Muhterem Müslümanlar!
Veli; dost ve yakın mânasına gelmektedir. Evliyauîlah, Allah dostları demektir. Allahü Teâlâ'mn zâtuıı ve sıfatlarını mümkün olduğu kadar arif olan kimseye veli denilmektedir.
Veli; şer-i şerifin esaslarına tam bağlı, haramlardan ve şüpheli şeylerden uzak; hâlâun fazlasından perhizkârdır
Veli; Allah'ı zikreden ve hatırdan çıkarmayan, feyz tariki ile manevî yakınlığa nail olan kemâlât ve keramet sahibi kimsedir.
Bir kimse; dinin esaslarına göre hareket etmedikçe, kötülüklerden kaçınıp faziletlerle bezenmedikçe ve kadere iman ile üzüntülerden kurtulmadıkça velayet gibi yüce bir mertebeye ulaşamaz.
Bir veli ne kadar yücelse kendisinden Allah'ın emirleri asla ve hiçbir suretle kalkmaz. Dinimizin haram kıldığı şeyler, velilere bir kat daha haramdır. O, velayet sahasında ne kadar yükselse, bir haramın kendisine halâl olması vârid olamaz.
Bir veli, bin senelik ömrün tamamını ibadetlere tahsis etse asla peygamberlik derecesine ulaşamaz. Bir velinin velayeti ve onda görülen keramet, Hazret-i Peygamberin -mucizesi sayılır.
AUahü Teâlâ, okumuş olduğum âyet-i kerimede, şöyle buyurmaktadır:
«Haberiniz olsun ki Allah'ın velî (kul) lan için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir. Onlar İman edip takvaya erişmiş olanlardır. Dünya hayatında da âhiret (hayatında) da onlar için müjde (ler) vardır. Allah'ın sözlerinde asla değişme (imkânı) yoktur. Bu, en büyük saadetin ta k endi s idin) (1).
Aziz mü'minler!
Keramet; iman ve salih amel sahibi bir velide zuhur eden hâri-kul'âde iştir.
îman ve îsîâmla ilgisi bulunmayan kimselerde görülecek bir hârikaya keramet adı verilemez. O gibi işler; ya el çabukluğu kabilinden bir oyun, veya sihir, yahut da istidractır.
îmanı olmayan kimsenin kendisinde hayır olmadığı gibi yaptığı da keramet olamaz.
Evliyanın kerameti haktır, vâki ve sabittir. Bu hususta pek çok vak'a bu mes'eleye ışık tutmakta ve delâlet etmektedir.
Keramet, ashâb-ı kiramdan zuhur ettiği gibi, daha sonra gelen salih ve zahid mü'minlerden de sudur etmiştir. Bu husustaki tafsilat haber-i âhâd kabilinden olsa bile, inkarı kabil olmayacak derecede meşhur ve yaygın bulunmaktadır.
Veliyyullahdan olan şahsın, bir hikmet sebebiyle, keramet göstermesi ve velilik iddiasında bulunması onu makamından düşürmez.
Kerametin zuhuru, Kur'ân-ı Kerim'in şehadeti ile sabit olunca, vukûunun caiz olduğunu isbata hacet kalır mı?
Evliyanın kerameti, câri olan âdetlere aykırı olarak muhtelif ve çeşitli şekillerde zuhur ve teceili edebilir. Bunları söyle sıralayabiliriz
Hazret-i Süleyman, Beîkıs'm ve taraftalannın Müslüman olarak gelmelerinden önce Belkis'in tahtını kimin getirebileceğini huzurun-dakilerin ileri gelenlerine sormuştu. Cin taifesinden bir ifrit:
«Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Ben buna karşı her halde güvenilecek bir kuvvete mâlikim» dedi (2).
Hazret-i Süleyman'ın veziri Âsaf b. Berhiyâ; ism-i Âzam'ı bilmekte ve kitab-ı ilâhiyi okuyarak Hak Teâîâ'ya ibadetle keramete ermiş bulunmakta idi. Bu zât, «Ben, dedi, onu sana gözün kendine dönmeden (gözünü yumup açmadan) evvel getiririm» dedi (3). Hazret-i Süleyman baktı ve Belkis'in tahtını yanında gördü.
Gâibten yiyecek temini:
Hazret-i Meryem, annesi tarafından Beyt-i Makdis'in hizmetine vakfedilmiş bulunuyordu. Orada, teyzesinin kocası Hazret-i Zekeriy-yâ'nm nezareti altında yetişmekte idi. Zira Cenâb-ı Hak tarafından Hazret-i Zekeriyyâ bu işle vazifelendirilmiş bulunuyordu.
Hazret-i Meryem, Mihrab adı verilen kilitli bir odada, ibadetle meşgul bulunuyordu. Onun yanına ne zaman varsa yazın kış meyvesi; kış mevsiminde de yaz meyvesi gören Hazret-i Zekeriyyâ:
«Meryem, bu sana nereden (geliyor?)» dedi. O da:
«Bu Allah tarafından. Şüphe yoktur ki Allah kimi dilerse ona sayısız rızlk verir» dedi (4).
Zaruret ve hacet olduğu zaman yiyecek ve içecek temin etmek kerametine Peygamber Efendimiz'in ashabından da bir misal vereyim: Hubeyd (r.a.), Mekke müşriklerine esir düşmüş, onlar kendisini zincirle bağlamışlar ve öldürecekleri zamanı kolluyorlardı. Ev sahibi müşrik kadın diyor ki:
«Allah'a andolsun ki, ben Hubeyd'den daha hayırlı bir esir görmedim. Allah'a yemin ederim ki ben, bir gün, zincirle bağlı olduğu halde, onu elindeki bir salkımdan Üzüm yerken gördüm. O sırada Mekke'de hiçbir meyve yoktu. Bu, Hubeyd'e Allah'ın verdiği bir nzıktır» (Buharı).
Huzurunda hayvanların dile gelmesi:
Adamın biri sırtına yük vurduğu bir sığın götürüyordu. O hayvan, Peygamber Efendimiz'e dönerek, «Ben şu (yükü taşımak) için yaratılmadım. Ancak ziraat için halk olundum» dedi. Halk, «Sübhâ-rıellah! Sığır konuştu» dediler. Resûlullah (s.a.v.):
«Ben, buna inanırım, Ebû Bekir ve Ömer de (iman ederler)», buyurdu (5).
Sesini uzak mesafelere duyurma kerameti:
Hazret-i Ömer, halife bulunduğu sırada Medine'de minberin üzerinde hutbe irad ederken Nihavend'e gönderdiği ordunun kumandanı Sâriye (r.a.) e hitaben:
«Yâ Sâriye! (Düşman) dağda dağ (m ardın) da» diye bağırmıştı. Beşyüz fersah ötede bulunan ordunun tehlikeli durumunu görmesi ve sesini ordu kumandanına duyurması, Hazret-i Ömer'in kerametidir (6).
Peygamber Efendimiz, Hazret-i Ömer'in kemâline ve kerametine bir hadîs-i serifleriyle şöyle işaret etmektedir:
«Sizden evvelki ümmetlerden kendisine ilham olunan insanlar vardı. Şayet ümmetim içinde (bunlar gibi) bir kimse varsa o, muhakkak Ömer'dir» (7).
Hazret-i Ömer'in oğlu Abdullah, babasının durumu hakkında şöyle naklediyor: «Ben, (babam) Ömer (r.a.) in herhangi bir şey için: BEN ŞÖYLE ZANNEDİYORUM, deyip de onun sandığı gibi çıkmayan hiçbir sözünü işitmedim» (8).
Enes (r.a.) naklediyor: «Ashaptan iki kişi, karanlık gecede Peygamber (s.a.v.) in huzurundan çıktılar. Beraberinde, önlerinde (giden) kandile benzer iki ışık vardı. Ne zaman onlar ayrıldılar, her birinin beraberinde bir ışık hasıl oldu. Tâ ailelerine gelinceye kadar (önlerini) aydınlattı» (9).
Ashaptan Câbir b. Abdillah (r.a.) şöyle bahsetti: Uhud vak'ası hazır olduğunda babam, geceleyin beni çağırdı ve «Ben, kendimin Peygamber (s.a.v.) in ashabından ilk şehid olacaklar arasında bulunacağımı sanıyorum. Hesûluilah (s.a.v,) in zâtından başka, kendimden sonra, bana senden ,Haha aziz bir kimseyi (arkamda) bırakmıyorum. Üzerimde şüphe götürmez borç var. Onu öde. Ki zkar d eslerine havn tavsiye"et», dedi. Sabahladığımızda babam ilk şehid düsen kimse oldu.
Ben, babamın kabrine, onunla beraber, diğer bir kimseyi de defnetmiş îdim. (Bir zaman) sonra onu, başkası ile birlikte (bir kabirde) bırakmaya gönlüm razı olmadı. (Vefatından) altı ay sonra onu kabrinden çıkardım. Ne göreyim! Kulağından başka vücudu kabre koyduğum gündeki gibi sağlam duruyor. Onu tek başına başka bir kabre koydum» (10)
Veli; dost ve yakın mânasına gelmektedir. Evliyauîlah, Allah dostları demektir. Allahü Teâlâ'mn zâtuıı ve sıfatlarını mümkün olduğu kadar arif olan kimseye veli denilmektedir.
Veli; şer-i şerifin esaslarına tam bağlı, haramlardan ve şüpheli şeylerden uzak; hâlâun fazlasından perhizkârdır
Veli; Allah'ı zikreden ve hatırdan çıkarmayan, feyz tariki ile manevî yakınlığa nail olan kemâlât ve keramet sahibi kimsedir.
Bir kimse; dinin esaslarına göre hareket etmedikçe, kötülüklerden kaçınıp faziletlerle bezenmedikçe ve kadere iman ile üzüntülerden kurtulmadıkça velayet gibi yüce bir mertebeye ulaşamaz.
Bir veli ne kadar yücelse kendisinden Allah'ın emirleri asla ve hiçbir suretle kalkmaz. Dinimizin haram kıldığı şeyler, velilere bir kat daha haramdır. O, velayet sahasında ne kadar yükselse, bir haramın kendisine halâl olması vârid olamaz.
Bir veli, bin senelik ömrün tamamını ibadetlere tahsis etse asla peygamberlik derecesine ulaşamaz. Bir velinin velayeti ve onda görülen keramet, Hazret-i Peygamberin -mucizesi sayılır.
AUahü Teâlâ, okumuş olduğum âyet-i kerimede, şöyle buyurmaktadır:
«Haberiniz olsun ki Allah'ın velî (kul) lan için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir. Onlar İman edip takvaya erişmiş olanlardır. Dünya hayatında da âhiret (hayatında) da onlar için müjde (ler) vardır. Allah'ın sözlerinde asla değişme (imkânı) yoktur. Bu, en büyük saadetin ta k endi s idin) (1).
Aziz mü'minler!
Keramet; iman ve salih amel sahibi bir velide zuhur eden hâri-kul'âde iştir.
îman ve îsîâmla ilgisi bulunmayan kimselerde görülecek bir hârikaya keramet adı verilemez. O gibi işler; ya el çabukluğu kabilinden bir oyun, veya sihir, yahut da istidractır.
îmanı olmayan kimsenin kendisinde hayır olmadığı gibi yaptığı da keramet olamaz.
Evliyanın kerameti haktır, vâki ve sabittir. Bu hususta pek çok vak'a bu mes'eleye ışık tutmakta ve delâlet etmektedir.
Keramet, ashâb-ı kiramdan zuhur ettiği gibi, daha sonra gelen salih ve zahid mü'minlerden de sudur etmiştir. Bu husustaki tafsilat haber-i âhâd kabilinden olsa bile, inkarı kabil olmayacak derecede meşhur ve yaygın bulunmaktadır.
Veliyyullahdan olan şahsın, bir hikmet sebebiyle, keramet göstermesi ve velilik iddiasında bulunması onu makamından düşürmez.
Kerametin zuhuru, Kur'ân-ı Kerim'in şehadeti ile sabit olunca, vukûunun caiz olduğunu isbata hacet kalır mı?
Evliyanın kerameti, câri olan âdetlere aykırı olarak muhtelif ve çeşitli şekillerde zuhur ve teceili edebilir. Bunları söyle sıralayabiliriz
Hazret-i Süleyman, Beîkıs'm ve taraftalannın Müslüman olarak gelmelerinden önce Belkis'in tahtını kimin getirebileceğini huzurun-dakilerin ileri gelenlerine sormuştu. Cin taifesinden bir ifrit:
«Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Ben buna karşı her halde güvenilecek bir kuvvete mâlikim» dedi (2).
Hazret-i Süleyman'ın veziri Âsaf b. Berhiyâ; ism-i Âzam'ı bilmekte ve kitab-ı ilâhiyi okuyarak Hak Teâîâ'ya ibadetle keramete ermiş bulunmakta idi. Bu zât, «Ben, dedi, onu sana gözün kendine dönmeden (gözünü yumup açmadan) evvel getiririm» dedi (3). Hazret-i Süleyman baktı ve Belkis'in tahtını yanında gördü.
Gâibten yiyecek temini:
Hazret-i Meryem, annesi tarafından Beyt-i Makdis'in hizmetine vakfedilmiş bulunuyordu. Orada, teyzesinin kocası Hazret-i Zekeriy-yâ'nm nezareti altında yetişmekte idi. Zira Cenâb-ı Hak tarafından Hazret-i Zekeriyyâ bu işle vazifelendirilmiş bulunuyordu.
Hazret-i Meryem, Mihrab adı verilen kilitli bir odada, ibadetle meşgul bulunuyordu. Onun yanına ne zaman varsa yazın kış meyvesi; kış mevsiminde de yaz meyvesi gören Hazret-i Zekeriyyâ:
«Meryem, bu sana nereden (geliyor?)» dedi. O da:
«Bu Allah tarafından. Şüphe yoktur ki Allah kimi dilerse ona sayısız rızlk verir» dedi (4).
Zaruret ve hacet olduğu zaman yiyecek ve içecek temin etmek kerametine Peygamber Efendimiz'in ashabından da bir misal vereyim: Hubeyd (r.a.), Mekke müşriklerine esir düşmüş, onlar kendisini zincirle bağlamışlar ve öldürecekleri zamanı kolluyorlardı. Ev sahibi müşrik kadın diyor ki:
«Allah'a andolsun ki, ben Hubeyd'den daha hayırlı bir esir görmedim. Allah'a yemin ederim ki ben, bir gün, zincirle bağlı olduğu halde, onu elindeki bir salkımdan Üzüm yerken gördüm. O sırada Mekke'de hiçbir meyve yoktu. Bu, Hubeyd'e Allah'ın verdiği bir nzıktır» (Buharı).
Huzurunda hayvanların dile gelmesi:
Adamın biri sırtına yük vurduğu bir sığın götürüyordu. O hayvan, Peygamber Efendimiz'e dönerek, «Ben şu (yükü taşımak) için yaratılmadım. Ancak ziraat için halk olundum» dedi. Halk, «Sübhâ-rıellah! Sığır konuştu» dediler. Resûlullah (s.a.v.):
«Ben, buna inanırım, Ebû Bekir ve Ömer de (iman ederler)», buyurdu (5).
Sesini uzak mesafelere duyurma kerameti:
Hazret-i Ömer, halife bulunduğu sırada Medine'de minberin üzerinde hutbe irad ederken Nihavend'e gönderdiği ordunun kumandanı Sâriye (r.a.) e hitaben:
«Yâ Sâriye! (Düşman) dağda dağ (m ardın) da» diye bağırmıştı. Beşyüz fersah ötede bulunan ordunun tehlikeli durumunu görmesi ve sesini ordu kumandanına duyurması, Hazret-i Ömer'in kerametidir (6).
Peygamber Efendimiz, Hazret-i Ömer'in kemâline ve kerametine bir hadîs-i serifleriyle şöyle işaret etmektedir:
«Sizden evvelki ümmetlerden kendisine ilham olunan insanlar vardı. Şayet ümmetim içinde (bunlar gibi) bir kimse varsa o, muhakkak Ömer'dir» (7).
Hazret-i Ömer'in oğlu Abdullah, babasının durumu hakkında şöyle naklediyor: «Ben, (babam) Ömer (r.a.) in herhangi bir şey için: BEN ŞÖYLE ZANNEDİYORUM, deyip de onun sandığı gibi çıkmayan hiçbir sözünü işitmedim» (8).
Enes (r.a.) naklediyor: «Ashaptan iki kişi, karanlık gecede Peygamber (s.a.v.) in huzurundan çıktılar. Beraberinde, önlerinde (giden) kandile benzer iki ışık vardı. Ne zaman onlar ayrıldılar, her birinin beraberinde bir ışık hasıl oldu. Tâ ailelerine gelinceye kadar (önlerini) aydınlattı» (9).
Ashaptan Câbir b. Abdillah (r.a.) şöyle bahsetti: Uhud vak'ası hazır olduğunda babam, geceleyin beni çağırdı ve «Ben, kendimin Peygamber (s.a.v.) in ashabından ilk şehid olacaklar arasında bulunacağımı sanıyorum. Hesûluilah (s.a.v,) in zâtından başka, kendimden sonra, bana senden ,Haha aziz bir kimseyi (arkamda) bırakmıyorum. Üzerimde şüphe götürmez borç var. Onu öde. Ki zkar d eslerine havn tavsiye"et», dedi. Sabahladığımızda babam ilk şehid düsen kimse oldu.
Ben, babamın kabrine, onunla beraber, diğer bir kimseyi de defnetmiş îdim. (Bir zaman) sonra onu, başkası ile birlikte (bir kabirde) bırakmaya gönlüm razı olmadı. (Vefatından) altı ay sonra onu kabrinden çıkardım. Ne göreyim! Kulağından başka vücudu kabre koyduğum gündeki gibi sağlam duruyor. Onu tek başına başka bir kabre koydum» (10)
Yorumlar
Yorum Gönder