bu ona
yeter.” (Buharî, Müslim, Tirmizî) “Allah bu iki ayeti bana Arşın altındaki
hazineden vermiştir. Onları öğrenin, kadınlarınıza ve çocuklarınıza da öğretip
ezberletin. Çünkü bunlar hem salattır, hem duadır, hem Kur’an’dır.” (Darimî,
Ahmed)
“İçinde
Âyete’l-Kürsî okunan eve şeytan girmez. Girmişse, okununca çıkar, kaçar.”
(Hâkim, İbnu Hıbban)
“Kur’an’ın
kalbi Yasin’dir. Kim onu Allah’ın rızasını ve ahireti isteyerek okursa,
muhakkak günahları affedilir.” (Hakim, Ebû Dâvud)
“Her
müminin kalbinde ‘Tebarekellezî bi yedihil mülk’ suresinin bulunmasını ne kadar
arzu ediyorum.” (Hâkim)
“Mülk
suresi (Tebareke), kabir azabına manidir. O kurtarıcıdır Onu her gece okuyanı
kabir azabından kurtarır.” (Hâkim, Tirmizî)
İnsan
ve cin şeytanlarının şerrinden muhafaza için İhlas, Felâk ve Nâs surelerini
sabah akşam üçer defa okumalıdır. Bunlar vird zikri gibi düşünülmemelidir. Üç
sayısını Efendimiz (s.a.v.) verdiği için onları okumak, o vakitle ilgili bir
sünnettir. Herkes amel edebilir.
Yukarıda
zikrettiğimiz sure ve ayetler, otururken, yürürken, işin başında çalışırken
okunabilecek şeylerdir. Abdestli olarak, edebine dikkat ederek okunmaları en
güzelidir. Ancak, cünup ve hayız olmadıktan sonra, ezberden abdestsiz bile
okunabilir. Hiç okumamaktan iyidir.
Her
müminin, günlük olarak az da okusa devam ettiği bir hatmi bulunmalıdır. Kur’an
ve hatim okumayı sadece Ramazan ayına tahsis etmek doğru değildir.
Yaşı
ne olursa olsun, aklı başında her mümin, yirmi günlük bir çalışma ile Kur’an-ı
Hakim’i yüzünden okumasını öğrenebilir. Kur’an-ı Hakim’i bir beze sarıp duvara
asmak, kendimizi darağacına asmaktan farksızdır.
Hz.
Osman (r.a.) demiştir ki: “Benim için en kötü ve en uğursuz gün, içinde
Kur’an-ı Hakim’e hiç bakmadığım gündür.”
Erkek-kadın
her müslümana sesleniyorum: Allah rızası için Yüce Kur’an’ı öğrenelim. Bunun
için azıcık sevgi ve gayret yeterlidir. [35]
Müslüman için Kur’an-ı
Kerim asla ihmal edilemeyecek kadar önemlidir, mücellâ dinimizin temelidir.
Öncelikle ibadetlerimiz Kur’an’sız olmaz. Kur’an-ı Kerim’i öğrenmeliyiz ki
namazlarımızda kıraatimiz doğru olsun, namazlarımız Rabbimiz indinde kabul
buyurulsun. Çünkü kıraat namazın farzlarındandır.
Sonra Kur’an-ı Kerim
rehberimizdir. Fahr-i Kainat Efendimiz (s.a.v.) buyurmuştur ki:
“Size iki şey bıraktım,
bunlara sarılırsanız sapmazsınız. Bunlar Allah’ın kitabı ve benim sünnetimdir.”
(Buhârî)
Ayrıca Kur’an-ı Kerim
okumak büyük mükafat vesilesidir. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim hatmi ilk Sahabe-i
Kiram efendilerimizden bu yana müminlerin çok önem verdiği, alışkanlık haline
getirdiği hususlar arasında yer almıştır. Büyüklerimizden Abdurrahman Tâhî k.s.
hazretleri evlerde sesli Kur’an okumanın zulmeti kardıracağını buyurmuştur.
Müberra kitabımız
Kur’an-ı Kerim’i okumaya, öğrenmeye, ezberlemeye ve öğretmeye açılan her kapıda
hayır vardır. Nitekim Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. buyurmuştur:
“Kim Kur’an-ı Kerim’den
bir harf okursa, onun için bir iyilik sevabı vardır. Her bir iyiliğin karşılığı
on sevaptır. Ben, ‘elif lâm mîm’ bir harftir demiyorum. Elif bir harftir, lâm
bir harftir, mim de bir harftir.” (Tirmizî)
Yine buyurmuştur:
“Kim Kur’an’ı okur,
ezberler, helal kıldığı şeyi helal kabul eder, haram kıldığı şeyi de haram
kabul ederse, Allah bu sayede onu cennetine koyar. O kişi de kendi ailesinden
cehennemi hak eden on kişiye şefaat eder.” (Tirmizî)
Sahabe’den Ebu Ümame
el-Bâhilî r.a. şöyle der:
“Kur’an’ı okuyunuz.
Sakın bu duvarlarda asılı bulunan mushaflar sizi aldatmasın. Çünkü Kur’an’a kap
olan bir kalbi Cenab-ı Hak azaba uğratmaz.”
Ebu Hüreyre r.a. da
şöyle buyurmuştur:
“Herhangi bir evde
Kur’an okunursa, şüphesiz o ev aile efradı için genişler, hayrı çoğalır, oraya
melekler dolar ve şeytanlar kaçar. Kur’an okunmayan ev, aile efradı üzerine
daralır, hayrı azalır, melekler oradan çıkıp şeytanlar dolar.”
Evliyanın büyüklerinden
Süfyân-ı Sevrî k.s. şöyle müjdemiştir:
“Kişi Kur’an okuduğu
zaman, melek onun gözlerinin ortasından öper.”
Tabiîn’in büyüklerinden
Hasan Basrî k.s. hazretleri de şöyle demiştir:
“Allah’a yemin ederim,
Kur’an’dan daha üstün bir zenginlik olmadığı gibi, ondan mahrum olmaktan da
daha büyük fakirlik yoktur.”
Kur’an-ı Kerim eğitimi
ülkemizde eskiden beri yaz aylarında yoğunluk ve yaygınlık kazanıyor. Kurslar
açılıyor, camilerde eğitim veriliyor. Bunları bir fırsat bilip çocuklarımızı bu
kurslara yönlendirmeliyiz. Bu hayırlı kapıdan, hidayet menbaından çocuklarımızı
mahrum etmemeliyiz.
Çocuklarımıza rehberlik
edecek bizleriz. Öyleyse hak ve hakikati tanımada onlara imkan ve fırsat
sağlamalıyız. Başta kendimiz uygulayarak onları hayırlı amellere
yönlendirmeliyiz. Ancak bu şekilde hem kendimizi hem de onları dünya ve ahiret
ateşinden koruyabiliriz. Bir hadis-i şerifte de Efendimiz şöyle müjdeler:
“Sizin en
hayırlılarınız, Kur’an’ı öğrenen ve öğreteninizdir.” (Buhârî)
Kur’an-ı Kerim ahiret
zenginliğinin vesilesidir. Öyleyse bu vesileye yapışmamız gerekiyor. Bilmeyen
mutlaka öğrenmeli, öğrenen öğretmeli veyahut öğretenleri desteklemelidir. Yaz
aylarını fırsat bilip çocuklarımızı Kur’an’a yönlendirmeliyiz.(10)
Kur'an Okuyanın
Arıne Babasına da Mağfiret Edilir
Ebû Ümâme Bâhilî [radıyallahu anh] şöyle
anlatmıştır: Resûlullah [sallallahu aleyhi vesellem] bizlerin, Kur'ân-ı Kerîm
öğrenmemiz hususunda çok teşviklerde bulunmuştu. Daha sonra bize Kur'an
okumanın ve ezberlemenin faziletinden bahsederek şöyle dedi:
"Kur'ân-ı Kerîm, kendisini okuyan ve
ezberleyen kişinin yanına, onun en muhtaç ve sıkıntılı olduğu bir zamanda
gelir. Onun karşısına, en güzel bir sûrette çıkar ve,
- Beni tanıdın mı? diye sorar. Adam,
- Sen kimsin? diye karşılık verir.
- Ben, dünyadayken sevdiğin, hürmet
gösterdiğin, benim için gecelerini uykusuz geçirdiğin, gündüzleri de benimle
ihya etmeyi âdet edindiğin şeyım, der. Bunun üzerine adam,
- O zaman Kur'ân-ı Kerîm'sin! der.
Daha sonra Kur'ân-ı Kerîm o adamı Allah'ın
huzuruna götürür. Sağ tarafına cennetin bütün mülkü, sol tarafına da ebediyet
konulur. Ardından başına bir saltanat tacı takılır. Müslüman olan arıne ve
babasına da, dünyada giydiklerinin kat kat daha güzellerinden cennet elbiseleri
giydirilir. Bunun üzerine arıne babası,
- Bunlar nereden geldi? Bizim amellerımiz
bunları elde edecek kadar çok değildi?! derler. Bunun üzerine onlara,
- Bunları size, evlâdınızın okuduğu Kur'ân-ı
Kerîm'in hürmetine verdim, denir. [36]
Kur'an Okuyan ve Okumayan
Müminin Misali
Katâde'nin
[rahmetullahi aleyh] Enes b. Mâlik'ten [radıyallahu anh], onun da Ebû Musa
el-Eş'arî'den [radıyallahu anh] rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resûlullah
[sallallahu aleyhi vesellem] buyurmuştur ki:
"Kur'an
okuyan müminin misali turunç gibidir. O turuncun tadı da güzeldir kokusu da.
Kur'an okumayan müminin misali hurmaya benzer. Hurmanın tadı vardır ancak
kokusu yoktur. Kur'an okuyan fâc'ır (günahkârın) misali ise reyhana benzer;
onun kokusu hoştur ancak tadı acıdır. Kur'an okumayan fâcirin misali ise Ebû
Cehil karpuzuna benzer ki, onun ne kokusu vardır ne de tadı." [37]
Ukbe
b. Âmir'den [radıyallahu anh] rivayet edildiğine göre, Resûl-i Zîşan
[sallallahu aleyhi vesellem] Efendimiz şöyle buyurmaktadır: "Kur'an'ı
gizliden (hafif alçak bir sesle) okuyan kimse, sadakasını gizliden veren kimse
gibidir. Kur'an'ı açıktan okuyan (yüksek sesle) kimse ise, sadakasını açıktan
açığa veren kimse gibidir." [38]
Yani, Kur'an'ı açıktan okumak güzel ise de, onu ancak kendi duyacağın bir sesle
okumak en faziletli olanıdır. [39]
Kur'an Rehberdir
Fakih
Ebü'l-Leys Semerkandî (r.ah.) der ki: Senedleriyle Abdullah b. Mesud'dan (r.a.)
bize kadar ulaşan bir rivayette, Resûl-i Ekrem (s.a.v.) demiştir ki:
"Kur'an
(okuyan kimse için) Allah'tan şefaat ister ve onun şefaati kabul edilir.
Kur'an, kendisini okumayanlar ve amel etmeyenler için şahitlikte bulunur ve
onun şahitliği kabul olunur. Herkim Kur'an'ı kendisine rehber edinirse, cennete
götürür. Onu rehber edinmeyerek arkasına atanı da cehenneme götürür." (142
Deylemî, Müsnedû'l-Firdevs, nr. 4710; Ebû Nuaym,
Hilyetû'l-Evliyâ, 4/108; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 7/164.)
Fakih
Ebü'l-Leys Semerkandî (r.ah.)der ki: Senedleriyle bize kadar Nâfi' b.
Abdülhâris'ten (r.ah.)ulaşan bir rivayet şöyledir: Nâfi' b. Abdülhâris, Hz.
Ömer'in (r.a.) Mekke'deki valisi idi. Bir gün Nâfii bazı sıkıntıları anlatmak
için Hz. Ömer'in yanına gelmişti. Yanına vardığında Hz. Ömer ona,
-
Mekke'de yerine kimi bıraktın? diye sordu. Vali,
-
Abdurrahman b. Ebû Ebzâ'yı bıraktim, dedi. Hz. Ömer (r.a.),
-
Kureyşliler'in başına bir köleyi mi bıraktın? dedi. Vali,
-
Ey müminlerin emîri! Ben yerıme öyle birisini bıraktim ki, Mekke'de ondan daha
güzel Kur'an okuyan yoktur, dedi. Hz. Ömer [radıyallahu anh],
-
Evet, haklısın; Allah (c.c.) Kur'an sebebiyle kimilerinin derecesini
yükseltmiş, kimilerini de (Kur'an'ı okumadıkları için) alçaltmıştır.
Abdurrahman b. Ebû Ebzâ da Allah'ın Kur'an sebebiyle derecesini yükselttiği
kimselerdendir, dedi. [40]
Peygamberimizin,
Bir Tâciri Kur'ân Öğrenmeye Teşvik Buyurması
Ebû Ümâme (r.a.) anlatıyor: «Birisi
Peygamberimize geldi ve
- Yâ Resûlâllah, falan oğullarının hisselerini
alıp sattım, şöyle şöyle kâr ettim, dedi.
Allah Resûlü:
- Sana bundan daha çok kâr sağlayacak bir şeyi
haber vereyim mi? dedi.
- Öyle bir şey var mı?
- Kur'ân'dan on âyet öğrenen senden daha
kazançlıdır! buyurdu.
Bunun üzerine adam gitti on âyet öğrenip
geldi, bunu Resûlullah'a bildirdi» (216 Taberâni, Heysemi: 7/185.). [41]
Peygamberimizin
Suffe Ehllne Kur'an Öğretmesi
Enes (r.a.), üvey babası Ebû Talhâ'nın (r.a.)
şöyle dediğini naklediyor: «Bir gün mescide gittiğimde Peygamberimizin ayakta
suffe ehline Kur'ân okuttuğunu ve açlıktan karnına taş bağladığını gördüm» (218
el-Hılye: 1/342.). [42]
Ömer ile
Osman'ın Kur'ân'a Düşkünlükleri
Ebû Seleme anlatıyor: «Ömer b. Hattâb (r.a.)
sesi çok güzel olan ve Kur'ân'ı pek mükemmel okuyan Ebû Mûsâ el-Eş'ari'ye
(r.a.) zaman zaman:
- Bize Rabbimizi hatırlat, derdi. O da Kur'ân
okurdu» (55 el-Hılye: 1/258.).
Ebû Nadra naklediyor: «Bir defasında Ömer b. Hattâb
(r.a.), Ebû Mûsâ el-Eş'ari’ye (r.a.):
- Bizi Rabbimize doğru
coştur, dedi.
O da Kur'ân okumaya başladı. Derken Hz. Ömer'i
namaza seslediler.
- Biz namazda değil miydik? dedi.»
Abdullah b. Abbâs (r.a.) diyor ki: «Ömer b.
Hattâb (r.a.) evine girdiğinde mushafı açar, Kur'ân okurdu» (56 İbn Eb!
D&vud, el-Kenz: 1/224,).
Osman b. Affân (r.a.) şöyle diyordu: «Allah'ın
kitabını açıp okumadığım bir gün ve gecenin üzerimden geçmesini istemem» (57
İmam Ahmed, «ez-Zühd»de. İbn Asâkîr.).
Osman (r.a.) diyor ki: «Gönülleriniz temiz
olsaydı Allah'ın kelâmına doymazdınız!» (58 Aynı eser.).
Hasan-ı Basri naklediyor: Mü'minlerin Emiri
Osman b. Affân (r.a.) şöyle demişti: «Gönüllerimiz temiz olsaydı Rabbimizin
kelâmına doymazdık. Kur'ân'a bakıp okumadığım bir günün üzerimden geçmesini
çirkin görürüm.»
Hasan-ı Basri diyor ki: «Osman (r.a.)
mushafını sürekli açıp okuduğu için öldürüldüğünde mushafı (yıpranıp)
yırtılmıştı» (59 Beyhaki, «el-Esmâ ve's-Sıfat»da.) [43]
Kur'ân'a
Düşkün Diğer Bazı Sahabeler
İbn Mes'ûd (r.a.) diyor ki: «Mushafa bakarak
okumayı devam ettiriniz» (60 İbn Ebl Davud, «el-Mesahif»te.).
Hubib b. Şedid anlatıyor: «Abdullah İbn
Ömer'in âzadlısı Nâfi'ye:
- Abdullah (r.a.) evinde ne yapardı? diye
soruldu.
Şu karşılığı verdi:
- Halk onun yaptıklarım yapamaz, her vakit
namazı için abdest alır ve bu iki vakit arasında sürekli mushafı açar, Kur'ân
okurdu» (61 İbn Sa'd: 4/170).
İbn Ebu Müleyke
naklediyor: «Ebû Cehl'in oğlu İkrime mushafı alır, yüzüne sürerek ağlar ve:
«Rabbimin kelâmı! Rabbimin kelâmı!» derdi» (62 Hâkim: 3/243.)
Abdullah İbn Ömer (r.a.) diyor ki: -Kim
Peygamberimize salâvat getirirse ona on hasene (iyilik, sevap) yazılır. Biriniz
çarşıdan evine döndüğünde mushafı açıp okusun. Okuyacağı her harfe mukabil
kendisine on hasene (sevap) verilir. Ben: «Elif, lâm, mim» bir harftir
demiyorum. Bilâkis elif'e on, lâm'a on, mim'e on sevap vardır» (63 İbn Ebî Dâvud,
el-Kenz: 1/219.). [44]
[1] Sohbet alt başlığı
[2] Mehmed Saki Erol, Kuran’a Muhtacız,
Semerkand Dergisi, Haziran 1999.
[3] Muhammed Emin Gül, Niçin Kuran
Okumalıyız, Semerkand Dergisi, Haziran 1999.
[4] İbn Cinni, el-Hasais, 1/108
[5] Hüseyin OKUR, Namazdaki Kıraat
Hatalarımız, Semerkand Aile Dergisi, Kasım 2011.
[6] Sohbet alt başlığı
[7] Mübarek EROL, Son Kitap Son Mucize,
Semerkand Dergisi, Kasım 2008.
[8] Nurullah Toprak, Kuran Nedir, Semerkand Dergisi, Haziran 1999.
[9] Sohbet alt başlığı
[10] Ahmet Safa, Yeniden Kur'an'la Diriliş , Semerkand
Dergisi, Ağustos 2003.
[11] Ahmet Safa, Yeniden Kur'an'la Diriliş , Semerkand
Dergisi, Ağustos 2003.
[12] Allah dostlarının Hayatlarından
Menkıbeler, Nebhânî, Veliler Ve Kerametleri, s. 127.
[13] Sohbet alt başlığı
[14] Muhammed Emin Gül, Niçin Kuran
Okumalıyız, Semerkand Dergisi, Haziran 1999.
[15] Münâvî, Feyzü'l-Kadîr, 2, Had. n.,
1478. Hadisin ilk kısmı. Hadisin son kısmı için bk. İbn Asım, es-Sünnetü, no.
380; Ebû Yala, Müsned, 9/5527; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 10/181, 182.
[16] Câmî, Nefahâtü'l-Üns, 185; İbn
Kayyım, Medâricu's-Salikîn, 2/484
[17] Kuşeyrî, Risâle, 1/118; Subkî,
Tabakâtu'ş-Şâfiyye, 2/36.
[18] Sülemî, Menâhicü'l-Arifîn 11
[19] Dilaver Selvi, Kaynaklarıyla
Tasavvuf, Sf.179.
[20] Fâtır suresi ayet-32
[21] Şihabeddin Sühreverdi, Avarifül
Mearif, Sf.
[22] M.Saki Erol, Arifler Yolunun
Edepleri.
[23] Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 1/6;
Beyhakî, Şuabü'l-İmân, no. 11108; İbn Ebü'd-Dünya, Kitâ-bü'l-Evliyâ, 39.
[24] Taberî,
Câmiu'l-Beyân, 7/131; İbn Ebü'd-Dünya, Kitâbü'l-Evliyâ, 47; Taberânî, el-Kebîr,
10/205.
266 İbnü'l-Mübârek, Kitâbu'z-Zühd, no. 217-218; İbn Ebi'd- Dünya,
Kitâbu'l-Evliyâ, 48; İbn Mâce, Zühd, no. 4119; Suyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr, 4/370-371.
[25] İbnü'l-Mübârek, Kitâbu'z-Zühd, no.
217-218; İbn Ebi'd- Dünya, Kitâbu'l-Evliyâ, 48; İbn Mâce, Zühd, no. 4119;
Suyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr, 4/370-371.
[26] Ebû Nuaym, Hilye, 1/6; Ahmed, Müsned,
6/459.
[27] Ebû Ya'la, Müsned, 4/326; Hakim
et-Tirmizî, Nevdiru'l-Usul, 1/303; Heysemf, Mecmau z-Ze-vâid. 10/226.
[28] Dilaver Selvi, Kaynaklarıyla
Tasavvuf, 2.Cilt, Sf.147.
[29] S. Muhammed Saki Erol, Hayat
Dengemiz, 256
[30] S. Muhammed Saki Erol, Hayat
Dengemiz, 265.
[31] Allah dostlarının Hayatlarından
Menkıbeler
[32] Feridüddîn Attâr, Tezkiretü’l-Evliya,
549.
[33] Allah dostlarının Hayatlarından
Menkıbeler
[34] Sohbet alt başlığı
[35] Muhammed Emin Gül, Niçin Kuran
Okumalıyız, Semerkand Dergisi, Haziran 1999.
[36] Tenbihü’l-Gâfilin, Ebu Talib El-Mekki
(r.ah.), Sf.141.
[37] Buhârî, nr. 5020; Müslim, nr. 797;
Ebû Davud, nr. 4830; Tirmizî, nr. 2865; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/397,
404,408.
[38] Ebû Davud, nr. 1333; Tirmizî, nr.
2919; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/151,158; İbh Hibbân, es-Sahîh, nr. 731,
[39] Tenbihü’l-Gâfilin, Ebu Talib El-Mekki
(r.ah.), Sf.143.
[40] Tenbihü’l-Gâfilin, Ebu Talib El-Mekki
(r.ah.), Sf.138.
[41] Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe,
4.Cilt, Sf.17.
[42] Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe,
4.Cilt, Sf.17.
[43] Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe,
4.Cilt, Sf.17.
[44] Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe,
4.Cilt, Sf.18.
Yorumlar
Yorum Gönder