ONÜÇÜNCÜ BAB
DÖRT UNSURA DÖRT NEBİNİN MAZHAR OLUŞUNU İZAH EDER
Hakk Teâlâ dört unsur yarattı. Her unsura bir Nebî düştü:
Âdem aleyhisselâm
Nuh aleyhisselâm
Musa aleyhisselâm
İsâ aleyhisselâm
Bunların her biri bir unsura mazhar düşmüştür.
Âdem aleyhisselâmın ilk (kalıbı) varlığı topraktan yaratıldı.
Nuh aleyhisselâmın mazharı su idi.
Musa aleyhisselâmın mazharı ateş idi.
İsâ aleyhisselâmın mazharı da hava idi. Fakat, Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem dört unsura da mazhar idi. Zahir varlığında dördü de tamamlanmıştı.
Ancak, zikr olunan peygamberlerin kalıp (vücut) larına ruh sonradan taalluk etti (geldi). Öyle ise bu durumda, Âdem aleyhisselâmın ilk varlığının toprak olmasının hikmeti, mazharının (toprak) olmasıdır.
Nuh aleyhisselâmm toprağında “su” luk olduğundan dolayı dünyayı tufana verdi..
Zira, tasarruf sahibinin varlığında hangi unsur fazla olursa onun zamanında o (unsura) ait şeyler meydana gelir. Eğer Nuh aleyhisselâm unsurların dördüne de mazhar düşseydi ondan gazap gelmezdi. Çünkü o yalnız bir unsura mazhar düştü. Diğerlerine mazhar olmadığından gazaba gelip dünyayı tufana gark etti. Çünkü tümüyle su hükmünde idi. -Allah Teâlâ’nın emri ile- Fakat diğer unsurlara mazhar düşmüş olsa idi dua edip dünyayı tufana gark ederek kendini ahirette mesul etmezdi. Ancak, sonradan pişman olup istiğfar ettiği meşhur (malûm) dur.
Musa aleyhisselâmın mazharının ateş olduğuna da sebep ve amil şudur ki: O son derece gazaplı idi. Gazaba gelerek mübarek lisanına gelen her sözü söylerdi. Ateşlik tarafı galip idi. Onun için de gazaplı idi. Nübüvvet gelmeden önce Mısırda bir insan helak etti.
İsâ aleyhisselâmın ise unsuru hava idi. Çünkü Allah Teâlâ kendi azameti ile onun hakkında “Rûhullah” demiştir. Ruh ise havadan ibarettir. Ruhun vechi çoktur, izah edilmiş olsa söz uzar.
Yine, felekler sayısınca İsâ aleyhisselâmın namında havalık galiptir.
Bir vechi de şudur: İsâ aleyhisselâmın varlığında havalık üstün olduğundan riyazet kuvveti ile felek’e çıktı. Çünkü vücudunda ağırlık yoktu. Letafet var idi. Hava ise latiftir. Ancak cisminde hava üstün geldiğinden felek’e çıktı. Zira hava felek’e yetişmeye dek yerde duramaz.
Fakat Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazretlerinin mübarek cisminde dört unsur da mutedil bir şekilde bulunmaktaydı, dediklerinin sebebi şudur ki; Hakk Teâlâ on sekiz bin âlemi Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazretlerinin mübarek ruhundan vücuda getirdi. Onun mübarek ruhu ise on sekiz bin âlemin aslıdır. Varlığının sarayına gelinceye dek itidalde (tam olgunluk) yaratıldı. Hiç bir Nebî’nin dört yârı (arkadaşı) yoktu. Sadece Rasûlûllah hazretlerinin vardı. Çünkü dört yâr (yoldaş) açıklanan dört nebîye işarettir.
Dört yâr (cihar yâr-ı güzin) in ilmi o dört nebide vardı. Ayrıca, dördü dört unsurun mazharı idi.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazretleri bunların dördünün aslı idi. Çünkü dört unsur Ruh-ı Muhammediden varlığa gelmiştir. Varlığa gelen o dört unsur, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ashabı olan dört yârdir.
ONDÖRDÜNCÜ BAB
MÜŞAHEDE MAKAMINI İZAH EDER
Müşahede makamı öyle bir makamdır ki: Veli, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazretlerinin mübarek ruhuna nazar edip müşahede de bulunur.
Zâtullahtan feyizlenerek Levh-i Mahfuz (Kader Kitabı) üzerinde nakş olunan dünyada mevcut her ilmi görür, okur. Fakat izhar etmez. Ancak Hakk Teâlâ tarafından tecellinin galip olduğu bir sırada ihtiyarız olarak izhar eder. Gayr-i ihtiyari sözler söyler. Sonra aklın hudutları içine gelince istiğfar eder. Veli, o halde iken söylediği sözlerde Hakk dergâhında mağdurdur. Çünkü onun gayr-i ihtiyari söylediği Hakk’ın ilminde mevcut idi. O söz ondan gelecek idi. Allah Teâlâ’nın ilminde olup da ezelde takdir edilen her şey mutlaka gelecektir. Ancak, Hakk’ın rızası olmadığı şey müstesnadır. Hakk’ın rıza gösterdiği her şey mutlaka olur. Olmaz demek hatadır. Neûzûbillah.(Allah Teâlâ’ya sığınırız.)
Evliyaullah öyle kimselerdir ki, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazretleri onlarla iftihar etmiştir, Evliya katında kudret makamı Evliyaullahın, Levh-î Mahfuz üzerinde nakş olunan hattı (yazıyı) bilmesidir.
Her ne kadar kudret Hakk’ındır, Enbiyaullah’ın varlığından meydana gelir ise de şimdi kudret makamı evliyanındır. ZİRA BU GÜNLER VELAYET DEVRİDİR. Evliyada sürülen Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazretlerinin nübüvvetidir.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ahirete intikal eder etmez nübüvvet biiznillâh (Allah Teâlâ izniyle) velayete tebdil (değiştirildi) olundu, Nübüvvetin hikmeti tamam oldu. Velayet devri ortaya çıktı. Evliyada sürülen kudret Ruh-ı Muhammedinindîr. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazretlerinin Ruhî kudreti evliyada zahir oldu. Evliya, dünya arzularından nefsini o zaman keser ki, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem mübarek ruhuna nazar eder. Fakat cemâli müşahede etmeyince ahiret ve cennet arzularından geçmez.
“ Kudreti var evliyanın kudreti.
Taşa dil verir dilerse kudreti.
Taşa dil verir dilerse kudreti.
Mu’cizatı Musa’nın âhir â’yan.
Ejderha kıldı asâyi bî-gümân.
Ejderha kıldı asâyi bî-gümân.
Kurdet-i Hakk’dur eğerçi bîgüman.
Musa dilinden olurdu ol hemân.
Musa dilinden olurdu ol hemân.
Musa’ya Hakk’dan verilmişti rıza.
Kim ne dilerse olaydı ol asâ.
Kim ne dilerse olaydı ol asâ.
Evliyayı sanma kim ol serseri.
Her sözü söyler dilinde serseri.
Her sözü söyler dilinde serseri.
Gördüğü ilmdir levh üzre yakîn.
Söylediği onun ey Sultan-ı dîn.
Söylediği onun ey Sultan-ı dîn.
Gördüğün söylenene Hakk’dan günah.
Olmaya kim Evliyadır bî-günah.
Olmaya kim Evliyadır bî-günah.
Evliya’dır Hakk’ı her şeyde gören.
Evliyâdan erdi hem Hakk’a eren.
Evliyâdan erdi hem Hakk’a eren.
Bilmek gerektir kim şimdiki demde
Kudret evliyanındır.”
Kudret evliyanındır.”
Akşemseddin
ONBEŞİNCİ BAB
EVLİYAULLAH’IN CENNET ARZUSUNDAN GEÇTİĞİ MAKAMI İZAH EDER
Evliyaullah, Rasûlûllah hazretlerinin mübarek ruhundan zâtı müşahede ederek o makamda varlığını fenâ kılar. Bu sırada ona sekiz cenneti verseler kabul etmez. Çünkü, o fenâ bulan (fani olan) varlığa Allah Teâlâ’nın zâtına ait ilimden öyle zevk hâsıl olur ki, Ömrü oldukça aklın hudutlarında yürümez. Dünya halkı ona deli der. O fariğdir (her şeyden uzaktır, vazgeçmiştir). Dünyanın varından geçer.
Bütün eşyada tasarrufu vardır. Fakat beşer suretinde deli (divane) şeklinde yürür, kimse ona sahip çıkmaz (arkadaş olmaz, yanında bulunmaz).
ONALTINCI BAB
SALÂT (Namaz) MAKAMINI İZAH EDER
Yâni; Evliya namazını nasıl kılar?
Evliyaullah Tekbir getirince “Allahü ekber” dediğinde Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazretlerinin nurunu görürler. O mübarek ruha karşı dururlar. Yerde ve gökte Hakk’tan başka bir şey görmezler. Kalplerinin tecelliyatında Hakk’tan başka bir şey kalmaz.
Eğer o, sıfata nazar edip teveccüh ederek namaz kılarsa namazı zahirîdir. Eğer zâta nazar edip teveccüh ederek namaz kılarsa onun namazı hakikidir. Fikirsiz namaz, budur. Bu makamda kılınır, başka vakitte kılınmaz. Hâslar namazıdır,
İşte, evliyanın namazı böyledir.
ONYEDİNCİ BAB
MARİFET SAHİBİNİN MAKAMINI İZAH EDER
Marifet sahibi, evliya katında velayet sahibi değildir. Zira marifet ilimdir. Velayet ayn’(asıl-öz) dır. Marifet sahibi, her şeyin sıfatını görür, hakikâtini görmez. Çünkü her şeyde bir hakikât vardır. Abes değildir. Velayet sahibi ise her şeyin hakikâtini görür.
Hem evliyaullah katında Hak şudur ki:
Bir şey bir şeye itikat etse, itikat eden ve itikat edilen mahbubdur (sevgilidir). Açık olan budur.
“Marifet iki çeşittir;
Birisi ilme-l’ yakîn ehlinin marifetidir.
Diğeri ise ayne-l’ yakîn ehlinin marifetidir.
İlme-l’ yakîn ehlinin marifeti zahiri ilimdir. Bu kişilerin sohbetleri sıradandır.
Söyledikleri sözlerin hakikatini bilmezler. Hemen Allah Teâlâ kitabında böyle buyurmuştur,
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazretleri şöyle buyurmuştur veya büyük evliyalar şu şekilde buyurmuştur, derler; fakat işin aslını, hakikâtini göremezler.
Ayne-l’ yakiyn ehli ise o kimselerdir ki Hak Tealanın kelamının hakikatini, Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemin kelamının hakikatini ve büyük evliyaların hakikatini ayne-l’ yakîn olarak levh-i mahfuzda görürler, okurlar. Bu okumalardan elde ettikleri bilgileri ise kapasiteleri ölçüsünde talep eden kişilere aktarırlar. Zira her kişinin aklı aynı derecede suluk edemez.
Nitekim Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Hazretleri bu hususla ilgili şöyle buyurur.
“Avamm-ı Nas’a akılları miktarıncasöyleyin.”
Ayne-l’ yakîn ehli, marifetullah’ı her kişiye söylemezler. Bu marifet sahibi olan evliyalar tertip üzere olan velilerdir.
Tertip üzerine olan velilerin şu şekildedir.
Üçler: Üçlerden birisi; Kutb-ı âlemdir. (En üst olan) diğer ikisi ise halifelerdir. Bu iki halifeden birisi ise mürid-i makbûl olandır ki; Kutb-ı âlemden sonra kutb olur ve tahta geçer. kutb-ı âlem onsekizbin âleme hükmeder.
Yediler: Yediler, Kutb-ı âlemin yedinde olan ve âlemde tasarruf eden velilerdir. yedilerden birisi kutb’a halife olur.
Kırklar: Kırklar da tasarruf sahibi velilerdir. Yedilerden birisi görevini tamamlasa kırklardan bir veli o velinin yerine geçer.
Üçyüzler: Bir vakit gelip de kırklardan birisi görevini tamamlarsa üçyüzlerden bir veli, o velinin yerine geçer.
Binler: Üçyüzlerden bir veli vakti gelip te görevini tamamladığında; Binlerden bir veli, o velinin yerine geçer. Binlerden bir veli de vakti gelip görevini tamamladığında, Bu sefer bu âlem halkının bir kabiliyetlisi o velinin yerine geçirilir.
Tertib-i evliya budur.
ONSEKİZİNCİ BAB
TEVHİD NEDİR VE NASIL MAKAMDIR? ONU İZAH EDER
Tevhid öyle bir şeydir ki; Mürid bununla her şeyi görür. Bu sıfatın bir hakikati vardır. Abes (boşuna) değildir. Kesrete nazar eder. Zira, her şeyde bir hakikat vardır. Hâli değildir.
Kur’ân-ı Kerim’de Hakk Teâlâ şöyle buyurur: “O, (Allah) her şeyi ihata edicidir.”[6]
Çünkü, Hakk Tealâ’nın her şeyde ihatası mevcuttur. Eşyanın hepsinin hakikati hakdır. Tam tevhid budur.
Fakat sıfatların tevhidinde ise, her şey bir isimle muttasıftır. Ve her isim müsemmânın hakikatidir. Çünkü ismin müsemmâsına tasarrufu geçer. Her insanda kesreti de vardır, vahdeti de vardır. Her kesretin bir ismi vardır. Her şey de malûmdur.
Sıfata ait tevhidi bilmiş olanlar, ismin müsemmâsına tasarrufu hakikattir derler. Her ne kadar zat bütün tenzihlerden münezzehse de hak şudur ki:
Güneşin zerrede müdahalesi vardır. Fakat zatla değildir. Zira zatın müteayyinesinin kendi zahirdir. Zerreden münezzehdir.
Evet, ne zaman güneşin zâtı kaybolsa zerre de yok olur, görünmez.
Her ne kadar her şeyde bir hakikat varsa da Hakk’tan hâli değildir. Fakat zât münezzehdir. Varlığın hepsi Hakk’ındır. Başkası yoktur. Ancak vahdetin ilminde kesret mündemiçtir (mevcuttur). O, ezeli, zahiri ve bâtını görür. Hakiki Tevhid budur. Yine o, her şeyde hicafapız olarak zâta nazar eder, visale yetişir, vuslat bulur. Kur’an’da buyurulan şu makamı kazanır:
“Ne tarafa çevrilirseniz Allah’ın vechi oradadır.” [7]
Her hangi bir eşya mâni olup perde teşkil etmez, kendisi temkin bulmuş olur. Bu makamlar evliyanındır.
Sıfatların tevhidi marifettir. O, sıfatların tevhidini bilmekle veli olmuş olmaz. Sıfatların tevhidi, her şeyin zahirini görür, hakikatini görmez. Eğer eşyanın zahirini gören veli olsaydı hiç kimse azaba müstahak olmazdı.
Kur’ân-ı Kerim’in işaretiyle cennet ve cehennem de haktır.
Bu durumda anlaşılıyor ki: Tam tevhidi bilmeyince, sıfatlara aid tevhidi bilmekle veli olunmaz. (Başka nüshada bu bilgilerde vardır)
Tevhid iki kısımdır.
Birisi aâmdır, diğeri hasdır,
Tevhid-i Âmm (umum)da sâlik “Lâ ilahe illallah” “Allah’tan başka ilah yoktur”, der. Yani sıradan ve ilimle olan tevhid şeklidir. Bunun gibi ilimle olan tevhid’e; tevhid-i âmm denir.
Tevhid-i hâs da ise sâlik her şeyin hakikatini ayne-l’yakîn ile gördükten sonra, terakki eder. Kelime-i Tevhid’in hakikatini ayne-l yakîn görür ve Allah Teâlâ’dan başka bir ilah olmadığını hakkıyla idrak eder. O vakit eşyadan gayrısının varlığı Hakk Teâla’nın varlığında yok olur. Yalnızca Hakk Teâlâ’nın vücûdu var kalır. Zaten Hakk Teâlâ’nın vücûdunun dışında hiçbir varlık (vücut) yoktur. Nitekim Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Hazretleri buyurmuştur ki;
“Tevhid Allah Teâlâ’dan gayri hiçbir şey görmemektir.”
Bu sebepledir ki hakikatte Allah Teâlâ’dan başka hiçbir şey yoktur.
İşte sâlik Tevhid-i Hass’a kadem bastığında (yükseldiğinde) bu hadis’in (sonradan yaratılanın) hakikâtini Ayne-l’yakîn olarak anlayacak ve Hak Teala’dan başka hakikatte kimsenin varlığı yoktur. Yalnız Hak Teâla vardır. İşte o vakit sâlik âlim olur.
Yorumlar
Yorum Gönder