Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Şubat 25, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kibir ve Belirtileri

Kibir ve Belirtileri Kibirli insan her haliyle belli olur. Giyim-kuşamında, yüz ifadesinde, bakışında, başını dikerek kimseye bakmamasında, oturmasında, gerilip yaslanmasında, yürüyüşünde, kendisi otururken insanları ayakta bekletmesinde, ses tonunda… Aslında kibirli insanın sergilediği davranışların hemen tamamı, belli bir seviyeden sonra psikiyatri bilimini yakından ilgilendiren anormal davranışlardan başka bir şey değildir. Ne yazık ki kâmil insanların haricinde az-çok, açık-gizli, herkeste kibir hastalığı mevcuttur. Seyr ü sülûkla bu hastalık kalpten tamamen kazınmadıkça kurtulmak mümkün değildir. Ancak bu hususta mücahede etmek de farz-ı ayındır. Kibri azaltmak bile büyük bir mücahededir . Bir müminin yukarıda sayılan anormal davranışlardan ve gizli kibirden kurtulup kurtulmadığı, tevazuyu kazanıp kazanmadığını İmam Gazalî rh .a . şu belirtilerle ölçüyor: Bir mesele üzerine konuşulurken hakikatin kendi fikirlerine ters olmasından rahatsız olmak; doğruları memnun...

Gel Tövbe Et

Gel Tövbe Et Bir gün Seyda hazretlerinin (k.s.) meclisinde bir zatla tanıştık. O zat şöyle anlattı: “Ben 55 yaşındayım. İslam adına iki şey biliyorum: Birisi, Allahu Ekber, diğeri Bismillah. Hayatta işlemediğim günah kalmadı. Maddi yönden durumum çok iyi, ama hayattan hiç tad alamıyorum. Hind fakirlerine gitmeyi düşünüyordum. Bu zatı duydum, yanına geldim. Ben de insanlar gibi gülmek, eğlenmek istiyorum. Ruhi sıkıntıdan dolayı perişan haldeyim.” Daha sonra bu adamı Seyda hazretlerinin (k.s.) huzuruna çıkardılar. Seyda hazretleri ona: “Tevbe et, Allah her şeye kadirdir.” dedi. O da tevbe etti. Akabinde namaza başladı ve üç ay içerisinde genel manada haramı helali öğrendi. O zat muhabbetli sofilerin meclisinden ayrılmazdı. Ona: Sen bu muhabbetli sofilerden ne fayda görüyorsun?” diye soruldu. O şöyle cevap verdi: “Onların muhabbetleri, hareketleri, onlarla bulunmam sebebiyle benim kalbime ilahi aşk ve muhabbet geliyor”. Bu zat Allah’ın rahmeti, evliyanın nazarı, sof...

Bu Çocuk Kim?

Bu Çocuk Kim? Bilvânisli Seyyid Muhammed (k.s.) hazretleri zaman zaman oğlu Abdülhakim’i de yanında getirir, onun da Siyânüs Dergâhı ve Medresesi’nden istifade etmesini sağlardı. Seyyid Abdülhakim de o sohbet meclisinin mâneviyatından teneffüs ederdi. Onun henüz üçüncü gelişiydi. Hazret Muhammed Diyâeddin (k.s) hazretlerinin dikkatini çekti. Hazret, “Bu çocuk kim?” diye sordu. Sûfîler, “Bilvânisli Seyyid Muhammed’in oğludur. Adı Abdülhakim’dir” dediler. Hazret, “Bu çocuk, gelecekte büyük bir zat olacaktır” buyurdu. Gerçekten emareler de bunu gösteriyordu ( gerçektende zamanla zanınının nadir alimlerinden ve velilerinden olmuştur). Bir kış günü seyyid Abdülhakim (k.s) , Siyânüs Mescidi’nden çıkınca Hazret Muhammed Diyâeddin (k.s) hazretlerinin peşi sıra gitmiş ve şöyle demişti: “Ey Allahım! Bu kulunun bastığı yere ben de basıyorum. Onun güzel ahlakını, huyunu bana nasip eyle!” Hazret de onu böyle görünce yanına çağırmış ve kendisine bol bol dua etmişti....

İslam Başka

İslam Başka Seyda Muhammed Raşid hazretleri (k.s.) birgün ikindi namazından çıkmış, caminin önünde sofiler kendisini ziyaret ediyordu. O sırada sırt çantasıyla birlikte yabancı olduğu anlaşılan bir kişi yaklaştı, ziyaret etti, mübarek o yabancıya tebessüm ederek: “Hoşgeldin” dedi. Yabancının ne dediğini anlamadık, birisi tercüme edince Nemrut’u ziyaret için geldiğini, yarın oraya gideceğini söyleyince Seyda hazretleri (k.s.) dönüşte yine buraya gel dedi, o da söz verdi. Üç gün sonra geri döndü. Seyda hazretlerini görünce yanına gitti “ben sana söz” dedi. Mübarek tebessüm ederek “hoşgeldin, biz gidip namaz kılacağız. Şimdi sana namaz yok sen burada kal” dedi. Biz ikindi namazını kıldık ve dışarı çıktık. Yabancı kişi “İslam başka” diyerek kapıya koştu, camiye girdi. Seyda hazretlerinin (k.s.) önünde ağlıyarak tercüman aracılığıyla kelime-i şehadet getirdi ve müslüman oldu. Bir hafta kaldı, islamiyeti öğrendi, sonra da hizmet etmek üzere İngiltere’ye döndü.

İLİM VE SOHBET MECLİSLERİNİN GEREĞİ VE EDEPLERİ

İLİM VE SOHBET MECLİSLERİNİN GEREĞİ VE EDEPLERİ * Din ancak ilim sayesinde hakkıyla yaşanabilir. Bu sebeple sadatlar ilme, özellikle kişiye lazım olan ilmihale çok önem vermişlerdir. Hangi ilim? İlmin, bilmenin önemini vurgulamayan hiç bir dinî sohbet, hiç bir tartışma yok. İman ve yaşantıyla ilgili her konu dönüp dolaşıp ilme, bilgiye bağlanıyor. Anlıyor ve kabul ediyoruz; bilmekle, öğrenmekle yükümlüyüz. Ama neyi? Yaşadığımız çağa “bilgi çağı” deniyor. Gazeteler, kitaplar, dergiler, bilgisayar, internet ve her türünden kitle iletişim araçları ile bir bilgi sağanağı altında yaşıyoruz. Hayatımızla ilgili veya ilgisiz her konu üzerine, müthiş vurgular yapılıyor. Herkese göre kendi sunduğu bilgi çok önemli, hatta en önemlisi. Ve biz sade insanlar, neyi ne kadar öğreneceğimizi şaşırmış olarak bir selin önünde sürüklenip gidiyoruz. Sonuçta öyle bir hale geldik ki, artık hayatî bilgilere de kayıtsızız. Oysa bilgiye kayıtsızlık hayata, hayatın ötesine kayıtsız kalmak demek....