SEYRÜ SÜLÜKTE ÖNEMLİ TERBİYE METODU: RABITA
Sözlük manası ile rabıta, iki şeyi birbirine bağlayan ip, ilgi, sevgi,
alaka, münasebet demektir.[1]
[2]
Tasavvufta tavsiye edilen rabıta, kendisine bakılınca Yüce Allah’ı
zikrettiren bir kâmil insanı düşünmekten ibarettir. Kâmil insanın kalbi Allahu Teâlâ’nın
en fazla nazar ve tecelli ettiği bir mahâldir. Bu kalb, ilahi aşk ve zikirle
mamur olmuştur. Ona bağlanan kalb de o aşk ve zikirden nasiplenir, beslenir,
kuvvetlenir, mamur olur.
Rabıta, müridin kâmil mürşidini hayal ederek kalbini onun kalbine
bağlamasıdır. Rabıta, birbirini seven ruhların kaynaşmasıdır. Rabıta, kalbin
kalpten nur ve feyiz almasıdır. Rabıta, gönlün gönle bakışı ve birinden
diğerine sevgi akışıdır.
Rabıta, müridin terbiyesi için en mühim bir vasıtadır. Rabıta namaz
gibi şekli, zamanı ve usulü dinimizce belirlenmiş bir ibadet değildir; kalbi
uyandırıp huşu ve huzur içinde ibadete hazırlamaktır. Rabıta, manevi terbiye
aracıdır. Rabıta, azgın nefis için en güzel ıslah ilacıdır. Rabıta, gafil kalbin
uyanık kalbe bağlanıp uyanmasıdır. Rabıta, üzerine devamlı ilahi feyzin aktığı
kalbe bağlanıp ondaki sevgi ve feyzi çekmektir.
Büyükler, rabıtanın özü itibariyle şu ayetlere dayandığını
belirtmişlerdir: Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadık kullarımla beraber olun.“ [3]
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun, O’na yaklaşmaya vesile arayın.
Onun yolunda mücahede edin ki kurtuluşa eresiniz.” [4]
Bütün gaye Allah’tan gerçek manada korkmaktır. Bu korku, Yüce
Yaratıcıyı sevmek ve O’na koşmaktan ibarettir. Buna haşyet denir. Haşyet,
sevgiliyi üzerim korkusu ile titremektir. Haşyet, gizli ve açık her hâlde hayâlı/edebli
olmaktır. Buna kısaca takva denir.
Her iki ayet-i kerime de takvayı emretmektedir. Takvayı elde etmek
için birinci ayeti kerimede Allah’ın sadık kulları ile beraberlik emredilmiş,
ikinci ayeti-kerimede ise takva yoluna sevk edecek bir vesileye yapışılması ve
nefsi terbiye için bütün yolların denenmesi istenmiştir.
İşte rabıta, Allahu Teâlâ’nın sadık kulu ve kâmil dostu olan mürşid
ile beraber olmanın bir şeklidir. Mürşide el verip intisap eden herkes onunla
Allah yolundaki beraberliğine ilk adımı atmış olur. Sonra onun terbiyesine
giren kimsenin zâhirî beraberliği başlamıştır. Bu işte asıl hedef kalp ve gönül
beraberliğidir. Kendisine gönül bağlanan kâmil mürşid Allah’a ulaşmada en güzel
bir vesiledir. Bütün bunların sonucu zikir ve edebtir, kısaca takvadır.
Mürşidin Allah’a ulaşmada bir vesile ve vasıta olmaktan başka bir görevi
yoktur.
Arifler rabıtayı şöyle tarif etmişlerdir:
“Rabıta, müşahede makamına ulaşmış, ilahi huzurda kabul görmüş,
Allah’ın nuru ve edebiyle süslenmiş kâmil bir mürşide kalbi bağlamaktan
ibarettir. Çünkü kâmil mürşidin kalbi ilahi nur, feyiz, sevgi ve ilimler için
bir merkez yapılmıştır. Ona yönelen ve sevgiyle bağlanan bir kalbe, oradan nur,
feyiz, sevgi ve ilim akar. Bu kuvvetli kalp müridin zayıf kalbini besler.
Kendisine rabıta yapılacak mürşid, nefsini ıslah etmiş, huzur makamına
ulaşmış, Allahu Teala’ya tam teslim olma hâlini elde etmiş ve en önemlisi
insanları terbiye için görevlendirilmiş olmalıdır. İrşad izni ve ehliyeti
olmayan kimseye yapılan rabıta, hem yapana hem de yapılana zarar verir.
Kısaca, kendisine rabıta yapılacak mürşid, Hz. Rasulullah’ın s.a.v gerçek
varisi, nazarları şifa, manevi tasarruf sahibi, icazetli bir kimse olmalıdır.
İşte müridin böyle bir kâmil mürşide kalbini bağlayıp, huzurunda ve gıyabında
onun sûret ve ruhaniyetini hayaline almaya, onu kendisi ile birlikte düşünerek,
yanındayken takındığı tavrı, uzağında iken de sürdürmeye rabıta denir.
Rabıtanın aslı muhabbete dayanır. Muhabbet rabıtası, müridin mürşide
olan ileri seviyede sevgisi ve edeb ile gerçekleşir. Bu rabıtaya devam eden
mürid, yavaş yavaş mürşidinin boyasına boyanır, onun hâlleri ile hâllenir,
ahlakına bürünür, sevgisi ile tatlanır, güzelleşir ve kâmil bir insan olur.
Çünkü muhabbet rabıtası seveni, sevilenin sıfatlarına sokar.
Bilinmelidir ki kulun tek başına mukarrebun makamına çıkması, yakin ve
müşahede hâlini elde etmesi çok zordur. Bunun için bu güzel hâllere ulaşmak
isteyen kimseye, o hâlleri elde etmiş, yolu bilen kâmil bir mürşid gereklidir.
Böyle bir mürşidi bulan müridin, onun ruhaniyetini vasıta yapıp ilahi feyiz ve
nurlarından bolca nasiplenmesi gerekir. Bunun en kısa yolu muhabbet
rabıtasıdır. Müridin, mürşidinin huzurunda feyiz alması kolaydır. Huzurunda
olduğu gibi gıyabında da edeb ve feyiz alabilmesi için mürşidinin kalbine
yönelerek onun sûretini çokça hayal etmesi lazımdır. [5]
Rabıtanın aslı, Allah'ın [celle celâluh] kitabı olan Kur'an’a, Hz.
Resûlullah'ın [sallallahu aleyhi vesellem] sünnetine ve imamlarımızın sözlerine
dayanmaktadır.
Kur'ân-ı Kerîm'deki deliller:
Cenâb-ı Hak,
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun. O'na yaklaşmaya vesile arayın
ve yolunda mücâhede edin ki kurtuluşa eresiniz" (Mâide 5/35)
buyurmaktadır.
Şayet, "Âyetteki vesileden maksat, rabıta olmayabilir" dense
deriz ki: "Evet, söz konusu âyetin manası umumidir. Fakat emredilen şey,
vesiledir. Vesilelerin en faziletlisi ise rabıtadır. Zira vesile, ya Resûlullah
Efendimiz'dir [sallallahu aleyhi vesellem] ya da onun vârisi ve vekili olan
kâmil velilerdir.
Sonra Allah Teâlâ,
"(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah
da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın" (Âl-i İmrân 3/31 buyurmaktadır.
Görüldüğü gibi bu âyet-i kerimede rabıtanın zaruretine işaret vardır.
Çünkü tâbi olmak, tâbi olunan kimseyi görmeyi gerektirir. Bu görüş, ya hissî ya
da mana yolundan hayal etmekle olur. İşte rabıtadan maksadımız budur. Aksi
halde ittiba gerçekleşmez ve itibadan söz edilemez.
Rabıtanın sünnetteki delili:
Buhârî'nin ifadesine göre, Hz. Ebû Bekir'in [radıyallahu anh],
"Yâ Resûlallah, her yerde hatta helada bile, senin ruhaniyetin benden
ayrılmıyor, bundan hayâ ediyorum" diyerek halini şikâyet etmesidir. [6]
İmamlarımızın sözlerine gelince:
Büyük ârif imam Şa'rânî [kuddise sırruhû), Nefehâtü'l-Kudsiyye adlı
kitabında zikir edeplerini izah ederken şöyle demiştir:
"Zikrin yirmi edebi vardır. Bunlardan önemli olanlarından biri,
sâlikin şeyhinin sûretini iki gözü ortasından hayal ve tasavvur etmesidir. Bu
iş, ehl-i tasavvufa göre edeplerin en gereklerindendir. Çünkü bu sayede mürid,
Allah Teâlâ ile beraber olma edebine ve O'nu murakabe haline ulaşır." [7]
Bizim de rabıtadan maksadımız budur. Bundan başka bir şey değildir.
Şeyh Tâceddin en-Nakşibendî [kuddise sırruhû] yazdığı Risâle'sinde
şöyle demektedir:
"Mürid, dünyalık işlerini bitirdikten sonra yeniden abdest alır.
Sonra tenha bir yere çekilir. Oturduğunda ilk yapacağı şey, mürşidinin sûretini
hayaline getirmektir."
Şeyh Abdülganî en-Nablusî de [kuddise sırruhû], söz konusu risâlenin
üzerine yaptığı şerhte şöyle demiştir:
"Mürid, şeyhinin sûretini en kâmil ve en güzel şekilde
düşünmelidir ki, ondan yardım alabilsin, istifade edebilsin. Çünkü şeyh, mürid
için Allah'ın huzuruna açılan kapı ve O'na ulaştıran bir vasıtadır. [8]
Rabıtanın hedefi, müridi fenafillah makamına yükseltmektir. Bu makam
ihsan mertebesi olup, yüce Allah'ı görüyormuş gibi O'na kulluk yapma makamıdır.
Mürşid bu makama ulaştırdığı müridini Allah Teâlâ'ya emanet eder ve
aradan çekilir. Artık rabıta murakabe adını alır. Murakabe, her yerde ve her
şeyde Allah Teâlâ'nın azametini müşahede etmektir. [9]
Rabıtanın genel olarak anlamını Abdurrahman et-Tâhî hazretleri şöyle
ifade etmiştir:
"Mürşidin sûretinden yayılan nurun müridin her tarafına
yayılıncaya kadar mürşidin sûretine bakmaktır. Mürid, mürşidin sûreti için
kalbinin hizasında bir boşluk farzedip mürşidin sûretini buraya
yerleştirmelidir." Mübareğe sormuşlar:
"Kurban, nerede olursam olayım, bu şekilde ben rabıta
yapamıyorum, o bahsettiğiniz görüntü gözümün önüne gelmiyor!" diye...
Şöyle buyurmuş: "İnsanın istediği yanına gelmeyince, o, istediğinin
(mürşidi ziyaret ederek) yanına gitmelidir." Yani şeyhini(n suretini)
yanına getirinceye/gönlünde tutuncaya dek sık sık onu ziyarete git tekrar
tekrar şeyhine git. [10]
Rahmetli Mehmet Ildırar diyor ki: “Sâdât-ı kirâm efendilerimizde
defalarca şahit oldum; rabıtaya oturdukları vakit saatine bakıyorlardı.
Bitirince de arada geçen süreyi kontrol ediyorlardı. Neden? Çünkü rabıtada
geçen zaman çok önemlidir. Rabıtanın en azı on beş dakika, normali yarım saat,
iyisi ise bir saattir. Gavs-ı Bilvânisî hazretleri de Şeyda hazretleri de
ramazan ve mübarek günler hariç, akşam namazının sünnetini ve evvâbîn namazını
kıldıktan sonra rabıta yapmışlardır. [11]
İmam-ı Rabbânî hazretleri buyurdu:
"Bu yolda yetişmek ve başkalarını yetiştirmek uzaktan tesir
ederek olur. Mürid, yol gösteren mürşidine karşı kalbindeki muhabbet bağı ile
her an onun gibi olmakta ve mürşidinden akseden, yayılan nurlar ile
temizlenmektedir. Müridin, bunları anlamasına lüzum yoktur. Aslında nurları
saçan da, alan da bilmez. Güneş ışınları karşısında, her an olgunlaşan ve
tatlılaşan karpuzun, bu değişikliğini bilmesine ne gerek vardır? Güneş de, karpuzu
olgunlaştırdığını bilmez!"[12]
Rabıta, tasavvufta çok önemli bir usuldür, bir yoldur. İmam Gazâlî
hazretleri (k.s) rabıta için, "Sofinin mürşidinden emdiği ana sütü"
ifadesini kullanır.
Hâce Ubeydullah Ahrâr hazretleri de (k.s), "Mürşidin gölgesi,
zikr-i Hak'tan iyidir" buyurmuştur. Bu kelâmı, İmam-ı Rabbânî'nin (k.s)
oğlu Hâce Masum hazretleri (k.s) şöyle açıklamıştır:
"Rabbin azâmeti bakımından, kul ile Rab arasında hiçbir münasebet
yok ki kul Rabbinden istifade edebilsin. Öyle ise kula iki cihetli, beşeriyet
ve mukaddesiyet cihetiyle muttasıf olan bir vasıta lazımdır. Rabıtanın maksadı,
Allah'ın feyzinden istifade etmektir. Gerçekten rabıta, zikr-i Hak'tan (Allah’ı
zikretmekten) efdal olduğu için değil belki halis kul ile kadim olan Rabbin
arasında münasebet kurduğu için sofiye menfaat sağlaması bakımından üstün
sayılmıştır." Yani sofinin olgunlaşmasını rabıta sağlar. Allah'a yaklaşmak
zikirle olur. Şu halde mesele, süt emen çocuğun annesine muhtaçlığına benziyor.
Hak yolcusu olan sofi de şeyhine daima muhtaçtır.
İmam-ı Rabbânî hazretleri (k.s), "Rabıta, Allah'a ibadette huzura
kavuşturucudur. Rabıta esnasında kalbe gaflet gelmez. Rabıtada, Allah'tan gayri
her şey kalpten silinir. Onda yalnız mürşidin hayali, ondan da (bir müddet
sonra) vazgeçip murakabe safhası başlar" buyurmuştur.
Şah-ı Hazne (k.s) Mektubatında şöyle buyurur:
"Rabıta, Nakşibendîliğin medarıdır. İmam-ı Rabbânî hazretleri
(k.s), 'Rabıta Allah'a yapılan ibadetler için mânevî huzura kavuşturan
vesilelerin cümlesinden olup fuzûlî hatıraları giderir.' buyurdu. [13]
Sohbet iki türlüdür: Cismani ve ruhani. Ruhani ve kalbi beraberliğe sevgi ve rabıta denir. Rabıta, gönlün sevdiği ile beraber
olmasıdır.
Allah'ın sadık kulları ile beraberlik iki türlü olur:
Birincisi, zâhirî beraberliktir. Bu, onlarla birlikte olmak, onların
sohbet halkalarına girmek, meclislerinde bulunmaktır. Buna devam eden müridin
kalbi, sadık velilerin iç âlemindeki nurla nurlanır, onların ahlâkı ile
ahlâklanır.
İkincisi, manevi beraberliktir. Bu, müridle Allah arasında vasıta
olmayı hak etmiş kimselere kalbini bağlayarak rabıta etmektir. İstifade etmek
için sürekli onlarla aynı meclisi paylaşmak ve zâhir gözleriyle onları
seyretmek gerekmez. Onlarla her yerde birlikte olma keyfiyetini elde ederek
şekilden manaya geçmek lazımdır. Bunu gerçekleştiren mürid, gönül gözüyle
onları seyreder. Buna özenle devam edildiği zaman onların sırrı ile müridin
sırrı arasında bir ilişki ve birleşme oluşur. Böylece onlarda hâsıl olan gerçek
gaye müridin hakikatinde de gerçekleşmiş olur. [14]
[15]
Kâmil bir mürşidi vesile kılarak Allah yoluna çıkan bir insan,
önündeki rehberi ile ruhen tanışmazsa, kalben kaynaşmazsa, onunla aynı sevgide
buluşmazsa, kendisinden nasıl istifade edebilir?!..
Allah için böyle bir rabıtaya ve sevdaya sahip olmayan insan, acaba
kalbini hangi tür rabıtalar ve sevdalar ile ıslah ve ihya edecek? [16]
Bu yolda ilerlemenin şartı mürşidi sevmeye bağlıdır. Mürşid sevgisinin
artması için de mürşid rabıtası ve sohbeti lazımdır. Sevgi arttığı nisbette
istifade de artar. İnsanın mürşide sevgisi artmıyorsa yerinde sayıyor demektir.
İnsan, mürşidinden sevdiği ölçüde istifade edebilir. Mürşid doktora,
sofi de hastaya benzer. Sofide, "Beni bu doktor iyi edebilir" itikadı
yerleşmiş olacak ki istifade edebilsin. [17]
Mürşid-i kâmilin rabıtası, sohbeti, kendisinden sık sık bahsedilmesi
kalplerin pasını siler. Mürşid vasıtadır; asıl maksat Allah'tır.
"Bir kadeh muhabbet şarabı iç. O zaman gönlün Mevlâ'ya mütemayil
olur. Ten kadehin kırılır, yerine nur-i Muhammedi teşekkül eder" diyor Hz.
Mevlânâ...
Şarap, mecazdır. Şaraptan maksat şeyhtir. Ne mutlu evliya şarabı
içene! [18]
Terbiye tek başına olmaz. Bunun en güzel yolu kâmil insanlarla
beraber olmaktır. Allah'tan korkun ve sadıklarla beraber olun ayeti (Tövbe,
119) bunu emreder.
Tasavvuf büyükleri, rabıtanın öz itibariyle şu âyetlere dayandığını
belirtmişlerdir:
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sadık kullarımla beraber
olun." [19]
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun, O'na yaklaşmaya vesile
arayın. Onun yolunda mücahede edin ki kurtuluşa eresiniz." [20]
Her iki âyet de bize takvayı emrediyor. Takvayı elde etmek için
birinci âyette Allah'ın sadık kulları ile beraberlik emredilmiş, ikinci âyette
ise takva yoluna sevk edecek bir vesileye yapışılması ve nefsi terbiye için
bütün yolların denenmesi istenmiştir.
Allah'ın sadık kulları ile beraberlik ya beden ile ya da kalp ile
olur. Asıl mesele onlarla Allah yolunda kalp ile beraber olmaktır. Beden ile
beraberlik bundan sonra fayda verir.
Bedeni camide, kalbi caddede olan birisi, gerçekte camide değildir.
İşte rabıta, Allah Teâlâ'nın sadık kulu ve kâmil dostu olan mürşid ile
kalp, gönül, hayal, sevgi, fikir, fiil ve bedenle beraber olmaktır.
Mürşidle ilk beraberlik onun terbiyesine girmekle başlar. Ardından
mürid onunla aynı meclisi, aynı mekanları, aynı işleri, aynı ibadetleri
paylaşmaya başlar. Bundan sonra mürid, kalben mürşidine yakınlık duyar.
Mürid mürşidini yakından tanıdıkça, onun Allah'a karşı sevgisini,
güzel edebini gördükçe kendisine hayran olur. Onu Allah için sever. Onun gibi
samimiyetle Allah adamı olmaya ve güzel amel yapmaya yönelir.
İşte asıl hedef bu kalp ve gönül beraberliğidir. Bu sevginin ve
beraberliğin sonucu mürşiddeki ihlâs, takva, edep ve ilâhi aşk, müridin
samimiyet derecesine göre kendisine geçer. [21]
Rabıta, sadıklarla bulunmak demektir. Rabıta, onlara kadar uzanan,
onlara bağlayan manevî bir hattır, manevî bir bağdır. Zahîren nasıl huzurlarına
varılıyorsa, rabıtayla da ma'nen onların huzurlarına varılır. İnsan rabıta
yaptığı müddetçe onların huzurlarında olur.
İnsan Allah dostlarıyla bulunur, onlarla oturup kalkarsa,
yankesicilerin insanın haberi olmadan ceplerini boşalttığı gibi, Allah dostları
da hiç insanın haberi olmadan gayet ustalıkla, insanın kötü ahlâkını, içinde
bulunan kin, buğz, adavet, riya, hased ve küfür gibi hastalıkları kesip atar.
Yankesicinin habersizce cebi kesip aldığı gibi, onlar da insandaki bütün kötü
huyları kesip alır. İnsanı ahlaken düzelterek Allah'a çekerler. [22]
Şeyh Muhammed Esad Erbilî hazretleri, Mektubat' ında (Yedinci Mektup)
şöyle buyurmaktadır:
"Nakşibendî tarikatının kurtuluş dairesine giren ve şeyhinin
gösterdiği âdâp üzerinde zikirlerine başlayan sadık bir mürid, Cenab-ı Hakk'ın,
“Sadıklarla beraber olunuz' (Tevbe, 9/119) emr-i celilesine uyarak, şeyhini
hiçbir an hatırından çıkarmamalıdır. Bunun hikmeti şudur: Nefis ve şeytan gibi
iki amansız düşmana karşı koymak her yiğidin harcı/işi değildir. Bu düşmanlar
milyonlarca mümini gaflete sokarak Cenab-ı Hakk'a karşı isyana sevketmiş ve
etmektedir. Müminlerin, bir kuvvete dayanmadan bu düşmanlara karşı
gelebilmeleri müşküldür. Bu sebeple sâlik/mürid, bu kuvveti, Resûlullah
Efendimiz'e (s.a.v) mânen dayanan bir mürşid-i kâmil silsilesinde aramalıdır.
Cenab-ı Hakk'ın sadık bir kulu olduğuna inanarak kendisine şeyh edindiği
mürşide maddî ve mânevî irtibat ile bu ruhanî beraberliğe/rabıta
girmelidir." [23]
Rabıta, müşahede makamına ulaşmış, zâtî sıfatların hakikatine ermiş
kâmil bir şeyhe kalbi bağlamak, huzur ve gıyabında onun sûretini hayalinde
muhafaza etmekten ibarettir. Zira bu sıfatlarla sıfatlanmış kâmil şeyhi görmek,
"Onlar öyle kimselerdir ki görüldüklerinde Allah hatırlanır"
[24]
meâlindeki hadis-i şerif gereğince kalpte zikrin faydasını doğurur. Böyle bir
mürşidin sohbeti ise, "Onlar, Allah ile meclis kuranlardır" [25]
meâlindeki hadis gereğince de Allah ile kalbî beraberliğin oluşmasını sağlar.
Hiç şüphesiz salihlerle birlikte olmayı teşvik eden sayısız hadis
mevcuttur.[26]
Şeyh, bir oluk gibidir. Feyiz, onun okyanus gibi geniş kalbinden kendisine
rabıta kuran müridin kalbine akar. Mürid, "Kişi sevdiği ile
beraberdir" [27]
hadis-i şerifi gereğince şeyhinin simasını hayalinde tutmaya, onu hayal etmeye
çalışmalıdır. Onu daima hayalinde tutmak suretiyle şeyhinin vasıfları ile
vasıflanır, halleriyle hallenir ve onu sevmeye başlar. Ayrıca fenâ fi'ş-şeyh
(bütün varlığını şeyhinin manevi şahsiyetinde yok etme hali) fenâ fillâhın
(bütün benliğini Allah'ın varlığında yok olmasının) başlangıcıdır.[28]
Rabıta Kur’an’da
zikredilen tefekkür ve murakabenin bir çeşidi ve türüdür.
Rabıta, Kur'an'da ve sünnette emredilen tefekkürün bir çeşididir. Bu
anlamda bir nevi murakabedir. Allah Teâlâ'nın zatı dışında her şey tefekküre
konu edilebilir. Çünkü hadisler, Allah'ın bizzat şeklini düşünmeyi
yasaklamıştır. [29]
Diğer yandan tefekkür ise emredilmiştir, farzdır. Kalbin en önemli
vazifesi de tefekkür yoluyla uyanmak ve yüce Allah'a bağlanmaktır.
Tefekkür kâinattaki ilâhi sanata bakıp. Yüce sanatkârı tanımak ve ona
hayran olmaktır. Tefekkür varlıklarda gizlenen ilâhi güzellikleri ve
tecellileri gönül gözüyle seyretmektir. Kâinattaki bütün güzelliklerin,
üstünlüklerin, izzet ve şerefin asıl sahibi Allah Teâlâ'dır. İnsan olsun melek
olsun, her kimde ne varsa O'nundur. Aklın vazifesi O'nu tanımak, gönlün
vazifesi O'nu aramak, kalbin vazifesi O'nun sevgisini tatmaktır.
Yüce Yaratıcı zatını nur ile gizlemiş, bazı tecelliler ile
perdelemiştir. Ardından bütün akıllılara, adeta 'Bana gelin, beni tanıyın,
benim dostum olun' dercesine haber göndermiştir.
Bu yüzden ilâhi sevgiye gönül verenler, her yerde, her şeyde, her
sevgilide O'na ait bir ilim aramış, O'ndan bir haber duymak istemiştir.
Bu hususta Yüce Mevla'yı sevenlerine tanıtacak ve sevgisini tattıracak
en güzel yol, O'nun boyası ile boyanmış, her halleriyle O'nun şahidi olmuş
kâmil müminlerdir. Zira onlar rabbani âlimlerdir, kâmil mürşidlerdir. Onlardaki
ilâhi ilme ve sevgiye ulaşmak için kalp hazinelerine girmek gerekir. Kalbe
girmek için kalbi kullanmak icap eder.
Ayrıca, sevgi dolu bir gönülle mürşidin kalbine yönelmek, ihlâsla
ihtiyacını dile getirmek, samimiyetle yardım talep etmek, sabır ve edeple
kalbin kapısında beklemek gerekir. Böyle olunca kalp kalbe açılır, birinden
diğerine nur intikal eder, ilim geçer, feyiz akar, sevgi yayılır. [30]
Kişinin Allah’ın sevgili
kulunu tasavvur etmesi kadar münasip bir tavır yoktur.
Rabıta yapmak insana ait bir özelliktir. Kalbi ve gönlü olan herkes
bir çeşit rabıta yapar. Ancak her rabıta şekli kalbi uyandırıp Allah’a ve
ahirete bağlamaz. [31]
Rabıtaya şirk demek, bu sözü söyleyeni sıkıntıya sokar. Kalbin
herhangi bir şeye ilgi duyup bağlanmasına da rabıta diyebiliriz. Bu tür
bağlanma, iyi veya kötü olabilir. Kalbin sevip bağlandığı bu şey, bir insan
olabileceği gibi eşya, dünya, para gibi şeyler de olabilir. Bu manadaki
rabıtayı bütün insanlar farklı isim, şekil ve derecelerde yapmaktadırlar.
Rabıtayı inkâr etmek, insanı inkâr etmek demektir.
Çünkü rabıta, düşünmek, hayal etmek, sevmek, özlemek, özenmek ve
etkilenmekten ibarettir. Bu bir insanın en tabii halleridir. Bir insanın en
tabii halini tümüyle reddetmek yerine, yanlış davranışını ıslah etmek daha
uygundur.
Mürşid üzerinden gelecek bütün sevgi, feyiz, nur ve mânevî ilimler
aslında yüce Allah'ın rahmeti ve mülküdür. Onları doğrudan yüce Allah'tan
alabilecek bir kimsenin, arada başka vasıtaya ihtiyacı yoktur.
Ancak bu rahmeti çekmek, onu muhafaza etmek ve hakkını vermek için
kalbin çok ciddi bir terbiyeden geçmesi ve ilahi emanetleri taşımaya hazır hale
gelmesi gerekir. Yoksa manen hasta ve gafil bir kalp, bu haliyle o nimetlere
ulaşamaz.
Hasta kalbin terbiyeye ve özel desteğe ihtiyacı vardır. İşte rabıta,
kalbi kâmil mürşidin elinde terbiye edip temizlemek ve onun vereceği özel
destek ile kalbi kuvvetlendirmektir. [32]
Sahabe hazırda ve gaipte Resulullah’ı (s.a.v) düşünüp rabıta etmişlerdir.
Sevban (r.a.), bir gün mahzun ve boynu bükük bir vaziyette Allah
Rasulü’nün huzuruna girdi. Rasul-i Kibriya Efendimiz (s.a.v.), “Neyin var
senin?” diye sordu. Sevban (r.a.):
“Ey Allah’ın Rasulü! Ben sizi kendimden, çocuklarımdan, ailemden ve
malımdan çok seviyorum. Evimde otururken sizi hatırlıyorum, duramıyorum,
hasretinizden ölecek gibi oluyorum. Derhal koşup sizi görmeye geliyorum.” dedi
ve ağladı. Rasulullah s.a.v. Efendimiz niçin ağladığını sordu. Sevban r.a.
şöyle dedi:
“Sizin ve benim vefat edeceğimizi düşündüm. Siz ahirette peygamberler
ile yüksek makamlarda bulunursunuz. Ben cennete girsem bile aşağı makamlarda
bulunurum, sizi göremem. Bunun için ağlıyorum.”
Efendimiz s.a.v. sükût etti. Biraz sonra, Cebrail a.s. şu ayeti
indirdi:
“Kim Allah’a ve Rasulü’ne itaat ederse, işte onlar ahirette Allah’ın
kendilerine özel ihsanlarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehitler ve
salihlerle beraber olacaktır. Onlar ne güzel arkadaştır! Bu Allah’tan bir
ihsandır. Her şeyi bilici olarak Allah kâfidir.” (Nisa, 70)
RABITANIN YAPILIŞ ŞEKLİ VE ÇEŞİTLERİ
Rabıta, çok değişik şekillerde yapılabilir.
Rabıtanın temeli muhabbete dayandığı için, herkesin muhabbeti ve sevgi meşrebi
bir değildir. Ancak rabıtanın genel usul ve edepleri vardır. Rabıta bunlara
göre yapılmalıdır. Rabıtayı yapılış zaman ve şekillerine göre büyükler iki
gruba ayırmışlardır.
Mürşidin huzurunda yapılan rabıta;
Mürid, mürşidinin huzurunda rabıta
yaparken, onu yüksekçe bir taht üzerinde oturan azametli bir sultan gibi görür.
Kendisini de onun huzurunda boynunu büküp duran bir fakir gibi düşünür. Kalbini
bir dilenci torbası gibi açarak mana sultanının huzuruna arzeder. Bu hal,
hayalle değildir. Çünkü orada mürşid hazırdır ve hayale gerek yoktur. Mürid,
ümit ve edeple mürşidinin vereceği manevi hediyeleri bekler, ondaki nur ve
feyze talip olur. Bütün duygularını ve sevgisini onda toplar. Rabıtada hedef
mürşidin yüzü değil özüdür; zahiri değil
sırrıdır. Mürşidden alınacak ilahi marifet, sevgi, feyiz ve nur kalbindedir.
Kalbe, kalple girilir; bunun için mürşidin huzurunda da olsa, rabıtada baş gözü
kapanır, gönül gözü açılır, gönül diliyle kendisine arz-ı hal edilir. Himmet
istenir. İnsanın yüzü zatını temsil eder, göz gönlün penceresidir, bakış ve
nazar iki kaşın arasından gerçekleşir; bunun için rabıtada önce kamil insanın
yüzü, sonra özü hedefe alınır.
Mürşidin gıyabında yapılan rabıta;
Mürşidin gıyabında yapılan rabıta iki
kısımdır. Biri günlük ders olarak yapılan rabıta, diğeri de devamlı olup bütün
zamanlara yayılan rabıtadır. Her ikisini usülüne uygun yapanlar büyük menfaat
elde ederler.
Günlük ders olarak yapılan rabıta;
Mürid, günlük rabıta dersini yapacağı zaman
normal zamanlarda akşam namazından sonra, ramazan-ı şerifte ise öğle namazından
sonra abdestli bir şekilde kıbleye karşı edep üzere oturur, gözlerini kapatır,
25 defa estağfirullah der. Mürşidinin İlahi nura ayna olan ve dolunay gibi
parlayan cemalini hayalinde canlandırır.
Onu gözünün önüne getirmeye ve ondaki
nurlardan nasiplenmeye çalışır. Bunun için mürşidin iki kaşı arasından çıkan
bembeyaz süt şeklindeki ilahi nurun ve feyzin, müridin ağzından girerek veya
doğrudan kalbine geldiğini, kalbinden yayılarak bütün vücudunu sardığını
düşünür. Buna 10-15 dakika devam eder. Duruma göre bu süre uzatılabilir. Sonra
25 defa estağfirullah diyerek gözlerini açar.
Kadınlar ders rabıtası yaparken mürşidi bir
nur şeklinde, güneş gibi parlak vaziyette düşünürler. Mürşidin vücut azaları,
başı, yüzü, gözü zahiri olarak değil ilahi nur ve feyiz ile dolu gönlü ve o
gönüldeki nurun dışa yansımış hali düşünülür.
Ruh ruha, kalp kalbe, gönül gönle bağlanır ve ondaki ilahi nurdan,
feyizden, sevgiden, ilimden ve edepten nasiplenmeye çalışır.
Hayatın her anına yayılan rabıta;
Hayatın her anına yayılan rabıta;
Buna manevi ve hayali rabıtada denir. Bu
rabıtanın şekli çoktur. O belli bir vakte bağlı değildir. Her iş ve ibadetten
önce yapılacak bir rabıta şekli vardır. Bu rabıtada Mürid bütün vakitlerini
kalben uyanık geçirmeye çalışır, görülen şeylerden ibret alır, edebini
güzelleştirir. Rabıtanın feyzi ve ışığı içinde yapılan ameller, güzel olur,
insan, varsa riyasını görür, ihlasa sarılır, kusurlarını fark eder.
Manevi rabıta, müridin mürşidinin hayatının
merkezine koyması, gönlünü ve gününü onun hayal ve hatıralarıyla doldurmasıdır.
Bu rabıtanın bir şekli de mürşide ait şeyleri sevmektir. Mürşid sevgisini
kuvvetlendirmek için onun ehlibeytini, oturduğu yerleri, kendisi ile ilgili şeyleri
düşünmek, bir yandan muhabbetle ayrılık hasreti çekmek, öbür yandan buluşma
özlemi ile kalbi mürşide bağlamak gerekir.
Mürid, yolda yürürken yemek yerken ve bir işe giderken mürşidine yönelerek onun ruhaniyetini kendi tarafına çekebilir. Bu ruhaniyetin nurları ve tasarrufatı altındaki bir insan, Allah’ın Rahmetini üzerine çekmiş olur. Bu rahmet ona çok şey kazandırır.
Mürid, günlük işlerinde de rabıtalı olmalıdır. Mesela uyuyacağı sırada mürşidinin başucunda kendisine feyiz akıtır vaziyette düşünmesi, aynı şekilde uykudan uyanınca, bir ders alma veya verme anında, namazın başında ve sonunda rabıta yapması önemli kazanç sağlar. Çünkü müridin iki rabıta arasında işlemiş olduğu her amel, rabıtanın bereketi içinde işlenmiş olur. Ancak namazın içinde rabıta yapılmaz. Buna özellikle dikkat edilmelidir.
Sadat-ı kiramdan Şah-ı Hazne;
(k.s) müridin günlük işleri ile meşgul olurken yapacağı hayali rabıtayı şöyle
tarif etmiştir “Mürid sanki üstadı daima kendisi ile berabermiş gibi düşünür.
Bir şey yediği, dostlarıyla, başkalarıyla karşılaştığı zaman onun hatırından
çıkarmaz. Yatacağı ve uykudan kalktığı vakitte onun başucunda bulunduğunu
düşünür. Talebeye ders verirken, dersi bitirirken, namaza kalkarken, namazı
bitirirken mürşidini yanında, önünde hayal eder. Mümkün olduğu kadar bu
düşünceye devam edip, nefsin sevdiği şeye iltifat edilmemesi gerekir.”[35]
Vesveseden kurtulmak içinde
rabıta yapmak gerekir.
Gavs-i Hizani (k.s) şöyle derdi:
“Kalbe gelen vesvese ve kuruntuları def edecek rabıtanın yapılış şekli, müridin
mürşidinin suretini başının üzerinde duruyormuş gibi tasavvur etmesidir. Zira
bana bildirildiğine göre, şeytanın kalbe giriş yolu insanın baş tarafıdır.[36]
RABITA İLE İLGİLİ EDEPLER
Mürid şeyhin zatından ayrılmayan
kamalatın, şeyhin ruhaniyetinden de ayrılmayacağına itikat etmelidir.
Mürid mürşidini Allah ile
arasında güvenilir bir rehber görmelidir. Onun Allah rızasına giden yolda en
güzel bir vasıta ve vesile olduğunu unutmamalıdır.
Mürid kâmil bir velinin
ruhaniyetinin bir mekâna bağlı olmadığına itikad etmelidir. Bu sebeple kâmil
bir ruhaniyet nerede düşünülür ve rabıta edilirse –Allah’ın izniyle- orada
hazır bulunur.
Mürid şeyhin ruhani
tasarruflarının Hak Teâla’nın emri ve O’nun tasarruflarından olduğunu
düşünmelidir.
Bir mürid devam ettiği rabıtasında
şeyhinin suretini düşünürken müşahede veya kendinden geçme (gaybet) gibi manevi hallere ulaşırsa rabıtayı bırakıp
gelen hale yönelmesi gerekir.
Bir keresinde Şah-ı Nakşibend
(k.s) hazretlerinin müritlerinden birisi, huzurunda rabıta yapıyordu. Bir ara
müride manevi hal zuhur etti. Fakat mürid hala rabıta ile meşgul olmaya
çalışıyordu. Şah-ı Nakşibend (k.s) durumu fark etti, müride hitaben:
“Bana rabıtayı bırak, sana gelen
hale yönel!” diye uyardı.[37]
RABITA İLE İLGİLİ EDEPLER
Mürid şeyhin zatından ayrılmayan
kamalatın, şeyhin ruhaniyetinden de ayrılmayacağına itikat etmelidir.
Mürid mürşidini Allah ile
arasında güvenilir bir rehber görmelidir. Onun Allah rızasına giden yolda en
güzel bir vasıta ve vesile olduğunu unutmamalıdır.
Mürid kâmil bir velinin ruhaniyetinin
bir mekâna bağlı olmadığına itikad etmelidir. Bu sebeple kâmil bir ruhaniyet
nerede düşünülür ve rabıta edilirse –Allah’ın izniyle- orada hazır bulunur.
Mürid şeyhin ruhani
tasarruflarının Hak Teâla’nın emri ve O’nun tasarruflarından olduğunu düşünmelidir.
Bir mürid devam ettiği
rabıtasında şeyhinin suretini düşünürken müşahede veya kendinden geçme
(gaybet) gibi manevi hallere ulaşırsa
rabıtayı bırakıp gelen hale yönelmesi gerekir.
Bir keresinde Şah-ı Nakşibend
(k.s) hazretlerinin müritlerinden birisi, huzurunda rabıta yapıyordu. Bir ara
müride manevi hal zuhur etti. Fakat mürid hala rabıta ile meşgul olmaya
çalışıyordu. Şah-ı Nakşibend (k.s) durumu fark etti, müride hitaben:
“Bana rabıtayı bırak, sana gelen
hale yönel!” diye uyardı.[38]
Rabıtada mürşid ile mürid arasına
kimse giremez, himmet dağıtamaz. Bana yönel ki seni mürşidle buluşturayım, gibi
sözler doğru değildir.
Mürşidin sağlığında ondan başkası
rabıta edilemez.
KİME RABITA YAPILIR
Rabıtayı yapandan çok rabıta yapılanın
durumu önemlidir. Herkes rabıta yapılmaya uygun değildir. Zira rabıta yapanla
yapılan arasında kuvvetli bir bağ oluşturur. Yanlış kişiye yapılan rabıta
kişiyi yanlışa götürür. Rabıta yapılacak kişide iki özellik olması şarttır.
1. Hz.
Resülullah’ın (s.a.v) gerçek varisi olması:
Kendisine rabıta yapılacak
mürşid, nefsini ıslah etmiş, huzur makamına ulaşmış, Allah Teala’ya tam teslim
olma halini elde etmiş ve en önemlisi insanları terbiye için görevlendirilmiş
olmalıdır. İrşad izni ve ehliyeti olmayan kimseye yapılan rabıta, hem yapana
hem de yapılana zarar verir. [39]
2. Mürşidin
hayatta olması:
Gavs-ı Hizani (k.s) buyuruyorki:
”Şehadet (halk) âleminde olan biri, berzah (kabir) âleminde olan birine yaptığı
rabıtadan fayda göremez.”
Zaten berzah âleminde olan bir
şeyhin, şahadet âleminde olan bir müride faydası olsaydı, herkes Resülullah’ı
(s.a.v) rabıta ederek diğer şeyhlere rabıta etmeye ihtiyaç duymazdı. Çünkü Hz.
Peygamber (s.a.v) dünyadaki hayatından daha mükemmel hayatta Ravza-i Mutahhara’da
diri ve bütün mahlûkatın mürşidi-rehberi olduğundan rabıta edilmeye daha
layıktır.
[1] Cevheri. es-Sıhah. 3/1127; İbn Manzur,
Lisanu'l-Arab, 7/302-303; Zebidi, Tacu'l-Arus, 19/298-304
[2] Dilaver Selvi, Kaynaklarıyla Tasavvuf, Semerkand
Yayınları, Sf.78-79.
[3] Tevbe suresi ayet-119
[4] Maide suresi ayet-35
[5] S. M. Saki Erol, Arifler Yolunun Edepleri, Semerkand
Yayınları, Sf.76.
[8] Muhammed b. Abdullah el-Hânî, Behçetü's-Senie,
Semerkand Yayınları, Sf.194-196.
[9] Dilaver Selvi, Kaynaklarıyla Tasavvuf, Semerkand
Yayınları, Sf.82-83.
[10] Mehmet Ildırar, Mürid ve Mürşid Hukuku, Semerkand
Yayınları, Sf.225.
[11] Mehmet Ildırar, Mürid ve Mürşid Hukuku, Semerkand
Yayınları, Sf.224.
[13] Mehmet Ildırar, Mürid ve Mürşid Hukuku, Semerkand
Yayınları, Sf.571-576.
[15] Muhammed b. Abdullah el-Hânî, Behçetü's-Seniyye, Semerkand
Yayınları, Sf.198.
[16] Dilaver Selvi, Kaynaklarıyla Tasavvuf, Semerkand
Yayınları, Sf.78.
[17] Dr.Ahmet Çağıl, Yar ile Şimdi.
[18] Mehmet Ildırar, Mürid ve Mürşid Hukuku, Semerkand
Yayınları, Sf.476.
[21] Dilaver Selvi, Kaynaklarıyla Tasavvuf, Semerkand
Yayınları, Sf.82.
[22] S.Abdulhakim Bilvanisi (k.s.a), Sohbetler, Otuz ikinci
Sohbet.
[23] Mehmet Ildırar, Mürid ve Mürşid Hukuku, Semerkand
Yayınları, Sf.222.
[24] İbn Mâce, Zühd, 4 (nr. 4119); Heysemî,
Mecmau'z-Zevâid, 1/78; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, nr. 6; İbnü'l-Mübârek,
Kitâbü'z-Zühd, nr. 217, 218; Ibn Ebü'd-Dünya, Kitâbü'l-Evliyâ, nr. 48.
[25] Bu manayı destekleyen hadisler için bk. Buhârî,
Tevhid, 15; Müslim, Zikir, 6; Tirmizî, Zühd, 51; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,
21251; 3/277; Deylemî, Firdevsû'l-Ahbâr, nr. 5029.
[26] Bk. Buhârî, Büyü, 38, Zebâih, 31, Daavât, 66;
Müslim, Birr, 45, Zikir, 8; Ebû Davud, Edeb, 16; Tirmizî, Daavât, 129; Ahmed b.
Hanbel, el-Müsned, 4/405; Beyhakî, Şuabû'l-Imân, nr. 531; İbn Hibbân, es-Sahîh,
nr. 856.
[27] Buhârî, Edeb, 96; Müslim, Birr, 165; Tirmizî, Zühd,
50; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/395.
[28] MUHAMMED b. ABDULLAH el-HÂNÎ, Behçetü's-Senie,
Semerkand Yayınları, Sf.181.
[29] Ebû Nuaym. Hilye. 6/67: Taberânî. el-Vasıl, no
631» Beyhakî. Şuabü'l-lmân. no. 126; Elba-m Sahi ha. no 1788
[31] S. M. Saki Erol, Arifler Yolunun Edepleri, Semerkand
Yayınları, Sf.76.
[32] Dilaver Selvi, Kaynaklarıyla Tasavvuf, Semerkand
Yayınları, Sf.80.
[33] Said b. Mansur, Sünen, nr. 661;
ed-Dürrü’l-Mensûr, 2/588-589; Taberânî, el-Kebir, nr. 12559; Heysemi,
Mecmau’z-Zevâid, 7/7.
[35]
Muhammed Diyaüddin
[36]Minah
s.44
[37]
İbrahim Fasih, Mecd-i Talid, 105-106
[38]
İbrahim Fasih, Mecd-i Talid, 105-106
[39]S.Saki
Haşimi ,Arifler Yolunun Edepleri,s.76
"Rabıta, Kur'an'da ve sünnette emredilen tefekkürün bir çeşididir. Bu anlamda bir nevi murakabedir. Allah Teâlâ'nın zatı dışında her şey tefekküre konu edilebilir. Çünkü hadisler, Allah'ın bizzat şeklini düşünmeyi yasaklamıştır."
YanıtlaSilAllah Teala şekilden munezzehtir şekil yerine zatı denilse doğru olur sizinde iyi niyetinizi unutmadim Allah yar ve yardimciniz olsun elinize saglik Allah razi olsun yanlisi en kisa surede duzeltirsiniz umarim