Ana içeriğe atla

MANEVİ TERBİYE YOLUNDA (SEYR-İ SÜLÜK) ZİKRİN ÖNEMİ



Allah'tan bir ruh taşıyan[1], yaratılmışların en mükem­meli olan[2] ve ilahi emanetleri yüklenen[3] insanın görevlerinden biri de Allah'ı zikirdir. Yüce Allah (c.c.), Kur'an'da zikir üzerinde çok durmuş ve kendisinin çok zik­redilmesini istemiştir.
Zikir: Lügatte anmak, yâd etmek, hatıra getirmek, beyan ve ifade etmek, hafızada olanları hatırlamak gibi manalara gelir, Istılahta Cenab-ı Hakkın yüce ismini büyüklüğünü ve uluhiyetini anmak[4] ve hatırlamak, O’nu unutmamak ve gaflet halinde olmamak[5] gibi manalara gelir.
Sofiyye ıstılahında zikir; Allah'ı belirli cümleler veya kelimelerle anmaktır.[6]
Ebu Said-i Ebü'l-Hayr hazretleri buyurdu ki: "Zikir, Allahu Teâlâ’yı anıp, hatırlamak, O'ndan başkasını unutmaktır."[7]
Zikir, Arapça unutmanın zıddı olan hatırlamayı ifade eden bir kelimedir. Zikrin hakikati zikredilen (Allah)dan başkasını unutmaktır. “Zikir” kelimesi ve türevleri Kur’an-ı Kerim’de 291 yerde geçer. [8] Sadece “zikr” kelimesi ise, 76 yerde zikredilir. Sadece emir halinde 37 yerde geçer.
Bazı âlimlere göre “insan” kelimesi “nisyan” yani unutmak kelimesinden türemiştir. Ruhlar Allah Teâlâ’nın, “Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?” sorusuna, “Evet” di­yerek cevap vermişlerse de, dünyaya gelip bir bedene girdikten sonra çoğu bu sözlerini unutur ve putları ya da mal-mülk sevgisini ilah edinirler. Bu nisyanın yani Allah’ı ve Allah’a verilen sözü unutma hastalığının tedavisi ise hatırlamaktır, zikirdir.
Bütün ahlak dışı davranışlar ve günahlar “Allah’ı unutmak”tan kaynaklanır. Bunun çaresi de Allah’ı ve ahireti hatırlamak, yani zikirdir. Zikir sayesinde, Allah’ın kendisiyle birlikte olduğunun ve sü­rekli kendisini gördüğünün bilincine eren kişide erdemli ve ahlaklı davranışların artması kuvvetle muhtemeldir.[9]
İnsanın Allah'ı zikretmesi, Allah'ın kesin emridir. Kur'an'da Allah'ın zikredilmesi ile ilgili birçok ayet vardır. Şu ayetleri örnek olarak sıralayabiliriz:
"Rabb'inin ismini zikret..." [10]
"Rabb'inin ismini çok zikret..." [11]
"Allah'ı zikre­din...." [12]
"Allah'ı çok zikredin..." [13]
"Al­lah'ı çok zikredin, ta ki kurtuluşa eresiniz." [14]
Allah Teala, zatını zikir karşısında duyarlı olanları, kalpleri Allah'ın zikrine yumuşayanları ve Allah'ı çok zikredenleri övmüş, bu kimseleri; akıllı, mütevazı ve hakiki müminler olarak nitelendirmiş­, aksi davrananları ise yermiştir.
Yüce Rabbimiz,
"Göklerin ve yerin ya­ratılışında, gecenin ve gündüzün, gidip gelişinde akıllı kimseler için ibret verici deliller vardır." [15] diye akıllı kimselerden haber verip ardından bizlere onların şu vasfını bildirmektedir: "Onlar; ayakta, oturarak ve yanları üzerinde iken Allah'ı zikrederler." [16]
Allah Teâla, hakiki mümini bize tanıtırken şöyle buyurmaktadır:
"Müminler o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir, kendilerine Allah'ın ayetleri okunduğu zaman, ayetler onların imanlarını artırır. Onlar, Rab'lerine güvenirler, namazlarını kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah için yoksullara, hayır kurumlarına) harcarlar. İşte hakiki müminler onlardır. Onlara Rab'lerinin katında de­receler, bağışlanma, iyi, temiz ve bol rızık vardır." [17] 
Bu ayetlerde hakiki müminlerin 5 özelliği sayılmış, beş özel­liğin birincisi olarak da, "Allah zikredilince kalplerin ürpermesi" zikre­dilmiştir.
Allah Teâlâ, zikredilince kalpleri ürperenleri, mütevazı vasfı ile nitelemiştir:
"(Ey Peygamberim!)... Mütevazı müminleri müjdele. Onlar ki Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Başlarına gelen musibetlere sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar ve kendileri­ne verdiğimiz rızktan (Allah yolunda) harcarlar." [18]
Bu ayette müjdelenmesi istenen mütevazı müminlerin (muhbitin) beş özelliğinden birincisi olarak" Allah anılınca kalplerinin ürpermesi" zikredilmiştir.
"İman eden kimseler için Allah'ın zikrine ve inen Hak­ka karşı kalplerinin saygı duyma (huşu') zamanı gelmedi mi?" [19] sorusunu yönelten yüce Allah;
"Rab'lerinden korkanların Ondan derilerinin ürperdiğini, derilerinin ve kalplerinin Allah'ın zikrine yumuşadığını"[20], kalplerin an­cak Allah'ı zikir ile huzura ereceğini bildirmiştir: "Hakka yöne­lenler, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikri ile sükuna erenlerdir. Bilesiniz ki kalpler ancak Allah'ın zikri ile huzur bulur."[21]
Allah anılınca, kalbi ürperen hakiki mümin, "Allah'ı çok zik­redin" emrini de yerine getirir. Bu, onun imanının ve Allah'a (c.c) saygısının gereğidir. [22]
Hakiki müminlerin Allah'ı (c.c) çok zikretmesine mukabil müna­fıkların, Allah'ı pek az zikrettikleri, kâfirlerin, Allah'ın zik­rinden yüz çevirdikleri bildirilmiştir:
"Münafıklar, Allah'ı al­datmaya çalışırlar. Allah ise onların aldatmalarını kendileri­ne çevirir. Namaza kalktıkları zaman üşene üşene kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı pek az zikrederler."[23]
Ayette münafıkların özelliklerinden biri olarak Allah'ı pek az zikretmeleri sayılmıştır.
Bu yüzden Yüce Allah müminlere seslenerek mal ve çocuklarının kendilerini Allah'ı zikirden alıkoymamasını istemektedir:
"Ey müminler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı zikretmekten alıkoy­masın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır."[24]
Kur'an'da Allah'ı (c.c) zikir teşvik edildiği, Allah'ı (c.c) zikredenler övül­düğü, zikretmeyenler yerildiği gibi Peygamberimizin (s.a.v) hadislerin­de de Allah'ı zikir teşvik edilmiş, Allah'ı zikredenler övülmüş, et­meyenler yerilmiştir.
Ebu Musa el-Eş'ari’den (r.a) rivayetle Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyurmuştur ki: "Rabbini zikreden ve zikretmeyen kimselerin durumu ölü ve diri kimse gi­bidir."[25]
Ayrıca Ebu Musa’dan (r.a) rivayetle Peygamber Efendimiz (s.a.v) yine şöyle buyurmuştur:
"İçinde Allah'ın zikredildiği ev ile zikredilmeyen ev ölü ve diri kimselerin durumu gibidir." [26]
Her zaman[27]Allah'ı çok zikreden[28] Peygamberimiz (s.a.v.);"Kıyamet gününde Allah katında derece bakımından en faziletli insanlar hangile­ridir?" sorusuna, "Allah'ı çok zikreden erkek ve Allah'ı çok zikreden kadınlardır" cevabını vermiştir.[29]
Ebu Hureyre’den (radıyellahu anhu) rivayetle Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: “Muhakkak Allahu Tealanın bazı melekleri var ki, yollarda (sokaklarda) dolaşırlar ve zikir ehlini araştırırlar. Allahu Tealayı zikreden bir topluluk bulduklarında, birbirlerine çağrışarak: -Hacetinize geliniz (aradığınız kimseler burada)- diye nida ederler. Onları, kanatlarıyla dünya semasına kadar kuşatırlar. Rableri, onların hallerini en iyi şekilde bildiği halde, meleklere sorar: “Kullarım ne diyor?” Melekler der ki: Seni tesbih ediyorlar, seni tekbirle yüceltiyorlar, sana hamd ediyorlar, seni yüceltiyorlar. Rab Teala buyurur: “Beni gördüler mi?” Melekler der ki:” Hayır, yemin olsun ki seni görmediler.” Rab Teala buyurur: “Şayet beni görselerdi nasıl olurdu?” Melekler der ki: “Şayet seni görselerdi, senin için daha şiddetli şekilde ibadet ederlerdi, seni daha şiddetli şekilde hamd ile yüceltirlerdi, daha fazlasıyla tesbih ederlerdi. Rab teala buyurur: “(O kullar) Benden ne istiyorlar?” Melekler der: “Senden cenneti isterler.“ Rab teala: “Cenneti gördüler mi?” Melekler der ki: “Hayır yarabbi! yemin olsun ki cenneti görmediler.“ Rab Teala: “Şayet onlar cenneti görseydiler nasıl olurdu?” diye sorar. Melekler: “Şayet onlar cenneti görseydi, ona karşı son derece hırslı olurlardı, şiddetli şekilde onu talep ederlerdi. Ona karşı rağbetleri daha büyük olurdu.“ diye cevap verir. Rab Teala buyurur: “(O kullarım) Hangi şeyden sakınıyorlar?” Melekler der: “Cehennemden.” Rab Teala buyurur: “Cehennemi gördüler mi?” Melekler der: “Hayır Yarabbi! Yemin olsun ki onu görmediler.” Rab Teala buyurur: “Şayet görseydiler nasıl olurdu?” Melekler der: “Şayet cehennemi görseydiler, ondan daha şiddetli şekilde kaçarlardı ve daha şiddetli şekilde korkarlardı.“ Rab Teala buyurur: “Sizler şahit olun ki, muhakkak onları affettim.” Meleklerden biri şöyle der: “Onların içinde filancı kişi var, onlardan (zikir ehlinden) değildir. Ancak bir ihtiyacı için oraya gelmiş.” Rab Teala buyurur: Onlar celislerimdir (meclisimde bulunanlardır), onlarla oturanlar da mahrum olmaz.  (Buhari)
ALLAH’I ZİKRETMENİN ÜÇ HALİ
Zikretmek mademki bu kadar kıymetli bir ibadet, öyleyse nasıl olmalı da her zaman zikir halinde olunmalı ve çok zikredenler zümresinden sayılmalı…
Rağıb el-Isfehani zikrin; "kalp ile zikir” ve "dil ile zikir" olmak üzere iki kısma ayrıldığını ve bu kavramın, unutulan bir şeyi hatırlamak ve bir şeyi unutmayıp zihinde tutmak; "dil ile zikrin"; bir şeyi ve bir varlığı anmak, sözünü et­mek, hakkında konuşmak ve övmek; "kalp ile zikrin"; bir şe­yi zihinde tutmak, hatırına getirmek ve düşünme anlamında ol­duğunu beyan etmiştir. [30]
Bazılarına göre zikir her aza ile hatta beden ile de olmaktadır. Beden ile zikir, vücudun bütün organlarının Allah'ın emirlerini yerine getirmeleri ve yasaklarından sakınmaları ile olur. Bu da kişinin kendi vücudunun organlarını Allah'ın yolunda bulundurması ile mümkündür.[31]
Ama müfessirlerin çoğuna göre zikir üç çeşittir. Bunlar, dil, kalb ve beden ile yapılan zikirlerdir.
İbn Acibe hazretleri bu üç çeşit zikrin sahipleri hakkında şunları söyler:
1. Sadece dille zikretmek; bu, gafillerin zikri­dir.
2. Dil ve kalple yapılan zikir; bu, seyrü sülük sahiplerinin zikridir.
3. Sadece kalple yapılan zikir; bu, Hakk'a vasıl olanların zikridir. [32]

Dil ile zikir
Dil ile zikir; Allah'ı güzel isimleriyle anmak, övmek, yü­celtmek, noksan sıfatlardan tenzih etmek, Onun varlığını, birli­ğini, eşi, ortağı ve benzeri olmadığını, gücünü, iradesini ve ni­metlerini ifade eden cümleleri söylemek, dua etmek, Kur'an okumak, öğrenmek ve öğretmek... şeklinde yapılabilir. [33]
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi asıl zikir; kalple yapılan zi­kirdir. Dil ile yapılan zikir kalple yapılan zikre delalet eder.[34] Dil, kalbin tercümanıdır.
Dil ile zikredilmesini ifade eden ayet ve hadisler vardır. "Al­lah'ı çok zikredin" [35] emri dil ile zikri öngördüğü gibi "Rabb'inin ismini zikret"[36]emri de dil ile zikri ifade eder.
Müminin kalbi, dilin zikrine karşı duyarlıdır. "Allah zikredi­lince kalbin ürpermesi"[37] bu gerçeğin göstergesidir.
Şu hadislerde de dil ile zikirden bahsedilmiştir:
"Zikrin en efdali (faziletlisi) la ilahe illallah (diye yapılan zikir) ol­duğunu" [38]bildiren Peygamberimiz (s.a.v)’e;
"Ey Allah'ın Resu­lü', İslam'ın alametleri bana çok geldi, (hepsini yapamıyorum), bana bir görev bildir ki ona yapışayım" deyen birisine,
"Dili­ni devamlı Allah'ın zikri ile meşgul et" buyurmuştur.[39]
Muaz b. Cebel’in (r.a),"Amellerin hangisi Allah'a daha sevim­lidir?" sorusuna, "Ölünceye kadar dil ile sürekli Allah'ı zikret­mektir" cevabını vermiştir.[40]
Ebu Hureyre (r.a) anlatıyor: Peygamberimiz (s.a.v.);
"Cennet bahçelerine uğradığınız zaman, nimetlerin­den bolca yararlanın" buyurdu. Ben, "Ey Allah'ın Peygamberi! Cen­net bahçelerinden maksat nedir?” Diye sordum,
"Camilerdir" buyurdu. "Camilerin nimeti nedir? Ey Allah'ın Peygamberi" dedim.
"Sübhanellahi ve'l-hamdü lillahi ve la ilahe illallahü vallahü ekber (Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim, her türlü övgü Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilah yoktur ve Allah en büyüktür) cümlelerini söylemektir" buyurdu.[41]
Bu hadisler zikrin önemini hem de dille zikrin nasıl yapılacağını bildirmektedir. Tehlil (la ilahe illallah), tekbir (Allahüekber), tesbih (sübhanellah), hamdele (elhamdülillah), hasbele (hasbiyallah), havkale (la havle ve la kuvvete illa billah) ve Resulullah'a (s.a.v) salavat bunların en başında gelir. Bütün zikirler ism-i has olan "Allah" zikrinde toplanır. Bu zikrin sonucu, zatta fani olmaktır; asıl gaye ve nihai hedef odur. [42]
Peygamberimiz (s.a.v), insanın sahip olduğu en değerli var­lıkların başında "şükreden bir kalbe ve zikreden bir dile sahip ol­masını" zikretmiştir.[43]
Bir müminin; tesbih, tehlil, tahmid ve tekbir cümlelerini söy­leyerek zikredebileceği gibi hayırlı işlerine euzü besmele ile baş­layarak, gelecekte yapacağı her işi için inşaallah diyerek, dua ederek, Kur'an okuyarak, tevbe istiğfar ile de zikredebilir.[44]
Muaz b. Cebel (r.a) Peygamber Efendimiz’e (s.a.v), "İmanın en faziletlisinin ne olduğunu" sorması üzerine Peygamberimiz (s.a.v); "Allah için sevmen, Allah için kızman ve dilinle Allah'ı çok zikretmendir…" [45] cevabını vermiştir.
Bu sözü ile Allah'ı zikretmeyi imanın gereği yapılması icabeden görevler cümlesinden sayan Peygamberimiz (s.a.v), Al­lah'ın (özel) gölgesinin dışında hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde yedi sınıf insanı Allah'ın (özel) gölgesinde gölgelendireceği, bunlardan bir sınıfın da, kimsenin bulunmadı­ğı tenha yerlerde Allah'ı zikredip gözyaşı dökenler olduğu­nu bildirmiştir. [46]
Yüce Allah'ın, "Beni zikrettiği ve beni anmak için dudak­larını hareket ettirdiği zaman ben kulumla beraberim" [47]bu­yurduğunu haber veren Peygamberimiz (s.a.v) Allah'ı zikret­meyen toplumun ziyan içinde olduğunu [48] bildirmiş ve müminle­ri Allah'ı zikretmeye teşvik etmiştir.
Ebu Said'den (r.a) rivayetle Peygamberimiz (s.a.v), yüce Allah'ın şöyle buyurduğunu bildirmiş­tir:"Kur'an(ı okumak, öğrenmek) ve beni zikretmek, benden bir şey istemekten alıkoyarsa, bu kimseye dua edip isteyen­lere verdiğimden daha fazlasını veririm."[49]
Bedenle zikir;
Bedenin her bir uzvunu emrolunduğu gö­revleriyle meşgul etmek ve yasaklandığı şeylerden alıkoymak­tır.[50] Mesela gözün görevi; gerçekleri, Allah'ın varlığına delalet eden kevni ve kitabi ayetleri görmesi, kötü ve günah olan şeylere bakmaması, kulağın görevi; gerçekleri, Allah (c.c) ve Peygambe­rin (s.a.v) sözlerini dinlemesi, yasak ve haram olan sözleri dinlememe­si, el ve ayakların görevi; bu uzuvların ibadet ve itaatte kullanıl­ması, isyan ve yasak olan şeylerden ve yerlerden uzak tutulma­sı, dilin görevi; doğru ve hayırlı sözler söylemesi, yalan, gıybet, iftira ve benzeri haram ve kötü olan şeylerde kullanmaması, ak­lın görevi; gerçekleri idrak etmesidir.
Ümmü'd-Derda (r.a), "Eğer namaz kılar­san bu, Allah'ı (c.c) zikirdir. Eğer oruç tutarsan bu da Allah'ı (c.c) zi­kirdir. İşlediğin her hayırlı amel Allah'ı (c.c) zikirdir. Her türlü şerden/kötülükten kaçınmak da Allah'ı (c.c) zikirdir..." demiştir.[51]
Said b. Cübeyr der ki: “Zikir, Allah'a (c.c) itaat etmektir. Allah'a (c.c) itaat etmeyen kimse ister­se pek çok tesbih çeksin, tehlil çeksin, Kur'an okusun Allah'ı zikretmiş ol­maz.”[52]
Hz. Peygamber (s.a.v) bu konuda buyurmuştur ki:"Kim Allah’a itaat ederse o kimse, gerçekten Allah'ı zikretmiş olur; ister­se bu kimsenin namazı, orucu ve Kur'an okuması az olsun. Kim de Allah'a isyan ederse (harama dalarsa) gerçekten o kimse Allah'ı (c.c) unutmuştur; isterse onun namazı, orucu ve Kur'an okuması çok olsun."[53]
Şeyh Ahmed el-Haznevi hazretleri şöyle buyurmuştur: ”Vakitlerin devamlı olarak ilahi zikirde sarf edilmesi vacibtir. Parlak İslam şeriatına uygun olan her şey alış-veriş de olsa kişiden çıkan bütün ameller zikir sayılır. Öyle ise bütün yapılan işlerin zikir olması için bütün davranışlarda dinin kurallarına uyulması gerekir. Çünkü şüphesiz zikir gafleti kovmaktan ibarettir. Bütün fiillerde Allah’ın emir ve yasaklarına uyulduğunda gafletin etkisinden kurtuluş mümkün olup Allah’u Teala’ya devamlı zikrin sevabı gerçekleşir.[54]
Bir mümin zikir kategorisine giren günlük farz ibadetlerini yerine getirmekle beraber, dil veya kalp ile zikri de ihmal etmemelidir. Kişi gece, gündüz, evde, işyerinde, yolda, otururken, yatarken, vasıtada iken, çalışırken, her hal ve şartta her mekân ve zamanda Allah’ın (c.c) zikredebilir. Hz. Aişe valide­miz Peygamberimizin (s.a.v), her zaman Allah'ı zikrettiğini bildirmiştir.[55]
Sabahleyin yatağından euzü-besmele ile kalkan, abdest alıp sabah namazını kılan, namaz akabinde tesbihat ve du­alarını yapan, kahvaltısına besmele ile başlayıp, yemek bitiminde “elhamdülillah” diyen, besmele ile giyinip evinden besmele ile çıkan, aracına besmele ile binen, dükkanını besmele ile açan, işine besmele ile başlayan, günde beş vakit namazını kılan, söz, fiil ve davranışlarında dürüst olan, akit ve sözleşmelerine uyan, haram ve günahlardan sakınan, iyilik ve güzelliklerin yaygınlaş­masına, kötülüklerin önlenmesine çalışan, geleceğe yönelik ya­pacağı bir plan ve vereceği sözlerle ilgili olarak “inşaallah" diyen, yaptığı iş ve davranışlarda ve söylediği sözlerde Allah'ın rızasını gözeten, işlediği günah ve kusurlara karşı hemen Allah'tan af ve mağfiret dileyen, her iş ve görevinde, ibadet ve itaatinde Al­lah'tan yardım isteyen, dua ve niyazda bulunan, haram olan şeyleri yemek ve içmekten sakınan, müminlerle karşılaşınca on­larla selamlaşan, onlara hayır dua eden, iyilik temennisinde bulunan, okunan ezanı dinleyen, ezbere veya yüzüne Kur'an oku­yan, akşam evine dönünce ev halkına selam veren, besmele ve dua ederek yatan ve hayatını bu minval üzere devam ettiren kimse “Allah'ı çok zikredin” görevini yerine getirmiş olur.[56]
Evet, bu sayılan ibadet ve ameller bir çeşit zikirdir, fakat kalbe ilaç olacak, nefsi uslandıracak zikir, hepsinden ayrı bir ameldir. Allah dostları, kalbin ilacı olan zikri günlük “vird” haline getirmişlerdir. Bu sayede zikir, onların tüm benliklerini sarmış, bütün vakitlerine yayılmış ve hayatlarının ayrılmaz bir parçası olmuştur.
Böyle bir zikir sayesinde kalp, sanki yüce Allah'ı görür gibi ibadet etmeye başlar. O'nu göremese de O'nun sürekli kendisini gördüğünü bilir. Buna, daimi, kalbi, zati, sultani zikir denir. Hadislerde anlatılan "ihsan" makamı budur.[57]

Kalb ile zikir;
Kalbin maddi/cismani ve mecazi olmak üzere iki anlamı var­dır. Maddi/cismani anlamda kalp; iki akciğeri birbirinden ayı­ran, göğüs kafesi boşluğunda yer alan ve kan dolaşımını sağla­yan organdır. Mecazi anlamda kalp ise; inanç, duygu ve düşün­cenin; sevgi, şefkat ve merhametin; düşünme, anlama ve kavra­manın; korkma, sevinme ve üzülmenin; niyet, irade ve azmin... kaynağıdır. Kur'an'da kalp kelimesi maddi anlamda kullanılmak­la birlikte[58] daha çok mecazi anlamda kullanılmıştır.
Kur'an'da; Allah'a yönelen,[59] hidayete eren,[60] Müslüman,[61] muttaki,[62] iman[63] ve zikir[64]ile mutmain olan,[65]saygılı,[66]Allah'tan korkan[67] ve gerçekleri anlayan[68] kalp denir.
Buna mukabil,
Gafil,[69] günahkar,[70] hastalıklı,[71] kör,[72] ka­tı,[73] kilitli,[74] perdeli,[75] mühürlü,[76] paslı-kirli,[77] dağınık,[78] kayan,[79] kin tutan,[80] eğlenceye dalan[81] ve gerçekleri anlamayan[82] kalp.... vb iyi ve kötü vasıflarla nitelenen kalpten de söz edilmiştir.[83]

Gavs-ı Bilvanisi hazretleri işte bu mecazi kalp hakkında şöyle buyurmuştur:
 “Kalb-i insani dediğimiz yürek, et parçası değildir. Hadis-i şerifte et parçası denmesi mecazidir. Hakikatte kalb et parçasından başka bir şeydir. Kalbe yürek demek ilmi bir hatadır. Çünkü o et par­çası hayvanlarda da vardır. Kalb dediğimiz ise, ruhani yüreğe bağlı gerçeklerin toplandığı yerdir. Et parçası onun aynasıdır. Yani yürek, ruhun ve kalbin aynasıdır. Belirme derecesine göre, aksi itibariyle yürek ayna, kalb ise ondan başkasıdır. Bütün güzel ahlakı, kemalatı toplayıcı bir kaynaktır.
Bazı meşayıh kalb yürekte buhar şeklinde belirir demişler. Bazıları ise cism-i latiftir demişler. Her nasıl olursa olsun bahsettiği­miz kalb, Allah Teala'nın tecelli yeridir. Taşıyıcısı hayvani ruhtur, aleti akl-ı selim'dir. İnsanın vücud­unda bulunan sol memenin altındaki yürek, o kalbin yuvasıdır. Kuş ayrıdır, kuşun yuvası ayrıdır. Nasıl bir nehir önüne sed çekilse o sed dağılıp gi­den nehri önler. İşte nefis kalbin önünde bir doğal seddir. Böylece kalbi yetenek ve kuvvetten düşürür. O da dünya lezzetlerine dalarak pek çok parçalara bölünür. Dolayısıyla yüzünü dünyaya çevirir, o zaman Alemi emirdeki yüzü de maddi aleme çevrilir. Nihayet darmadağın olur. İnsanın ilk vazifesi, kal­binin bu halini tedavi etmektir. Kalbi esas gayesin­den ne ayırmışsa onları kalpten çıkarınca, kalb hu­zur bulur. Biz kalbimizden nefsani, şehevi ve her türlü vesveseyi temizlersek, kalb sağlam bir kabili­yet kazanır. Böylece yararı çoğalır, bunu dikkate ala­rak, kalbi tasfiye etmek vacibtir, denilir. Kalbin par­lak yüzü günahlardan temizlendiği an, hakikatlar ona yansır.
Nitekim bazı Nakşibendiler şöyle derler: “Günah ve isyandan kalbin yüzü kararırsa, onun perişanlı­ğından varlığı ve yokluğu aynı seviyede olur. Kalbi parçalara bölmemek vacibtir. Şairlerin şiirlerine ko­nu ettikleri ayrılık hasreti, kalbin dağılmasından ibarettir.”
Bu hususta Şah-ı Hazne (k.s) bize şöyle sohbet etti:“Sol memenin altında olan maddi yürek içinde ruhani ve latif bir cisim olan kalbi insani vardır. Yü­rek ona yuva gibidir. Yüreğin dışında kafes gibi bu­har şeklinde nefs vardır. Kalbte yetmiş küsur şube vardır. Nefis her bir başıyla bir şubeyi işgal etmektedir. Kalb kuvvet bulursa zikrin sıcaklığından nefs başlarını geriye çeker. Kalbte şayet zikir yok ise nefs hücum eder. Nitekim nefsin bir ismi de Hannas'tır. Nas süresindeki "Hannas" kelimesini incele­yin…” [84]
Gavs-ı Sani Hazretleri buyurmuştur ki:“Kalb iki kısımdır; Kalbi hayvani ve Kalbi insani. Kalbi hayvani bir et parçasıdır. Bu hayvanlarda da bulunur. Kalbi insani ise, o et parçasının içinde bir nurdur. Günahlardan dolayı o nur, Arş-ı A’la’da dokuz bin yıllık mesafedeki bir ağaca yapışır. Ancak kalb zikrullahla temizlendikten sonra yerine döner.”
Necmüddin Kübra hazretleri şöyle buyurmuştur:
“Zikir ateşi, “her şeyi yakıp yok eden” [85] bir ateştir. Girdiği evde (kalbte) şöyle der: “Ben varım artık benimle başka hiçbir şey olmayacak”. Bu ise “La ilahe illallah” (Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur) anlamındadır. Evde odun varsa onu yakar, odun ateş olur. Şayet ev karanlık ise zikir nur olur, karanlığı yok eder, evi nura boğar. Evde nur olunca ona zıt ve rakip olamaz, aksine zikir, zakir (zikreden kişi), mezkûr (zikredilen, Allah) dost olurlar ”Nur üstüne nur” [86]olur o zaman.” [87]
İşte o zaman “Zikir ateştir, törpüdür ve çekiçtir.” [88] Yani kalbteki tüm masivayı yakar, yanlış ve şeytani düşünceleri törpüler, çekiç gibi hatalı işleri düzeltir.

KUL RABBİNİ ZİKREDERSE RABBİ DE KULU ZİKREDER
Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de bütün yaratılmışların kendine göre bir zikri olduğunu ve insanlar anlamasa bile her varlığın Allah’ı tesbih ettiğini ifade buyurmuştur. Bu konudaki ayet-i kerimelerden bazıları şunlardır:
"Yedi gök, arz ve bunların içinde bulunanlar, O’nu tesbih ederler. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ama siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O, halimdir, çok bağışlayandır” [89]
"Göklerde ve yerde bulunanların hepsi Allah’ın şanının yüceliğini anmaktadır. Mülk O’nundur, hamd O'nundur. O, her şeye kadirdir”[90]
Hz. Mevlana k.s Mesnevisinde buyurur:
“Kuşların sultanı leylektir. Onun ‘lek, lek’leri ne­dir, bilir misin? O: Hamdü lek, şükrü lek, mülkü lek ya Müstean! (Yani hamd sana, şükür sana, mülk senin ey kendisinden yardım beklenen Rabbim!) demektir.”
Muhyiddin İbnü’l-Arabi de [k.s] bu hususta şöyle bu­yurur:
“Bütün varlıklar kendilerine has bir surette Allah’ı zikrederler. Fakat bu hususta varlıklar farklı seviyelerde­dir: Mahlukat içinde gafletten en uzak olanı cemadattır (taş ve toprak gibi varlıklardır). Çünkü onların, yemek içmek, hava teneffüs etmek gibi şeylere ihtiyacı yoktur. Cemadattan sonra nebatat (bitkiler) gelir ki, ihtiyaç başlar. Zira toprak, su ve güneşten aldıkları gıdaları İlahi tayinle terkip edip rengârenk çiçekler, yapraklar ve meyveler vücuda getirirler. Daha sonra hayvanat (hayvan­lar) gelir. Bunların hayati fonksiyonları bitkilerden daha fazladır. Bundan dolayı ihtiyaçları çoğalmış, nefsaniyet artmıştır. İnsanın ihtiyaçları ise bitmek tükenmek bilmez. Benlik, hayaller ve dünyevi ihtiraslar onu devamlı gaflete sevkeder.”
Rabbimiz ayetlerinde, yarattığı her şeyin kendisi­ni tanıdığını ve bizim idrakimiz dışında bir hal lisanı ile Yaratıcısını zikrettiğini bildirmektedir. Mahlukatın zikri­ni işitebilmekse, ancak ibadet, zikir, tesbih ve samimi bir kulluk hayatı neticesinde gönlün saf hale gelmesi ve böylece gaflet perdelerinin kalkıp hakikat alemine vakıf olmasıyla mümkündür. Yunus Emre hazretlerinin sarıçiçekle sohbeti de bu kabildendir.[91]
Necmüddin Kübra hazretleri kainattaki her şeyin Allah Teala’yı zikrettiğini şöyle dile getirmiştir:
“Davul ve boru seslerini müteakip çeşitli tonlarda sesler duyarsın. Su şırıltısı, rüzgar sesi, yanmak üzere olan ateşin çatırtısı, geyik sesi, at ve yavrusunun uyurken çıkardığı ses, fırtınalı havalarda rüzgarın salladığı ağaç yapraklarının çıkardığı ses... vs. gibi.
Yer, gök ve ikisi arasındaki şeyler bu unsurlardandır. İşte bütün bu sesler, söz konusu cevherlerin, unsurların zikirlerinden ibarettir. Bu sesleri işiten kimse Allah’ı her lisanla (bütün varlıkların çıkardıkları seslerle) tesbih ve takdis etmiştir.” [92]
Ka’bul Ahbar hazretleri, hayvanatın her ötüşünün bir manası olduğunu beyan buyurarak şöyle demiştir:
Tavus kuşunun ötüşü; “Cezalandırdığın gibi cezalandırılırsın” Yani, sen nasıl cezalandırırsan, kimlere iyiliğinde ne hüküm, kötü işlerinde ne tavır takınırsan Allah da seni, senin tavrın gibi cezalandırır, demektir.
Hüdhüd kuşunun ötüşü; “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz”
Göçeğen kuşunun ötüşü; “Ey günahkârlar! Allah’u Teâlâ’dan af ve mağfiret olunmayı isteyiniz.”
Kaya kuşunun ötüşü; “Her canlı ölecektir, her yeni eskiyip çürüyecektir.”
Güvercinin ötüşü; “Gökleri ve yeri ve yeri dolduran Rabbimi noksan sıfatlardan tenzih ederim”
Karganın ötüşü; “Allah Teâlâ’dan başka her şey helak olacaktır”
Kutsat kuşunun ötüşü; “Susan başına bela ve musibet gelmesinden kurtulur.”
Papağanın ötüşü: “Düşüncesi dünya olan kimseye yazıklar olsun.”
Doğan kuşunun ötüşü;“Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ederim. O benim Rabbimdir, bütün hamdler, şükürler, O’na mahsustur. ” [93]
Bakıldığı zaman Allah Teâlâ’yı, yaratılmış her şeyin zikrettiği, zikrettikleri her şeyin mutlak manası olduğu ancak bundan insanoğlunun gafil kaldığı bilinmektedir. Allah’ın zikrinden gafil olanlar O’nun rahmetinden ve zikretmesinden uzak kalacaktır. Zira Allah Teâlâ Kur’an-ı Mübinde şöyle buyurmaktadır:
“Öyleyse siz beni anın ki ben de sizi anayım.” [94] 
Ayete müffesirler şu manaları verilmişlerdir:
ØSiz Beni gönlünüzle zikredin, Ben de sizi müşahede ve cemalimi seyir nimetine ulaştırarak zikredeyim.[95]
ØSiz Beni kalplerinizle zikredin, Ben de sizi kalbinizden perdeleri kaldırarak zikredeyim. [96]
ØSiz Beni tevhid ve imanla zikredin, Ben de sizi cennette manevi derecelere yükselterek zikredeyim. Ebu Bekir-i Sıddık (r.a) demiştir ki: "İbadet olarak tevhid sevap olarak cennet yeterlidir." [97]
ØSiz Beni şükürle zikredin, Ben de sizi daha fazla ihsan ederek zikredeyim. [98]
ØSiz Beni yeryüzünde zikredin, Ben de sizi yerin altında (kabirde) zikredeyim.
Esmai der ki: "Hac zamanı Arafat'ta vakfeye durmuş bir bedevi gördüm, şöyle dua ediyordu: İlahi! Herkes farklı farklı dillerle ağlayarak sızlayarak senden ihtiyaçlarını istiyor; benim senden isteğim, bir bela anında ehl-i dünya beni unutunca, senin beni zikretmendir." [99]
ØSiz Beni taatlerle zikredin, Ben de sizi hoş bir hayatla afiyet içinde yaşatarak zikredeyim.[100]
ØSiz Bana itaat etmek suretiyle Beni zikredin ki Ben de yardımım ile sizi zikredeyim. [101]
ØSiz halisane ibadet yapmakla Beni zikredin, Ben de sizi ahirette korktuklarınızdan emin ve arzu ettiklerinize kavuşturmakla zikredeyim. [102]
ØSiz beni tenhada ve topluluk içinde zikredin, Ben de sizi onlardan daha hayırlı bir topluluk içinde (meleklerin arasında) zikredeyim.[103]
ØSiz Beni, hiç kimsenin bulunmadığı yerlerde zikredin ki, Ben de sizi kim­senin bulunmadığı (ıssız çöllerde) zikredeyim, yalnız bırakmayayım. [104]
ØSiz Beni cemaat içinde anın ki Ben de sizi meleklerin içinde anayım. [105]
Şu kudsi hadis delildir .Cenab-ı Hak buyurur ki: "Kulum benim hakkımda nasıl düşünürse ben kendisine ona göre muamele ederim. Artık hakkımda istediğini düşünsün. Kulum beni zikrettiği zaman ben onunla beraberim. Kim beni gizlice içinden zikrederse bende onu özel olarak zatımda zikrederim. Kim beni bir topluluk içinde zikrederse bende onu daha hayırlı bir topluluk içinde zikrederim. " [106]
ØSiz beni tövbe ile zikredin, ben de sizi kusurlarınızı affederek zik­redeyim.[107]
ØSiz Beni dünyada zikredin, Ben de sizi ahirette zikredeyim.[108]
ØSiz Beni nimet ve rahatlık içindeyken zikredin, Ben de sizi belaya düştüğünüzde zikredeyim. [109]
ØSiz beni hükümlerime teslim olup rıza göstererek zikredin, ben de sizi işlerinizi güzel yoluna koyarak ve üzerinizde hükmümü yumuşak­lıkla icra ederek zikredeyim. [110]
"Kim Allah'a güvenip dayanırsa Allah ona yeter" [111]
ØSiz beni şevk ve muhabbetle zikredin, ben de sizi huzuruma vasıl edip zatıma yaklaştırarak zikredeyim. [112]
ØSiz beni dua ile zikredin, ben de sizi ihsanla zikredeyim. [113]
ØSiz beni ihtiyaçlarınızı benden isteyerek zikredin, Ben de sizi nimet­lerimi vererek zikredeyim. [114]
ØSiz beni ihlas ve sa­mimiyetle anını ki Ben de sizi kurtararak anayım. [115]
ØSiz beni, ruhlarınız ve sırlarınızla zikredin; Ben de sizi maddi varlı­ğınızı görmekten kurtararak zikredeyim. [116]
ØSiz beni fikir ve nazar yoluyla zikredin, Ben de sizi sürekli müşahede halinde tutarak zikredeyim. [117]
ØSiz beni münacat ile yakararak anın ki, Ben de necat (kurtuluş) ile anayım. [118]
ØSiz beni bolluk ve sıhhatteyken zikredin, Bende sizi sıkıntıya ve darlığa düştüğünüz zaman sıkıntılarınızdan kurtarmak suretiyle anayım. [119]
ØSiz, bir musibet anında beni zikredin ki, Ben de sizi o musibetten kurtarayım. [120]
ØBeni, size farz kıldığım ibadetlerle anın ki Ben de sizin için kendime gerekli kıldığım sevap ve rahmetimle[121] (kendime vacib kıldığım şeylerde)[122] sizi anayım.
ØSiz bana itaatle, emirlerime uymak suretiyle, salih amel ile, hamdetmek, tesbih getirmek, şükretmek, Kur'an-ı Kerim'i okumak, ayet­leri üzerinde düşünmek, kainattaki deliller üzerinde Benim varlığıma, kudreti­me ve vahdaniyetime dair tefekkür etmek, size verdiğim emirlere bağlı kal­mak, yasakladıklarımdan kaçınmak, peygamberlere iman edip onlara uymak suretiyle Beni zikrediniz. Ben de sizleri kendi nezdimde sevap ve ihsan ile bol bol hayırlar vermekle, mutluluk ve izzetinizin devamı ile sizi anayım. Sizinle meleklere karşı övüneyim. [123]

ØSiz davetime icabet etmek ve muhsin olmak suretiyle beni zikredin. Bu, tıpkı Allah'ın,"Bana dua edin, duanızı kabul edeyim" [124]ayeti gibidir. Bu, Ebu Müslim'in görüşüdür. O şöyle demiştir: "Allah Teala, mahlukatına, kendisini arzulayarak ve kendisinden korkarak, rah­metini umarak ve azabından çekinerek zikretmelerini; zikirlerini başkası değil sırf Allah için yapmalarını emretmiştir. Onlar, Allah'a ibadet etmede ve onu Rab tanımada ihlaslı olarak zikrettikleri zaman, Allah Teala da hem dünya hem ahirette onları ihsanı, rahmeti ve nimeti ile zikreder (yani bunları verir)".[125]
ØBeni, medh-ü sena edip itaat ederek zikredin ki, ben de sizi medh-ü sena edip nimet vererek zikredeyim. [126]
ØSiz benim uğrumda cihad ederek anın ki, ben de size hidayet ederek (yol göstererek) anayım. [127]
ØSiz önce, benim Rab olduğumu hatırlayın ki, ben de sonunda, sizi rah­metim ve kulluğuma kabul etme ile hatırlayayım (mükafatlandırayım)." [128]
ØBeni doğruluk ve samimiyetle zikrediniz, ben de sizi kurtuluş ve size tahsis ettiğim şeyleri artırmakla zikredeyim.[129]
Bütün bu ifadelerin ışığı altında bilinmelidir ki,
İbn Abbas (r.a) demiştir ki;"Allah'ın rahmetiyle sizi zikretme­si, sizin itaat ile O'nu zikretmenizden daha büyüktür, daha fazi­letlidir."
Mücahid (r.a) ve ikrime (r.a) demiştir ki; "Allah'ın kulunu zikretmesi, kulun Rabb'ini namazda ve diğer ibadetlerinde zikretmesinden daha büyüktür."
Taberi (rah) demiştir ki; "Allah'ın sizi zikretmesi, sizin O'nu zikretmenizden daha faziletlidir".[130]
Kurtubi;”Allah'ın sevap ve övgü ile sizi zikretmesi, sizin O'nu ibadet ve namazlarınızda zikretmenizden daha büyüktür" yorumunu benimsemiş ve bu görüşü İbn Ömer'den yapılan bir rivayete dayandırmıştır.[131]
Ebu Usame en-Nehdi diyor ki:“Ben Allah'ın (c.c) hangi an ve saatte bizi andığını bilirim!”
Bunun üzerine kendisine soruluyor: “Nasıl bilirsiniz?” O, cevap veriyor:
“O'nu andığımız zaman.” Çünkü Kur'an'da buyuruyor: “Anın Beni anayım sizi!”
Müfessir Süddi diyor ki:“Herhangi' bir kul Allah'ı anacak olursa, herhalde Allah da onu anar; şöyle ki: Mü'min O'nu anınca, O da onu rahmetiyle, mağfiretiyle anar. Kafir O'nu anacak olursa, O da onu azap ile anar!”[132]
İbn Ebu Hatim der ki, bize Hasan İbn Muhammed... Mekhul el- Ezdi’den nakletti ki, o şöyle demiş: Ben Abdullah İbn Ömer’e; “cana kı­yan, içki içen, hırsızlık yapan ve zina eden kişi Allah’ı zikrederse ne olur?” dedim.. Allah Teâlâ “Öyleyse Beni zikredin ki Ben de sizi anayım” buyuruyor. Abdullah İbn Ömer dedi ki; “Bu kişiler, Allah’ı zikrederlerse Allah da onlar susuncaya kadar kendilerini lanetle anar.”[133]
TASAVVUFTA, MANEVİ İLERLEYİŞ ANCAK ZİKİRLE MÜMKÜNDÜR
Tasavvufun ilk hedefi muhatabı olan insanoğlunun kalbinin temizlenmesidir.
Kur’an, kalbin temizliğine “tezkiye”ismini vermiş ve ebedi kurtuluşu ona bağlamıştır. [134] Hz. Peygamber’in (s.a.v) temel görevi de tebliğ ve tezkiye olarak belirlenmiştir.[135]
Tezkiye kalıbı değil kalbi temizlemektir. Bu ise kalbin şirk, küfür, isyan ve gaflet gibi manevi kirlerden arındırılmasıdır. Bu arındırma iman, nur, feyiz, tövbe, istiğfar, gözyaşı ve ibadetlerle olur. Hadisler, güzel ahlakın asıl merkezi olarak kalbi işaret eder. Efendimiz (s.a.v), kalbin dini yaşantıdaki yerini şöyle tanıtmıştır:“İnsan vücudunda öyle bir parça vardır ki, o iyi olduğu zaman bütün bedenin işleri iyi ve güzel olur. O bozulduğu zaman, bütün vücut bozulur. Dikkat edin o parça kalptir” [136]
Bunun için mürşidler, insan eğitiminde ilk hedef olarak kalbi seçerler. Bütün gayretlerini, müridlerinin kalbinin uyanması ve ihyası için kullanırlar. Bu işi devamlı gündemde tutarlar; gerçekleşmesi için çok fazla zaman ayırırlar.
Üzülerek belirtelim ki, bugün insan kalbinin manevi terbiyesi ihmal edilmiş, gayretler çoğunlukla mideye ve kalıba yöneltilmiştir. Kalp hastalığı denilince manevi değil, maddi kalp hep anlaşılagelmiştir. Öyle ki kalple işlenen günahlar gizli olduğu için zahirdeki günahlar kadar üzerinde durulmamıştır.
Mesela, adam öldürmek, içki içmek, yalan söylemek büyük günahlardandır. Bir mümin bunlardan sakındığı gibi, kalple işlenen kin, haset, kibir, riya, aşırı dünya sevgisi, kader ve kazaya itiraz, ilahi takdire rızasızlık, gaflet gibi gizli günahlardan sakınmamaktadır.
Halbuki, İbnu Hacer el-Heytemi hazretlerinin naklettiği gibi:
“Kalple işlenen günahlar, dış azalarla işlenen günahlardan daha tehlikelidir. Çünkü onlar, sonuçta imanı zedeler, ibadetin kabul edilmesini engeller, amellerin sevabını yok eder. Gizli günahların çoğu insanı şirke sürükler, nifaka bulaştırır, dinden bile çıkarır. Ayrıca kalpte yer eden gizli günahlar, devamlıdır, her zaman insanı tehlikeye sokar. Zahiri günahlar ise böyle değildir.“ [137]
Mademki vücud ülkesindeki bir organın iyi olması iyiliğe, kötü olması kötülüğe delalet ediyor öyleyse önce o parçayı iyi hale getirmenin çarelerine başvurulmalı.
İşte bu çarenin başında, tasavvufun da ilk hedefi olan kalbi temizlemek gelir. Kalbin tezkiyesi ve nefsin terbiyesi hali, bütün müminlerin ortak hedefidir. Bu temizlemenin nasıl olacağı hususunda çeşitli görüşler sedredilse de tasavvuf bu temizliğin ve hastalığın tedavisinin ancak zikirle olacağını beyan etmiştir.
Gavs-ı Sani Seyyid Abdulbaki Hazretleri, bir sohbetlerinde zikir hakkında şöyle buyurdular: “Zikir kalbin gıdasıdır; gıdasını almayan kalp zayıflar, sonra ölür. Kalp ancak zikir ile beslenir, kuvvetlenir, tatlanır, manen hayat bulur. Haramlar ve işlenen günahlar ise, şeytanın gıdasıdır. İşlenen günahlar, insanın kalbini zayıflatır; onun düşmanı olan nefsi ve şeytanı kuvvetlendirir. Bu nedenle, insanın içinde kalp, nefis ve şeytan devamlı mücadele halindedir. Rabbü’l-Alemin: “Dikkat edin,uyanık olun;kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzur bulur,” [138] buyurmuştur.” [139]
İmam-ı Rabbani hazretleri bu ayet-i kerime hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Kalbin itminana ulaşmasının yolu nazar ve istidlalden değil Allah’ı zikretmekten geçer.  Şüphesiz zikirde, hakiki anlamda olmasa bile Cenab-ı Hak Teala ile münasebet kurmak söz konusudur. Topraktan yaratılmış insan nerede, her şeyin Rabbi olan Allah Teala nerede! Fakat zikir sayesinde zikreden ile zikredilen arasında bir tür irtibat muhabbeti gerektiren bir ilişki olmuştur. Muhabbet de zikredeni kuşatınca bundan öte manevi huzurdan başka hiçbir şey kalmaz. Durum kalp mutmainliği derecesine ulaşınca ebedi devlet kesinleşmiş olur.
Hiç durmadan Hakk’ı zikretsin dilin,
Budur cilası kalplerin ve gıdası ruhun! [140]
Bediüzzaman Said-i Nursi hazretleri hafi zikrin kalpteki etkisini şöyle dile getirir:
“İ'lem eyyühe'l-aziz! (Ey aziz kardeşim bil ki!) Tohum olacak bir habbenin (tanenin) kalbi, yani içi delindiği zaman, elbette sümbüllenip (filizlenip) neşvünema bulamaz (büyüyemez), ölür gider. Kezalik, ene ile tabir edilen enaniyetin (benliğin) kalbi, "Allah Allah" zikrinin şua ve hararetiyle yanıp delinirse, büyüyüp gafletle firavunlaşamaz. Ve Halık-ı Semavat ve Arza isyan edemez. O zikr-i İlahi sayesinde ene mahvolur.
İşte Nakşibendiler, zikir hususunda ittihaz ettikleri zikr-i hafi sayesinde, kalbin fethiyle, ene ve enaniyet mikrobunu öldürmeye ve şeytanın emir eri olan nefs-i emmarenin başını kırmaya muvaffak olmuşlardır.” [141]
İşte zikrin insan vücudundaki tesiri böyle. İşte bu tesiri bilen mürşi-i kamil olan zatlar terbiyelerine girenlere sürekli ve her gün belli sayıda zikretmeleri talimatıyla vird edinmelerini tavsiye ederler. Bu sayede kalbin hastalıklarından ve nefsin kötü sıfatlarından kurtulup kalbin itminan olmasını sağlarlar. Bunu tavsiye ederlerken de en çok üzerinde durdukları nokta asla virdlerini aksatmamaları ve gafletten kurtulmalarıdır.
İmam-ı Rabbani hazretleri der ki:
“Biliniz ve dikkat ediniz ki sizin ve hatta bütün Ademoğullarının saadeti kurtuluşu ve felahı Mevlayı zikretmeye bağlıdır. Bütün vakitlerin, imkan nisbetinde Allah (cc) zikri ile geçirilmesi gerekir. Bu hususta bir anlık gaflet bile doğru değildir. Zikir esnasında çam kozalağı şeklindeki kalbe yönelmek gerekir. Çünkü bu et parçası hakiki kalbin yuvası mesabesindedir. Mübarek “Allah” isminin zikri bu kalpte icra edilir. ”[142]
Reşahat kitabında şöyle denmektedir:” Zikreden, zikir esnasında sol memenin altında bulunan çam ağacı kozalağı şeklindeki et parçasına yönelmeli, onu devamlı zikirle meşgul etmeli ve zikrin manasından gafil olmamalıdır." [143]
Zira gaflet her ne kadar kabul edilecek durum değilse de gafletle zikrediyorum diye zikri bırakmak da pek akıl karı bir iş değildir.
Bakınız Bediüzzaman Said-i Nursi hazretleri bu konuda şöyle buyurur:
“İ'lem eyyühe'l-aziz! (Ey aziz kardeşim bil ki!) Zikreden adamın, feyz-i İlahiyi celb eden muhtelif latifeleri vardır. Bir kısmı, kalb ve aklın şuuruna (idraka) bağlıdır. Bir kısmı da şuursuz, yani şuurlara tabi değildir. Binaenaleyh, gafletle yapılan zikirler dahi feyizden hali (uzak) değildir (yani feyizlenir). “ [144]
İmam-ı Rabbani hazretleri yapılan zikrin fayda vermesi hususunda şunları söylemiştir: ”Zikrin fayda vermesi, neticenin ortaya çıkması, şeriat hükümlerini yerine getirmeye bağlıdır. Binaenaleyh farzları, sünnetleri, yerine getirmede haramlardan ve şüpheli şeylerden kaçınmada son derece dikkatli davranmak lazımdır.“ [145]
Zikir kalp hastalıkları için tedavidir. Tasavvufta, manevi ilerleyiş ancak zikirle mümkündür. İşte bu halde iken yapılan zikir vücud ülkesini değişikliğe uğratır
Zikirde ilahi aşk, muhabbet, rahmet, sekinet, nur, ihlâs, edep, tövbe, gözyaşı, sevgi, feyiz, meleklerin teşrifi, istiğfarı ve hayır duası gibi manevi meyveler mevcuttur.
Zikir vuslat (kavuşma) yoludur. Zikir kulu yüce Rabbine yaklaştırır. Zikir insanın marifetini ve muhabbetini artırır, manevi derecesini yükseltir. İhlâsla yapılan zikir kul ile Rabbi arasındaki bütün perdeleri kaldırır, engelleri aştırır. Resulullah Efendimiz’in (s.a.v) belirttiği gibi, zikirdeki bu özellik hiçbir amelde yoktur.
Zikir kalbin cilasıdır, onu manevi kirlerden temizler, içindeki gafleti yok eder. Kalp zikrin nuru ile aydınlanır ve parlar. Bu nur insanın bütün vücuduna yayılır, her organ ondan bir pay alır, nurlanır, vücut Allah sevgisiyle tatlanır. Zikir nurları içinde kaybolan kimsenin yüzü güzel, sözü tatlı olur. Bakışı feyiz akıtır, gülüşü huzur verir. Her hali hayrı yansıtır. Bu kimse yeryüzünde Allah Teâlâ’nın canlı şahididir. Kendisine bakana Allah’ı zikrettirir, hayrı sevdirir.
Zikir manevi zevk kapılarını açar. Zikir sayesinde kul Allah Teâlâ ile özel sohbet ve muhabbet eder. Cenab-ı Hak, kendisini zikredenin en yakın dostu ve sohbet arkadaşı olur, kalbini şenlendirir, onu doyumsuz ve benzersiz zevklere ulaştırır. Büyük ariflerden İbrahim b. Edhem (rah) bu zevki şöyle tarif eder:
“Yüce Rabbim kendisini seven ve çokça zikreden dostlarının kalbine öyle bir zevk koymuştur ki, eğer dünya sultanları bunun ne kadar tatlı olduğunu bilselerdi onu ele geçirmek için bütün ordularıyla ariflerin kalbine hücum ederlerdi. Ancak Allah dostları onu gizlerler, sultanlar da ondan habersizdirler.”
Zikir kalbi şenlendirir, kalpten gamı, kederi, stresi giderir. Âlemlerin Rabbi ile huzur bulmuş kalpten boş sıkıntılar ve yersiz korkular çeker gider. Kalbi zikir ile şenlenmiş bir kul hiçbir zaman yalnızlık korkusu yaşamaz, ne olacağım sıkıntısı çekmez, rızık endişesine düşmez. Zindana atılsa saraydaki gibi rahat eder.
Zikir kalpteki imanı kuvvetlendirir, kalbe manevi hayat ve neşe verir. O zaman ibadetler tatlı ve kolay olur. Kul taklitten kurtulur. Balık için su ne ise, kalp için de zikir odur. Zikirsiz kalp ölür. Kalbi ölü bir insandan hayırlı ve tatlı işler çıkmaz.
Onun içindir ki Gavs-ı Sani hazretleri zikrin gerekliliği hakkında şöyle buyurmuştur:
“Kalbin gıdası zikirdir. Günahlar ise, şeytanın gıdasıdır.  Kalbini diriltmek ve beslemek isteyen kimse yüce Allah’ın zikrini çok yapmalıdır. Allah (cc) bir kulunu sevmezse onun ağzına zikir vermez. Zikir çekmeyen sofi avamdır. Nakşî listesine sadece zikir çeken sufiler yazılır.
İnsan zikir çeke çeke öyle bir duruma gelir ki; attığı her adımda Allah (c.c) aklına gelir. İçtiği suda Allah (c.c) aklına gelir. Her şeyde Allah’ın (c.c) rızasını aramaya başlar. İşte iman budur. İmanı hakiki zikirde bulursun. Vücud “Allah” demeye başladı mı artık yatarken, otururken, ayaktayken konuşurken her halde, Allah’ın razı olup olmadığını düşünürsün. Allah’ı sürekli düşünmek; İşte evliyalık budur.”

Hazırlayan: Ahmet Tansu ARCA


[1]-Sad suresi ayet-72
[2]-Tin suresi ayet-4
[3]-Ahzab suresi ayet-72
[4]-Ömer Nasuhi Bilmen, Tefsir, I, 145 (Bilmen Basım ve Yayın Evi)
[5]-Doç. Dr. İsmail Karagöz, Dini Kavramlar Sözlüğü, 715 (Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları-2005)
[6]-Seyyid Şerif Cürcani, Arapça-Türkçe Terimler Sözlüğü, 109 (Bahar Yayınları-1993)
[7]-Heyet, Evliyalar Ansiklopedisi, V, 250 (Türkiye Gazetesi)
[8]-Prof Dr. Ethem Cebecioğlu,Tasavvufi Terimler ve Deyimleri Sözlüğü,728-729 (Anka yayınları-2005)
[9]-Doç. Dr. Necdet Tosun, Zikir ve Tefekkür,12 (Hacegan Yayınları-2010)
[10]-İnsan suresi ayet-25
[11]-Al-i İmran suresi ayet-41
[12]-Bakara suresi ayet-198, 200, 203, 239
[13]-Maide suresi ayet-45; Ahzab suresi ayet-41
[14]-Enfal suresi ayet-45; Cuma suresi ayet-10
[15]-Al-i İmran suresi ayet-190
[16]-Al-i İmran suresi ayet-191
[17]-Enfal suresi ayet-2-4
[18]-Hacc suresi ayet-34-35
[19]-Hadid suresi ayet-16
[20]-Zümer suresi ayet-23
[21]-Ra’d suresi ayet-28
[22]-Doç. Dr. İsmail Karagöz, Kur'an'da Zikir Kavramı Ve Allah'ı Zikir,27-29 (İstenildiği şekilde kısaltılarak)
[23]-Nisa suresi ayet-142
[24]-Münafikun suresi ayet-9
[25]-Buhari,Deavat,Bab:66.Hadis No:100
[26]-Müslim,Salatü'l-Müsafirin,Bab:29,Hadis No:211/779
[27]-Tirmizi,Deavat,Bab:9.Hadis No:No:3384;Müslim,Hayz,Bab:28,Hadis No:115/370
[28]-Nesai,Cuma,Bab:31,Hadis No:1397
[29]-Tirmizi,Deavat,Bab:5.Hadis No:3376.
[30]-Rağıb el-Isfahani,el-Müfredat,178 vd.
[31]-el-İsfahani,el-Müfredat,259vd;Mehmet Zeki Pakalın,Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü,659
[32]-İbn Acibe el-Hasani,Bahrü’l-Medid,I,479 (Semerkand Yayınları)
[33]-Elmalılı Hamdi Yazır,Hak Dini Kur’an Dili,I,445 (Azim Yayın Dağıtım)
[34]-İmam Kurtubi,el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,II398 (Buruç Yayınları)
[35]-Enfal suresi ayet-45;Ahzab suresi ayet-41;Cuma suresi ayet-10
[36]-Bakara suresi ayet-114;Enbiya suresi ayet-42;Müzzemmil suresi ayet-8;İnsan suresi ayet-25;A’la suresi ayet-15
[37]-Enfal suresi ayet-2;Hacc suresi ayet-35;Zümer suresi ayet-45
[38]-Tirmizi,Deavat,Bab:9,Hadis No:3383;İbn Mace,Edeb,Bab:55,Hadis No:3800
[39]-Tirmizi,Deavat,Bab:4,Hadis No:3375;İbn Mace,Edeb,Bab:53,Hadis No:3793
[40]-Münziri,II,294.Süyuti,1,362
[41]-Tirmizi,Deavat,Bab:83,Hadis No:3509
[42]-İbn Acibe el-Hasani,Bahrü’l-Medid,I,479
[43]-Tirmizi,Tefsir,Bab:10,Hadis No:3094
[44]-Doç. Dr. İsmail Karagöz,Kur'an'da Zikir Kavramı Ve Allah'ı Zikir,54-57
[45]-Ahmed,IV,286,V,247.Süyuti,II,366
[46]-Buhari,Salat,187,Ezan,Bab:36,Hadis No:53,Zekat,Bab:17,Hadis No:27,Rikak,Bab:24,Hadis No:24;Zekat Bab:17,Hadis No:27;Müslim,Zekat,Bab:30,Hadis No:91/1031;Tirmizi,Zühd,Bab:53,Hadis No:2391;Nesai, Kudat,Bab:2,Hadis No:5285;Nevevi,Riyazü’s-Salihin,Hadis No:377-450-660
[47]-Buhari,Tevhid,Bab:43İbn Mace,Edeb,Bab:53.Hadis No:3792
[48]-Tirmizi,Deavat,Bab:9.Hadis No:3380
[49]-Tirmizi,Fedailu’l-Kur'an,Bab:25.Hadis No:2926;Darimi,Fedail-ül Kur’an,Bab:6,Hadis No:3359
[50]-Elmalılı Hamdi Yazır,Hak Dini Kur’an Dili,I,445
[51]-Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi,Taberi Tefsiri,VI, (Hisar Yayınevi)
[52]-İmam Kurtubi,el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,II,398
[53]-Darimi,Sünen,2/17;Taberani,el-Kebir,22/154 (nr:413 ) ;Süyuti,es-Sagir,nr.8463.
[54]-Ahmed el Haznevi,Mektubat,13-14 (Sey-Tac Yayınları-2003)
[55]-Tirmizi,Dua,Bab:9,Hadis No:3384
[56]-Doç. Dr. İsmail Karagöz,Kur'an'da Zikir Kavramı Ve Allah'ı Zikir, (D.İ.B Yayınları ) 131-134
[57]-S. Muhammed Saki Erol,Aile Saadeti,226 (Semerkand Yayınları-1975)
[58]-Ahzab suresi ayet-4
[59]-Kaf suresi ayet-33
[60]-Teğabun suresi ayet-11
[61]-Şuara suresi ayet-89
[62]-Hacc suresi ayet-32
[63]-Nahl suresi ayet-106
[64]-Ra’d suresi ayet-28
[65]-Nahl suresi ayet-106
[66]-Hacc suresi ayet-54
[67]-Mü’minun suresi ayet-60
[68]-Bakara suresi ayet-46
[69]-Kehf suresi ayet-28
[70]-Bakara suresi ayet-283
[71]-Ahzab suresi ayet-32
[72]-Hacc suresi ayet-46.
[73]-Bakara suresi ayet-74
[74]-Muhammed suresi ayet-24
[75]-Nisa suresi ayet-155
[76]-Yunus suresi ayet-74
[77]-Mutaffifin suresi ayet-14
[78]-Haşr suresi ayet-14
[79]-Tevbe suresi ayet-117
[80]-Haşr suresi ayet-10
[81]-Bakara suresi ayet-13
[82]-A’raf suresi ayet-179
[83]-Bu anlamda kalbin tanımı için bkz: Şerif Cürcani,Kitabu't-Ta'rifat,119
[84]-Dr. A. Selahaddin Kınacı,Gavs-ı Bilvanisi hayatı,53-54-55 (Sey-Tac Yayınları-1975)
[85]-Müddessir suresi ayet-28
[86]-Nur suresi ayet-35
[87]-Necmüddin Kübra,Tasavvufi Hayat,95 (Dergah Yayınları-1996)
[88]-Necmüddin Kübra,Tasavvufi Hayat,140
[89]-İsra suresi ayet-44
[90]-Tegabün suresi ayet-1
[91]-Doç. Dr. Necdet Tosun, Zikir ve Tefekkür,21-22
[92]-Necmüddin Kübra, Tasavvufi Hayat,108
[93]-Mehmet Ildırar, Tasavvuf ve Tevbe,225-226 (Sey-Tac yayınları-1996)
[94]-Bakara suresi ayet-152
[95]-İbn Acibe el-Hasani, Bahrü’l-Medid,I,478
[96]-İbn Acibe el-Hasani, a.g.e,Aynı yer
[97]-İbn Acibe el-Hasani, a.g.e,Aynı yer
[98]-Ebu’l-Leys Semerkandi,Tefsiru’l Kur’an,I,137 (Sezgin Naşriyat ve Ciltevi)  ;İbn Acibe,a.g.e,Aynı yer
[99]-İbn Acibe el-Hasani,a.g.e,Aynı yer
[100]-İmam Nesefi,Nesefi Tefsiri,I,473 (Ravza Yayınları) ;Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,I,371 (Hisar Yayınevi) ;İbn Acibe el-Hasani, a.g.e,Aynı yer
[101]-Fahruddin Razi,a.g.e,Aynı yer;İbn Kesir,Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri,III,626 (Çağrı yayınları); Elmalılı Hamdi Yazır,a.g.e,Aynı yer;İbn Acibe el-Hasani,a.g.e,Aynı yer
[102]-Ebu’l-Leys Semerkandi,a.g.e,Aynı yer
[103]-Ebu’l-Leys Semerkandi,a.g.e,Aynı yer;İbn Acibe el-Hasani,a.g.e,Aynı yer
[104]-Fahruddin Er-Razi,a.g.e,Aynı yer;Elmalılı Hamdi Yazır,a.g.e,Aynı yer
[105]-Ebu’l-Leys Semerkandi, a.g.e,Aynı yer
[106]-Buhari,Tevhid,Bab:15,Hadis No:34;Müslim,Tevbe,Bab:1,Ahmed,Müsned,II,251,413;İbn Hibban,Sahih, Hadis No:811-812
[107]-İmam Nesefi, a.g.e,Aynı yer;İbn Acibe el-Hasani,a.g.e,Aynı yer
[108]-Fahruddin Er-Razi,Tefsir-i Kebir Mefatihu’l-Gayb,IV,72 (Akçağ Yayınları) ;Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili,I,446;İbn Acibe el-Hasani, a.g.e,Aynı yer
[109]-Elmalılı Hamdi Yazır,a.g.e,Aynı yer;İbn Acibe el-Hasani,a.g.e,Aynı yer
[110]-İbn Acibe el-Hasani, Bahrü’l-Medid,I,479
[111]-Talak suresi ayet-3
[112]-İbn Acibe el-Hasani,a.g.e,Aynı yer
[113]-İmam Nesefi, a.g.e,Aynı yer;Ebu’l-Leys Semerkandi, a.g.e,Aynı yer;Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e,Aynı yer; İbn Acibe el-Hasani,a.g.e,Aynı yer
[114]-İmam Nesefi,a.g.e,Aynı yer;İbn Acibe el-Hasani, a.g.e,Aynı yer
[115]-İmam Nesefi,a.g.e,Aynı yer;Fahruddin Er-Razi,a.g.e,Aynı yer
[116]-İbn Acibe el-Hasani,a.g.e,Aynı yer
[117]-İbn Acibe el-Hasani,a.g.e,Aynı yer
[118]-İmam Nesefi,a.g.e,Aynı yer
[119]-Ebu’l-Leys Semerkandi,a.g.e,Aynı yer;Fahruddin Er-Razi,a.g.e,Aynı yer
[120]-Ebu’l-Leys Semerkandi,a.g.e,Aynı yer
[121]-Vehbe Zuhayli,et-Tefsirü’l-Münir,I, 326 (Risale Yayınları) ;Fahruddin Er-Razi,Tefsir-i Kebir Mefatihu’l-Gayb,IV,71
[122]-İbn Kesir,a.g.e,Aynı yer
[123]-Vehbe Zuhayli,a.g.e,Aynı yer
[124]-Mü'min suresi ayet-60
[125]-Fahruddin Er-Razi,a.g.e,Aynı yer
[126]-Fahruddin Er-Razi,a.g.e,Aynı yer;Elmalılı Hamdi Yazır,a.g.e,Aynı yer
[127]-Fahruddin Er-Razi,Tefsir-i Kebir,IV,72;Elmalılı Hamdi Yazır,a.g.e,Aynı yer
[128]-Fahruddin Er-Razi,a.g.e,Aynı yer;Elmalılı Hamdi Yazır,a.g.e,Aynı yer
[129]-Elmalılı Hamdi Yazır,a.g.e,Aynı yer
[130]-Taberi, XI, 20-156-157.
[131]-Kurtubi, XIII, 349.
[132]- Kurtubi,el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,II,398
[133]-İbn Kesir,Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri,III,626
[134]-Bkz: A’la suresi-14-15; Şems suresi-9-10
[135]-Bkz: Al-i İmran suresi ayet-164; Cuma suresi ayet-2
[136]-Buhari, İman, Bab:39,Hadis No:45; Müslim, Masakat, Bab:20, Hadis No:107/1599; İbn Mace, Fiten, Bab:14, Hadis No:3984
[137]-Haytemi, ez-Zevacir,I,49;Bkz: Dilaver Selvi, Kaynaklarıyla Tasavvuf, I,23-24 (Semerkand Yayınları-2001)
[138]-Ra’d suresi ayet-28
[139]-S. Muhammed Saki Haşimi, Arifler Yolunun Edebleri ,97 (Semerkand Yayınları)
[140]-İmam Rabbni,Mektubat-ı Rabbani,I,383,92. Mektup (Semerkand Yayınları-2010)  
[141]-Bediüzzaman Said-i Nursi, Mesnevi-i Nuriye, Hubab,103 (Envar Neşriyat)
[142]-İmam Rabbni,Mektubat-ı Rabbani,I,605,190. Mektup
[143]-Şeyh Şafi, Reşahat, Hikmet Damlası: Vukuf-ı Kalbi,77 (Semerkand Yayınları-2005 )
[144]-Bediüzzaman Said-i Nursi,Mesnevi-i Nuriye, Hubab,87
[145]-İmam Rabbni, Mektubat-ı Rabbani, I,607,190. Mektup

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kalp Gözü Açmak İsteyenlere tavsiyeler - kalp gözünü açmak için dua ve zikirler

Aşağıdaki verilen tavsiyeler çok ağır olmakla birlikte süreyi kısaltmaya yöneliktir. Esma zikri yapanlar muhakkak Esmaül hüsnayı tamamen okumakla hergün dengeleme yapmaldır. Pek çok bereket ve feyz'e menba olan şu ayetler ayrıca kalb gözünü açmada tesirlidir. Necm Suresi Ayet 58 i  gunde 1153 defa okuyanin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Rahman diyenin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Basit diyenin Kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Basir diyenin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Nur diyenin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Habir diyenin kulagi Ruhanilerin sesini duyar. Gunde 13.000 defa Ya Semi'u diyenin kulagi Ruhanilerin sesini duyar. Gunde 2207 defa Kaf suresi Ayet 22 i  okuyanin kalp gozu acilir. Gunde 7.000 defa Ya Allamul Guyub diyenin Kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Ya Batin diyenin kalp gozu acilir. Gunde 7.000 defa Ya Hayyu Ya kayyum diyenin kalp gozu acilir. Gunde 7.000 Defa Besmele okuyanin kalp gozu acilir. ...

Ödemişli Merhum Ziya Sunguroglu’nun notları

HERŞEY RABITALIDIR Bu alemde mevcut olan bütün eşya her gün  razbıta  yapar. Mesela : Su,ateş,toprak ve eşcar gibi cümle mevcudat  rabıta  ile nurunu güneşten alır. Dünya güneşe rabıta yapar,güneş de Arş-ı A’la’ya . Arş-ı A’la da nurunu Cenab-ı Hakk’tan alır .  Eger dünya rabıta yapmamış olsa, içindekiler yaşayamaz.Çünkü nur olmayınca nebatat yetişmez ve agaçlar meyvedar olmaz .Ay ve semadaki diger yıldızlar dahi güneşe rabıta yaparak nuru ondan alırlar. Süleyman Hilmi Tunahan ( k.s.) Ödemişli Merhum Ziya Sunguroglu’nun notlarından. Bu yazıyı gönderen  Betül hoca ’ya teşekkür eder, sizlerinde dualarını bekleriz. . SİGORTA MESELESİ SİGORTA MESELESİ Bilcümle  menkul  ve  gayrimenkul  emvalin sigortası caizdir.Lakin hayat sigortası Hazreti Mevla’ya karşı yakışıksızlıktır.Hayatı sigorta etmek: ‘’  Ya Rabbi !  Ben senin verdigin bu hayatı satıyorum  ’’ manasına gelir. Süleyman Hilmi Tunahan ( k.s.) Ödemişli Merhum Ziya Sungu...

kalp gözü nasil acilir

Aşağıdaki verilen tavsiyeler çok ağır olmakla birlikte süreyi kısaltmaya yöneliktir. Esma zikri yapanlar muhakkak Esmaül hüsnayı tamamen okumakla hergün dengeleme yapmaldır. Pek çok bereket ve feyz'e menba olan şu ayetler ayrıca kalb gözünü açmada tesirlidir. Necm Suresi Ayet 58 i  gunde 1153 defa okuyanin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Rahman diyenin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Basit diyenin Kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Basir diyenin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Nur diyenin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Habir diyenin kulagi Ruhanilerin sesini duyar. Gunde 13.000 defa Ya Semi'u diyenin kulagi Ruhanilerin sesini duyar. Gunde 2207 defa Kaf suresi Ayet 22 i  okuyanin kalp gozu acilir. Gunde 7.000 Subbuhun Kuddusun vel melaiketu ver ruh diyenin kalp gozu acilir. Gunde 7.000 defa Ya Allamul Guyub diyenin Kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Ya Batin diyenin kalp gozu acilir. Gunde 7.000 defa Ya Hayyu Ya kayyum di...