أَجْمَعِينَ وَصَحْبِهِ وَآلِهِ مُحَمَّدٍ سَيِّدِناَ عَلىَ وَالسَّلاَمُ وَالصَّلاَةُ الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلهِ اَلْحَمْدُ
DUA,
TEDBİR, TESLİMİYET
Allahü Teâlâ ayet-i kerimede şöyle
buyurmuştur:
وَقَالَ
رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ
عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ
‘’Bana dua edin, size karşılığını vereyim. Bana ibadet etmekten
büyüklenip yüz çevirenler, muhakkak ki küçülmüş kimseler olarak Cehenneme
gireceklerdir.”[1]
Ayetin tefsirinde deniyor
ki: Dua
ibadetin iliği mesabesinde olduğu gibi, ibadet de duanın kabulünün şartlarındandır.
Bu dua emri çok önemli ve dikkate değerdir. Burada önce insanın cüz'î
iradesinin bir ifadesi ile cebr'in reddi vardır. Gerek ibadet manasına olsun,
gerek sadece dua, ikisinde de istemek emredilmiş ve Allah'ın karşılık vermesi
için kulun istemesi şart kılınmıştır. Hem öyle şart kılınmıştır ki şartın
yokluğundan, şarta bağlanan şeyin yokluğu gerekeceğinden terkine "cehenneme girecekler" diye
tehdit getirilmiştir… [2]
Dua Allah’a
yalvarmak, yakarmak, ihtiyaçları arz etmek, Ondan yardım istemek, Onu ululamak
ve yüceltmek demektir.
Sözlükte “birisini çağırmak, birisinden bir şey
istemek, birisini bir şeye sevk etmek, niyaz, nida, yalvarış, namaz, salâvat”
gibi anlamlara gelen “dua” kelimesi,
kavram olarak “kulun, Allah Teâlâ’dan,
talepte bulunması, bir şey dilemesi” manasında kullanılır. [3]
Bütün ilâhî
dinlerin en temel ve hassas ibadetlerinden biri de duadır. Esasen dua, insanda
fıtrîdir. Üstün bir varlığa inanan her insan, şu veya bu şekilde dua eder. Her
insan zorlandığı, üstesinden gelemediği bir durumla karşılaştığında, inandığı
üstün varlığa sığınır, ondan yardım bekler.
Cenab-ı
Mevlâ insanoğlunun bu özelliğine şöyle işaret buyuruyor:
“İnsana bir darlık dokunduğu zaman; yanı
üzere yatarken, otururken yahut ayakta bize yalvarır. Ama biz onun sıkıntısını
giderince sanki bize yakaran o değilmiş gibi davranır.”
[4]
Evet;
sıkıntılı anlarda Allah’a yalvarıp dua etmek, sadece imanı kâmil ve dinî
hassasiyeti yüksek insanlara has bir durum değildir. Hatta çeşitli şekillerde
Allah’a ortak koşanlar da böyle zamanlarda O’na yönelir ve dua ederler.
Dua
fıtrîdir demiştik. O kadar fıtrî ki, imanı en zayıf olanlar bile dua ile
gönüllerinde bir ferahlık ve rahatlama hisseder. Sıkıntılarının son bulacağına
ümidi artar. Bu yönüyle dua, insanın ruhu için şifa, bunalımlara karşı bir
kalkan gibidir. Günümüzde dünyanın birçok yerinde müşahede edildiği gibi, dua
etmeyen toplumlar da ruhen çökmüş toplumlardır.
Hiç
şüphesiz, dinî hassasiyeti yüksek bir Müslüman için dua, insan psikolojisine
olumlu etkilerinin çok ötesinde manalar taşır. Mümin bilir ki, darlık veya
genişlik zamanlarında Cenab-ı Mevlâ’ya gönülden yapılan dua, gelmiş olan
sıkıntıları gideren, gelmemiş olanların da gelmesine mani olan bir vesiledir.
Dua, kulluğun ta kendisidir, dinimizin temel direklerinden biridir. Müminin
silahıdır. Kulu Rabbi’ne bağlayan bir köprüdür. [5]
O,
Kendisinden İsteyeni Sever
Mümin bilir
ki, “insan” olarak, “kul” olarak acizdir, muhtaçtır; gücü
ancak istemeye yeter. Bilir ki Yüce Yaratıcı “Ğanî”dir, lütuf, kerem ve ihsan sahibidir, cömerttir. Ve yine
bilir ki, yöneldiği Rabbi, bu yönelişi sever, kendisinden istenmesinden hoşnut
olur. Kendisinden istiğna edilmesinden, kendisine muhtaç olunmadığı anlamına
gelecek tavırlar sergilenmesinden ise hoşlanmaz, gazaplanır...
Duanın mümin
kulun hayatındaki önemini, “Dua ibadetin
ta kendisidir.”[6] ve “Dua ibadetin özüdür."[7] buyurarak
özetleyen Peygamber Efendimiz (s.a.v), kulun duasının Yüce Allah nezdindeki
önem ve anlamını da şöyle ifade eder:
“Kim Allah'tan dilekte bulunmaz, istemezse, Allah ona
öfkelenir.” [8]
Hikmet ehli
bir zat demiştir ki: "Allah Teâlâ'nın dostlarının üç güzel sıfatı vardır:
1. Her hususta Allah Teâlâ'ya tevekkül
edip O'na güvenirler.
2. Her hususta kendilerini Allah'a karşı
muhtaç, aciz bilirler.
3. Her hususta Allah Teâlâ'ya müracaat
ederler." [10]
Dua
Kulluğun Ta Kendisidir
Kur'an-ı
Kerim, birçok surede peygamberlerin dualarını nakleder. Sanki Rabbimiz,
nebilerin dualarına özellikle dikkat çekiyor gibidir. Diğer taraftan hangi
hadis kitabına baksanız, Efendimiz (s.a.v)’den nakledilen yüzlerce dua görürsünüz.
Sahabilerle ilgili anlatımlarda da böyledir. Sanırsınız ki, onların sözlerinin
neredeyse tamamı duadan ibaret.
Dua
kitapları ve hadis kaynakları, Hz. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) kalkarken,
yatarken, elbisesini giyerken, evden çıkarken, eve girerken, yerken-içerken,
kısaca her an için yaptığı bir duayı aktarırlar. Hayatı duadan ibaret. O bir dua
peygamberi. Onun kurduğu medeniyet de bir dua medeniyeti.
Yaratıcı
ile kul arasındaki bu iletişimin mahiyetini ve önemini, hadis kitaplarımızdaki “Deavât” bölümleri ile dua konusunda
ulemamız tarafından “ed-De'avât”, “el-Ezkâr” adıyla yazılmış müstakil
kitaplarda yer alan hadis rivayetlerinin çeşitliliği en çarpıcı biçimde
gösterir.
Bütün bu
rivayetlerde küfürden korunup, iman ve hidayet üzere bulunmayı istemek için
okunması tavsiye buyrulan dualardan tutun, tuvalete girerken-çıkarken, abdest
alırken, yatağa girerken, yolculuğa çıkarken, eve dönerken, alışverişe
başlarken, namaz, oruç, hac, zekât gibi ibadetleri ifa etmeden önce ve ifa
ettikten sonra, bir bela ve sıkıntı ile karşılaştığımızda, ondan
kurtulduğumuzda, rızık istemek için, borçtan kurtulmak için, hastalandığımızda
ve hastalıktan kurtulduğumuzda, elbise giyerken, yemeğe başlarken ve sofradan
kalkarken, nikâhlanırken, misafirliğe gittiğimizde, gece karanlığı
bastırdığında, sabaha çıktığımızda, korktuğumuzda, sevindiğimizde,
gamlandığımızda okunacak dualar, adeta ömrümüzün her anını ve günlük
hayatımızın her safhasını, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Yüce Yaratıcı'nın yanı
başımızda bulunduğu hissi ile yaşamamızın yolunu, yöntemini gösterir.
Yüce Allah
Kur'an'da bize “şah damarımızdan daha
yakın” olduğunu haber verir [11] ve
şöyle buyurur: “Dua eden bana dua ettiği
zaman, onun duasına karşılık veririm.” [12]
Resulullah (s.a.v)
Efendimiz, müminin günlük hayatında Allahu Teâlâ ile irtibatını sağlayan duanın
yerini vurgulamak için şöyle buyurur: “Sizden
her biriniz, Rabbi’nden bütün ihtiyaçlarını istesin. Hatta ayakkabısının bağı
koptuğunda onu bile istesin!” [13]
“Ey Habibim de ki; duanız olmasa Rabbim size ne diye değer
versin?” [14] ayeti,
Hak Tealâ katında insanın gerçek değer ölçüsünü ifade etmekte. O halde en
kıymetli insan, en güzel dua eden, en çok yalvaran, gözyaşıyla niyaz edendir.
İki Cihan Serveri Efendimiz (s.a.v) adeta her adımda yaptığı dualarla o değere
ulaşmada bize örneklik yapmış olmuyor mu?
Günahtan
korunmuş olduğu halde sabahlara kadar, ayakları şişinceye kadar namaz kılan,
sonra da ağlayarak dua eden bir peygamberimiz var. Her gün yüz defa İstiğfar
eden bir peygamber. Her anı dua için fırsat bilen bir peygamber (s.a.v).
Efendimiz
(s.a.v.) “Kulluğun özü duadır, dua
kulluğun ta kendisidir” [15] buyurmuştur.
Aslında kıldığımız namazlar, tuttuğumuz oruçlar, kurbanımız, zekâtımız da birer
duadan ibaret. Namazın Arapça aslı olan “salât”
kelimesi, sözlük anlamı itibarıyla dua demektir. Belirli zamanlarda, belirli
şekillerle yapılan özel bir dua.
Yani
ameller fiilî dualardır. En geniş anlamıyla ibadet, acziyetin idraki, Allah'ın
himayesini, rahmetini, O'nun sevgisini, rızasını talep etmek demektir. Bu
duyguyu yansıtmayan bir secde ne işe yarar ki? [16]
Dua
ve Tedbir
Duadan söz
ederken, günümüzde çok yaygın olan bir yanlış anlayışa da değinmek gerekir:
Dinimizin bizden istediği dua, ihmalkârlık ve tembellik yapıp, her şeyi Allah’tan
beklemek değildir.
Allahu
Teâlâ her şeyi bir sebebe bağlı olarak yaratmakta, nimetlerini bu sebeplerin
arkasından göndermektedir. Allah’ın bahşettiği güç ve iradeyle sebep ve
tedbirlere yapışmadan yapılan dua kabul olunur mu? Buna dua değil, temenni demek
daha doğru değil midir?
Arzulanan
hayırlı sonuçlara ulaşmak için kulun elinden geleni yapması, yani “fiilî dua” asla ihmal edilmemesi
gereken bir dua türüdür. Nitekim bir haberde: “Çalışmadan dua eden, silahsız harbe giden gibidir.” denilmiştir.
Tarlasında
güzel ekin isteyen bir kimseye düşen ilk iş, tarlayı temizlemek ve uygun tohumu
oraya güzelce ekmek, peşinden de gerekli sulamayı yapmaktır. Bundan sonrası
elini açıp hayırlısını istemek zamanıdır. Bunları yapmayan bir kimse, dünyadaki
bütün velileri dolaşsa ve iyi mahsul için dua talep etse, tarlasında ekin
değil, ancak diken biter. [17]
Tedbir ve
sebeplere sarılma konusunda, şu ölçüyü de gözden kaçırmamak gerekir: Sebeplere
sarılmak kulun vazifesidir; ancak sonucu yaratacak olan yine Cenab-ı Mevlâ’dır.
Eğer O dilerse, bize sebepsiz gibi görünen bir şekilde nice sonuçlar da
yaratabilir. O hâlde çalışıp gayret etmeli, bu gayret sırasında ve sonrasında
Cenab-ı Mevla’ya gönülden dua etmelidir. Eskiler, “gayret bizden, tevfik (yardım ve başarı) Allah’tan” derken bu
ölçüyü ne güzel anlatırlar!..
Kıssa
Önce Deveni Bağla Sonra Tevekkül Et
Abdurrahman
b. Ebî Leylâ (r.a.) anlatıyor: Bir adam Resûlullah'a (s.a.v.) gelerek,
- Yâ
Nebiyyallah! Devemi bağlayayım da mı tevekkül edeyim yoksa salıverip de mi tevekkül
edeyim? diye sordu Resûlullah (s.a.v),
- Deveni
bağla, ondan sonra Allah'a tevekkül et, buyurdu. [18]
Evet; dua,
gerekenlerin yapılmasıyla birlikte Cenab-ı Hakk’ın ihsanını istemektir. İhmal
ve tembelliğin telafisini Allah’tan istemek değildir. [19]
Dinimizin bizden istediği hareket tarzı, sebepleri
son derece ciddiye almak, bir sonuca ulaşmak için bütün gerekenleri yapmak ve
fakat asla sebeplere itimat etmemektir. Sonucu, sebepleri de yaratan Allah’tan
bilmek, daima O’na güvenmek, O’na dayanmaktır.
İçinde bulunduğumuz dünya hayatı, maddi âlemin bir parçasıdır. Cenab-ı Hak madde âlemini yaratırken, onun ayrılmaz bir özelliği olarak sebepleri de beraberinde var etmiştir. Bu âlemdeki işleyiş sebep-sonuç ilişkisine göredir. Her sebep bir sonucu, her sonuç yeni bir sonucun sebebini doğurur.
Şu halde, sebeplerin ardındaki mutlak gücü yani Allah Tealâ’yı unutmamak, daima O’na güvenip, O’na dayanmak gerekir. Sebeplerin yaratıcısı varken sebebin kendisine takılıp kalmak, gönül bağlamak, öz dururken kabuğa takılmaya benzer. [20]
İçinde bulunduğumuz dünya hayatı, maddi âlemin bir parçasıdır. Cenab-ı Hak madde âlemini yaratırken, onun ayrılmaz bir özelliği olarak sebepleri de beraberinde var etmiştir. Bu âlemdeki işleyiş sebep-sonuç ilişkisine göredir. Her sebep bir sonucu, her sonuç yeni bir sonucun sebebini doğurur.
Şu halde, sebeplerin ardındaki mutlak gücü yani Allah Tealâ’yı unutmamak, daima O’na güvenip, O’na dayanmak gerekir. Sebeplerin yaratıcısı varken sebebin kendisine takılıp kalmak, gönül bağlamak, öz dururken kabuğa takılmaya benzer. [20]
Kıssa
Şimdi
Rıza ve Teslimiyet Vaktidir
Ebû Muhammed Cerîrî, Karmatîler savaşında
susuzluktan vefat etmiştir. Bir derviş bu durumu şöyle hikâye ediyor:
Ben o yıl o kafile ile birlikte idim.
Karmatîler’in elinden kurtuldum. Müslümanlara acıdığımdan hasta olanlarına su
veririm veya durumları ne oldu görürüm, diye onlar gidince kafilenin yanına
geri döndüm. Hastalar içinde gezerken Ebû Muhammed Cerîrî’yi gördüm. Yaralılar
arasındaydı. Yaşı yüz yirmiyi aşmıştı. Kendisine,
‘’Ey
Şeyh! Hakk Teâlâ’nın bu belayı defetmesi için dua etmez misiniz?’’
dedim.
‘’Ona
söyledim, ‘Artık ben istediğim gibi yaparım’ diye cevap verdi’’
dedi.
Ben dua etmesi için ısrar edince de şöyle
söyledi:
‘’Ey
birader! Şimdi rıza ve teslimiyet gösterme vaktidir. Yani, bela gelmeden önce
dua etmek gerekir. Bela gelince ise rıza göstermek gerekir.’’
[21]
Kâinatın
kalbi ve ilâhî hükümlerin icra makamı olan Arş-ı Azam, duaların yükseldiği ve
kabul edildiği yerdir. Her kul için semada Arş'a açılmış kapılar vardır. Tevbe
kapısı, dua kapısı, rahmet kapısı, rızık kapısı, amellerin arz kapısı gibi. Bu
kapılar insan ölene kadar kapanmaz. Yeter ki insan, bu kapılardan içeri
girmesini bilsin.
Dua, ilâhî
huzura sunulan bir dilekçe gibidir. Dua, kulun gönlünü ve derdini Yüce Rabbine
açmasıdır. Ve arz edildiği makama uygun olan her dua muhakkak kabul
edilir.
Duaların
arz edildiği makama uygunluğu derken, işin usul ve adabından söz etmiş
oluyoruz. Bunlar manevi edepler ve zahiri edepler olarak ikiye ayrılır. Duanın
Cenab-ı Mevlâ katında kabulü için önce manevi usül ve adaba dikkat etmek
gerekir. Zira manevi edepler duanın özü, ruhu gibidir ve kalple ilgilidir.
Zahiri usul ve adabın, ancak manevi edeplere uyulduğunda bir mana ifade
edeceğini unutmamamız gerekir.
Önce
Samimiyet ve İçtenlik
Duanın
manevi edeplerini şöyle özetleyebiliriz:
İnsan, önce
duasız kulluğun ve ilâhî dostluğun olmayacağını bilmelidir. Dua ibadetlerin
özüdür. Bütün ibadetler Yüce Allah'a kulluğun bir ifadesidir. Dua bu kulluğu en
güzel şekilde ifade ve ispat eder. Çünkü insanın her an ihtiyaç içinde olduğunu
bilmesi ve muhtaç olduğu her şeyi sebepli veya sebepsiz olarak yaratacak Yüce
Yaradan’a yönelmesi en büyük kulluktur. Bunu bilmek ve O’na yönelmek farzdır,
Dua, ümit,
sevgi ve gönül hoşluğu içinde yapılmalıdır. Çünkü kendisinden bir şey
istediğimiz Yüce Allah, bizim hakiki dostumuz ve sahibimizdir. O bize gönlümüz
kadar yakındır. Kalbimiz O'na yöneldiğinde ve derdimiz dilimizden döküldüğünde
bizi icabet eder, karşılık verir. Bize kendisinden istemeyi O emretmiştir. “Benden isteyin ki size vereyim” buyurmuştur.
Duadan kaçanları kınamıştır. Güzel kulluk ve samimi dua edenlere cenneti
müjdelemiş, kibirlenip dua ve ibadetten kaçanlara cehennemi hazırlamıştır.[22]
Rasululllah
Efendimiz’in (s.a.v) belirttiği gibi Yüce Rabbimiz öyle zengindir ki,
kendisinden istendikçe hoşnut olur. Kendisinden istemeyene kızar, kapısını
çalmayana gazap eder. Kapısı herkese açıktır. Bütün kullara her istediklerini
verse, hazinesinden hiçbir şey eksilmez. O, affedilmek isteyeni affeder,
hidayet isteyeni hidayete ulaştırır, sıhhat ve afiyet isteyeni rahatlığa
kavuşturur, rızık isteyeni genişliğe çıkarır, ateşten korunmak isteyeni
cehennemden uzaklaştırır. Sevgi ve rızasını isteyeni rahmetiyle destekler,
cennet yoluna sevk eder. [23]
Kısaca
kendisinden isteyeni seven, her istenene gücü yeten Yüce Rabbimiz’den bir şey
isterken devamlı sevinçli, ümitli ve tevazu içinde olmalıyız. Bir arifin dediği
gibi, eğer Allahu Teâlâ kullarına vermek istemeseydi, benden isteyiniz diye emir
vermezdi.
Kişi duada
samimi ve ısrarlı olmalıdır. Bir kere istedim verilmedi demek yanlıştır, Allahu
Teâlâ’dan bir şey istemek başlı başına bir ibadettir. Her ibadete en azından on
sevap verilir. Rasulullah (s.a.v): “İnsan,
ben Allah'tan istedim de bana isteğim verilmedi demediği ve istemeye devam
ettiği müddetçe, istediği kendisine verilir.” [24] buyuruyor.
Hz. Mevlana
(k.s.) hazretleri şöyle buyurmuştur: ‘’Kardeş,
elini duadan ayırma. Kabul edilmiş, edilmemiş, bununla ne işin var senin?’’
[25]
Dua
ederken, kul kimden ne istediğini bilmelidir. Yani dil ucuyla değil, kalbin
içiyle dua etmelidir. Çünkü kalp ile Yüce Allah arasında gafletten başka bir
perde yoktur.
Efendimiz (s.a.v)'in
şu müjdesi duaya sarılmak için yeterlidir: “Allahu
Teâlâ, yeryüzünde dua eden hiçbir müslümanın isteğini boş çevirmez, muhakkak
bir karşılık verir. Ya kulun istediği şeyi verir, ya onun yerine kendisinden
bir kötülüğü kaldırır ya da isteğinin karşılığını ahirete saklar.”[26]
Ayrıca kul
şunu bilmelidir ki, Allahu Teâlâ devamlı kendisine yalvaran kullarını çok
sevmektedir. Onun için bazen kulunun iniltili sesini dinlemek için istediği
şeyi geciktirir. Çünkü bu samimi yalvarmalar en güzel zikir çeşididir. Bu hal
ayrıca kulun acizliğini ispat etmekte ve nefsi Yüce Rabbi’ne yöneltmektedir.
Demek ki
kul Rabbinden bir şey ister, Rabbi onu dinler, ancak verilecek şeyi O tercih
eder. Bu, hastanın durumuna benzer. Hasta doktoruna rica eder, ondan şifa
bulacağını umduğu bir şey ister. Fakat doktor bazen hastanın arzu ettiğini
değil, başka bir ilacı verir. Çünkü hastanın şifa sebebi ondadır. Kısaca, “ey
Rabbim!” diye yakaran hiç bir kul eli boş dönmez.
Yezîd
Rekkâşî (r.ah) demiştir ki: "Kıyamet günü olduğunda Allah Teâlâ, kulunun
dünyadayken yaptığı, ancak karşılığı dünyada iken verilmeyen bütün dualarını
onun önüne serer ve şöyle der:
- Ey kulum!
Sen bana şu gün dua etmiştin. Ben ise senin duanı beklettim. İşte bu sevaplar,
ettiğin duaların karşılığıdır, der. Kula o kadar çok sevap verilir ki dünyada
yapmış olduğu hiçbir duanın kabul olunmamış olmasını temenni eder." [27]
Muhammed
Raşid k.s. şöyle buyurmuştur: ‘’Allah
dualara icabet eder. İsterse kabul eder, isterse kabul etmez. Rabbü’l-Âlemin
ilticadan yalvarıp yakarmadan ricadan hoşlanır. İnsan ne kadar hakir, fakir,
zelil ve Rabbü’l-Âlemine karşı ne kadar yalvarış ve yakarışta olursa o kadar
makbul olur. Allah'ı hiç hatırlamamak dua ve niyazda bulunmamak o kimsenin
küfre yaklaşmasına sebep olur. Kâfirlerin duası kabul değildir. Allah onlara
dünyalık veriyor ama duaları için değil. İsyana devam eden kişiye Allah'ın
nimetler vermesi o kişi için bir istidraçtır. Yani onu azaba ve helake sokmak
içindir. Kâfirlerin dünyada nimetlenmesi Allahu Teala'nm Rahman ismi şerifinin
tezahürüdür.’’[28]
Kıssa
Sabit bin Eslem el-Benanî (r.a.) mümin, kıyamet
gününde, Allahu Teâlâ’nın huzurunda durur,
Allahu Teâlâ ona; “Ey kulum! Sen, dünyada bana ibadet eden kullarımla beraber ibadet
ediyor muydun?’’ diye sorunca, o mümin; “Evet, onlarla birlikte ben de ibadet ediyordum ya Rabbi!” der.
Yine Allahu Teâlâ; “Ey kulum, dünyada iken bana dua edip yalvaran ve beni zikredip
ananlarla beraber, sen de yalvarıp beni andın mı?” diye sual buyurur.
O mümin yine; “Evet
ya Rabbi!” diye cevap verir.
Bunun üzerine Allahu Teâlâ; “İzzetim hakkı için, beni zikredip, andığın her yerde ben de seni
andım. Nerede dua edip yalvardınsa, o duanı kabul ettim” buyurur.
Sonra Sabit-i Benanî şu hadis-i şerifi okudu: “Müminin hiçbir duası geri çevrilmez.
Karşılığı ya dünyada verilir, ya ahirete tehir edilir veya günahlarına kefaret
olur.” [29]
Usülsüz
Vusül Olmaz
Duayla
ilgili bu manevi edeplerin yanı sıra, dualarımızı Arş'a yükseltecek ve ilâhî
huzurda kabulüne vesile olacak diğer hususları Allah Rasulü (s.a.v)’in
tavsiyeleri ışığında şöyle sıralayabiliriz:
Rasulullah (s.a.v)
Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Sizden
biriniz dua ederken, ‘ya Rabbi! Dilersen beni mağfiret eyle, dilersen bana
merhamet eyle’ demesin. İstediğini, sağlamca ve kesin bir ifade kullanarak
istesin. Çünkü Allah'ı şu veya bu işe zorlayabilecek hiçbir kuvvet yoktur.”[30]
Buradan
anlaşılan odur ki, mümin kul bir şey dilemek için Rabbi'ne yöneldiğinde, o
şeyin olmasını bütün benliğiyle istemeli, kalbinde “olmasa da olur” şeklinde bir gevşeklik bulunmamalıdır.
Duaya, Allah
Teâlâ’ya hamd ve sena, Rasulullah Efendimiz'e (s.a.v) salât ve selam ile
başlamalıdır.
Efendimiz (s.a.v),
bir adamın duasını duydu ve “Bu adam
acele etti” buyurdu. Sonra da onu yanına çağırtıp şöyle dedi: “Biriniz namaz kılıp arkasından dua için ellerini
kaldırdığında, Allah'a hamd ve sena ile başlasın, sonra Peygamber’e salât ve
selam okusun, ondan sonra istediği duayı yapsın.”[31]
Kişi duayı,
"âmin" kelimesi ile
bitirmelidir. Bu kelime, “Rabbim, kabul
eyle” anlamına gelir.
Kıssa
Sahabe'den birisi şöyle anlatır:
Bir gece
Rasulullah (s.a.v) ile dışarı çıkmıştık. Israrla dua eden bir adama rastladık.
Rasulullah (s.a.v) durup onu dinlemeye koyuldu. Sonra da şöyle buyurdu: “Eğer sonunu iyi bağlarsa, istediklerini
hak eder.”
Cemaatten
birisi, “Ey Allah'ın Resulü duayı nasıl
bitirmesi gerekir?” diye sordu.
Allah
Rasulü (s.a.v): “Amin kelimesi ile...
Eğer böyle bitirirse, istediği kendisine verilir.” buyurdu.
Rasulullah (s.a.v)'a
soran adam, oradan ayrılıp dua eden kişinin yanına geldi ve şöyle dedi:
Dua ederken
elleri açarak kaldırmalıdır. Dua ve niyazda ellerin göğe doğru kaldırılması namazda Kabe’ye
yönelmeğe benzer. Bu el kaldırış sadece samimi bir kulluk ve itaat nişanesidir.
El avuçlarını yukarıya açmak, tıpkı secdede alnı yere koymak, namazda Kâbe’ye
yönelmek gibidir. Kısacası bunun manası şudur: Kulların rızık hazineleri
göklere tevdi edilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyrulur:
İnsanların rızıklarıyla meşgul olan melekler
gökten inerler, insan, arzusunun gerçekleşeceğini beklediği tarafa yönelmeğe
yaratılıştan meyyaldir. Tıpkı o sultanın işine benzer ki, askerlerine güzel
elbise, yiyecekler va’d ederde askeri onun hazinelerine doğru yönelir,
bakarlar. Hâlbuki onlar sultanın o hazinelerin yanında olmadığını kesinlikle
bilmektedirler. [34]
Kişi dua
ettikten sonra ellerini yüzüne sürmelidir. Peygamberimiz (s.a.v) dua ederken ellerini
uzattığı zaman onları yüzüne sürmedikçe geri çevirmezdi. Ve ashabının da böyle
yapmalarını söylerdi. [35]
“Allah’tan
dilediğiniz vakit avuçlarınızın içi ile isteyin. Duayı bitirince de
avuçlarınızla yüzünüzü siliniz.” [36]
Bunun hikmeti, Allah’ın rahmeti ellere isabet
edince onu en şerefli ve ikrama en layık uzuv olan yüze de teşmil etmenin uygun
olmasıdır.[37]
Dua ederken
ellerimizi kaldırmış isek yüzümüze sürmeden indirmeyelim. Elimiz kalkık
olmadığı halde, duadan sonra elleri yüze sürmek bid’attır.[38]
Âlimlerimiz,
dua adabı olarak bunlardan başka, yine Rasulullah (s.a.v)'in hadislerine ve
uygulamasına dayanarak aşağıdaki hususları da tavsiye etmişlerdir:
- Abdestli bulunmak.
- Namaz sonrasında dua etmek.
- Kıbleye yönelmek.
- Eğer kıtlık, umumî sıkıntı ve felaketlerin kalkması için dua
ediliyorsa, elleri kaldırarak avuçların içi aşağıya gelecek şekilde dua etmek
ve böyle dualardan sonra elleri yüze sürmemek.
- Rızkını helal yollardan kazanmaya ve helal
lokma yemeye titizlikle dikkat göstermek.
- Sünnetullah'a, yani varlığa hâkim tabiat
kanunlarına aykırı bir şey istememek.
- Duada,
Allah Teâlâ’nın rızasına uygun olmayan şeyler talep etmemek.
Şunu da
ilave edelim: Mümin, kendisi, sevdikleri ve malı hakkında bedduada
bulunmamalıdır. Rasulullah (s.a.v) Efendimiz bundan sakındırmış ve şöyle
buyurmuştur:
“Kendinize beddua etmeyin! Çocuklarınıza beddua etmeyin!
Hizmetçilerinize beddua etmeyin! Mallarınıza da beddua etmeyin! Çünkü o bedduanız
Allah tarafından kabul edileceği bir saate rastlar da, kabul edilir (ve sonunda
yine kendiniz üzülürsünüz.” [39]
Ayrıca
mümin, sadece ihtiyaç ve sıkıntı anında Rabbi'ne yönelmez. Aksine, genişlik ve
rahatlık içinde bulunduğu zamanlarda da duayı ihmal etmez ki, darlık ve sıkıntı
zamanlarında Yüce Allah onunla birlikte olsun. Resulullah Efendimiz'in (s.a.v)
bu konudaki tavsiyesi açıktır:
“Kim sıkıntı ve güçlük içinde bulunduğu zamanlarda duasının
kabul olunmasını isterse, bolluk ve mutluluk zamanlarında çok dua etsin.”
[40]
Kıssa
Haccâc, Mu’in
adında birini hapsetmişti. Hapse girince, iki rekât namaz kıldı.
‘’Ya Rabbi! Beni çıkar’’
diye dua etti. Çok geçmeden hapishanenin kapısı çalındı. Haccâcın yanına
götürüldü.
Haccâc buna
gidebilirsin dedi. Mu’in izninizle mahkûmlara bir söz söyleyeceğim dedi.
Haccac: ‘’Git söyle’’ dedi. Mu‘in hapishanedekilere şöyle dedi:
Evet, dua
başlı başına bir ibadettir ve diğer bütün ibadetler gibi ancak usul ve edebine
riayet edildiğinde makbul olur. Arifler, “Usul
olmadan vusul, yani hedefe ulaşma olmaz” derler. Edebe dikkat etmeyene dost
kapısının açılmayacağı da bilinir.
Dua
İçin Zaman ve Mekân Tercihi
Efendimiz (s.a.v)’in
hadislerinde dua etmek için hassasiyet göstermemiz gereken zamanlar şöyle haber
verilir:
Gecenin son üçte birlik kısmı.
Farz namazların sonrası.
Secde hali.
Hac veya umrede.
Ezan okunduğu vakit.
Ezanla kamet arası.
Namaz için kamet okunduğu zaman.
Düşman karşısında iken.
Yağmur yağdığı zaman.
Kur'an hatminden sonra.
Gözlerimiz iman hassasiyetiyle yaşardığı zaman.
Bizi sadece Allah Teâlâ’nın gördüğü tenha yerlerde.
Kâbe'de Rükn ile Makam arası.
Kabul
Olunacağı Bildirilen Dualar
Rasulullah Efendimiz'in
(s.a.v) hadislerinde, şu kimselerin duasının reddolunmayacağı haber verilir:
Evine dönünceye kadar hacının ve gazinin duası.
İyileşinceye kadar hastanın duası.
Mü'min bir kimsenin, diğer mü'min kardeşi için gıyaben yaptığı dua.
İftar edinceye kadar oruçlunun duası.
Adaletli devlet başkanının duası.
Babanın evladına duası.
Esma-i Hüsna, salih ameller, peygamberler ve diğer büyük zatlar ile
tevessül edilerek yapılan dua.
Misafirin ev sahibine duası.
Mazlumun duası ve bedduası. [42]
Âlemlerin Rabbi’ne
kul olma şuuruna sahip insanın gönlündeki ulvî duygular, O’na dua ile
ulaştırılır. Âlemlerin Rabbi ile kurulan bu irtibat da ulvi duyguları
yoğunlaştırır. Duasız insanlar, bu hâlden mahrumdurlar ve ruhen kör bir hâlde
yaşarlar. Onların maddi güçleriyle ulaştıkları sonuçlar gerçekte bir başarı
değil; ya kendilerini azaba götürecek bir mühlet ya da insanlık için, tertemiz
dünyamız için bir bozgundur. Ulaşılan sonuçların gerçek bir zafer olabilmesinin
şartı, ancak Âlemlerin Rabbi ile sımsıkı irtibattır.
Müslümanın
duada Rabbi’nden istedikleri sadece hayırlardır. Müslüman kimse, bütün
insanlığın esenliği için dua eder. Her kim olursa olsun, Yüce Allah’ın bir
eseri olduğu için azap görmesini, temenni etmez. Zalimlerin bile ıslahına dua
eder. Kahır için duayı, ancak “ıslahı mümkün değilse” şartıyla eder.
S. Muhammed
Saki Erol Hazretleri şöyle buyurmuştur: ‘’Allah
için halka hizmet ve hayır dua etmek peygamberlerin ahlâkıdır. Her müminde bu
şerefli ahlâktan bir derece bulunmalıdır. Herkes iman ve sevgi ile kalbinin ne
kadar geniş olduğunu bu ahlakı ile ölçebilir.’’[43]
Yeryüzünde
Allah’ın halifesi olma şerefiyle yaratılan insan için en mukaddes an, yüce
Rabbi’ne dua ve niyazda bulunduğu andır. Zira varoluşun gayesi Mevlâ’ya kulluk
ve ihlâsla ibadettir ve dua ibadetin özüdür.
Dua,
özünde Allah’a boyun eğmek, gönülden Hakk’a yönelmektir. İnsanın, Yaratıcısı karşısında
acziyetini ortaya koyması, kulluğunu ispat etmesidir. İnsanın kalbinden süzüle
süzüle kopup gelen yalvarışın ve yakarışın dil ile ifadesidir.
Duadan
zevk almak velayetin başlangıcı, kalbin uyanıklık işareti ve imanın kemâl
neşesidir. Eli arşa uzanan, sözüyle özünü birleştiren ve “Yarabbi!..” diye yakaran bir kuluna Cenab-ı Mevlâ kabulle karşılık
verir.
Hz. Mevlâna,
Mesnevi’sinde şöyle diyor: “Eğer Hûda
bizi zatına yar/dost edinmek isterse, meylimizi dua ve niyaz tarafına çeker.”
Mevlâ’mız
has kullarını Kur’an-ı Kerim’de şöyle metheder:
“Gerçekten inananlar, korkarak ve umarak
dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan hayır için harcarlar.”
[44]
Bir
diğer ayet-i kerimede de Habib-i Edibin (s.a.v) gözbebekleri
olan Ashab-ı Suffe’ye (r.anhum) atıfta bulunularak şöyle buyurulur: “Ey Muhammed! Sabah-akşam Rableri’nin
rızasını dileyerek O’na yalvaranlarla beraber sen de sabret. Dünya hayatının
güzelliklerine dalarak gözlerini o kimselerden ayırma!” [45]
Duada
Vesile
Vesile, derece, yakınlık, başkasına yaklaşmak için
vasıta kılınan şey, şefaat, vuslat manalarına gelir. "Filanca Allah'a
vesile etti" demek, kendisini Allah'a yaklaştıracak ameli yaptı demektir.
Ayrıca vesile, cennette yüksek bir derecenin ve Efendimizin şefaatinin adıdır.
Tevessül ise bir amel vasıtası ile maksada yaklaşmak ve ulaşmaya çalışmaktır. [46]
Tevessül, Allah’u Teâlâ’ya yaklaşmak, huzurunda
manevi itibar ve derece bulmak yahut bir faydanın elde edilip zararın
defedilmesiyle ihtiyacını gidermek için salih bir amel veya zatla Cenab-ı
Hakk'a yakınlık sağlamaktır. [47]
Hz. Aişe validemiz şöyle buyurmuştur: “Bir hacet gidermenin anahtarı, yolu, hacet
arz etmeden önce sunulan hediyedir.” Bu sözlerine devamla, “Allah’a hamd-ü senada bulunursak Onun
rızasını almış oluruz. Efendimize (s.a.v.) salât ve selamda bulunursak o
hacetin gerçekleşmesinde, Allah katında bizlere şefaat ve yardımını sağlamış
oluruz.’’ [48]
Zira Hak Teâlâ Kitabında şöyle buyuruyor: “Allah’a yaklaşmak için vesile arayın.”[49]
Kişi Allahu Teâlâ’ya dua ederken, Peygamberlerini
ve salih kullarını vesile etmelidir. İmam Matüridî (r.ah.) ‘’Resulullah’a (s.a.v), Ashab-ı Kiram’a, Tabiine (r.anhum) ve evliyaya (k.s) tevessül
ederek, yani onları vesile ederek dua etmek, duanın kabulüne sebep olur’’ buyurmuştur.
Hâce Ali Râmitenî (k.s) şöyle demiştir: “Duanızı öyle bir delil araya koyarak edin
ki, o günah işlememişlerden olsun. O delil, Allah dostudur. Onlara tevazu ve
sevgi gösterin ki, sizin için dua etsinler.” [50]
Kıssa
Şöyle anlatılır: Ebu’l-Hasan Harkanî’nin (k.s)
talebeleri, memleketlerine izinli gidiyorlardı. Kendisinden dua istediler.
Korkulu yerde “Ya Ebu’l-Hasan, deyiniz”
dedi.
Bir gece eşkıyanın hücumuna uğradılar. Bağırıp “Ya Allah” dediler. Yalnız birisi; “Ya Ebel-Hasan” dedi. Eşkıyalar bunu
görmediler. Diğerlerinin hepsini soydular. Sabah olup onu selamette görünce
şaşırdılar. Sebebini sordular.
O da; “Ya
Ebel-Hasan dedim, kurtuldum” dedi. Hocalarına gelip; “Biz Allah dedik soyulduk. Bu ise, ya Ebel-Hasan diyerek sana sığınıp
kurtuldu” dediler.
Bunun sırrını, sebebini bildirmesi için
yalvardılar. O da; “Ağzınızdan haram
girer. Haram çıkar. Allahu Teâlâ’yı tanımazsınız. Mecaz olarak Allah dersiniz.
Böyle kimselerin duaları kabul olmaz. Allahu Teâlâ, onun sesini Ebel-Hasan’e
duyurdu. Ebu’l-Hasan de, onu kurtarması için Allahu Teâlâ’ya yalvardı.
Ebu’l-Hasan haram yemez, haram içmez. Haram söz söylemez. Bu bakımdan duası
kabul olup o kurtuldu” dedi. [51]
Kâinatın
Efendisi Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur: “Çok kimse vardır ki, yedikleri ve giydikleri haramdır. Sonra da
ellerini kaldırıp dua ederler. Böyle dua nasıl kabul edilir?” [52]
Süfyan-ı Sevrî (k.s.)
ise: ‘’Hakikat
olarak dua, günahları terk etmektir. Kim günahları terk ederse, kendisi istemeden
de Allah Teâlâ ona dilediğini lütfeder.‘‘[53]
Allah dostlarına tabi olmak, onları
sevmek ve izinlerinden gitmek, onlara duamızda yer vermek ve onların dualarında
yer almak en büyük saadettir. İnşallah kişinin kurtuluşuna vesiledir.
Kıssa
Allah Dostlarının Amellerine
Ortak Olmak
Bir hac zamanı Arafat’ta vakfeye durulduğu bir
sırada Gavs-ı Sânî hazretlerinin (k.s) bağlılarından biri mübarekten dua
istemişti.
Gavs-ı Sânî hazretleri de (k.s), ‘’Orada bizi unutmayın. Bizi de dualarınıza
ortak edin’’ dedi. Dua isteyen zat, ‘’Efendim!
Biz, sizsiz dua etmiyoruz ki. Siz, bizi duanıza ortak edin’’ deyince Gavs-ı
Sânî hazretleri (k.s);
‘’Biz,
sevenlerimizi sadece duamıza değil bütün amellerimize ortak ettik!’’ buyurdu.
[54]
Dr. Ahmet Çağıl anlatıyor:
Gavs-ı Bilvânisî hazretleriyle (k.s) beraber
Suriye'ye Şeyh Ahmed Haznevi (k.s) hazretlerinin dergâhına ziyarete gittik.
Orada ziyaretten sonra bir evde misafir olduk. “Ahmed Haznevi hazretlerinin (k.s)
evinde bir hasta var”, dediler. Beni çağırdılar. Onu muayene için gittim.
Muayene ettim, geldim.
Gavs hazretlerinin yanında da bir
hizmetçisi vardı:
- Doktora söyle, dedi. Bugünkü
kazançlarımızı ortak edelim; ben ne amel yaptımsa o da ne amel yaptıysa ortak
olalım!
- Kurban, dedim. Siz zarar edersiniz
ortak olursak.
- Niye dedi?
- E kurban, dedim. Biz kitaplarda okuduk;
Gavsların bir anlık ameli insanların ve cinlerin amelinin toplamından daha
kıymetlidir, diyorlar.
Ben bunları söyleyince hizmetini gören
kişi, ona söylediklerimi kürtçe olarak anlattı. O zaman da Gavs-ı Bilvânisî
hazretleri (k.s) ona,
- Bu doktor bir şeyler biliyor, demiş. [55]
Gavs-ı Sânî (k.s.) hazretlerine
sormuşlar: Efendim nasıl dua edelim diye. Mübarek ‘’Allahu Teâlâ bizleri Sadat-ı Kiramdan ayırmasın’’ diye dua edin
buyurmuş.
Kulun duası
ile ilâhî rahmet arasında doğrudan ve sıkı bir ilişki vardır. Duayı
terk eden kimse, kendisini ilâhî rahmetten mahrum etmiş demektir. İlâhî
rahmetten mahrum olan kimsenin de duadan
nasibi olmaz.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu ilişkiyi
şu şekilde ifade buyurur: “Sizden kime dua kapısı açıldı ise, ona
rahmet kapıları açılmış demektir.”[56]
Ne mutlu o mümine
ki, devamlı Allah’ın kapısındadır. Dua ile Cenab-ı Hakk’ın rahmet kapısını
çalmaktadır. Başka bir kapı olmadığının farkındadır.
İslam’ın
düşünce ve ibadeti kâmil insanın şahsında müşahhas hâle geldiği gibi dua da kâmil
insanın ağzında müşahhaslaşır ve gerçek manasına, hüviyetine kavuşur. [57]
[1] Mümin; 40/60.
[4] Yunus
suresi ayet; 12.
[5] Hayat
Dengemiz, S. Muhammed Saki Erol, Dua Rahmet Kapılarının Anahtarıdır
[6] Tirmizî, Ebu Davud
[7] Tirmizî
[8] Ahmed b. Hanbel, Tirmizî,
İbni Mâce
[9] Tirmizî
[10] Tenbihü’l Gafilîn, Ebû’l
Leys Semerkandî
[11] Kâf/16
[12] Bakara/186
[13] Tirmizî
[14] Furkan/77
[15] Tirmizî
[16]
Semerkand Dergisi, Dua Kulluğun Ta Kendisidir, Mehmet
Gayretli, 2001 Haziran
[17] Semerkand Dergisi, Takva
Sahiplerine İlahi İkram Himmet, Dilaver Selvi, 2000 Ocak
[18] Tirmizî, nr. 2517; Hâkim,
el-Müstedrek, 3/623; Ibn Hibbân, es-Sahih, nr. 729; Ebû Nuaym,
Hilyetû'l-Evliyâ, 8/390.
[19]
Hayat Dengemiz, S. Muhammed Saki Erol, Dua Rahmet Kapılarının
Anahtarıdır
[20] Semerkand Dergisi, Sebepler
ve Tevekkül, Kürşad Salih Yaman, 136.
[21] Abdurrahman-ı
Câmî, Nefehâtü’l-Üns, s. 278-279
[22] Mümin/60
[23] Buharî Müslim, Hakim
[24] Müslim, Tirmizî
[25] Can Kulağını Aç, Hz.
Mevlana’dan Özlü Sözler, Adem Sertel
[26] Tirmizî, Hakim
[27] Tenbihü’l Gafilîn, Ebû’l
Leys Semerkandî
[28]
Seyda Muhammed Raşid k.s. Gül Nesil 63 Yıl
[29] Ebu Nuaym, Hilye, 2, 324.
[30] Buharî, Müslim
[31] Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî
[32] Ebû Davud
[33] Zariyat / 22
[34] Nureddin es-Sabuni,
Maturidi Akaidi S.71
[35] Ebu Davud, Tirmizî
[36] Ahlak Hadisleri şerhi ve
terc. C.1 S.615. Terc. A.Fikri Yavuz.
[37] Prof. Dr. İbrahim Canan. Kütübi
Sitte Terc. ve şerhi C. 6 S. 528
[38] Ribat dergisi Sayı: 3. S.
16
[39] Ebu Davud
[40] Tirmizî, Ahmed b. Hanbel
[41]
Şir’atü’l İslâm, Seyyid Alizâde
[42] Semerkand Dergisi,
Kalplerden Göklere, Mehmet Emin Gül, 2001 Haziran Ayı
[43] Aile Saadeti, S.Muhammed Saki
Erol
[44] Secde
suresi ayet-16.
[45] Kehf
suresi ayet-28.
[46] İbni Manzur, Lisanu'l-Arab,
XI/724,725
[47] el-Cezairı Ebu Bekr,
Akidetü'l-Mu'min, 123; Bkz: Geycekli, Rabıta ve Tevessül,67
[48] Bk. Şaranî,
Levakıhu’l-Envari’l-Kudsiyye, 280.
[49] Maide; 5/35.
[50] Allah Dostlarından Yaşayan
Sözler, Muzaffer Taşyürek
[51] Hüseyin Okur, Dua Nedir?;
Feridüddîn Attâr, Tezkiretü’l-Evliya, 672-673.
[52] Ahmed, Müsned, 2, 328.
[53] Allah Dostlarından Yaşayan
Sözler, Muzaffer Taşyürek
[56] Tirmizî
[57]
Hayat Dengemiz, S. Muhammed Saki Erol, Dua Rahmet Kapılarının
Anahtarıdır
Yorumlar
Yorum Gönder