YEDİNCİ BAB
CEZBE EHLİNİN MAKAMLARINI İZAH EDER
Cezbe sahipleri öyle kimselerdir ki:
Fenâ makamına mürşidsiz varırlar. Hakk’tan, her şeyde feyz alırlar ve o anda hicapsız bulunurlar, zâtı müşahede ederler. Aklın sınırları içine gelmezler. O makamda hayran (şaşkın ve kararsız) olurlar. Levh-i Mahfûz’a nazar ederler ve üzerinde bulunan yazıyı okurlar. Remizli olarak çeşitli sözler söylerler. Söyledikleri o sözler de olmuş veya olacak durumdadır.
Bu makamda olan meczupların remizli sözlerini (ne söylediklerini) aklın sınırları içinde bulunan kimseler anlamazlar. Çünkü bu makam öyle bir makamdır ki, meczublar her nefeste bütün eşyanın ilmini bilirler. Evveli ve âhiri bulunmaz. Kendinden başka kimseden haz eylemezler(zevk vermezler), Zira, gark oldukları öyle nihayetsiz bir deryadır ki, kenarı olmadığı gibi dibine de erişilmez.
Şayet fenâ âlemine de varırsa kendilerine safa gelir, ömürleri oldukça o makamda kalırlar.
Bu sıfattaki velilerin irşadı riyazet ve mücâhede (Nefis terbiyesi) ile değildir. Hatta irşatları nazarlarıdır. Ne zaman bir müridi irşad etmek isteseler (irşadı gerekse), o müridin hakikatine nazar ederler. Hakk Teâlâ’nın marifeti için meydana gelmiş ise bir nazarda (onu) makamlarına eriştirir (yetiştirir) ler. Eğer marifet için gelmiş değilse hiç iltifat etmezler. Ona itikadına göre himmet ederler. Ve istediği yerde bulunurlar. Böyle müride “Sûrî (şeklî) mürid” derler.
İşte cezbe ehlinin makamı bu makamdır.
SEKİZİNCİ BAB
TASARRUF SAHİPLERİNİN MAKAMINI İZAH EDER
Tasarruf sahipleri iki kısımdır:
Birinci kısım zahirî tasarruf sahibidir.
İkinci kısım bâtinî tasarruf sahibidir.
Zahiri tasarruf sahipleri: Padişahlardır; tasarruf ederler.
Bâtınî tasarruf sahipleri ise: Velidir ki, bâtınen (gizli) tasarruf ederler. Âlem’in yedi iklimine hükmederler. “Yedi yıldızlar” bile bu yedi velinin hükmündedir. Her gün hizmetinde yüz sürerler. Aynim ayıp icabet ederler. Bu veliler bu “yedi yıldız” lara hükmederler.
Ne ilim sâdır olursa (meydana gelirse) “Levh-i Mahfuz” üzerinde nakş olunur. Âlemin (cihanın) kutbu buna nazar edip görür ve o yedi tasarruf sahibine bildirir. O gün, o saatte Hakk’tan ne emr olunursa tasarruf sahipleri bu “yedi yıldız” a hükmederler. Hakk’ın emrini yerine getirirler. Âlemi nizamlı bir şekilde tutarlar. Hak Teâlâ’nın emri dışında küllî ve cüz’î ilimlerden hiçbiri ile meşgul olmazlar. Bir çöpü diğer bir çöpün üstüne koymazlar. Hakk’ın emrinin haricinde cüz’î ve küllî hiç bir amel (iş) le meşgul olmazlar. Daima âlemin kutbuna nazar ederler. Âlemin kutbu da Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazretlerinin mübarek rûh-ı şeriflerine nazar eder. O ruhdan da zat’a nazar eder. Zira, Rasûlûllah’ın ruhu “zâtullah” a âyine düşmüştür. (ayna olmuştur) Ondan başka şeyden müşahede edilmez. Levh-i Mahfuz üzerine nakş olunan her ilim Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin mübarek ruhundan gelir; feyizlenir ve sürülür.
Yine bu tasarruf sahipleri zaman zaman fenâya (faniliğe) varırlar, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Ruhundan zâta nazar ederler. Yine çabucak gelip (biiznillah) tasarruflarına yetişirler.
DOKUZUNCU BAB
KÜMMEL (Külli) MAKAMINI İZAH EDER
Bu makamda bulunan Veliler daima Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Rûh-ı şeriflerine nazar ederler; O ruhdan zat’ı müşahede ederler. Gece, gündüz bir an “Cemâlullah” dan uzak olmazlar. İşte, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazretlerinin “Ehl-i Didâr (Cemâl)” diye buyurduğu bu makamdaki velilerdir.
Bunlar her ne kadar sûreten diğer insanlar gibi ise de insanlar arasında gizli kullardırlar. Hakk’tan başka kimse bilmez. Halk arasında gizli yürürler. Ehlullah onlara “efrâd” derler. Eşyanın sıfatları onlara perde olmaz. Onlara yedi kat gök ve yedi kat gökte gizli bir şey yoktur. Dilerlerse göz yumup açmaya kadar şarka ve garba varırlar.
işte küllî makamı budur.
ONUNCU BAB
MÂŞÛK MAKAMINI İZAH EDER
Mâşûk makamı Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazretlerinin Ruh-ı şeriflerinin makamıdır. Çünkü yaratılmış olan onsekiz bin alem, Rûh-ı Muhammedi’nin nuru aşkına var edilmiştir. Hatta Hakk Teâlâ hazretleri bir Hadis-i Kutside:
“Ya Muhammed sen olmasaydın bu cihanı asla yaratmazdım.” [5]buyurmuştur.
Bundan anlaşılıyor ki: Bütün kâinat, Rûh-ı Muhammedi’nin aşkına yaratılmıştır. Bu on-sekiz bin âlem ve Rûh-ı Muhammedi, Hakk Teâlâ’nın mukaddes (ve münezzeh) zâtına maşuk düşmüştür. Ruhlar topluluğundan enbiya ve evliyanın ruhu da Rûh-ı Muhammedi’nin nurundan var olmuştur. O ruhu görmeleri (onlarca) arz olunduğunda Hakk Teâlâ Mirâc gecesi müyesser kıldı ve arzuları yerine geldi.
Yine Rûh-ı Muhammedi’nin “Maşuk makamı” olduğuna bir başka delil de Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazretlerine varit olan (gelen) şu Hadis-i kutsidir:
“Ya Muhammed; Ben, eşyayı senin için, seni de benim için yarattım.”
Bundan da anlaşılıyor ki: Maşuk makamı Rûh-ı Muhammedi makamından başka bir şey değildir.
Yine, Velayet derecesinde Maşuk makamı olan bu makama “Kutb-ı âlem” nden başkası ayak basamaz. Mümkün dahi değildir.
İşte, maşuk makamı bu makamdır.
ONBİRİNCİ BAB
SÜLÜK MAKAMINI İZAH EDER
Evliya katında sülük dörttür:
Birinci sülûkda, sâlik kendi varlığındaki ilmi bilir; kendi varlığında ne kadar ilim var ise okur ve bilir.
İkinci sülûkda, eşyanın hassalarının ilmini bilir; her şeyin hassaları nelerdir, tabiatı nedir ve ne derde devadır? bilir.
Üçüncü sülûkda, Feleklerin ilmini bilir, “yedi yıldız” lar nasıl seyr eder, fiili nedir ve eserinden ne meydana gelir? Onun ilmini bilir. O ilmin hazzından zaman zaman âşık olur. Şâdilikler eder (Aklı almaz). O sülûku da tamam olursa daha ileriki makama ayak basar. Eğer meşrep sahibi değilse o makamda kalır. Zikr olunan bu makam İdris âleyhisselamm makamıdır. Bir çok veliler bu makamda kalmışlardır. Bundan öte bir “Berzah” (geçit, makam) yoktur. Bu berzahı geçenler veli “kudret” sahibi olur. Bu makamdan geçmeyen “Kudret Sahibi” olamaz. Sadece müşahede ehli olur.
Dördüncü sülûkda, (sâlik) Feleklerin ve eşyanın ilmini tamam edince arza nazar eder. Bir müddet orda hayran olarak kalır. Arşın azamet ve heybetinden velinin aklı o sırada yok olur. Kendi zahiri varlığını bilmez. Bu vaziyette iken yerde mi gökte mi olduğunda şaşırır. Evliya katında “makam-ı hayret” bu makamdır. Ancak, hayret tamam olunca Hakk’ın inayeti ile zenginlik bulur, bütün alemden ganî olur (ihtiyaçsızlık hisseder, onlara nazar edip bakmaz).
İşte Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazretlerinin:
“Nefsini bilen, Rabbını bilmiştir (veya bilir),” buyurduğu, bu makamda meydana gelir. Evliyaullah, nefsinin mahiyetinin ne olduğunu, varlığının nasıl bir şey olduğunu, o zaman bilir. Bu makamda çok kimseler mahv olur. Hayâsından varlık elbisesini çıkarıp şehit olur. “Şüheda makamı”na erişir.
Varlık elbisesini bıraktığına iki vecih vardır:
Biri, ömrünün ancak o kadar olmasıdır
Diğeri de: Zâtı tecelli ettiğinde takat getiremeyerek mahv olmasıdır. İkisi de doğru (söz) dür. Dünyaya gelmekten kendi muradı o gün içindir. Fazla olsa kendi zevki (hazzı) da fazla olurdu. Olmayınca o da Hakk’ın dergâhına vasıl oldu. Hesapsız ve azapsız olarak şüheda makamını buldu.
ONİKİNCİ BAB
AŞK MAKAMINI İZAH EDER
Aşk makamı öyle bir makamdır ki, evliyaullah, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazretlerinin mübarek nuruna nazar ederler, âşık olurlar. Aşkın isti’lâ ve galebesinden hata sözler söylerler ve Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin mübarek ruhunu görürler. Evliyaullahın “zülfühâl” dedikleri budur; rûh-ı Muhammedi’yi o hüsünle (güzellikle) görürler.
Eğer bu dünya halkı Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ruhundan bir lem’a (parıltı) görecek olsalardı, Ehlullahın haricinde hepsi helak olurdu.
Bu makamda bazı evliya vardır ki:
Zahir surette hüsne (cemâle) müteallik (bağlı) olurdu. Riyasız hakiki aşk dedikleri budur. Her an o surette nazar eder. Müşahede eder. Aşkın galebesinden Nûr-ı Muhammedi ile ünsiyet kurar (senli-benli olur). Zira ona Rûh-ı Muhammedinin eserinin bulunduğu Nuru Muhammedi den bir şey zahir olur. Her ne kadar suret sahibi mahbûb (sevgili) ise de kendi suretinde kemâl zahir olduğunu bilmez. Fakat müteallik (ait-bağlı) olan veli buna mazhar olduğunu bilir. Aşkbazlık (aşıklık) edip naz ve niyazda bulunur.
Ancak, evliyaullahdan bazıları da vardır ki:
Zahir hüsne (güzelliğe) nazar etmezler, daima o mübarek ruha nazar ederler. Hayran olurlar. Çünkü; Evliyaullahın, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin mübarek ruhuna aşık olmaları gerekir ki Hakk’ın inayeti erişip “cemâl”e müşahit olanlar. Zira Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin mübarek ruhu “Cemâlûllah” a âyine düşmüştür. Ondan başka bir şeyden müşahede edilmez. Evliyanın bu makamda çok durmalarına sebep de budur. Baksana, dünya sevgililerinin aşkından âşık olanlar —Mecnun gibi Ferhat gibi— meşhurdurlar. Halbuki o (âşıkların) maşukları bütün sultanların sultanıdır. Sevgililer sevgilisidir. Hepsi onun hüsnünün nurundan bir nurdur. İster Yusuf aleyhisselâmın güzelliği olsun ister başkasının güzelliği olsun, sadece aslî nur Ruh-ı Muhammedidir. (veya aslı Ruh-ı Muhammedinin nurudur). O, zattan feyizlenir.
Her ne kadar, bunun gibi güzelliğe karşı hayran olmak bedî’i (beğenilen) değilse de Evliyaullah o makamda kalmışlardır. Onlardan her birine de “Cemâl ehli” derler. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazretlerinin mübarek ruhuna nazar ettiklerinden dolayı o makamda zât’ı müşahade etmezler. Sadece Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemin mübarek ruhuna nazar ederler. Onun için buna aşk makamı derler. Zira, Evliyaullah bu makamla aşkın galebesinden kendilerini helak ederler. Yahut parlak sözler söylerler. Mansur’un hakkı olmayan ve Şeriat-ı Muhammediye’ye münasip bulunmayan sözleri gibi – Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ruhundan edep etmezler. (Böyle hallerde) Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ruhu bir defada hakikât kılıcı ile helak eder. Şüheda mertebelerini bulurlar.
Yorumlar
Yorum Gönder