KURBAN BAYRAMI VE ALACAĞIMIZ HİKMETLER
Kurban; Arapça bir kelime
olup, (K-R-B) kökünden gelir. Lügatte "Manen yaklaşmak, yakın olmak ve
müşavir olmak "gibi manalara gelmektedir.[423]
İslami bir
kavram olarak; "Allah’u Teâla’ya ibadet niyetiyle muayyen bir vakitte,
hususi bir hayvanı kesmeye kurban denir." [424]
Kurban, Allah’a
yaklaşmanın, O’nun sevgisini kazanmanın, malı O’nun yolunda harcamanın, O’nun
verdiği nimetlerle sevinmenin ve insan ruhunu dindirmenin bir aracı haline
gelmelidir. Genelde, ”İnsanları Allah'a yaklaştıran ve yapılması sevap olan
işler" anlamına gelen kurbet kelimesi de aynı kökten gelir.
Sözlükte "yaklaşmak, yakın olmak"
anlamında masdar olan kurbet, isim olarak "yakınlık, akrabalık"
manasına gelir. Terim olarak ise kişiyi Allah'a yaklaştıran, sevap kazanmaya
vesile olan bütün fiilleri ve davranışları ifade eder. Bu tanım, geniş anlamda
kurban teriminin de karşılığı olup dar anlamda kurban, Allah rızası için
kesilen hayvan için kullanılır. [425]
Kurban, her şeyden önce
sevilen, elde edilmek için emek ve para verilen, zaman ve ömür harcanan,
değerli dünyalıklardan bir kısmını Allah (c.c) için feda edebilmektir.
Bu anlayış insanı başka
şeyleri de Allah yolunda harcama fedakârlığına götürür.
Kurban, insanı Allah’a (c.c)
yaklaştıran şey demektir. Bu bir ibadet ve hürmet ifadesidir ki, kurbanla insan Allah’a (c.c)
yaklaşmaya çalışır. Tersinden söyleyecek olursak kurban insanı Allah’a
yaklaştırır.
Mademki kurban, insanı Allah’a (c.c) yaklaştıran şey
demektir. Ki bu bir ibadet ve hürmet ifadesidir, öyleyse, kurbanla insan
Allah’a (c.c) yaklaşmaya çalışır yahut kurban insanı Allah’a (c.c) yaklaştırır.
Bu yaklaşma elbette maddi
anlamda bir yaklaşma değil, O’nun rızasına ve sevgisine yaklaşmaktır. Kurbanla
insan, Allah’a (c.c) karşı duyduğu takva duygusunu zenginleştirir.
Kurbanın dini bir hüküm
oluşu, Kitab, Sünnet ve İcma-i ümmet ile sabittir. Allah Teala’nın Kur'an-ı
Kerim'de; "Rabbin için namaz kıl ve kurban kes" [426]
Hz. Peygamber(s.a.v)'in "İmkânı
olup da kurban kesmeyen bizim namazgâhımıza yaklaşmasın"[427]şeklindeki
ifadeleri konunun önemini ortaya koymaktadır.
Kurban, Müslüman, Akıllı
ve ergenlik çağında, hükmen yolcu olmayan, yeterli mali imkâna sahip (85 gr
kadar altını veya bu değerde para ve malı) olan kimselerin kurban kesmeleri Hanefilerin
görüşüne göre vacib, Şafii, Maliki ve Hanbelilere göre müekked sünnettir.
Sünnet olduğunu söyleyenlerin delili. Peygamber Efendimiz (s.a.v)in:
“Kim ki Zilhicce ayının hilalini görüp
de kurban kesmek isterse keseceği kurbanın kıl ve tırnaklarından bir şey
almasın.” [428] Hadisidir.
Vaciptir diyenlerin delili de, Peygamber
Efendimiz (s.a.v)'in: “Mali bolluğa
sahip olup da kurban kesmeyen, namazgâhımıza yaklaşmasın.” [429]
hadis-i şerifidir. Zira hadisteki ağır ifade, vacip olmayan bir hükmün terki
için kullanılmış olmasa gerek, öte yandan kurban kesme, yapıldığı günlere adı
verilen bir ibadettir. Nitekim bu günlere kurban bayramı günleri denilir. İşte
bu da, kurbanın vacip olduğunu gösterir.[430]
Kurban, Allah'a
yaklaşmayı Allah yolunda malların feda edilebileceğini, Allah'a teslimiyeti ve
şükrü ifade eder. Hicretin ikinci yılında meşru kılınmıştır.
Kurban
ibadeti sadece bu ümmete has değildir. Bilakis Adem(a.s)’dan başlayan bir
ibadettir.
Yüce Allah, kurban ibadeti
hakkında Kur’an’ı Kerim’de şunları buyuruyor:
“Biz her ümmete kurban ibadeti koyduk ki, Allah’ın kendilerine
rızık olarak verdiği hayvanları keserken O’nun adını ansınlar. Unutmayın ki
ilahınız tek bir ilahtır. Öyleyse yalnız O’na teslim olun. Ey Resulüm, o alçak
gönüllü, samimi ve ihlaslı olanları müjdele!”[431]
Allah Teâla bu ayet-i kerimede, bütün ilahi dinlerde, Allah'ın
(c.c) ismi, üzerine anılarak
kurban kesmenin mevcut olduğunu, beyan ediyor. Dinlerdeki detayla ilgili
hükümler farklı olsalar da hak dinlerin ana prensiplerinin aynı olduğunu beyan
ediyor ve buyuruyor ki: "…ilahınız
tek bir ilahtır. Öyleyse yalnız O’na teslim olun."
Ayrıca ayeti kerimede Allah'a (c.c) boyun eğenler içinde mütevazı ve ihlaslı olanların
ilahi müjdeyi hak ettikleri bildiriliyor.[432]
Müjdelenenler Allah'ın emirlerine itaat edenlerdir. Allah’u Teâla
onlar hakkında şöyle buyuruyor: ”Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalbleri
titrer. Başlarına gelenlere sabrederler, namazlarını dosdoğru kılarlar ve
kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler.”[433]
Allah anıldığı zaman kalbleri titreyenler takva sahipleridir. [434]
Evet, kurban kesmek her ümmet için var olmuş olan bir
hükümdür.
Bir gün sahabeler: "Ey, Allah'ın Resulü, bu kurbanlar
nedir?" diye sormuşlar
Resulullah da onlara:"Bu,
atamız İbrahim'in sünnetidir." Buyurmuş.
Sahabeler:"Ey Allah'ın Resulü, bu kurbandan bize ne
var?" demişler.
Resulullah da:"Her
tüyü karşılığında bir sevap vardır." buyurmuştur.
Sahabeler: "Ey Allah’ın Resulü, yünlerde de mi?"
diye sormuşlar.
Resulullah:"Yünlerin
her bir tüyü karşılığında ilahi bir sevap vardır." cevabını vermiştir. [435]
İBRAHİM’İN
(A.S) TESLİMİYETİ, İSMAİL’İN (A.S) SABRI VE KURBAN
Kurban; Hz. Adem (a.s) ile
birlikte başlayan "Tevhid Mücadelesi"nin bir ifadesidir.
Adem (a.s)’ın oğulları;
Habil ve Kabil. Allah’a (c.c) giden yolda, Peygamber ocağında iki kardeş. İkisi
de aynı kızla evlenmek istiyor. Sevgilerini kurban ile göstermeleri
istendiğinde, Habil kurban olarak koçu seçer, Kabil ise tarladaki ekinleri.
Kurban Âlemlerin Rabbine takdim edilecektir. Allah (c.c), Habil’in kurbanını
kabul eder, Kabil’inkini etmez. Allah’a (c.c) kulluk yarışında kaybeden üzülür,
sıkıntılara boğulur, kazanan En Yüce Sevgili’ye ulaşır: Şehid olur...
Kurbanından emindir Habil.
O, Âlemlerin Rabbine teslim olmuş, “kardeşim,
beni öldürmek için elini uzatsan bile, ben seni öldürmek için el uzatmam. Ben
Allah’tan korkarım” [436]
diyerek can kurbanını da ruhen ve ceseden takdim etmiştir. En Yüce Sevgiliye
teslim olmayan, sevdiğini nasıl teslim eder? “Allah kurbanı ancak takva sahiplerinden kabul eder.” [437]
İnsan bir kere gönül
tahtına Can Dostunu koymasın! Onun yoluna nice ekin tarlaları, nice canlar feda
eder. Canan’a canlar kurban olsun. Yeter ki O razı olsun...[438]
Kurban, Habil-Kabille başlayan, mü'minlere Hz. İbrahim(a.s)'ın ve Hz. İsmail(a.s)'ın
teslimiyetini hatırlatan bir ameldir.
Kurban,
kişinin kendisine bahşedilen her şeyi asıl sahibine ait kılmanın hal dili ile
anlatılmasıdır. Kurban, kulun Rabbine teslimiyetini ifade eder. Bu teslimiyet,
Hz. İbrahim (a.s) ve İsmail (a.s) ile zirveleşerek sembolleşmiştir.
Bu
nedenledir ki, kurbanın
ifade ettiği mana ile İslam arasında yakın bir alaka vardır. Bilindiği gibi
İslam, "Allah'a kulluk için boyun eğip teslim olmak" [439]
manasına gelir.
Bir insan için belki de en
zor deneme evladını ‘kurban’ etmesidir. Uzun seneler, evlat hasreti çeken, ancak
geç yaşlarında buna kavuşan bir babanın, yanında yürüyüp koşmakta olan oğluna
olan sevgisini bir düşünün. Allah (c.c), Hz. İbrahim (a.s)’ı bu çok zor işle
sınamıştır. Bir gün İbrahim (a.s) “Eğer bir oğlum olursa onu Allah (c.c) için
kurban edeceğim.” diye yemin etmişti. Aradan uzun bir zaman geçmiş, bu arada
sözünü unutmuştu. Allah (c.c) da onun duasına icabet etmiş ve İsmail (a.s)’ı
nasip eylemişti. İsmail (a.s) yedi yaşına geldiğinde İbrahim (a.s) bir rüya
gördü. Rüyasında:
“Ey İbrahim, adağını
yerine getir” deniliyordu.
Sabah kalktığında İbrahim
(a.s) düşünmeye başladı; acaba bu rüya Allah’tan mıydı, yoksa şeytandan mıydı?
İkinci gece aynı rüyayı tekrar gördü. Artık bu rüyanın Allah’tan olduğunu
anlamıştı. Üçüncü gece de aynı rüyayı görünce oğlunu kurban etmesi gerektiğini
anladı.
İbrahim (a.s) oğlu
İsmail’i (a.s) kurban etmek için götürmek isteyince, hanımı Hz. Hacer’e
“Oğlumuza en güzel
elbiselerini giydir. Ben onunla bir ziyafete gidiyorum” dedi.
Annesi Hz. İsmail’e (a.s)
en güzel elbiselerini giydirdi, saçlarını taradı, güzel kokular sürdü. İbrahim
(a.s) ip ve bıçak alarak oğluyla birlikte Mina denilen yere gitti.
Şeytan yaratıldığı günden
bu yana neredeyse hiç bu kadar telaşlanmamıştı. Kulun Rabbine bu büyük
teslimiyetine engel olmak için çare arıyordu. Hz. İsmail (a.s) ise babasının
önünde sevinçle koşuyordu. Şeytan Hz. İbrahim’e (a.s) gelerek
“Görmüyor musun nasıl
boylu poslu! Nasıl da güzel yüzlü” diye onu kandırmaya çalıştı. İbrahim (a.s):
“Evet, doğru söylüyorsun.
Fakat ben bunu yapmakla emrolundum” dedi.
Şeytan Hz. İbrahim’den (a.s)
ümidini kesince Hz. Hacer’e gitti:
“Sen nasıl oturuyorsun?
İbrahim oğlunu kesmeye götürdü” dedi. Hz. Hacer validemiz: “Hayır, sen yalan
söylüyorsun! Bir baba nasıl olur da oğlunu kesebilir” dedi.
Şeytan:
“Anlamıyor musun, İbrahim
yanına ip ve bıçak aldı” dedi. Hz. Hacer validemiz:
“Peki, neden kesecek” diye
sordu. Şeytan:
“Rabbinin böyle
emrettiğini zannediyor” dedi. Hz. Hacer:
“Hayır, yanılıyorsun!
Peygamberler boş ve yanlış şeylerle emrolunmaz. Eğer böyle bir emir varsa ben
kendi ruhumu bile feda ederim, dedi.
Şeytan, Hz. Hacer’den de
ümidini kesince Hz. İsmail’in (a.s) yanına geldi ve:
“Sen seviniyorsun,
oynuyorsun. Fakat babanın yanında ip ve bıçak var, seni kesmek istiyor” dedi.
İsmail (a.s):
“Hayır, sen yalan
söylüyorsun! Babam beni kesmez” dedi. Şeytan:
“O Rabbinden böyle bir
emir geldiğini zannediyor” dedi. Bunun üzerine İsmail (a.s) o küçük yaşına
rağmen: “Öyleyse Rabbimizin emrini duydum ve itaat ettim” dedi.
Şeytan başka şeyler de
söylemek istediği sırada İsmail (a.s) yerden bir taş kaptı, şeytana atarak sol
gözünü kör etti. Bunun üzerine şeytan oradan perişan bir vaziyette, hiçbir
sonuç alamadan kaçıp gitti. [440]
Daha sonra baba ve oğul
birlikte Mina’ya gittiler. İbrahim (a.s) oğluna dedi ki:
Rivayet edildiğine göre
Hz. İbrahim (a.s), Terviye: (Zilhicce ayının 8. günü) gecesi rüyasında
birisinin kendisine, "Allah sana oğlunu kurban etmeni emir
buyuruyor." dediğini görmüştür. Sabah olduğu zaman bu rüyanın Allah'tan
mı, yoksa şeytandan mı olduğu konusunda enine boyuna düşünmüş, ertesi gece aynı
rüyayı tekrar görünce bunun Allah'tan olduğunu anlamıştır. Daha sonra aynı
rüyayı üçüncü gece de görmüş, bunun üzerine oğlunu kurban etmeye kesin bir
şekilde niyetlenmiştir. Bu üç güne "Terviye", "Arefe" ve
"Nahr" denmesinin sebebi budur.[442]
Muhammed b. Ka'b dedi ki: Resullere yüce Allah'tan (c.c) vahiy
uyanıkken de uykuda iken de gelirdi. Çünkü peygamberlerin kalbleri uyumaz. Bu
gerçek aynı zamanda Peygamber (s.a.v)'e kadar ulaştırılan merfu haberde de
sabit olmuştur.
Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
Öyleyse Peygamberlerin rüyaları da ilahi vahyin bölümlerinden biridir ve
sadık rüyalar olarak kabul edilir.
İbrahim(a.s)’ın
gördüğü rüyayı oğlu İsmail(a.s)’a anlatması üzerine iki büyük vasıf ortaya
çıkmıştır ki, İbrahim(a.s)’ın teslimiyeti ve İsmail(a.s)’ın gelen musibet
karşısındaki sabrıdır. İsmail (a.s):
Yani
Hz. İsmail (a.s) şöyle dedi: "Allah'ın (c.c) beni boğazlaman
konusundaki buyruğunu yerine getir ve sana vahyedileni yap. Ben ilahi kaza ve
takdire sabredecek ve bunun sevap ve karşılığını Allah'tan bekleyeceğim. [445]
İbrahim (a.s) oğlunun bu
cevabını işitince vaktinde yaptığı o duanın kabul olduğunu anladı ve Allah
Teala’ya şükretti. Sonra İsmail (a.s) babasına:
“Babacığım! Beni kesmeden
önce ellerimi bağla ki çırpınarak sana eziyet vermeyeyim. Yüzümü toprağa doğru
çevir ki bakıp bana acımayasın. Elbiselerini benden uzak tut ki, kan elbisene
bulaşmasın, yoksa sevabım azalır, annem kanlarımı görüp üzülür. Bıçağını iyi
bile, hızlıca sürt, çünkü ölüm acısı şiddetlidir. Şu gömleğimi de al anneme
götür, ona bakarak beni hatırlar. Anneme selamımı götür ve ona, Allah’ın emrine
karşı sabırlı ol, dediğimi söyle. Anneme nasıl yaptığını sakın söyleme.
Çocuklar sık sık annemin yanına gidip gelmesin ki, onlara bakıp benim için
ağlamasın. Bana benzer bir çocuk gördüğünde ona bakma ki, beni hatırlayıp
üzülüp ağlamayasın.
İbrahim (a.s): “Allah’ın (c.c)
emri için bu ne güzel, ne iyi bir yardım” dedi.
“Ne zaman ki ikisi de bu şekilde Allah'a teslim oldular,
İbrahim oğlunu şakağı üzerine yatırdı.” [446]
İbrahim (a.s) oğlunu bir
kayanın yanında yanı üzerine aynen bir koyunu yatırır gibi yatırdı. Kimilerine
göre oğlunu tavsiyesi üzerine yüz üstü yatırmıştır ki, kendisiyle Allah’ın
emrinin arasına girecek bir şefkat ve yumuşama olmasın, bu işten vazgeçmesin...
Sonra bıçağı İsmail (a.s.)’ın boynuna dayadı. Hızlıca sürtmeye başladı fakat
bıçak kesmedi. Bu sırada İsmail (a.s) babasına:
“Baba, ellerimi ayaklarımı
çöz. İstemeye istemeye yapıyormuşum gibi görünmek istemiyorum, dedi ve ellerini
ayaklarını bağsız bir şekilde uzattı, yüzünü de yere doğru çevirdi.
İbrahim (a.s) bütün
kuvvetiyle bıçağı oğlunun boynuna sürtmeye başladı. Fakat bıçak Allah’ın
takdiriyle kesmiyordu. İsmail (a.s):
“Babacığım, yoksa bana
olan sevgin yüzünden zayıf mı düştün ki kesemiyorsun?” dedi.
İbrahim (a.s) kızgınlıkla
elindeki bıçağı taşa vurdu. Taş ikiye ayrıldı. Bunu görünce:
“Ey bıçak! Taşı kesiyorsun
da eti neden kesmiyorsun” dedi. Bıçak Allah’ın izniyle dile geldi: “Ey İbrahim!
Halil kes, diyor, Celil olan Allah ise kesme diyor. Ben Rabbimin emrini bırakıp
nasıl senin emrini yapabilirim” dedi.
Sonra olanları Cenab-ı Hak
Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatıyor:
“Ey İbrahim! Rüyayı gerçekleştirdin. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız.
Bu gerçekten çok açık bir imtihandı.” [447]
“Biz, oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik.” [448]
Yani, “Biz onu emrolunduğu
şeyden kurtardık ve onun yerine bedel olarak cennetten bir kurban verdik.”
Bedel olarak verilen bu
hayvan Habil’in Allah (c.c) için kurban ettiği ve Allah (c.c) indinde kabul
gören koç idi. O Hz. İsmail’in (a.s) yerine geçinceye kadar cennette yaşadı.
Cebrail (a.s) semadan bu koçla beraber inerken Hz. İbrahim (a.s)’ın oğlunun
boynunu kesmeye çalıştığını görmüştü. Hem Allah Teâlâ’ya hürmet ve tazim hem de
hayretinden ötürü:
“Allahu ekber, Allahu ekber!” dedi. Onun bu sözlerine karşılık İbrahim (a.s) “La ilahe illallahu vallahu ekber” dedi. İsmail (a.s) da onlara katıldı ve: “Allahu ekber ve lillahi’l-hamd.” diyerek bu güzel tesbihatı tamamladı. Böylece bu tesbihat bu ümmete kurban keserken söylenen bir zikir oldu.
“Allahu ekber, Allahu ekber!” dedi. Onun bu sözlerine karşılık İbrahim (a.s) “La ilahe illallahu vallahu ekber” dedi. İsmail (a.s) da onlara katıldı ve: “Allahu ekber ve lillahi’l-hamd.” diyerek bu güzel tesbihatı tamamladı. Böylece bu tesbihat bu ümmete kurban keserken söylenen bir zikir oldu.
Kurban kesen kimse adeta
şöyle demiş olmaktadır:
“Ya Rabbi! Senin yolunda,
senin rızanı kazanmak uğruna maldan mülkten, sevdiklerimden ve hatta canımdan
geçmeye hazırım. İşte bu kurbanı benim bu imanımın ve teslimiyetimin bir
nişanesi olarak yine senin adınla kesiyorum. Bu kurbanın toprağa dökülen kanı,
sana verdiğim sözde, imanımda ve ihlasımda bütün benliğimle sabit olduğumun
tasdikidir. Kabul eyle ve beni bu yolda daim eyle...” [449]
Kurban ibadeti bizi, Hz.
İbrahim (a.s)’in itaatine, Hz. İsmail (a.s)’in teslimiyetine yönlendirerek
hayatın sıkıntı ve imtihanlarına karşı Rabbimize kurban olma ve O’na dost
olarak sıkıntılarımıza çözüm bulma yollarını gösterir. Rabbimiz, “Kurban etleri ve kanları değil, sadece
takvanız Allah’ın katına ulaşır.” [450]
buyurarak kurban ibadetinde temel hedefin takvaya ulaşmak olduğunu bize
bildirir. Çünkü insan ancak takva ile Rabbinin katında gerçek yerini bulabilir.
O’nun rızasına erişebilir.
Bu dünya öyle bir imtihan
yeri ki, bazen malımızla, bazen canımızla, bazen de sevdiklerimizle
deneniyoruz. İman iddiamızın samimiyetini ortaya koymamız, bu ciddi imtihandan
başarıyla geçmemize bağlı. Nitekim Yüce Yaratıcımız şöyle buyurur:
“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan
ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile
deneriz. Sabredenleri müjdele!”[451]
KURBANIN ETİ DEĞİL, KALBİN İHLASI VE
TAKVASI
Hz. Aişe (r.anha)’dan rivayete göre,
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Ademoğlu kurban kesme gününde Allah
katında kan akıtmaktan daha sevimli bir amel işlememiştir. O kurban kıyamet
günü boynuzları kılları ve tırnaklarıyla gelecektir. Kurbanın kanı yere
düşmeden önce Allah katında hemen kabul olunur. Bu sebeple kestiğiniz
kurbanlardan dolayı sıkıntı değil gönlünüz hoş olsun.”[452]
Evet, kurban
kesmek Allah (c.c) katında yapılan en hayırlı amellerin başında
gelir. Bu öylesine bir mükâfattır ki bu dünyada emre itaat ahirette bir binek
olarak karşımıza çıkacak ve o gün sırattan yıldırım gibi sahibini sırtına almış
olarak geçecektir.
İnsanı Allah’a (c.c) yaklaştıran kurbanın eti kemiği değil,
kalbin ihlası ve takvasıdır.
“Elbette
onların etleri ve kanları Allah'a ulaşmayacaktır. Ancak O'na sizin takvanız
erecektir.” [453]
Allah Teâlâ bu ayet-i kerimede, kurbanların kesilmesindeki sır
ve hikmeti beyan ediyor, aslında et ve kanların Allah'a (c.c) ulaşamayacağını,
ona ulaşan şeyin, onun emirlerini tutup yasakladığı şeylerden kaçmakla elde
edilen takva olduğunu beyan ediyor. [454]
Kesilen kurbanların eti ve kanı Allah'a (c.c) ulaşmaz, ama
O'na gerçek anlamda ulaşacak olan kulun iyi niyet, takva ve samimi amelidir. O
halde kim yaptığı ibadetle daha çok Allah'tan (c.c) korkar, saygı duyar ve
kötülüklerden sakınırsa, Allah'a (c.c) o nispette yakınlık sağlamış olur. O'na
yakınlık sağladıkça Allah (c.c) onu sevmeye başlar. Sevince de onun gören gözü,
işiten kulağı, tutan eli ve yürüyen ayağı olur; yani takva sahibi kul, Allah
ile görür, O'nunla işitir, O'nunla tutar ve O'nunla yürür.
Bütün bunlar Cenab-ı
Hakk'ın kişinin fiziksel yapısına, kıyafetine, makam ve servetine değil;
niyetine, takva üzere olan ameline değer verdiğini ve kulunu bu
meziyetlerinden dolayı mükâfatlandıracağını göstermektedir.
Nitekim Ebu Hureyre (r.a)’dan
rivayetle Resulullah Efendimiz (s.a.v):
”Şüphesiz ki Allah sizin şekillerinize ve mallarınıza bakmaz;
ama kalplerinize ve amellerinize bakar” [455]
buyurarak ilgili ayeti bize daha iyi açıklamış bulunuyor.
Mademki kurban, insanı Allah’a (c.c) yaklaştıran
şey demektir. Ki bu bir ibadet ve hürmet ifadesidir, öyleyse, kurbanla insan
Allah’a (c.c) yaklaşmaya çalışır yahut kurban insanı Allah’a yaklaştırır.
Bu yaklaşma elbette maddi anlamda bir
yaklaşma değil, O’nun rızasına ve sevgisine yaklaşmaktır. Kurbanla insan,
Allah’a karşı duyduğu takva duygusunu zenginleştirir.
İslam’a göre Kurban, ne
basit bir adettir, ne de bütün malı mülkü belirsiz bir amaç uğruna bir tarafa
atmaktır.
Kur’an-ı Kerim de, İsmail (a.s)’in sevgisinin Hz. İbrahim (a.s)
için bir imtihan olduğuna işaret etmesi[456]
bize kurbanın Allah'a (c.c) giden yoldaki tüm engelleri kaldırıcı özelliğini
hatırlatmaya yönelik olsa gerektir. Çünkü Kur’an, mal ve evlat sevgisinin insan
için bir imtihan olduğunu belirtmiş,[457]
İslam da mensuplarından, kendilerini Allah'ın (c.c) emrine uymaktan alıkoyan
her şeyden kurtarmalarını istemiştir. Demek ki kurban, asırlar önceki bir
hadisenin tarihi anısından çok, bugün Hz. İbrahim (a.s) ve İsmail (a.s) gibi olabilmenin,
aynı teslimiyeti gösterebilmenin bir ifadesidir.
Allah Teala’nın bu isteği, İbrahim (a.s)'in
ilahi buyruğa teslim olup uymasıyla yerini bulmuş, böylece Allah'a (c.c) teslimiyetin,
sabır ve şükrün en güzel imtihanı verilmiştir. İşte bizden istenen de budur.
Yani, en çok sevdiğimiz değerleri Allah için feda etmemiz isteniyor
bizlerden... Böylesi bir iman ve şuurla bir hayvanın kurban edilmesine gelince,
o sadece kalpteki iman ve teslimiyetin zahire aksetmesidir.
Onun içindir ki, kurbanın hedefi, hayvanı
boğazlayıp bırakmak değil, kalpteki şeytanın hissesini kesip atmaktır. Bu,
kurban kesemeyen fakirlerden de istenen bir vazifedir. Aynı İbrahim (a.s)’a
şeytan-ı lainin verdiği vesveseye uymaması gibi…
Bilinmelidir ki, insanın
önünde şeytan, nefis ve dünya gibi üç büyük engeli vardır. Bunlarla birlikte
insanı saran bir sürü afet ve tehlikeler mevcuttur. Öyle ki, bu yolda günahlar
kadar bazen ibadetler bile insan için bir afet olur.
Kıldığı namazları, yaptığı
zikirleri ve hayırları ile kendini beğenen, bu yüzden kibre düşen, insanları
küçümseyen, sonunun kesin Cennet olduğunu düşünen nice kimseler, sonuçta zarar
etmiştir.
Kulluğun edebini bilmeyen
kimse asıl hedefine eremez. Gösteriş hastalığına yakalanan insan, diliyle Allah
(c.c) derken kalbiyle Allah’tan (c.c) uzaklaşır.
Şeytan, Allah'ın (c.c) doğru
yolunun üzerine oturup, insanlara her yönden yaklaşıp onları kandırmaya
çalışacağına söz vererek:
"Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık and
içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak)
için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra (onların) önlerinden
arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını
şükredenlerden, bulmayacaksın."[458]
Diyerek böylece düşmanını seçti, faaliyet alanını belirledi.
Bu cihetle şeytan, tüm
kötülüklerin anası, küfrün, zulmün, şirkin temsilcisi ve Allah’a (c.c) ilk
isyan edendir. Allah (c.c) şeytana kıyamete kadar yaşama hakkı vermiştir. Yani
kıyamete kadar ölmeyecek, devamlı olarak Allah’ın (c.c) kullarını doğru yoldan
çıkarmak için çalışacaktır.
O insana gururdan başka
bir şey vaad etmez. Gururun esas anlamı, aldanmak ve bu aldanışla eşya ve
olayları çarpık görmektir. O halde şeytanın başarısı, onun kuvvetinde değil;
insanın kuvvetlerini, insanın aleyhine kullanabilmesinden kaynaklanıyor. "Şeytan
insanlara, vaatlerde bulunur, onları hayale sevk eder. Ve şeytan insanlara
gururdan/ aldanmadan başka bir şey vaat etmez." [459]
Şeytan, insanı Allah (c.c)
yolunda infak etmekten fakirlikle korkutarak caydırdığı gibi [460]
batıl yolda saçıp savurmayı, israfı da körükler. "Şu bir gerçek ki,
israfla saçıp savuranlar, şeytanın kardeşleridir ve şeytan, Rabbine karşı çok
nankördür." [461]Aynı
şekilde şeytan her türlü haramı, aşırılığı ve fuhşiyatı da emreder[462]
İnsanları kendi yoluna
davet etmek için birtakım araçlardan yararlanır. Bu araçların başında içki, kumar
vb gibi şeyler gelir.[463]
İşte bu gibi şeyler, esasen şeytanın pis işlerindendir. Bunlardan sakınmak,
şeytanın aldatmasından kurtulmak anlamına gelir.
Şu unutulmamalıdır ki, şeytan
herkese zarar veremez. Zira Allah Teâlâ’nın:
Demek ki, şeytanın vesvese
verdiği ve aldattığı kimseler, nefis terbiyesinden uzak kimseledir. Zira nefsi
hastalıklar şeytanın cirit attığı alanlardır.
İman ve amel yönünden
zayıflık, Allah'ın (c.c) affından ve merhametinden ümitsiz olmak, tul-i emel
(Uzun emel) sahibi olmak, şımarıklık, kendini beğenmişlik, yerli yersiz övünme,
azgınlık, inkâr, nankörlük, acelecilik, münakaşa, açgözlülük, riya (gösteriş), ucb,
hırs, şüphe, kibir, kararsızlık, zulüm, cehalet, gaflet, başıboşluk, serserilik,
cimrilik, kibir, katılık, gıybet, nemime, aldatma, yalan iddia, sabırsızlık, şikâyet
ve yakınma, infak etmeme, isyankârlık, inatçılık, haddi aşma, mala düşkünlük ve
dünyaya dört elle sarılma... gibi nefsi hastalıklar insanda var olduğu sürece
şeytanla mücadele zordur.
Öyleyse insan bu
hastalıklardan kurtulmaya çalışmalı ve Allah Teâlâ’nın emirlerine uymanın
kulluk gereği olduğu bilincinde olmalıdır.
TASAVVUF VE KURBAN
Ebu Hureyre (r.a)’den gelen
rivayete göre, Peygamber
Efendimiz (s.a.v)’in:“Allah temizdir, ancak temiz olanları kabul eder” [465]
hadisine göre, nefsi Allah’a kurban etmek isteyen kimse, önce onu terbiye edip
ilahi huzura layık bir hale getirmesi gerekir. Bu da tasavvuf terbiyesiyle
mümkündür. Tasavvuf terbiyesinin hedefi, kulu ilahi huzurda kabul görecek hale
getirmektir. Bu, ihsan makamına çıkmak ve mukarrebunların sınıfına girmektir.
Tasavvuf terbiyesi, Allah (c.c)
ve Resulü (s.a.v)’nün öğrettiği edep üzere kurulmuş manevi bir eğitim
sistemidir. Bu sistemin hedefi, takva ve edeple Allah’u Teâlâ’nın rızasına
ulaşmış olgun insan yetiştirmektir. Öyleyse tasavvuf Kur’an ve sünnet
kaynağıyla hareket eden bir müessesedir.
Tasavvuf güzel ahlaktan
ibarettir. Güzel ahlak, Allah’u Teâlâ’nın edebi ile edeplenmektir. Bu, içi ve
dışıyla Allah (c.c) adamı olmak demektir. Bu güzelliği elde etmenin yolu,
samimiyetle Allah’ın Sevgilisi Hz. Muhammed(s.a.v)’e uymaktır.
Mademki, kaynağı Kur’an ve sünnettir. Öyleyse;
“Kim Allah ve Resulü’ne itaat ederse, işte onlar ahirette
Allah’ın kendilerine özel ihsanlarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar,
şehitler ve salihlerle beraber olacaktır.”
[466] emri ilahiyesi Allah ve
Resulüne itaat etmek ve ahlakı hamidiyeyi bu doğrultuda düzenlemeyi gerekli
kılar.
Ona uyan Yüce Allah’a dost
olur. Allah’a dost olan kimse, dünya ve ahiretin şerefini bulur, ebediyyen
kurtulur. Bu sonuç her insan için en büyük hedeftir.
Bu dostluğun ve güzel
kulluğun merkezi ise kalptir. Onun için işe kalbin manevi
terbiyesinden başlamak gerekir. Zira insanı, güzel kulluk gibi büyük bir davaya
hazırlamak en mühim görevdir. Bu önemli görev her mümini yakından ilgilendirir.
Aslında
büyük günahları terk etmek takvanın birinci basamağıdır; fakat son noktası
değildir. Kalpte bulunan ve kalp ile işlenen manevi günahlardan da arınmadıkça
gerçek temizlik gerçekleşmez. Allah’u Teala: “Günahın açığını da gizlisini de terk edin. Çünkü günah işleyenler
yaptıklarının cezasını mutlaka çekecekler” [467]buyurarak, her türlü
günahtan uzak durulmasını bizlere emretmiştir.
Kur’an,
kalbin temizliğine“tezkiye”ismini vermiş ve ebedi kurtuluşu ona bağlamıştır. [468] Hz. Peygamber(s.a.v)’in temel görevi de tebliğ ve tezkiye olarak
belirlenmiştir. [469]
Tezkiye
kalıbı değil kalbi temizlemektir. Bu ise kalbin şirk, küfür, isyan ve gaflet
gibi manevi kirlerden arındırılmasıdır. Bu arındırma iman, nur, feyiz, tövbe,
istiğfar, gözyaşı ve ibadetlerle olur. Hadisler, güzel ahlakın asıl merkezi
olarak kalbi işaret eder. Efendimiz (s.a.v), kalbin dini yaşantıdaki yerini
şöyle tanıtmıştır: “İnsan vücudunda öyle
bir parça vardır ki, o iyi olduğu zaman bütün bedenin işleri iyi ve güzel olur.
O bozulduğu zaman, bütün vücut bozulur. Dikkat edin o parça kalptir” [470]
Bunun için mürşitler,
insan eğitiminde ilk hedef olarak kalbi seçerler. Bütün
gayretlerini, müridinin kalbinin uyanması ve ihyası için kullanırlar. Bu işi
devamlı gündemde tutarlar; gerçekleşmesi için çok fazla zaman ayırırlar.
Kalp
hastalığı denilince manevi değil, maddi kalp hep anlaşıla gelmiştir. Öyle ki
kalple işlenen günahlar gizli olduğu için zahirdeki günahlar kadar üzerinde
durulmamıştır.
Mesela,adam
öldürmek, içki içmek, yalan söylemek büyük günahlardandır. Bir mümin bunlardan
sakındığı gibi, kalple işlenen kin, haset, kibir, riya, aşırı dünya sevgisi,
kader ve kazaya itiraz, ilahi takdire rızasızlık, gaflet gibi gizli günahlardan
sakınmamaktadır.
İbnu
Hacer el-Heytemi’nin naklettiği gibi:“Kalple işlenen günahlar, dış azalarla
işlenen günahlardan daha tehlikelidir. Çünkü onlar, sonuçta imanı zedeler,
ibadetin kabul edilmesin engeller, amellerin sevabını yok eder. Gizli
günahların çoğu insanı şirke sürükler, nifaka bulaştırır, dinden bile çıkarır.
Ayrıca kalpte yer eden gizli günahlar, devamlıdır, her zaman insanı tehlikeye
sokar. Zahiri günahlar ise böyle değildir.“[471]
Büyük
veli Ebu’l-Hasan eş-Şazeli (k.s) şöyle der: “Maneviyat ilmi ve terbiyesi
almayan kimse, hiç farkında olmadan bir çok büyük günah işlerken ölür gider.”[472]
İbnu
Allan es-Sıddiki (rah) ise, farkında olunmayan bu günahların kibir, kendini
beğenme,ibadetiyle övünme, insanları beğenmeme gibi gizli günahlar olduğunu
belirtir. [473]
İşte bu hastalıklar insanın batınında hulusa
erdiğinden tasavvufun
da ana konusu, batıni fıkıhtır. Batıni fıkıh, insanın iç alemini oluşturan
kalp,ruh, nefis ve diğer latifelerin tezkiye, terbiye, terakki ve inkişaflarını
hedefleyen manevi nurani, kalbi bir ilimdir.
Zahiri
fıkıh vücudumuzun dış azaları ile yapacağı ibadet ve vazifeleri inceleme konusu
yaptığı gibi, batıni fıkıh diyebileceğimiz tasavvuf da kalple ilgili ibadet ve
ahlakları temel konusu yapmıştır.
Tasavvufun
hedefi, kalbin ihsan mertebesine ulaşmasıdır. İhsan, kalbin gafletten uyanması
ve manevi kirlerden arınması sonucu yakin haline ulaşır. Yakin, kalbin Cenab-ı Hakk’ı görüyor
gibi bir şuur ve hassasiyete sahip olması demektir. Bu hal, her mümin için bir
hedeftir.
Zira
Resulullah Efendimiz(s.a.v)’in işaret ettiği gibi din, iman, İslam ve ihsandan
oluşmaktadır.[474]
İmam Gazali (rah) böyle bir terbiyeye girip
nefsi ıslah etmeyi, herkes için farz-ı ayın kabul eder. Yani olmazsa olmaz gibi
şart koşar,“Çünkü peygamberler hariç, hiç kimse manevi hastalıklardan uzak
değildir ve onlardan tek başına kurtulamaz“ der. [475]
AREFE
GÜNÜNÜN FAZİLETİ VE YAPILACAK İŞLER
Arefe günü Zülhicce
Kameri ay'ının dokuzuncu günüdür. Yani Kurban Bayramından bir önceki gün
demektir. Bu günde hacılar Arafat Dağı'na çıkarlar. Hacıların buradaki
duruşlarına Vakfe adı verilir.
Tarık b. Şihab (r.a)’dan rivayete göre: Yahudilerden
biri Ömer b. Hattab(r.a)’a şöyle dedi: Ey Mü’minlerin emiri! Maide suresinin 3.
ayeti olan “…Bugün size, dininizi kemale erdirdim, nimetimi üzerinize
tamamladım ve size din olarak İslam’ı verip, ondan razı oldum…” ayeti bize
indirilmiş olsaydı o günü bayram günü ilan ederdik. Bunun üzerine Ömer şöyle
dedi: “Bu ayetin hangi günde indiğini çok iyi biliyorum; bu ayet Cuma gününe
rastlayan bir arefe günü inmiştir.”[476]
Talha b. Ubeydullah b. Kureyz (r.a)'dan
rivayetle Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Duaların en efdali arefe günü yapılandır.”[477]
Abdullah bin Abbas (r.a) rivayet ediyor: Arefe akşamında
Resulullah (s.a.v) şöyle dua etti:"Allah'ım, şüphesiz sen yerimi
görüyorsun, sözümü işitiyorsun, gizlimi ve açıkladığımı biliyorsun. Benim
işlerimden Sana gizli kalan hiçbir şey yoktur. Ben zavallı ve muhtacım.
Yardım diliyor, korunmamı istiyorum. Günahlarından korkan, endişe eden, onları
ikrar ve itiraf eden biriyim. Yoksulların istemesi gibi Senden istiyorum. Günahkâr
ve zelilin yakarışı gibi Sana yakarışta bulunuyorum, Sana karşı boyun bükmüş,
zillete maruz kalmış, burnu sürtülmüş kimsenin dua edişi gibi, Sana dua
ediyorum. Allah'ım, duamı reddedip de beni hüsrana uğratma. Bana acı ve
merhamet et. Ey kendisine dilekte bulunulanların ve ey dilekleri verenlerin en
hayırlısı." [478]
İbn Ömer (r.a)'dan rivayetle Allah Resulü (s.a.v) buyurdu:
“Arefe günü akşam olunca,
Allah kalbinde zerre kadar imanı bulunan herkesi bağışlar." Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü! Bu yalnız
Arafat ehline mi hastır?" "Hayır; bilakis bütün mü’minleredir."
[479]
Aişe (r.a)’den rivayetle Resulullah (s.a.v)
Arefe günü hakkında şöyle buyurmuştur,
"Arefe
günü vakfe sırasında Cenab-ı Hakk'ın Cehennem'den azat ettiği kulların sayısı
diğer günlerde azat edilenlerle kıyaslanmayacak kadar çoktur. Allah, Arefe günü
vakfe yapanlara yaklaşır. Sonra onlarla meleklere karşı iftihar ederek 'bunlar
ne istiyorlar ki bütün işlerini bırakıp burada toplandılar' der."[480]
Ayrıca şu
hadis de o gün yapılacak amelin kazandıracağı sevabı bildirir:
Ebu Katade (r.a)'den rivayetle Resulullah (s.a.v) şöyle
buyurmuştur:
“Allah'ın,
Arefe günü orucunu ondan önceki yıla ve ondan sonraki yıla kefaret kılmasını
umarım." [481] Bu nedenle hacı olmayanların oruç tutmaları mübahtır.
İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
Arefe günü orucuyla bağışlanacak günahlar, ilim ehlinin ekserisinin
dediği gibi, küçük günahlardır. Büyük günahlar ise; ya ciddi tevbe ile
bağışlanır veya Allah'ın lütfuyla bağışlanır. Arefe günü orucunu tutanın küçük
günahları yoksa büyük günahları varsa, onlar hafifletilir. Yoksa dereceleri
yükseltilir, Bazı âlimler, hadisin zahirini tutarak: Büyük, küçük tüm günahlar
bağışlanır, demişlerdir.[483]
Arefe gecesi ve bayram gün ve
geceleri umumi af günleridir. Bu günleri değerlendirmeli, böyle zamanlarda
coşan rahmet çeşmesinden yararlanmak için kaplarımızı nereye tutacağımızı
bilmeliyiz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurur: "Kim, sevabını Allah'tan
ümit ederek Ramazan ve Kurban Bayramının gecelerini ibadetle ihya ederse,
kalplerin öldüğü gün onun kalbi ölmeyecektir."[484]
Talha b. Ubeydullah b. Kureyz (r.a)'den mürsel olarak, Allah
Resulü (s.a.v) buyurdu ki: "Şeytan,
Arefe gününki kadar küçük, bedbin ve öfkeli hiçbir zaman ve hiçbir gün
görülmemiştir. Çünkü o gün müminlerin üzerine rahmet inmekte ve Allah çok
büyük günahları bağışlamaktadır. Bir de Bedir günü şeytan pek perişan ve
bedbin olmuştur. Çünkü o gün Cibril, meleklere başkanlık edip onları idare
etmiştir." [485]
Ancak Arefe
günü vakfe yapacak hacıların oruç tutmamaları müstehaptır.
İkrime (r.a): "Biz Ebu Hureyre'nin evinde onun yanında
idik. Ebu Hureyre (r.a) bize, Resulullah (s.a.v)'in, Arafe günü Arafatta oruç
tutmayı nehyettiğini haber verdi." [486]
Lubabe (r.a): Arafat'ta arefe günü Peygamber (s.a.v)'in orucu
(yani oruçlu olup olmadığı) hususunda insanlar şüphe ettiler. Ben Peygamber'e (s.a.v)
bir (bardak) şerbet gönderdim, O da bu şerbeti içti” demiştir. [487]
Ebu Nüceyh (r.a)’in babasından rivayete göre,
şöyle demiştir: İbn Ömer’e arefe günü Arafat’taki oruç hakkında soruldu da dedi
ki: “Resulullah (s.a.v) ile birlikte
haccettim Arafat’ta oruç tutmadı. Ebu Bekir’le haccettim, o da tutmadı. Ömer’le
haccettim o da tutmadı. Osman ile haccettim o da tutmadı. Bende o gün oruç
tutmuyorum, tutulmasını da emretmem, tutulmasın da demem.” [488]
Arefe günü
Arafat'ta vakfeye duran hacılar topluluğu mahşerin küçük bir örneğini
gösterirler. Bütün hacılar, siyahı, esmeri, beyazı ve kızılı tamamen eşit
şartlarda, aynı tip elbiseye bürünmüş, zengini-fakiri, hep bir arada ihramlar
içinde başları açık, yalınayak vakfeye durmuş Allah'a yalvararak günahlarının
bağışlanmasını isterler. Sosyal yönden büyük bir eşitlik arzeden bu manzara
İslam'ın insana bakış açısını göstermektedir.
O bakımdan arefe gününün birçok fazileti
vardır. Bunlardan bir kaçını sayalım:
1-O gün dinin ve Yüce Allah’ın (c.c) nimetlerini
tamamladığı gündür.
2-O gün Müslümanların bayram günlerinden
biridir.
3-“Şahitlik
edene ve edilene andolsun ki…”[489] Ayetinde
geçen “şahitlik edene” kelimesinden maksat arefe günü, “şahitlik edilene“ sözünden
maksat da kurban günüdür. Bunu Resulullah (s.a.v) şöyle haber vermiştir: ”şahit olan arefe günü, şahit olunan da
kurban günüdür.”[490] Yüce Allah’ın (c.c) bir şey üzerine
yemin etmesi, o şeyin Allah (c.c) katındaki kıymetinin büyüklüğünü gösterir. Bu
da arefe gününü faziletli yapan şeylerden biridir.
4-Arefe gününün, günler içinde en faziletli
gün olduğu rivayet edilmiştir. Resulullah (s.a.v) bu konuda şöyle buyurmuştur: ”Günlerin en faziletlisi, arefe günüdür.”[491]
Âlimlerden
bir grup bu görüşü savunmuştur. Bir kısmı da en faziletli günün kurban
bayramının birinci günü olduğu görüşünü iddia etmiştir. Bu görüşlerine de Hz.
Peygamber efendimiz (s.a.v)’in şu hadisini delil getirmişlerdir: “Allah katında günlerin en büyüğü kurban
günüdür.” [492] Fazilette kurban günü ile aynı konumda
olması arefe gününün faziletini göstermektedir.
5-Enes b. Malik (r.a) arefe gününün
fazilette 10.000 güne denk olduğu rivayet edilmiştir.
6-Hacda olmayanlar için o gün oruç tutmak
iki senenin günahını temizler, bir önceki ve sonraki senelerin günahlarına
kefaret olur.
7-O gün, günahların bağışlandığı gündür. O
gün cehennemden azad olma günüdür.
8-Bu günde azalarını haramdan koruyan kişinin
günahlarının affolunacağı rivayet edilmiştir. Konuyla ilgili Resulullah (s.a.v)
şöyle buyurmuştur: “Kim bu günde gözüne,
kulağına ve diline sahip olursa günahları affedilir.” [493]
9-Bu günde kelime-i tevhidi (sayısız) sıkça
söylemenin pek çok fazileti var. Abdullah b. Amr (r.a) diyor ki:”Resulullah’ın (s.a.v)
arefe günü en fazla yaptığı dua şu idi: “La
ilahe illallah vahdehu la şerike leh, lehül mülkü ve lehül hamdü biyedihil hayr
ve hüve ala külli şeyin kadir.” [494]
10-Bu günde yüce Allah’tan (c.c) günahlarımızın
affını dilemeyi ve cehennemden azat edilmeyi çokça istemeliyiz. Bu günde
yapılan duaların kabul olunması umulur.
Arefe gününün faziletiyle ilgili
hadislerden biri de şöyledir:
“Allah
katında arefe gününden daha değerli bir gün yoktur. O gün, yüce Allah(ın rahmeti her zamankinden daha fazla) dünya semasına iner ve yerdekilerle
göktekilere karşı övünür. Gök ehline der ki: ”Saçları dağılmış, terlemiş, toza
toprağa bürünmüş ve dört bir yandan gelmiş olan kullarıma bakın. Onlar benim
rahmetimi umuyorlar, azabımdan kurtulmak istiyorlar.
Kurbanımızı,
gönüllerimizdeki en derin saygı ve hassasiyetle keselim. Tek hedefimizin Allah (c.c)
olduğunu, O'nun rızasından başka gayemizin bulunmadığını kalbimizden hissederek
dile getirelim.
Menkıbe
Nefsimi Kurban Etmek İstiyorum
Zunnûn
Mısrî (k.s) anlatıyor:
"Bir
genç Mina'da sakin sakin oturuyordu. Halk ise kurban kesme işi ile meşgullerdi.
Kimdir, ne yapıyor, diye gence
şöyle bir baktım. Bunun üzerine genç dedi ki:
'İlâhî!
Bütün halk kurbanla meşguller. Ben ise
nefsimi huzurunda kurban, canımı
sana feda etmek istiyorum. Bunu benden kabul buyur ya Rab!' dedi ve şahadet
parmağı ile boğazına işaret ederek yere düştü. İyice dikkat edince, delikanlının vefat etmiş
olduğunu fark ettim."[496]
Hazırlayan: Ahmet Tansu
Arca
[424]-İmam-ı
Kasani,El Bedaiu's Senai fi tertibi'ş-Şerai,V,61;Merginani, Hidaye Tercümesi,IV,112 (Kahraman
Yayınları)Mübtedi,IV,70;Molla
Hüsrev,Düreru'l Hükkam fi şerhu Gureri'l Ahkam,I,265;Şerhu Damad,II, 515;Şeyh
Abdülgani El Meydani,El Lübab fi şerhi'l Kitab,III,232;Feteva-i Hindiyye,XI,
461(Akçağ Yay)
[425]-M. Abdürrauf
el-Münavi,578;Şevkani, I,406;Bkz: İslam Ansiklopedisi, XXVI,440(T.D.V
Yayınları)
[426]-Kevser
suresi ayet-2
[428]-Müslim,Kurbanlar,Bab:7,Hadis
No:40-41-42;Ebu Davud,Kurban,Bab:2-3,Hadis No:2791;Tirmizi,Kurbanlar, Bab:24,Hadis No:1523;İbn-i
Mace,Kurbanlar,Bab:11,Hadis No:3149;Nesai,Kurbanlar,Hadis No:4285-86
[429]-İbn-i Mace, Edahi,Bab:2,Hadis
No:3123;Darekutni,Sayd ve Zebayih,II,545;el-Müstedrek,Tefsir,I,389,
Kurbanlar,IV,232;
[430]-İmam Merginani,Hidaye
Tercümesi,IV,111
[431]-Hac suresi ayet-34-37
[432]-Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi,Taberi Tefsiri,VI,27(Hisar Yayınları)
[433] Hac suresi ayet, 35
[434]-Ebu’l-Leys
Semerkandi,Tefsiru’l Kur’an,IV,248 (Sezgin Naşriyat ve Ciltevi)
[436]-Maide suresi ayet-28
[437]-Maide suresi ayet-27
[438]-İbrahim Tozlu, Semerkand
Dergisi, 1999 Mart
[439]-Bakara suresi ayet-131
[440]-Hüseyin Okur, Semerkand
Dergisi, Kasım 2011
[441]-Saffat suresi ayet-102
[442]-Vehbe
Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir,XII,116(Risale Yayınları);Elmalılı M. Hamdi Yazır,Hak Dini Kur’an Dili, IV,442(Azim Yayınları); Fahruddin
Razi,Tefsir-i Kebir Mefatihu’l-Gayb,XVIII,625 (Akçağ yayınları); İmam
Kurtubi,el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,XIV,522-523(Buruc Yayınları-1996)
[443]-Buhari,
Menakıb, Bab:24,Hadis No77, İ’tisam, Bab:2,Hadis No:13;el-Müstedrek,1,229
[444]-Saffat suresi ayet-102
[445]-Vehbe
Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir,XII,120
[447]-Saffat suresi
ayet-104-105-106
[448]-Saffat suresi ayet-107
[449]-Hüseyin Okur, Semerkand Dergisi,Kasım
2011
[450]-Hac suresi ayet-37
[451]-Bakara suresi ayet-155
[455]-Müslim,
Birr,Bab:10,Hadis No:33-34
[464]-Hicr
suresi ayet-40
[468]-Bkz:A’la suresi-14-15; Şems suresi-9-10
[470]-Buhari,
İman, Bab:39, Hadis No:45; Müslim, Masakat,Bab:20, Hadis No:107/1599; İbn Mace,Fiten,Bab:14,
Hadis No:3984
[471]-Haytemi,
ez-Zevacir, I,49
[472]-İbn
Acibe, İkaz’ul-Himem,21
[473]-Abdülkadir
İsa, Hakaik Ani’t-Tasavvuf,35
[474]-Buhari,
İman, Bab:37,Hadis No:43;Müslim, İman,Bab:1,Hadis No:1/8;Ebu
Davud,Sünnet,Bab:16,Hadis No: 4695;Tirmizi, İman,Bab:4,Hadis No:2610;İbn-i Mace
Mukaddime,Bab:9,Hadis No:63
[475]-İbn
Acibe, İkaz’ul-Himem,21
[476]-Buhari, Tefsir’ül-Kur’an, Bab:101,Had
No:128;Müslim, Tefsir, Hadis No:3/3017-4-5;Tirmizi,Tefsir, Bab:6,
Hadis No:3043; Nesai, Menasik, Bab:194, Hadis No:2952
[477]-İmam Malik, Muvatta,Hac, Bab:81,Hadis
No:246;Rudani,Cem’ul-fevaid,Hac,Hadis No:3157(İz Yayın-2003)
[478]-Taberani, Mu’cemu’s-Sağir,
II, Hadis No:480;Rudani, Cem’ul-fevaid, Hac, Hadis No:3159
[479]-Rudani,Cem’ul-Fevaid, Hac, Hadis No:3158
[480]-Müslim, Hacc, Bab:79,Hadis
No:436/1348;Nesai,Menasik,Bab:194,Hadis No:2953;İbn
Mace,Menasik,Bab: 56,Hadis No:3014;Rudani,Cem’ul-Fevaid,Hac,Hadis
No:3153;Taberani,Mu’cemu’s-Sağir,II,Hadis No:403
[481]-İbn Mace, Sıyam, Bab:40,Hadis No:1730;Ebu
Davud,Savm,Bab:54,Hadis No:2425;Tirmizi,Savm,Bab:46, Hadis No: 749;Taberani,Mu’cemu’s-Sağir,II,Hadis No:495
[482]-Taberani, Mu’cemu’s-Sağir, II,Hadis No:664 (Mutlu Yayınları)
[483]-Sünen-i İbni Mace
Tercemesi ve Şerhi, IV,635 (Kahraman Yayınları), (Çeviren: Haydar Hatipoğlu)
[484]-İbn
Mace, Sıyam,68
[485]-İmam Malik,Muvatta,Hac,Bab:81,Hadis
No:245(Beyan Yayınları);Rudani,Cem’ul-fevaid,Hac,Hadis No:3154
[486]-İbn Mace, Sıyam,
Bab:40,Hadis No:1732;Ebu Davud, Sıyam,Bab:63,Hadis No:2440;Ahmed b. Hanbel,II,304, 446
[487]-Buhari, Hac, Bab:85,Hadis
No:135;Müslim, Savm,Bab:18,Hadis No:110/1123-111-112/1124;İmam Malik,
Muvatta,Hac,Bab:43,Hadis No:132
[488]-Tirmizi, Savm, Bab:47,Hadis No:751
[489]-Buruc
suresi ayet-3
[490]-Tirmizi,
Tefsir, Bab:74,Hadis No:3339
[491]-İbn
Hibban, Sahih,VI,62
[492]-Ahmed,
Müsned, IV,350; Süyuti, el-Camiu’s-Sağir, No:1064
[493]-Ahmed,
Müsned, I,329; Haysemi, Mecmau’z-Zevaid, III,251
[494]-Ahmed,
Müsned, II,210; Haysemi, Mecmau’z-Zevaid, III,252
[495]-İbn
Hibban, Sahi, VI,62; Mevarid, No:1006; Haysemi, Mecmau’z-Zevaid, III,253; Münziri,Et-Tergib
ve’t-Tertib,II,200-201;Bkz:Mahmut Kaya, Kutsal Günler ve Geceler,132-135 (Semerkand
Yayınları-2006)
[496] Hucvirî, Keşfu'l-Mahcûb,
s. 473
Yorumlar
Yorum Gönder