Ana içeriğe atla

RABITA (MUHABBET)

Peygamber efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem: “Kişi sevdiği ile beraberdir.” buyurmuştur.
Rabteden, bağlayan, yakınlık, sevgi ve muhabbet gibi manalara gelir. Tasavvufta râbıta sâlikin daima huzur-ı ilâhî de bulun­duğunu yakinen bilmesi ve Allah’ı görür gibi ibadet etmesidir. Hidâ­yet-i ha­kîkîye nail olmak; ancak bu duygu ve şuur ile mümkündür.
Mürid, bu irtibat sayesinde her tavır ve hareketinde kendisini şeyhine benzetmeye çalışır ve yukarıda işaret ettiğimiz “Muhabbet râbıtası” sonucunda seven, giderek sevilenin sıfatlarına bürünür.
Nitekim İmâm-ı Rabbânî’nin beyanı vechile; manevî yolda iler­lemek, kendisine uyulan şeyhe, yapılan muhabbet râbıtasına bağ­lıdır.
Bir mürid, şeyhine karşı olan muhabbeti vasıtasıyla an be an onun boyasıyla boyanır ve in’ikas yoluyla nurlanır. Bu muhabbet ve nur­lanma kâmil mânâda olursa bu hâle fenâ fişşeyh denir. Şeyhin, mü­ridi yetiştirdiğini, müridin de kendi istifadesini bilmesi şart değildir. Ni­tekim güneşin harâretiyle yavaş yavaş yetişen ve günlerin geçme­siyle olgunlaşan nebâtat yetiştiğini bilmediği gibi, onların kemale erme­sine sebep olan güneşinde bunu idrak etmesi gerekli değildir.
Evliyâullah hazerâtı aşk ve muhabbeti şöyle teşbîh etmişlerdir: “El hubbu belâ ve’l aşkı semmül katl”
Allah ve Rasûlüne muhabbet belâ kadar zordur. Onlara âşık ol­mak ise öldürücü zehirdir.
Cenâb-ı Hakk Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyuruyor:
يَا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِقِينَ
 “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla hemcelis olun”

Bu âyet-i kerîmede müminlere hitap edildiği açıktır. Bu göster­mektedir ki “sıdk” sıfatı, imandan daha husûsî bir manaya sahiptir. Yani sıdk mertebesinde bulunan herkes mümindir, ancak her mümin sıdk mertebesinde değildir.
Bu âyette emir buyurulan “beraberlik” iki şekilde olur:
Cismânî beraberlik: Sâdıkların meclisine bizzat devam ederek, onlardan ilim, fazilet ve feyz almakla olur.
Ashâb-ı kirâm Rasûlullah’ın etrafında pervane olup, sürekli onunla birlikte bulunmaya âzamî gayret ederlerdi.
Uzak beldelerde bulunanlar da fırsat buldukça, yol emniyetini temin ettikçe, her taraftan alemlerin efendisini ziyarete gelirlerdi.
Hz. Ömer (r.a) efendimiz, Medine dışında otururken komşusu ile birer gün nöbetleşerek Allah Rasûlünun yanına gelir, huzûr-ı Rasûlullahta sohbete müdavim olur ve o günkü sohbeti, ahvâli ve hâdiseleri arkadaşına aktarırdı.
Rasûlullahla cismen beraber olmak ashâb-ı kirâmı manen suratli bir şekilde kemâle erdirmiş; cismanî birliktelik yanında Risâlet-penahın halaka-ı tedrîsatında, kalpten kalbe aynel-yakîn ilham olarak ve in’ikas tarikıyla hâl ve nûr mün’akis olmuştur. Bu halde zâhiren ve bâtınen kemâlâta ermişler­dir. Bunun içindir ki, diğer in­sanlar ashâb-ı kirâmın derecesine ula­şamazlar.
Ruhanî beraberlik: Eğer kişi, sâdıklardan cismânî olarak ayrı bu­lunuyorsa ne yapacaktır? İşte bu durumda da onların gidişatlarına uyacak, yaptıklarını yapıp, yapmadıklarını terk edecek; onların hâl, tavır ve sözlerini onların gıyabında hayalinde canlandıracak ve onla­rın hâli ile hâllenecektir.
Ehlullahın meclisinde bizzat bulunmak, kişiye fayda sağladığı gibi, gıyaben şahıslarını ve hallerini düşünmek de fayda verir. Çünkü bir kişi hayalinde, dimağında ve kalbinde neyi tasavvur ederse, fiille­rinde de o tezâhür eder (açığa çıkar) ki, râbıta (muhabbet) de bundan ibarettir.
Nakşibendî meşâyihinden Hâce Muhammed Masum hazretleri köklü bir muhabbete vesile olan râbıtayı özellikle tavsiye etmişlerdir. Zira hakiki sevgi olunca müminin kalbinde bilâ icbar velâ ihtiyar zikrullah vücuda gelir, kalp selâmet bulur, huzur-ı daimîye mazhar olur.
Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

رِجَالٌ لَاتُلْه۪يهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَاِقَامِ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَاءِ الزَّكٰوةِ يَخَافُونَ يَوْمًا تَتَقَلَّبُ ف۪يهِ الْقُلُوبُ وَالْاَبْصَارُ
“Onlar, ne ticaret ne de alış-verişin kendilerini Allah’ı anmaktan, na­maz kılmaktan ve zeât vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalple­rin ve gözlerin dehşete düştüğü bir günden korkarlar.”

Rabbimiz cümlemizi kendisini çok zikreden kulları zümresine dahil etsin ve kalbimizi iman hakîkatlariyle ve yakîn nurlarıyla tenvîr et­sin. Âmin
Râbıtanın delili Kitap, Sünnet ve imamlarımızın kavilleriyle sabit­tir.
Cenâb-ı Hakk şöyle buyurmuştur:
يَااَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ وَجَاهِدُوا ف۪ى سَب۪يلِه۪ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun. O’na yaklaşmaya vesile arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.”

Burada âyetin mefhumu umûmî ise de emredilen şey vesile ara­mak olunca, muhabbet kulu Allah (c.c)’na vâsıl edecek şeylerin en efdali haline gelir.
Çünkü Cenâb-ı Hakk Peygamberimiz sallallâhu aleyhi vesellem ve diğer nebîler hakkında:

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ى يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْذُنُوبَكُمْ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
“(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esir­geyicidir.” buyurmuştur. 
Burada râbıtanın zaruretine işaret vardır. Çünkü tâbi olmak için tâbi olunanı gözle veya hayalen görmek lazımdır. Tâbi olanla olunan ruhen beraber olmayınca ittibâ (tâbi olmak) nasıl gerçekleşecektir. Bi­zim râbıtadan maksadımız muhabbettir. Bu olmazsa ittibâ sayılmaz.
Şeyh Abdulganî Nablusî Risâle-i Tâciyye’ye yazdığı şerhinde der ki: “Eğer râbıta, âdâbına riâyet edilerek yapılırsa maksat tamamen hâsıl olur. Çünkü şeyh-i kâmil müridin Allah (c.c)’na açılan kapısı ve onun vuslat sebebidir.
Cenâb-ı Hakk Kur’an-ı Kerîm’de:

يَا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِق۪ينَ
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.” bu­yurmaktadır. 
Bahru’l-Hakâik tefsirine göre sâdıklardan murad mürşidlerdir. Çünkü ezelde verilen söze en fazla onlar sadakat göstermişlerdir. Onlarla her zaman beraber olmanın yolu râbıtadır, yani muhabbettir.
Fenâfillâhın başlangıcı bulunan fenâfişşeyh mertebesine vasıl ol­manın en yakın yolu muhabbettir. Sâdâtımızın büyüklerinden olan Hâce Ubeydullah Ahrar (k.s) buyurmuşlardır ki: “Sâdıklarla beraber olmak âyet-i kerîmede emredilendir. Allahu Teâlâ bu kelâmında zâ­hiren ve bâtınen sâdıklarla beraber olmayı emir buyurmuştur. Mânen beraber olmanın yolu muhabbettir, bu da ehlince malumdur. Reşâhât kitabında bu husus açıkca anlatılmıştır. Bu konularla uğraşan bilsin ki evliyaullahın sözlerinde râbıtanın ne olduğu ve onun bütün gü­zellikleri vuzûha kavuşmuştur. Onların kıymetli kelamlarını takip edenlere bu gerçekler gizli değildir. Kokularını bir kere alanın onları bırakması mümkün değildir. Bu mevzuda mutasavvufların delille­rine itimad etmeyen bir kimse bu ümmetin fakihlerinin sözlerine itimad et­melidir. Bu bir kimse bilmeli ki hangisini tercih ederse etsin dört mezhebin de imamlarının aralarında yer aldığı müctehidler râ­bıta ve muhabbetin asıl ve esasının Kitab ve Sünnetle sabit olduğunu söylemişlerdir. Kalbinde bir hastalık bulunmayanla­rın kaynaklara müracat edebilmeleri için bu imamların kavillerinin yerlerini göstere­rek naklediyoruz. Gerçekleri anlamaya muvafık kı­lan ancak Allah’tır. En doğru yolu gösteren de O’dur.
Yine Cenâb-ı Hakk şöyle buyurdu:
وَمَنْ يَعْشُ عَنْ ذِكْرِ الرَّحْمٰنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا فَهُوَ لَهُ قَرٖ۪ينٌ` وَاِنَّهُمْ لَيَصُدُّونَهُمْ عَنِ السَّبٖ۪يلِ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ
“Kim Rahmân’ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şey­tanı ona musallat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan alı­ko­yarlar da onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.”

Cumhur-ı müfessirîn beyânına göre Yusuf sûresinde ki: “Eğer Rabbinin bürhanını görmeseydi” âyetinin tefsirinde rûhâniyeti cismaniyetine galip olan peygamberler ve veliler gibi zatların tasar­ruf ve imdât edebilecekleri hakîkatini açıkça beyan etmişlerdir. On­lardan Keşşaf tefsiri sahibi âyetteki bûrhan kelimesini şöyle tefsir et­miştir: “Yusuf (a.s) Züleyhâ ile imtihan olunduğu zaman “o kadın­dan sakın” sözünü işitmişti. Bir anda kendini toparladı, bir de baktı ki karşısında Yakub (a.s)’ı gördü parmaklarını ısırıyordu. Bir rivâyete göre Yakub (a.s) eliyle Yusuf (a.s)’ın göğsüne vurdu.”
Hanefî imamlarından İmâm Ekmelüddin “Şerhu’l Meşârık” adlı eserinde Buhârî ve Müslim’in rivâyet ettikleri “Beni rüyada gören kimse uyanıkken de görecektir. (veya beni uyanık halde görmüş gi­bidir) zira şeytan benim sûretime giremez”[10] hadisinin şerhi de şöyle: “Rasûlullah’ı gören uyku ve uyanıklık halinde O’nunla bera­ber ol­duğu için görür. Görenle O’nun arasında bir beraberlik hâsıl olmuş­tur.
Beş asıl vardır ki umumiyetle iştirak mahalli olur. Zat, sıfat, fiil, makam, hâl. Hangi iki şey veya iki kimse arasında ne tür bir müna­sebet olursa olsun muhakkak bu, sözü edilen beş asıldan birine girer. Münasebetin kuvvetine ve zayıflığına göre bu mertebelerden birinde tecelli eder. Münasebet az da olur, çok da olur; muhabbetin kuvvet derecesine göre kuvvet bulur. Bir noktada o dereceye gelir ki iki şahıs sanki bir varlığın ayrılmaz iki parçası olur. Bir müridde muhabbet-i mâneviye galip olursa o daha evvelki evliyâullahın ruhlarıyla mânen irtibat kurabilir. El-Eşbâh kitabına hâşiye yazan El Hamevî hazretleri “Nefehâtü’l-Kurb ve’l-ittisal” kitabında özet olarak şöyle der: “Al­lah’ın velilerinin ruhaniyetleri cismaniyetlerine galip olduğu için de­ğişik sûretlerde görülebilirler.” Şu sahih hadis-i şerifin mefhumu bu manaya alınmıştır.
Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: "Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdular ki: "Müslüman olan bir kul, sahip olduğu her maldan Allah yolunda bir çiftini infak ederse, cennetin kapıcıları onu mutlaka karşılar ve her biri kendi beklediği kapıdan girmesi için dâ­vet eder.”

Hz. Ebû Bekir (r.a) sordu: “Ya Rasûlullah, bu kapıların hepsinden de girecek olan var mıdır? Rasûlullah buyurdu ki: “Senin onlardan olacağını ümit ediyorum ey Ebû Bekir”.

Râbıta, ancak velâyet kuvvetiyle tasarruf sahibi olan bir şeyh-i kâmile yapılırsa fayda verir. Çünkü şeyh-i kâmil Hakk Teâlâ’nın ay­nası olan insan-ı kâmildir. Hakk’a onun irşâd-ıyla vâsıl olunur. Kim onun rûhâniyetine basîret gözüyle bakarsa onun irşâd-ıyla hakîkata mazhar olur. Çünkü râbıta, feyz almak isteyeni feyze sebep olacak zâtın ru­hanî velâyetinin tasarrufu altına sokar. Burada tasarruf eden rûhâniyetdir. Feyz almak için râbıta eden, ilâhî kemâlattan rabbânî tecelli ile feyz alır, tefeyyüz edib kemâle erer.
Bu ilâhî düstûr, sevgi ve muhabbetle zuhur eder, mânevî te­rakkî ve teslimiyet ile husûle gelen merâtib-i ilâhîdir. Bu merâtibin evveli fenâ filihvan hâlidir. Hâliyle, kâliyle, özüyle ve sözüyle ihvan karde­şinde fanî olmalıdır. Sâniyen fenafişşeyh, yani şeyhde fânî olmaktır. Sâlisen fenafirrasûl Rasûlullah’da fanî olmaktır. Râbian fenafillah, Allah’ta fanî olmaktır. Ve sonra bekâ billah, yani Allah’ta bâki olma­lıdır ki o sâlikin kendinde matlup ve vuslat arzusu zuhur etsin.
Nebî sallallâhu aleyhi vesellem: “Her asırda ümmetimden sâbikûn bulunacaktır.”buyurmuştur. Ve illâ teklifine mâ lâ yutak (ta­kat getirilemez) olacağı tabiîdir.
Cenâb-ı Hakk kâdir-i mutlak buyuruyor:
قَالَ مَا مَكَّنّى ف۪يهِ رَبّ۪ى خَيْرٌ فَاَع۪ينُون۪ى بِقُوَّةٍ اَجْعَلْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ رَدْمًا
“Dedi ki: “Rabbimin beni içinde bulundurduğu nimet ve kudret daha hayırlıdır. Siz bana kuvvetinizle destek olun da, sizinle onlar arasına aşıl­maz bir engel yapayım.”

Zülkarneyn hazretlerinin “Bana kuvvetle yardım ediniz.” âyet-i kerîmesiyle müsbet bulunan istiânesi makul görülüyor. Hâlik-ı Azîm’e secde niyetiyle Beytullahın duvarlarına karşı yere kapan­maya itiraz olunmuyor; esbâba tevessül kabul olunuyor. Erzâk-ı cismâniyelerini ağniyadan teseül eden fukaraya şirk etti denilmiyor.
Bunlardan daha ziyâde mühim olan erzâk-ı rûhâniye ve füyûzâtı ilâhiyeyi tevessül için enbiyâ ve evliyânın vasıta ittihaz olunması ne­den caiz görülmesin?
Enbiyâ, evliyâ ve ulemâyı tevessül (vesile ittihaz etmek) nâss-ı ilâhî ile sabittir.
Cenâb-ı Hakk kâdir-i mutlak Mâide sûresinde:
يَااَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ وَجَاهِدُوا ف۪ى سَب۪يلِه۪ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun. O’na yaklaşmaya yol arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” buyuruyor.
İsmail Hakkı Bursevî “Sâdıklarla beraber olunuz!” âyetinin tefsi­rinde şöyle buyurmuştur: “Bu âyet-i kerîmede bahsi geçen sâdıklar­dan murad, kâmil mürşidlerdir”.
Bir sâlik onların himayelerinde ciddiyetle hizmet eder ve mu­hab­betiyle nazarlarına kabul olunursa, onların feyz ve bereketiyle masivayı terk etmeye, Allah yolunda istikamet üzere bulunmaya ra­hatlıkla muvaffak olur ve huzur-ı Hakk’a kavuşur.
Hz. İbrahim (a.s)’ın muhabbet hakkında verdiği cevap ne kadar ibret-âmizdir :
“Muhabbetten sual oldu Halîl’e
Mine’l kalbi ilel kalbi sebîle” buyurdu.
Müfessir Âlûsî ise, yukarıdaki âyetin tefsirinde; “Sâdık ve salihlere karışınız (onlarla içiçe olunuz) ki; onlar gibi olasınız, feyz-i felâh bulup feyz-yâb olasınız. Çünkü herkes yakın olduğu kimseye tâbi olur buyurmuştur.
Bu âyet-i kerîmeyi râbıtaya delil olarak ilk defa Pîrimiz Ubeydullah Ahrâr zikretmiştir.
Diğer bir âyet-i celîlede de Mevlâ Teâlâ:
فَادْخُل۪ى ف۪ى عِبَاد۪ى ` وَادْخُل۪ى جَنَّت۪ى
“(Seçkin) kullarım arasına katıl, ve cennetime gir!”  buyuruyor.
Bu âyet-i celîlenin açık beyanından da anlaşılacağı üzere dün­yada, Allahu Teâlâ’ya hakiki kul olmaya çalışan ihlâslı kulların ara­sına girmek, ahirette cennetlere girmeye sebep ve vesîledir.
Tabiî ki, dünyada devamlı o dostlar arasında bedenen bulunmak mümkün olmasa da, râbıtadan ibaret olan manevî beraberlik, ehli için müyesserdir.
Cenâb-ı Hakk âyet-i celîlede şöyle buyuruyor:
 
وَاَدْخِلْن۪ى بِرَحْمَتِكَ ف۪ى عِبَادِكَ الصَّالِح۪ينَ
“...Rahmetinle, beni iyi kulların arasına kat.”

Salih kullar zümresine girmek her iki cihanda da ruh maa’l-ceset saadettir, saadet-i rûhâniyedir, yani ruhun mutluluğudur. Onlarla be­raber cennet ve onun derecelerine kavuşmaktır. Saadet-i cismâniye de bedenin mutluluğudur.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem efendimiz buyurur ki:
“Bir kimse aşırı sevgiden dolayı Cenâb-ı Hakka kavuşmayı se­verse Cenâb-ı Hakk da onun likasını sever. Kim de Allah (c.c)’na ka­vuş­mayı kerih görürse Allah da o kula kavuşmayı kerih görür.

Amel-i salihin en güzeli ise, Allah dostlarıyla bedenen ve ruhen beraber olabilmektir ki, ruhânî beraberliğin tek yolu muhabbettir.
Bir mürid-i sâdık, sıdk ve ihlâs ile sohbet-i şeyhe müdâvim olursa biiznillâh-i teâlâ kalpten kalbe in’ikas tarikiyle hâl mun’akis olur.
Meşâyih indinde mürid üzerine taalluk eden âdâblardan bazıları şunlardır; Müridin şeyhine teslimiyeti, gassal elinde meyyit gibi ol­malı. “Ben ancak intisab ettiğim şeyhim vasıtasıyla matlubum olan Allah (c.c)’na vasıl olurum” diyerek aksâl gayesi olan arzusunun müntehâsına ulaşır.
İslâm öyle nurlu bir yoldur ki müridi gassal elindeki meyyit tes­limiyetiyle mürşide, mürşidi Kur’an ve Sünnete kâmil manada ittibâsıyla Rasûlullah’a, Rasûlullah’ı da zîr-i himâyesinde olan üm­metiyle Allah (c.c)’na râm eder.
Kulların nefsânî arzu ve cehâlet felâketinden kurtulmaları ve ilim ve marifetle kendilerini yetiştirebilmeleri için sadece kitap okumak kâfi değildir. Her halde bir âlim-i âmilin, bir mürebbî-i kâmilin halaka-i tedrîs ve terbiyesinde bulunmaları zarûreti açık bir hakîkattır.
Bir insan nefsini mezmum sıfatlardan ve şerre sürükleyici duygu ve temayüllerden temizleyip, mânevî nurlarla süslenme ve ilâhî te­cellîlerle hem-hâl olma şerefini sadece Allah’ı zikrederek elde edemiyeceğinden bu mevzuda da o kimsenin bir delil-i râha ve bir mürşid-i dil-âgâha rabt-ı kalp eylemesi gerekir.
Tarikatta ve mânevî terakkîde feyz almak isteyen bir sâlikin mür­şidinin râbıta ve teslimiyetine olan itimadı, ilim öğrenmek isteyen bir öğrencinin hocasının şifâhî (sözlü) ifadelerine olan bağlılığından üs­tün olmalıdır. Râbıta ve teslimiyet bu derecede olunca sâlikin kal­binde zikrullah-ı teâlâ bilâ-icbâr velâ ihtiyar husûle gelir. Hâlık ile mahluk arasında ülfet ve muhabbet zuhur eder.
Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:

صِبْغَةَ اللّٰهِ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ صِبْغَةً وَنَحْنُ لَهُ عَابِدُونَ
“Allah’ın boyasıyla boyandık. Allah’tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O’na kulluk ederiz (deyin).”

Peygamber efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem hazretlerinden feyz almak Cenâb-ı Hakk’tan feyz almaktır. “Allah’ın boyası ile bo­yanın” âyeti kerîmesine uyarak ahlâk-ı zemîmeden kurtulup Allah ve Rasûlü tarafından istenen ahlâka yani ahlâk-ı hamîdeye sahip olan fenâ-i tam ile fenâfirrasûl ve fenâ-i tam ile fenâ fillah ve bekâ-i tam ile bekâ-billah şerefine vasıl olan mürşid-i kâmile râbıta edilmesi aşağı­daki âyeti kerîmeyle müminlere emir ve ferman buyurulmuştur:

يَااَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ وَجَاهِدُوا ف۪ى سَب۪يلِه۪ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun. O’na yaklaşmaya yol arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” 
Kendisine râbıta olunacak mürşidin tavır ve ahlâkı Rasûlullahın ahlâkına tâbi olmadıkça râbıtadan beklenen feyzin zuhuru imkânsız­dır. Râbıta eden sâlikin ise, şeyhinin peygamber ahlâkı ile ahlâklan-dığını, şeriat, sünnet ve tarîkat ölçüleriyle tahkîk eylemesi de mürid üzerine vâcibtir. Yoksa râbıta eden de ettiren de perişan olur­lar.
Râbıta edilecek şeyh-i kâmilde bulunması gereken vasıflar vardır, bu vasıflar şunlardır:
1-Ehl-i mücâz
2-Ehl-i selâsil
3-Ehl-i ilim
4-Ehl-i hâl
5-Ehl-i istikâmet
6-Ehl-i infâk
7-Ehl-i safâ olmalıdır.
Bu vasıfları taşımayan kişi eğer şeyhlik iddiasında bulunuyorsa şeriat ıstılahına göre hem dâl hem de mudîldir. Tasavvuf ıstılâhında ise, böylelerine lakıyt denir.
İmâm-ı Rabbânî (k.s) buyurmuştur ki: “Tarîkatımız sahâbe-i ki­râm rıdvanullahi teâlâ aleyhim ecmâin hazerâtının tarîkidir. Bu tarîkde, şeyh-i kâmilde marifet nuru tahakkuk ederse ifâzada hayyen ve meyyiten musâvîdir. Muhabbet tarîkiyle muhakkak ondan istifâde edilir.
Rasûlullah efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem : “İşleriniz çık­maza girdiğinde ehl-i kubûrdan manen yardım isteyin.” buyuruyor.
Himmete nail olmak için mutlaka kabirin yanına gitmek şart de­ğildir, zaten bu herkes için her zaman mümkün de değildir. Bu se­bepten dolayı bulunduğu yerden Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem’in Medine-i Münevvere’de bulunan ravza-i mutahharasına veya herhangi bir evliyaullahın kabrine, ruhaniyyetine teveccüh ve râbıta yapan kişi muhakkak onlardan istifade ederler. Râbıtadan maksat muhabbet ve sevgidir.
Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem bir hadiste: “Kişi ahirette sevdiği ile beraber haşr olunur.”  buyurur.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kalp Gözü Açmak İsteyenlere tavsiyeler - kalp gözünü açmak için dua ve zikirler

Aşağıdaki verilen tavsiyeler çok ağır olmakla birlikte süreyi kısaltmaya yöneliktir. Esma zikri yapanlar muhakkak Esmaül hüsnayı tamamen okumakla hergün dengeleme yapmaldır. Pek çok bereket ve feyz'e menba olan şu ayetler ayrıca kalb gözünü açmada tesirlidir. Necm Suresi Ayet 58 i  gunde 1153 defa okuyanin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Rahman diyenin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Basit diyenin Kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Basir diyenin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Nur diyenin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Habir diyenin kulagi Ruhanilerin sesini duyar. Gunde 13.000 defa Ya Semi'u diyenin kulagi Ruhanilerin sesini duyar. Gunde 2207 defa Kaf suresi Ayet 22 i  okuyanin kalp gozu acilir. Gunde 7.000 defa Ya Allamul Guyub diyenin Kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Ya Batin diyenin kalp gozu acilir. Gunde 7.000 defa Ya Hayyu Ya kayyum diyenin kalp gozu acilir. Gunde 7.000 Defa Besmele okuyanin kalp gozu acilir. ...

Ödemişli Merhum Ziya Sunguroglu’nun notları

HERŞEY RABITALIDIR Bu alemde mevcut olan bütün eşya her gün  razbıta  yapar. Mesela : Su,ateş,toprak ve eşcar gibi cümle mevcudat  rabıta  ile nurunu güneşten alır. Dünya güneşe rabıta yapar,güneş de Arş-ı A’la’ya . Arş-ı A’la da nurunu Cenab-ı Hakk’tan alır .  Eger dünya rabıta yapmamış olsa, içindekiler yaşayamaz.Çünkü nur olmayınca nebatat yetişmez ve agaçlar meyvedar olmaz .Ay ve semadaki diger yıldızlar dahi güneşe rabıta yaparak nuru ondan alırlar. Süleyman Hilmi Tunahan ( k.s.) Ödemişli Merhum Ziya Sunguroglu’nun notlarından. Bu yazıyı gönderen  Betül hoca ’ya teşekkür eder, sizlerinde dualarını bekleriz. . SİGORTA MESELESİ SİGORTA MESELESİ Bilcümle  menkul  ve  gayrimenkul  emvalin sigortası caizdir.Lakin hayat sigortası Hazreti Mevla’ya karşı yakışıksızlıktır.Hayatı sigorta etmek: ‘’  Ya Rabbi !  Ben senin verdigin bu hayatı satıyorum  ’’ manasına gelir. Süleyman Hilmi Tunahan ( k.s.) Ödemişli Merhum Ziya Sungu...

kalp gözü nasil acilir

Aşağıdaki verilen tavsiyeler çok ağır olmakla birlikte süreyi kısaltmaya yöneliktir. Esma zikri yapanlar muhakkak Esmaül hüsnayı tamamen okumakla hergün dengeleme yapmaldır. Pek çok bereket ve feyz'e menba olan şu ayetler ayrıca kalb gözünü açmada tesirlidir. Necm Suresi Ayet 58 i  gunde 1153 defa okuyanin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Rahman diyenin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Basit diyenin Kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Basir diyenin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Nur diyenin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Habir diyenin kulagi Ruhanilerin sesini duyar. Gunde 13.000 defa Ya Semi'u diyenin kulagi Ruhanilerin sesini duyar. Gunde 2207 defa Kaf suresi Ayet 22 i  okuyanin kalp gozu acilir. Gunde 7.000 Subbuhun Kuddusun vel melaiketu ver ruh diyenin kalp gozu acilir. Gunde 7.000 defa Ya Allamul Guyub diyenin Kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Ya Batin diyenin kalp gozu acilir. Gunde 7.000 defa Ya Hayyu Ya kayyum di...