UMRENİN FAZİLETİ
اِنَّ اَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذِي
بِبَكَّةَ مُبَارَكاً وَهُدًى لِلْعَالَمِينَ فِيهِ اٰيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَقَامُ
اِبْرٰهِيمَ وَمَنْ دَخَلَهُ كَانَ اٰمِناً وَلِلَّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ
الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ سَبِيلاً وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ اللهَ غَنِيٌّ
عَنِ الْعَالَمِينَ
“Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak
insanlar için kurulan ilk ev, Mekke’deki (Kâbe)dir. Orada apaçık nişâneler,
İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Yoluna gücü yetenlerin o
evi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse
bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müstağnîdir.” (Al-i İmran 96-97)
Hac mevsimi dışında Kabe’yi ziyaret etmeye
“umre” denir.
Umre şu şekilde yapılır:
Mikât sınırlarının birinde ihrama girilir ve
niyet edilir. Kabe’ye gelip tavaf yapılır,
ardından Safa ve Merve tepeleri arasında sa’y yapılır, tıraş olunup ihramdan
çıkılır. Böylece kişi umre yapmış olur.
HAC VE UMRE CİHADA DENKTİR:
Hz. Aişe (r.a): “Ey Allah’ın Resulü, seninle
cihad etmek üzere biz de sefere çıkmayalım mı? Zira ben Kur’an’da cihattan daha
faziletli bir amel göremiyorum.” diye sorduklarında Efendimiz (s.a.v.) şu
cevabı vermiştir:
“Hayır, ancak, cihâdın en faziletli ve
en güzeli hacc-ı mebrûrdur.” Hz. Aişe (r.a) der ki: “Bunu işittikten
sonra haccı hiç bırakmadım.” (Buhârî, Nesai)
İbn Mace’deki rivayet şöyledir: Hz. Aişe (r.a)
der ki: “Ey Allah’ın Resulü, kadınlara da cihad var mı?”
“Evet, içinde savaş olmayan bir cihad
var ki Hacc ve umredir” (İbn Mace)
Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Resulullah
(s.a.v.) buyurdular ki:
“Küçüğün, büyüğün, zayıfın, kadının
cihadı hacc ve umredir.” (Nesâî,).
Hadiste haccın cihad olarak vasıflanması,
hacda karşılaşılan meşakkatler sebebiyle bir nevi nefis mücadelesi
yapılmasındandır.
Rasulullah (a.s.) Efendimiz, Uhud harbi
dönüşünde etrafındakilere:
“Küçük cihaddan büyük cihada
dönüyoruz.”
buyurdu. Ashab:
“Ey Allah’ın Resulü, büyük cihad nedir?”
diye sorunca, şu cevabı verdiler:
“En büyük cihad, nefisle yapılan
cihattır.”
(Beyhaki) buyurdu.
HAC VE UMRE GÜNAHLARI TEMİZLER:
İbnu Abbâs (r.a.) anlatıyor: “Resûlullah
(s.a.v.) buyurdular ki:
“Hacla umrenin arasını birleştirin.
Zira bunlar tıpkı körüğün demirdeki pislikleri temizlemesi gibi günahları
temizler.”
(Nesâî, İbnu Mâce)
“Mebrur (kabul olmuş) bir
haccın karşılığı ancak cennettir.” (Tirmizî)
Körüğün demirdeki pisliği temizlediği gibi
hac ve umrenin de kişiyi temizlediği ifade ediliyor. Buradaki teşbih dikkat
çekicidir. Körük demirdeki pisliği basit bir üfürme ile değil, ciddi bir yakma
ile temizlemektedir.
Hacc ve umre ibadetinde, gerçekten nefsi
alev alev yakan, temizleyen çeşitli ateşler, sıkıntılar vardır: Maldan
harcamalar, açlık, susuzluk, yorgunluk, uykusuzluk… Bunlara sırf Allah c.c rızası
için sabırla katlanmış olanlar tertemiz olacaktır.
HAC VE UMRE GÜNAHLARI ÖRTER, HACC-I
MEBRÛR’UN KARŞILIĞI CENNETTİR
Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor: Efendimiz
(s.a.v) şöyle buyurur:
“Bir umre, diğer umreye kadar arada
işlenenler için kefarettir. Hacc-ı Mebrûr’un (kabul edilmiş
haccın) karşılığı cennetten başka bir şey değildir” (Buharî, Müslim)
Bu ibadetleri ve ayrıcalıkları başka
beldelerde bulmak mümkün değildir. Umre ve hac burada yapılır. Başka
memleketlerde ne yapılırsa yapılsın umreci ve hacı olunmaz..
Dikkat etmeli ki hadiste “haccın karşılığı
cennettir” denmiyor, “mebrur (kabul edilmiş bir) haccın
karşılığı cennettir” deniyor. Haccımızın mebrur olması için çok gayret
göstermeliyiz. Bu kolay değildir. Sabretmeden, gayret etmeden, çalışmadan
ulaşılmaz.
HACILAR VE UMRECİLER ALLAH’IN (C.C.) ZİYARETÇİLERİDİR
Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurur:
“Hacılar ve umre
yapanlar, Allah’ın ziyaretçileri ve ona gelen elçileridir. O’ndan
istediklerinde onlara verir, istiğfar ettiklerinde onları affeder, O’na dua
ettiklerinde dualarına karşılık verir. Birisi için şefaat ettiklerinde
şefaatleri kabul edilir.” (İbnu Mace; İbnu Hıbban; Beyhaki)
İbnu Ömer (r.a) anlatıyor: “Resulullah
(s.a.v) buyurdular ki:
“Allah yolunda cihad eden, hacceden ve umre
yapan Allah’ın elçisidir. Çünkü Allah bunların yapılmasına
kulları davet etti, onlar da icabet ettiler. Buna mukabil onlar da O’ndan
(dilediklerini istediler), Allah da onlara istediklerini verdi.” (İbn Mace)
HAC VE UMRE YAPANLARIN DUALARI KIYMETLİDİR
Hac veya umreye giden kişilerden dua almak
ve dualarına kendisini de ortak etmesi için ricada bulunmak sünnettir. Nitekim
umre yapmak için izin isteyen Hz. Ömer’e (r.a),
Resul-i Ekrem (s.a.v):
“Kardeşçik! Duanda bana da yer
ayırır mısın?” buyurmuştur. (Ebu Davud; Tirmizi)
Hz. Ömer der ki:
“Bu öyle bir dua
isteği
idi ki, karşılığında bana dünyalar verilseydi hiç bu kadar sevinmezdim.” (Ebu Davud, Tirmizi)
Hac ve umre, günler boyu süren bir ibadettir. Namaz, oruç, sadaka, bütün
ibadetler kısa
zaman içinde yapılır, ancak hac ve umre öyle değildir. İnsan evine dönene kadar
ibadet halindedir. Onun için duası kıymetlidir.
TELBİYENİN SEVABI:
Umre yolculuğu ihrama girmek ile başlar,
ihramlı olmak da niyet ve telbiye ile olur. Umre heyecanı bu telbiye ile başlar. Daha Mekke-i
Mükerreme’ye yüzlerce km kala hacı ve umreciler ihramlarını giyerler ve
“Lebbeyk Allahümme…” nidaları ile bu kutlu beldeye adım adım yaklaşırlar.
Telbiye: “Lebbeyk Allahümme lebbeyk.
Lebbeyke la şerike leke lebbeyk. İnne’l hamde ve’n ni’mete leke vel mülk la şerîke
lek”
Manası: “Buyur ey Rabbim huzuruna geldim,
emrine geldim, bedenimle, ruhumla, içimle, dışımla, zahirimle, batınımla,
malımla, mülkümle, her şeyimle senin emrine geldim ve sana teslim oldum. Sen ne
emredersen başımla gözüm üstüne. Keyfinden vazgeç dersen vazgeçerim,
alışkanlıklarından vazgeç dersen vazgeçerim. Hayatından vazgeç dersen
vazgeçerim…” demektir.
Telbiye öyle bir zikirdir ki canlı cansız
her şeyi heyecanlandırır. Böylece bu duaya iştirak ederler. Nitekim Sehl İbnu
Sa’d (r.a.) anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki:
“Telbiyede bulunan hiçbir müslüman
yoktur ki, onun sağında ve solunda bulunan taş, ağaç, sert toprak onunla
birlikte telbiyede bulunmasın, bu iştirak (sağ ve solunu
göstererek) şu ve şu istikamette arzın son hududuna kadar devam eder.” (Tirmizî)
GÜNAHLARDAN SOYUNARAK İHRAMA GİRMEK:
İhram; hac ve umre dışında yapılması mübah
olan -koku sürünmek, tırnak kesmek, tıraş olmak gibi- bazı şeyleri kendisine
haram kılmaktır. Bu da niyet ve telbiye ile gerçekleşir. Bu ihramla hac veya
umre başlamış olur.
İhramlı biri kefene sarılı ölü gibidir. Ölü
hiçbir şey yapamadığı gibi ihramlı da bir kılını dahi koparamaz. Ameliyathaneye
alınan hasta artık evinden ve yakınlarından uzak tutulur. Ona ameliyat
hazırlığı yapılır ve ameliyat elbiseleri giydirilir. İhram bu manada manevi
ameliyat için giydiğimiz ameliyat elbisemizdir.
UZAK BELDELERDEN İHRAMA GİRMENİN FAZİLETİ
Ümmü Seleme (r.a) anlatıyor: “Resûlullah
(s.a.v) buyurdular ki:
“Kim, hacc veya umre için Mescid-i
Aksa’dan Mescid-i Haram’a (kadar) ihrama girerse, geçmiş ve gelecek bütün günahları
affedilir veya cennet kendisine vacib olur.” (Ebu Dâvud, İbnu
Mâce)
Resulullah (s.a.v.), Kâbe’ye gitmeye niyet
edip evinden çıkan bir kimse hakkında şöyle buyurmuştur:
“Bineğinin atmış olduğu her adım için
ona bir iyilik verilir ve bir günahı da silinir.” (Heysemî)
Hattabî der ki: “Hadiste, mîkat mahallinden
önce, çok uzaklarda ihrama girmeye teşvik vardır. Birçok sahâbe de böyle
yapmıştır.”
MEKKE-İ MÜKERREME
Umre yapacak kimse, ihramlı olarak en kutlu şehir olan Mekke’ye gelir. Bu
şehir Allah (c.c) ve Resulü (s.a.v) katında çok değerlidir.
Peygamberimiz
(a.s.); Mekke'yi fethinin ikinci gününde irad ettiği hutbesinde şöyle
buyurmuştur:
"Ey insanlar!
Şüphe yok ki, Allah, göklerle yeri, Güneş'le Ay'ı yarattığı gün, Mekke'yi de
haram ve dokunulmaz kılmıştır. (Buhari)
“Burası, Allah'ın haram ve dokunulmaz kıldığı bir
bölgedir. Kıyamet gününe kadar da, haram ve dokunulmaz olarak kalacaktır.
Mekke'yi haram ve dokunulmaz kılan Allah'tır (c.c). Allah'a (c.c) ve âhiret
gününe inanan kimseye, Mekke Hareminde kan dökmek, ağaç kesmek, helal olmaz! (Ahmed)
İbnu Ebi Rebî’a
el-Mahzûmî (r.a) anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v) buyurdular ki:
“Bu ümmet, şu haram
yerlere hakkı olduğu hürmeti gösterdiği müddetçe hayır üzere devam eder. Bu
hürmete riayet etmediler mi helâk olurlar.” (İbn Mace)
BELDELERİN ANASI
Mekke’ye “Ümmü‘l Kura
/ beldeleri aslı, anası” denmiştir. Çünkü o, yeryüzünde ilk yaratılan yerdir.
Sonra yeryüzü onun altından döşenmiştir. Mekke, ilk yaratıldığı için ona
“ümm/ana, asıl” denmiştir.
Yüce Allah şöyle buyurur:
“İşte bu (Kur’an) da,
bereket kaynağı, kendinden öncekileri (ilâhî kitapları) tasdik eden ve
şehirler anasını (Mekke’yi) ve bütün çevresini (tüm insanlığı)
uyarasın diye indirdiğimiz bir kitaptır. Ahirete iman edenler, ona da
inanırlar. Onlar namazlarını vaktinde kılarlar.” (En’am 92)
Mekke inananların ana vatanıdır. Dünyada
ilk yaratılan kara parçası orasıdır, Hz. Havva annemiz ve Hz. Adem (a.s)
babamız burada yaşamışlardır. Efendimizin (s.a.v) hanımları (r.anhum) oralıdır,
onlar da bizim annelerimizdir. Yüce Allah şöyle buyurur:
“Peygamber, mü’minlere kendi
canlarından daha önce gelir. Onun eşleri de mü’minlerin analarıdır.” (Ahzab 6)
Kişi anavatanında rahat eder. Ayrıca o
beldeleri Allah (c.c) “emin belde” diye adlandırarak buyurmuştur ki:
“Oraya
kim girerse, güven içinde olur” Al-i İmran 97
PEYGAMBERİMİZİN
(S.A.V) MEKKE‘YE OLAN SEVGİSİ:
Resûli Kibriya
Efendimiz, doğup büyüdüğü Mekke’den ayrılırken şöyle dedi:
"Sen ne hoş
beldesin. Seni ne kadar seviyorum! Eğer kavmim beni buradan çıkmaya mecbur etmeseydi,
senden başka bir yerde ikâmet etmezdim." (Tirmizi)
Bunun üzerine, yüce
Allah Habibini teselli eden şu âyeti indirdi:
“Elbette, o
Kur’ân’ın tebliğini üzerine farz kılan Allah, seni yine döneceğin yere (Mekke’ye) döndürecektir!” (Kasas 85)
KÂBE-İ MUAZZAMAYI TAVAF VE MESCİD-İ
HARAM’IN FAZİLETİ
Mekke’ye varan ziyaretçinin ilk işi Kâbe’ye
varıp tavaf etmektir.
Âdem (a.s) ve Havva anamız, Cennet’ten
indirildikleri zaman yeryüzünde hiçbir yerleşim yeri yoktu. Ama Kâbe-i Muazzama'nın
yeri belliydi. Yüce Mevlâ, Âdem a.s.’a yerini bildirdi ve Meleklerle birlikte
inşaatını yapıp tamamladı. (Kurtubî, Tefsir)
Böylece yeryüzünde insan için kurulmuş olan
ilk ev Kâbe-i Muazzama oldu. Yüce Rabbimiz, bunu bize şöyle bildirdi:
"Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ev elbette
Mekke'de, âlemlere rahmet ve hidayet kaynağı olarak kurulan Kâ'be'dir.” (Âl-i İmran, 96)
Zamanla Nuh Tufanı olmuş Kâbe’nin duvarları
yıkılmıştı. Daha sonra İbrahim ve İsmail (a.s) Allah’ın (c.c) emriyle tekrar
aynı temeller üzerine Kâbe’yi inşa etmişlerdir. (Umre Rehberi Semerkand yay.)
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Her
kim beyte gelir, kadına yaklaşmaz, fısk işlemezse o kimse, anasından doğduğu
gibi döner.”
(Müslim)
Hz. Resulullah s.a.v şöyle buyurmuştur:
“Benim
şu mescidimde (Mescid-i
Nebevî) kılınan namaz, Mescid-i Haram
hariç başka mescidlerde kılınan bin namazdan daha faziletlidir. Mescid-i
Haram’da kılınan bir namaz ise benim mescidimdeki yüz namazdan daha
faziletlidir.” (Sahih İbn Hıbban)
Buna göre, bu beldede ikram edeceğimiz bir
bardak su, başka yerlerde yüz bin kişiye ikram edeceğimiz suya eşittir.
Bir hadis-i şerif de şöyledir:
“Sema
kapılarının aralandığı ve duaların kabul edildiği dört zaman vardır. Bunlar;
müminlerin Allah yolunda düşmanla karşılaştıkları an, yağmur yağdığı an, namaz
kılındığı an ve Kâbe görüldüğü andır.” (Taberânî, Beyhâkî)
“Allah,
bu ev için her gün yüz yirmi rahmet indirir. Bunun altmışı tavaf edenler, kırkı
namaz kılanlar, yirmisi de ona bakanlar içindir.” (Heysemî)
Gavsı Sani (k.s.) şöyle demiştir:
“Kâbe’yi tavaf ederken dikkatli olun,
birçok peygamberin medfun olduğu bir yerde bulunuyorsunuz. İsmail (a.s) da
oradadır.”
Peygamberimiz (s.a.v.) Kâbe’yi çok severdi.
Önceleri kıble Mescidi Aksa idi. O yüzden Mekke’de iken Ruknü
Yemani ile Haceri Esved arasında namaz kılardı. O zaman hem Kâbe’ye hem de Mescid-i Aksa’ya yönelmiş olurdu. (İbn
Kesir)
İbnu Abbâs (r.a) anlatıyor: “Resulullah
(s.a.v) buyurdular ki:
“Beytullah
etrafındaki tavaf, namaz gibidir. Ancak bunda konuşabilirsiniz. Öyle ise, kim
tavaf sırasında konuşursa sadece hayır konuşsun.” [Tirmizî; Nesâî]
Nesâî’nin bir başka rivayetinde şöyle
buyurulmuştur:
“Tavaf
sırasında az kelâm edin. Zira sizler namazdasınız.”
İbnu Abbâs (r.a) anlatıyor: “Resulullah
(s.a.v) buyurdular ki:
“Beyt’i
kim elli defa tavaf ederse, günahlarından arınır ve tıpkı annesinden doğduğu
gündeki gibi olur.”
(Tirmizî)
Taberânî’de şu açıklama yer alır:
“Elli tavaftan maksad, bunun bir anda peş peşe
yapılması demek değildir. Burada istenen, kişinin sevap defterinde elli tavafın
bulunmasıdır. Bunu bir ömür içinde de tamamlamış olsa fark etmez.”
Amr İbnu Şuayb (r.a.) anlatır:
Resulullah’tan (s.a.v.) şunu işittim:
“Kişi
tavaf için bir ayağını koyup diğerini kaldırdıkça her adımı sebebiyle Allah
onun bir hatasını siler ve bir sevap yazar.” (Tirmizî)
Behçet’ün Nüfüs’ta şöyle anlatılır:
“Kâbe, insanlar ve melekler arasında
müşterektir. Kâbe’yi her sene belirlenmiş sayıda
insanlar ve melekler tavaf ederler. İnsanlardan tavaf edenlerin sayısı az
olursa Allah (c.c.) o sayıyı melekleri ile tamamlar.”
Buralarda ibadete ne kadar azimle
sarılmamız gerektiği gösterilmiştir. Velilerin, yaptıkları hac ve umre
ziyaretlerinde ne kadar azimle ibadet ettiklerine şahidiz.
Gavsı Sani (k.s) şöyle demiştir:
“Gideceğiniz
beldeler dünyanın en kutsal yerleridir. Vaktinizi boşa harcamayın. Varsa kaza
namazlarınızı kılın. Kur’an-ı Kerim’i çok okuyun. Bol bol salavat-ı şerife
getirin, dua edin. Virdlerinizi çekmeyi ihmal etmeyin. Alışverişle (fazla)
meşgul olmayın.”
Umreci niyetini kontrol etmelidir. Umreye
gitmekten gaye sırf Allah (c.c) rızası olmalıdır. Bu niyeti süt gibi bembeyaz,
su gibi tertemiz olmalıdır. Yoksa elde ettiği şey yorgunluk ve meşakkatten öte
geçmez.
Hz. İsmail’in (a.s) Ebu Kubeys dağından
getirdiği “Haceru’l-Esved” taşını İbrahim (a.s), tavafa başlanacak yere işaret
olarak, şu an bulunduğu köşeye yerleştirdi. Bina tamamlanınca ilk tavafı yapan
Hz. İbrahim ve Hz. İsmail (a.s):
“Ey
Rabbimiz, bizden bu hizmeti kabul buyur, şüphesiz ki sen, duamızı duyuyor,
niyetimizi biliyorsun.” diye niyaz ettiler. (Bakara 127)
Kâbe’nin inşası bittikten sonra Cenab-ı
Hak, Hz. İbrahim’e (a.s), bütün insanları haccetmek üzere davet etmesini
emretti:
İnsanlar
arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerek uzak yollardan gelen yorgun
develer üzerinde sana gelsinler. Gelsinler
ki, kendilerine ait birtakım menfaatlere şahit olsunlar ve Allah’ın kendilerine
rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine belli günlerde (onları kurban ederken) Allah’ın adını ansınlar. Artık onlardan
siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin. Sonra kirlerini gidersinler,
adaklarını yerine getirsinler ve Beyt-i Atik’i (Kâbe’yi) tavaf etsinler.
(Hac, 27-29)
İbnu Ömer (r.a) anlatıyor:
“Resûlullah (s.a.v) Haceru’l-Esved’e
yöneldi, ardından dudaklarını üzerine koyup uzun müddet ağladıktan sonra ondan
ayrıldı. Bir de baktım ki, Hz. Ömer de yanında, o da ağlıyor. Resulullah (s.a.v):
“Ey Ömer, gözyaşları burada dökülür.”
dedi. (İbn Mace)
Hacerü-l Esved, Âdem (a.s) ile beraber cennetten
indirildi. Âdem (a.s) Kâbe-i Muazzama’ya yerleştirdi, Nuh tufanında Ebu Kubeys
dağına emanet edildi, İbrahim (a.s) Beytullah’ı bina ederken şimdiki yerine
yerleştirdi.
Bilâhare 12 parçaya bölünen Haceru’l-Esved’i
Sultan Dördüncü Murat Han kurşun içerisine toplayıp, dışına gümüşten bir
mahfaza yaptırdı.
Tavafa başlarken, her şavtın sonunda ve
sa’ye başlarken bu taşı istilâm etmek sünnettir. (Buhari)
Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki:
“Muhakkak
ki, Haceru’l-Esved, cennet yakutlarından bir yakuttur. O kıyamet günü, iki
gözü, kendisini hak ve sıdk ile istilâm edenlere şahitlik yapan ve konuşan bir
dili olduğu halde diriltilir.” (Tirmizi)
Âbis b. Rebîa (r.a) anlatıyor: “Ben Hz.
Ömer’i (r.a) Haceru’l-Esved’i öperken gördüm. Onu hem öptü, hem de: “Biliyorum
ki sen bir taşsın, ne bir faydan ne de zararın vardır. Ben Resulullah’ı (s.a.v)
seni öperken görmeseydim, seni asla öpmezdim.” dedi.” (Buharî)
Bir hadis-i şerif de şöyledir:
"Haceru'l-Esved, cennetten indi. İndiği vakit
sütten beyazdı. Onu insanların günahları kararttı." (Tirmizi)
“Hacerü’l-Esved’e
dokunan Rahmanın eline dokunmuş olur” (İbn Mace)
Yine Efendimiz (s.a.v): “Hacerü’l-Esved’in yeryüzünde Allah’ın sağ
eli olduğunu ve kullarıyla onun vasıtası ile musafaha ettiğini, Hacerü’l-Esved’e
dokunanın Allah’la biat etmiş olacağını” buyurmuştur.(Heysemi) (Hicaz Albümü,
Diyanet Yayınları)
HATİM VE HİCR-İ İSMÂİL’İN FAZİLETİ
Rükn-i Irâkî ile Rükn-i Şâmî’nin arasında,
altınoluğun karşısında, Kâbe’nin kuzeybatı tarafında, yerden 1.25 m yükseklikte, 1.5 m kalınlığında, yarım
daire şeklindeki duvara “hatim” denir. Tavaf bu duvarın dışından yapılır. Bu
duvar ile Kâbe arasındaki boşluğa da Hicr-i Kâbe veya Hicr-i İsmail denir.
Hz. İbrahim’in (a.s) yaptığı Kâbe binasına
bu kısım da dâhildi. Dolayısıyla Hatim’in iç kısmı Kâbe’den sayılır.
Efendimizin (s.a.v) peygamberliğinden beş
yıl kadar önce Kâbe’nin Kureyş kabilesi tarafından yapılan tamiri sırasında
inşaat malzemesi yetmediği için, bu kısım binanın dışında bırakılmıştır.
Hz. Âişe (r.anha) anlatıyor:
“Ben Kâbe’ye girip içinde namaz kılmayı çok
arzu ediyordum. Rasûlullah ellerimden tutup beni Hicr’e soktu ve:
“Beytullah’a
girmek istiyorsan burada namaz kıl. Zîra burası ondan bir parçadır. Senin
kavmin Kâbe’yi (tamir
için) yeniden inşa ederken, inşaatı kısa
tutup onu Beytullah’tan hâriç bıraktılar” dedi.
Hz. İsmail (a.s) ile annesi Hacer’in buraya
defnedilmiş oldukları rivayet edilir. (Tecrid-i Sarih)
MEDİNE’NİN FAZİLETİ
Umreciler Mekke’de umrelerini yapmakla beraber
bir de umreden önce veya sonra Medine’de Efendimiz’i s.a.v ziyaret ederek
ibadetini taçlandırırlar.
Medine şehrinin özellikleri
1) Efendimizin (s.a.v) hicret yurdudur.
2) Hayatının son on yılı
burada geçmiştir.
3) Kuran’ın büyük bir bölümü burada
inmiştir.
4) İlk İslam devleti burada kurulmuş,
İslamiyet buradan yayılmıştır.
5) Efendimiz (s.a.v) bu şehirde vefat etmiş
ve şu an da hala bu kutlu şehirde bulunmaktadır.
6) Adı “Yesrib” iken,
peygamber şehri manasına gelen “Medine” olmuştur.
7) Bu belde halkı Efendimizin (s.a.v)
hemşerisi, ziyaretçileri de O’nun (s.a.v) misafirleridir.
Medine şehrinin fazileti:
Özellikle Medine’de çok edepli olmalı. Şair
Nabi’nin (rah.) şiiri kulağımıza küpe olmalı:
Sakın terk-i edepten, Kûy-u Mahbub-u
Hûda’dır[1]
bu,
Nazargâh-ı ilahîdir, Makam-ı Mustafa’dır
bu.
Efendimiz (s.a.v) hicretten önce şöyle
buyurdular:
“Yüce Allah, onları (Ensar’ı) size kardeş yaptı ve Medine’yi size emniyet ve huzur
bulacağınız bir yurt kıldı!” (İbn Hişam, Sire)
Resulullah (s.a.v.) buyurdular ki:
“O Medine, gerçekten temizdir. Ateşin
gümüşteki kirleri temizlediği gibi kişiyi temizler.” (Müslim)
MESCİD-İ NEBEVİ’NİN FAZİLETİ
Hac veya umre niyetiyle kutsal topraklarda
bulunanların Efendimiz’in (s.a.v) kabri şeriflerini ziyaret etmeleri vacip
derecesinde önemli görülmüş, çok büyük bir mazereti olmadıkça terk edilmesi
gaflet sayılmıştır.
“Şu üç mescidden başka hiçbir mescide
sefer tertip edilmesi uygun olmaz. Bunlar Mescid-i Haram, Mescid-i Nebi ve Mescid-i Aksa’dır.” (Ahmed, Beyhaki)
“Benim şu mescidimde kılınan bir
namaz, Mescid-i Haram hariç, başka mescidlerde kılınan bin namazdan daha hayırlıdır.”
(Buhari)
"Her kim benim
mescidimde ara vermeden kırk vakit namaz kılarsa o kimseye cehennem ateşinden
beraat ve münafıklıktan kurtuluş yazılır.” (Taberani)
RAVZA’NIN FAZİLETİ
Mescid-i Nebevi'de, Rasûlullah Efendimizin
(s.a.v.) kabr-i seadetleriyle minber-i şerif arasında kalan kısma “Ravza
(Cennet bahçesi)” denir. Bir hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.v.) şöyle
buyurmuşlardır:
"Evimle minberim arası, cennet
bahçelerinden bir bahçedir." (Buhari)
Ravza-i Mutahhara’nın cennet bahçesi olarak
nitelenmesi hakkında ulemanın çeşitli görüşleri vardır:
a- Burası gerçek bir cennet bahçesidir,
ahirette cennete nakledilecektir.
b- Burada kılınan namazlar, okunan
Kur’anlar, zikir ve dualarla rahmet inerek oluşan manevî huzur sebebi ile
cennete benzetilmiştir.
c- Buradaki ibadetler, cennetin yolunu
açtığı için cennet bahçesi denilmiştir.
O mübarek yerleri
ziyaret eden kişi Ravza’da namaz kılmaya gayret etmeli, ancak namaz kılacağım
diye itişip kakışarak insanlara eziyet vermemelidir.
EDEP VE HÜRMET
Umrenin fazileti edebe riayete bağlıdır. Kişinin bu ziyaret sayesinde
kazanacağı sevap edebi ölçüsündedir.
Hacc ve umreye giden sıradan bir yere değil, Allah’ın evine gitmektedir.
Gittiği şehir Mekke, şehirlerin anası, en hayırlı beldedir. Medine, Hz.
Peygamberin (s.a.v) şehri, edep diyarıdır. O halde bu beldelere gidenler
yolculuğunun başından sonuna kadar en üst seviyede edep ve hürmet içinde bulunmalıdırlar.
Hac, umre, hizmet, anne, baba veya
velilerin ziyareti gibi Allah rızası için yapılan yolculuklarda edepler gidilecek
yerde değil, evde başlar, yolda devam eder, gidilen yerde uygulanır.
İnsan edebi korudukça nefsi uslanır. Hac ve
umrede edebe ne kadar dikkat ederse nasibi o kadar çok olur.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Oraya giren emniyette olur” (Al-i İmran 97) İbrahim
(a.s) demiştir ki: “Rabbim! Bu şehri güvenli kıl.” (İbrahim 35)
Yüce Allah’ın c.c “Evim” dediği başka yer
yoktur:
“Tavaf edenler, kendini ibadete
verenler, rükû ve secde edenler için evimi (Kâbe’yi) tertemiz tutun.” (Bakara suresi 125)
“Habibim” dediği Peygamber Efendimiz (s.a.v)
Medine’dedir.
Mekke-i Mükerreme’
ve Medine-i Münevvere’de yaşayanlara karşı saygılı davranmak ziyaret
edeplerindendir. Çünkü onlar, Kâbe-i Muazzama’nın, ve Ravza-i Mutahhara’nın
komşularıdır. Alışveriş yaparken bile yumuşak konuşmaya özen göstermek gerekir;
tartışmaktan ve kırıcı sözler kullanmaktan kesinlikle sakınmalıdır. Nitekim
ayet-i kerimede şöyle buyrulur: “Artık hacda cinsel ilişki, günaha
sapmak, kavga etmek yoktur.” (Bakara 197)
Bu konuda çok hassas davranan irfan ehli
büyüklerimizi örnek almak gerekir.
Büyüklerimizden Abdülhakim el-Hüseyni (k.s),
Ravza-i Mutahhara’yı ziyareti esnasında bahçede bir çocukla karşılaşır. Çocuk
Medinelidir ve oyuncak kamyonuyla portakal kabuklarını taşımaktadır. Çocuk
Abdülhakim el-Hüseyni’den (k.s) kendisiyle oynamasını ister, o da hemen çömelir
ve uzun zaman Medineli çocukla oynar. Resul-i Ekrem Efendimizin (s.a.v)
hatırına, Medineli olduğu için çocuğu kırmaz ve çocuk vazgeçinceye kadar onunla
meşgul olur.
RAHMAN’IN (C.C) MİSAFİRLERİNE HÜRMET:
Kıyamete kadar Kâbe’yi ziyaret edenler, Hz.
İbrahim’in (a.s) davetine “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk!“ diye cevap verenlerdir.
Bunlar, Allah’ın (c.c) sevdiği seçilmiş kullardır.
O, sevmediği kullarını evinde misafir
etmez. Ancak bir hikmet ve imtihan için olursa, o müstesna.
Ruhu’l-Beyan tefsirinde anlatıldığına göre,
Ali bin Muvaffak adındaki âlim ve veli zata altmış kere hacca gitmek nasip
olmuştu. Bir keresinde Kâbe’de Hicr bölgesinde:
“Defalarca Beytullah’ı ziyaret ettim ama
yaptığım haclar kabul oldu mu?“ diye düşünürken, oracıkta uyuyakaldı. Rüyasında
bir ses:
“Ey Ali, sen sevdiklerinden başkalarını evine davet eder misin?“ diye
seslendi. Sevinçle yerinden kalkan İbn-i Muvaffak, hacıların Allah’ın (c.c)
seçip davet ettiği sevgili kulları olduğuna kanaat getirerek huzur buldu.
Gavs-ı Sânî (k.s)
bir sohbetinde şöyle anlatır:
“Allah Teâlâ
dileseydi Kâbe’yi dağlara, en yüksek tepelere kurardı. Fakat Mekke’nin en çukur
yerinde halk etmiştir. Hal böyleyken Kâbe’nin Allah katında öyle bir değeri
vardır ki suyun çukura aktığı gibi, Allah’ın c.c rahmeti oraya akar. Siz de
alçak gönüllü, mütevazı olun ki Allah’ın c.c rahmeti gönlünüze dolsun, eliniz
boş dönmeyesiniz. Orada ne hizmet bulursanız yapın. Mekke’de hacılar Allah
Teâlâ’nın misafiridir. Onları üzerseniz Cenâb-ı Hakk’ı üzmüş olursunuz.
Medine’de ise Hz. Peygamber’in (s.a.v) misafiridir. Onları üzerseniz
Resûlullah’ı (s.a.v) üzmüş olursunuz. Dikkat edin, orada şeytan sizinle çok
uğraşır.”
Evet, bu iki beldenin sakinlerine hürmet etmek, Yüce Mevlâ’ya hürmetin
bir gereğidir.
Yeryüzünün neresinde olursa olsun bir Müslüman, Allah’ın (c.c) kullarına her
zaman güzel davranmalıdır. Harem-i Şerif’te ise daha hassas ve dikkatli olmak gerekir. Çünkü Beytullah, Allah’ın (c.c) evi,
ziyaretçileri de Allah’ın (c.c) misafirleridir.
Harem-i Şerif’e girenlerin emniyet ve güven
içine girdiklerini bizzat Yüce Mevlâ bildiriyor. O halde Yüce Mevlâ’nın emniyet
ve güven ihsan ettiği insanlara karşı çok daha hassas davranmak, onların
kalplerini hoş etmek için gayret göstermek gerekir. Kalp kırıcı söz ve
davranışlardan kesinlikle uzak durmalıdır.
“Artık hacda cinsel ilişki, günaha
sapmak, kavga etmek yoktur.” (Bakara 197)
Yüce Mevlâ, hac ve umre ibadeti esnasında
her türlü cedelleşmeyi yasaklamıştır. Sözlü aşırılıklar, fiili taşkınlıklar,
hatta kalbi bozuşmalar dahi yasaklanmıştır.
Bu durumda Müslüman, bir taraftan dilini
korurken diğer taraftan elini ve gönlünü de kollamalıdır. Allah’ın
misafirlerine samimi duygular beslemeli, güzellik ve alçak gönüllülükle hitap
etmeli ve hareketleriyle onları incitmemelidir.
Şuayb b. Harb (rah.) diyor ki:
“Bir kere Kâbe’yi tavaf ederken aniden biri dirseği ile beni dürttü. O tarafa baktım, gördüm ki Fudayl b. İyaz’mış (rah.). Bana dedi ki:
“Ey Şuayb! Eğer şu hac mevsiminde senden ve
benden daha kötü kimse olduğunu düşünüyorsan, bil ki yanılıyorsun.”
Gavsı Sani (k.s.) bir gün şöyle sohbet
etti:
Mevlâna Halid (k.s.) hacca giderken,
Medine-i Münevvere’de biri önüne geçti ve:
“Ya Halid, burada kimsenin haccına (işine) karışma. Sen haccına bak.”
deyip kayboldu.
Mevlâna Halid, Mekke’ye vardığında, Kâbe’de Delail Hayrat okurken
sırtını Kâbe’ye çevirmiş birini gördü. İçinden: “Cahil insan, niçin böyle
yapıyor? İnsanlar Kâbe’ye günahlarının affı için gelip ağlayarak yalvarırken o
sırtını çevirmiş duruyor.” diyerek içinden geçirdi. Bunun üzerine derviş
Allah’ın (c.c) izniyle onun düşüncesine vakıf olup şöyle dedi:
“İnsanlar yüzünü Kâbe’ye dönmüşler, ama
sırtlarını Allah’a (c.c.) çevirmişler. Bense sırtımı Kâbe’ye verdim ama yüzümü
Allah’a c.c çevirdim. Önemli olan kalptir. Benim kalbimse Allah’a (c.c)
bağlıdır” dedi.
Harem topraklarında bulunan bitkiler ve
hayvanlara da özenle davranmalıdır. Resul-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:
“Hiç şüphe yok ki, Allah yeri ve göğü
yarattığı zaman bu şehri kıyamet gününe kadar muhterem kılmıştır. O, kıyamet
gününe kadar Allah’ın muhterem kılmasıyla haram bir beldedir, onun dikeni
koparılmaz, avı ürkütülmez, yitiğini ilân edecek kimseden başkası alamaz.
Bitkisi de koparılmaz.” (Müslim, Hac 766)
Bir alim Gavs-ı
Sani hazretlerine gelerek:
“Efendim, müsaade ederseniz Medine’ye taşınmak istiyorum. Peygamberimize
(s.a.v) duyduğum
iştiyak her geçen gün artmakta. Oralarda yaşamak, Ravzasına yüz sürmek en büyük
muradım. Müsaadeniz olursa ömrümün geri kalan kısmını Peygamberimizin (s.a.v)
komşusu olarak geçirmek istiyorum.” dedi. Gavs-ı Sani hazretleri:
“Orada bir kediye bile pist diyemezsin.
Gözün alıyor mu?” diye sorunca o alim:
“Efendim, kendi çocuklarıma da mı kızamam?” dedi. Gavs-ı Sani hazretleri:
“Evet, bir kediye bile pist diyemezsin.” dedi.
HAC VE UMREYİ GÜZELCE TAMAMLAMAK:
Yüce Allah şöyle buyurur:
“Haccı da umreyi de Allah için
tamamlayın” (Bakara
196)
Hac ve umre günler süren, yorucu bir
ibadettir. Efendimizin (s.a.v) “Allahım onu bana kolaylaştır” dediği, kolaylık
istediği tek ibadettir. Bu ibadete başlayanlar daha vazifeleri bitmeden,
yorgunluktan dolayı yarıda bırakmak istiyorlar. Umre tavafını yapıp sa’yini
yapmak istemeyenler, ihramlı durmak zoruna gidip ihramını çıkarmak isteyenler
oluyor. Ayetten bu ibadetleri güzelce tamamlamak gerektiğini anlamaktayız.
Yorumlar
Yorum Gönder