Ana içeriğe atla

ÖLENLERİMİZİN ARDINDAN




بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم
أَجْمَعِينَ وَصَحْبِهِ وَآلِهِ مُحَمَّدٍ سَيِّدِناَ عَلىَ وَالسَّلاَمُ وَالصَّلاَةُ الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلهِ اَلْحَمْدُ

ÖLENLERİMİZİN ARDINDAN

HER CANLININ BİR ECELİ VARDIR

Ecel, sözlükte “vakit, belirlenmiş bir zaman veya bir müddetin sonu” gibi anlamlara gelir. Bir terim olarak ecel, “Allah tarafından her canlı için önceden takdir edilen hayat süresi ve bu sürenin sonu olan ölüm vakti” demektir. Ecel bir gün bizim de kapımızı çalacaktır. O geldiğinde, “Şimdi değil, başka zaman gel” deme imkânımız da olmayacaktır. Her şeyi yaratan yalnız Allah Teâlâ olduğu gibi öldüren de o’dur. Diriltme ve öldürme Allah’ın fiilidir, O’nun takdiri ve yaratmasıyla cereyan etmektedir. Ehl-i sünnete göre herkesin eceli tayin edilmiştir. Hiçbir şekilde değişmez. Hiçbir canlı takdir olunan eceli gelmedikçe ölmez, eceli gelince de bir an geciktirilemez. İnsan, ilâhî ilmin ne şekilde taalluk ettiğini bilmediği için Allah’ın emirleri doğrultusunda hayatını koruması, yaşaması ve kulluğunu yerine getirmesi gerekir. Zira ölümün ne zaman yakasına yapışacağını kimse bilemez. Ecel ne bir an geri kalır ne de bir an ileri gider. Nitekim âyet-i kerimelerde şöyle buyrulmaktadır:


“Şüphesiz, Allah'ın belirlediği vakit gelince ertelenmez. Keşke bilseydiniz [1]

“Her canlı ölümü tadacaktır. Siz ey insanlar, çalış­malarınızın ücretini ancak kıyamet günü tam bir şekilde alacaksınız. O vakit, kim ateşten uzaklaştırılıp cennete yerleştirilirse, işte o muradına ermiştir. Yoksa bu dünya hayatı, aldatıcı ve geçici bir zevkten başka bir şey değildir” [2]

Bu âyetlerden de anlaşılacağı gibi, ecel kaçınılmaz bir son, acı da olsa apaçık bir gerçektir. Umulmayan bir zamanda aniden gelir. Enes b. Mâlik (r.a) şöyle anlatmıştır:

“Bir keresinde Resûlullah (s.a.v) bir çizgi çizdi ve ‘Bu insandır dedi. Sonra onun yanına bir çizgi daha çizdi ve ‘Bu da ecelidir dedi. Sonra o çizginin uzak bir yanına bir başka çizgi daha çizdi ve ‘Bu da onun emelleridir. İnsan uzaktaki emelini beklerken kendisine en yakın olan ecel ansızın geliverir dedi.” [3]

Ölümü aklına getirmekten kaçınarak ölümden kur­tulabilmek mümkün değildir. Dahası, ölümü aklına getirmemek de mümkün değildir. Resûlullah’a (s.a.v) insanların en akıllısı ve ihtiyatlısının kim olduğu sorulduğunda, “En akıllısı ölümü çokça anan, en ihtiyatlısı ise ölüme güzelce hazırlanandır. Dünya şerefi ve ahiret mutluluğu onadır” diye cevap vermiştir.[4]

Her doğan mutlaka bir gün ölecektir. Doğduğu­muzdan şüphemiz olmadığı gibi, öleceğimizden de şüphemiz yoktur. Çok iyi bildiğimiz ölüm, hiç kimseye ayrım yap­maksızın herkesi ebedî âleme intikal ettirmiştir.

Gavs-ı Sânî (k.s) demiştir ki: “İnsan bütün kuvvetiyle elli altmış senelik dünya hayatı için çalışır durur. Ama ölümün kendisine ne zaman geleceği hiç belli olmaz; belki bir gün, belki bir dakika sonra ölebilir. İnsan kendisi için çalıştığını sanıyor, hâlbuki başkası için çalışıyor. Öldükten sonra her şeyini bırakıyor, malı mül­kü başkalarına kalıyor. Dünya böyle, ama ahiret böyle değildir. Yüz bin yıl değil ebedî olarak devam edecek olan ahiret hayatımız için çok çalışmamız lazımdır. Allah için çalışmak, ebedî hayat için çalışmak, aslında insanın kendisi için çalışmasıdır. Nitekim Resûlullah (s.a.v) bir hadislerinde,

'Dünya mel'undur. Onun içindekiler de öyle. Fakat Allah’ın zikri (O’nun rızası için yapılan işler ve O'nun rızasını kazanmaya vesile olanlar) bunun dışındadır. [5]

Bunun için, niyet çok mühimdir. Niyet sağlam olursa, hem dünyayı kazandırır hem de ahireti kazandırır.”

Ölüm gerçeğinden muaf tutulan hiçbir canlı yok­tur. Buna peygamberler de dâhildir. Nitekim yüce Al­lah, “O'nun zatından başka her şey yok olacaktır. Hüküm O’nundur ve siz ancak O’na döndürüleceksiniz” [6] buyurmuştur. Ölüm bir gerçek... Âyet-i kerimelerde ifade edildiği gibi ölüm vakti gelince ne bir an ileri gi­decek ne de geri alınacak; velhâsıl zamanı gelince hiç gecikmeksizin her canlı mutlaka ölümü tadacaktır. Bir gün gelecek bu dünyadan göçeceğiz. Çok sevdiğimiz eşimizi, evlatlarımızı, mal ve mülkümüzü, dost ve ahba­bımızı bırakıp gideceğiz.
ÖLÜM İÇİN HAZIRLIK YAPMAK

Ömür binasından her gün bir taşın düştüğünü, sayılı ömür dakikalarının her nefes azaldığını gören kimsenin elbette ahireti için hazırlıklar yapması gerekir. İnsanı aldatan sonu gelmez emellerden ve ölçüsüz dünya sevgisinden kurtulmanın tek yolu; en büyük vaiz olan ölümü hatırdan çıkarmamak ve ahirete götürülebilecek tek şey olan salih amellere devam etmektir.

Resûlullah (s.a.v) bir hadislerinde, “Lezzetleri kesip atan, yok eden ölümü çok hatırlayınız” [7] buyurmaktadır.

Hz. Ömer’in (r.a) yüzüğünün kaşına, "Öğüt verici olarak ölüm sana yeter ey Ömer!” [8] yazdırmış olması ibret vericidir.

Ölüm gelme­den önce ölüm için hazırlık yapmayı hidayet alameti sayan Peygamber Efendimiz (s.a.v), Abdullah b. Ömer’in (r.a) omzundan tutarak onun şahsında bütün inananlara şöyle nasihat etmektedir:

“Dünyada sanki gurbette imiş gibi veyahut yolculukta bulunuyormuş gibi ol. Kendini kabir ehlinden kabul et.’’ [9]

Gavs-ı Sânî (k.s), kişinin kimlerle dostluk ederse, onun ahlâkıyla ahlaklanacağını ve o hal üzere öleceğini bildirmiş, bu sebeple insanın kiminle dost­luk kurduğuna ve ileride kimlerle dostluklar kuracağı­na dikkat etmesi gerektiğini söylemiştir. Bir defasında Almanya’dan bir sûfînin cenazesi köye gelip defnedil­dikten sonra Gavs (k.s), vefat edenin oğullarına tövbe verip şu tavsiyelerde bulunmuştur: “Bu dünya fânidir, geçicidir. İşte babanız gitti. Sizler almış oldu­ğunuz tövbede sebat ediniz. Kötülüklerden uzak olun, zira bu dünya geçicidir. (Kişi) zengin de olsa, fakir de olsa, çoban da olsa bu dünya geçicidir. Mühim olan öbür taraftır. Kalıcı olan öbür âlemdir. Sûfîlerden ayrılmayın bizler de sizlere dua edeceğiz.”

***
Ölmek Üzere Olan Kimseye Abdest Aldırmak

Fâni hayatın son anlarını yaşayan kimseye mümkünse abdest aldırılmalıdır. Enes b. Mâlik'ten [radıyallahu anh] rivayet edildiğine göre, Resûlullah [sallallahu aleyhi vesllem] ona şöyle buyurmuştur: "Enesciğim! Eğer devamlı abdestli olmaya gücün yetiyorsa bunu yap! Çünkü ölüm meleği gelip de kulun ruhunu aldığında, o kişi abdestli olursa, şehidlik sevabını elde edenlerden yazılır." [10]

***
Ölenin Ardından Gözyaşı dökmek

Definden önce veya sonra ölüye ağlamak ittifakla câizdir. Ancak sesi yükseltmemek, isyana varacak derecede çirkin sözler söylememek ve ağıt yakmamak gerekir.

Oğlu İbrahim vefat ettiği zaman Resûlullah (s.a.v) ağlamış ve gözlerinden yaşlar akmıştı. Bunu gören Abdurrahman (r.a),

-       Yâ Resûlallah! Siz de mi ağlıyorsunuz! Hâlbuki siz ölenin ardından ağlamayı yasaklamamış mıydınız, dedi. Resul-i Ekrem (s.a.v) dedi ki:

-        Hayır! Ben ölenin arkasından sadece ağıt yakmayı ve feryad-u figan koparmayı yasakladım. Bu ikisi hem günah hem de ahmakçadır. Bunlardan başka ben, yüzü tırmala­mayı, yaka paçayı yırtmayı, şeytanca haykırıp bağırmayı, ağıt yakmayı yasakladım. Bunlar boş şeylerdir; şeytan çal­gısıdır. Benim bu yaptığım ise bir merhamettir ki, Allahu Teâlâ onu merhametli kullarının kalbine koymuştur. Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.”

Daha sonra Resûl-i Ekrem (s.a.v) şöyle dedi: “Kalp hüzünlenir, göz ağlar. Biz Allah Teâlâ’nın öfkeleneceği hiçbir şeyi söylemeyiz.”[11]

***


Yas tutmak

Dinimiz, ölenin ardından; yanaklarını, yüzünü, diz­lerini döverek, avaz avaz bağırarak yaka paça ve elbise­leri yırtarak, yüzünü, gözünü tırmalayarak, saçını başını yolarak ağlamayı, siyah elbiseler giyerek ve tıraş olma­yarak yas tutmayı haram kılmıştır. Bu tür davranışlar ilâhî takdire rıza göstermemek ve Allah’tan (c.c) şikâyetçi olmak manasına geldiği gibi, yaşayan insanları ve hatta ölenin ruhunu da rahatsız edeceği bildirilmiştir.[12]

Görüldüğü gibi sesini yükselterek ağlamak, çirkin söz söylemek, bağırıp çağırmak, dövünüp yırtınmak, ağıt yakmak doğru değildir. Hatta Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu aşırılıklar ve taşkın­lıklar sebebiyle ölenin rahatsız olacağını bildirmiştir:

“Şüphesiz ölü, arkasından ailesinin (dövünüp yırtınarak) ağlaması yüzün­den azap görür.[13]

Başka bir hadiste de bu tür davranışlar Câhiliye âdeti olarak nitelendirilmiştir. [14]

“(Bir yakınının ölmesi üzerine) elbisesinin yakalarını yırtan, eli ile kendisine vurup dövünen ve Câhiliye çağrısı ile feryat eden (ağıt yakan) kimse bizden değildir.” [15]

Bu ve benzer hadislerden de anlaşıldığı gibi ölünün ardından dö­vünmek, yırtınmak ve çeşitli sözler söyleyerek bağı­rıp çağırmak açık bir şekilde yasaklanmıştır.
***
Ölüyü son bir kez öpmek

Ölen bir mümini, defnedilmeden önce son bir kez öpmek câizdir. Hz. Âişe (r.anha) demiştir ki: “Resûlullah (s.a.v) vefat etmiş olan Osman b. Maz‘ûn’un (r.a) yanına girdi, yüzünü açtı, sonra onu öptü ve ağladı. Hatta ben gözyaşlarının yanağına akmakta olduğunu gördüm.”[16]

Hz. Ebû Bekir de (r.a), Peygamber Efendi­miz (s.a.v) vefat ettiğinde mübarek yüzünü öpmüştü. [17]

Hanefî mezhebine göre erkek, vefat etmiş olan hanımını yıkayamaz ve ona dokunamaz. Zira ölümle birlikte aralarındaki nikâh bağı kalkmıştır. Bu sebeple erkeğin hanımı vefat ettiği zaman onu öpmesi doğru değildir. Ancak bakmasında bir mahzur yoktur. Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre ise erkeğin öl­müş olan hanımına dokunmasında ve yıkamasında bir mahzur yoktur. Çünkü Hz. Fâtıma’yı (r.anha) eşi Hz. Ali (r.a) yıkamıştı. Dolayısıyla bu üç mez­hebe göre öpebilir de.

Kocanın ölümünden önce, evliliği devam eden ka­dın ise eşinin ölümünden sonra ona dokunabilir, öpe­bilir ve eğer yıkayıcı bir erkek yoksa yıkayabilir.
ÖLEN KİŞİYE YAPILACAK İLK İŞLEMLER

Cenaze işlemlerinin yapılmasında acele etmek

Cenaze için yapılan hazırlıkların tümüne “teçhiz”, kefenlenmesine “tekfin”, kabre konulmasına da “defin” de­nir. Ölen bir müslümanı yıkamak, kefenlemek, cenaze namazını kılıp dua etmek ve bir kabre kadar ta­şımak ve gömmek müminler üzerine bir farz-ı kifâyedir. Bu nedenle ölüm olayı tahakkuk edince, söz konusu iş­lemleri, ölen kimsenin yakınları veya komşu, dost ve arkadaşları tara­fından süratle tamamlanmalıdır. Zira Resûlullah Efendi­miz (s.a.v), bu işlemlerin bir an önce yerine getirilmesini tavsiye ederek şöyle buyurmuştur:

“Cenazeyi defnetmekte acele ediniz. Eğer ölü, iyi bir kişi ise onu (bir an evvel kabrindeki hayır ve sevabına) ulaştırmış olursunuz. Şayet bu cenaze iyi bir kişi değilse, onu omuzlarınızdan çabuk indirip bırakmış olursunuz.” [18]

Hadis-i şerifte kastedilen acele etmek, ölüm kesin­leştikten hemen sonra yerine getirilmelidir. Çünkü cenazenin ihtiyaçtan fazla ailesi­nin gözü önünde bekletilmesi doğru değildir. Resûlullah (s.a.v) dönemindeki uygulama da bu yönde olmuştur. O halde bir mazeret yoksa cenaze bir an önce istirahatgâhına tevdi edilmelidir. Bu durumda akraba, komşu, arkadaş ve diğer yakınlarının cenaze namazını kılmak için gayret sarf etmeleri gerekir.

Ensardan Husayn b. Vahvah’tan (r.a) rivayet edildiğine göre Talha b. Berâ (r.a) hastalanmış­tı. Resûl-i Ekrem (s.a.) onu ziyarete gel­di. Çıkarken şöyle buyurdu: “Talha'ya ölümün yaklaştı­ğını görüyorum. Ölecek olursa bana haber verin; teçhiz ve tekfini işinde elinizi çabuk tutun. Çünkü bir müslümanın cesedini ailesi yanında bekletmek uygun değildir.” [19]

***
Kıbleye çevirmelidir

Ölmek üzere olan kişiyi sağ yanına yatırıp kıbleye döndürmek gerekir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.),

‘’Beytullah, Ölü ve dirilerinizin kıblesidir” [20] buyurmuştur.

Hz. Fâtıma da (r.anhâ) vefat etmeden birkaç dakika önce, Ümmü Selmâ'ya (r.anhâ), “Beni kıbleye çevir” [21] demiştir.

Eğer yer darlığı yüzünden hastayı kıbleye çevirmek mümkün olmazsa sırt üstü yatırılır ve yüzü ile ayakları kıbleye doğru çevrilir. Sırtına, ensesine yastık gibi şeyler konup başı yükseltilerek yüzü kıbleye gelecek şekilde ve ayakları kıbleye uzanır duruma getirilmesi aynıdır. Bu da yapılamazsa, olduğu hal üzere bırakılır.[22]
***
Ölünün ağzı kapatılır, gözleri yumulur, üzerine örtü çekilir

Hasta vefat edince ağzı kapatılır. Bir bez ile çenesi başından bağlanır. Gözleri yumulur. Eller yan tarafı­na getirilir. Karnının şişmemesi için üzerine demir ve benzeri bir cisim konulabilir. Bunu yaparken şu dua okunabilir:

“Allah’ın ismiyle ve Resûlullah’ın milleti (dini) üzerinde olsun. Allahım, onun işini kolaylaştır, bundan sonrasını ona kolay eyle. Ve sana kavuşmak­la kendisini bahtiyar kıl. Varacağı yeri (ahireti) çıktığı yerden (dünyadan) daha hayırlı eyle!”

Ayrıca vefat eden kişinin üzerine bir de örtü çeki­lir. Hz. Aişe’den (r.anhâ) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.v)  vefat ettiği zaman, üze­ri hibera denilen (pamuklu bir) Yemen kumaşı ile örtülmüştür. [23]

Vefat eden kişinin üzerini bir örtüyle örtmek müstehaptır. Çünkü bu örtü, o kimsenin vefatı ile cesedinde meydana gelecek çirkin manzaraları ve av­ret mahallini gizler. Şişmemesi için karnının üzerine bir demir parçası koymak âdettendir. Ölünün bulunduğu oda yalnız bırakılmamalı, odaya cünüp ve hayızlı kimseler girmemeli ve yıkama işine başlayıncaya kadar üzeri­ne bir örtü çekilmelidir. Eğer cenazeye yardım edecek kimse yoksa, gözlerin kapatılması, âzaların düzeltilmesi gibi abdestsiz olarak yapılabilecek hizmetleri kişinin hanımı hayızlı da olsa yapabilir.
***
Ahidnâme Yazmak

Ölünün alnına veya kefenine, kendisinin iman üze­re, ezelî ahid üzere sabit olduğuna dair ahidnâme de­nilen bazı dua kelimelerinin yazılmasıyla ölen kişinin yüce Allah’ın mağfiretine kavuşmasının umulacağı söylenmiştir. Allah lafzı, esmâ-i hüsnâdan isimler, çe­şitli dualar ve Kur’an sûreleri, mürekkeple veya kalıcı başka bir şeyle yazılması durumunda kendilerine hür­metsizlik edilmiş olacağından yazılması hoş karşılan­mamıştır. Bunun yerine, ölü yıkandıktan sonra şaha­det parmağı ile alnına “bismillâhirrahmânirrahîm” ve göğsü üzerine yine işaretle “lâ ilâhe illallah” yazılması uygun ve faydalı görülmüştür. [24]

Dürrü'l-Muhtâr sa­hibi, bu şekilde alnına veya göğsüne ahid yazılanların, Münker ve Nekir’in sorularına daha kolay cevap vere­bileceklerini söylemiştir.
***
Cenazeye Neler Yapılmaz

Ölenin saçı taranmaz. Taramak tahrîmen mekruhtur. Saçı ve tırnağı kesilmez. Eğer kesilmişse kefenine konularak öylece defnedilir. Ancak tırnağı kendiliğinden veya kaza sebebiyle kopmuş veya kırılmışsa, bunu kefene koymaya gerek yoktur. Sünnet de edilmez. Cenaze öldüğü hal üzerine defnedilir. Yüzüne, ön, arka, kulak ve ağız gibi menfezlerine pamuk koymakta bir beis yoktur. Elleri yanlarına bırakılır; göğsüne konmaz. Çünkü bu kâfirlerin işidir. [25]
***
Cenazeye Çelenk Gönderilmesi

Cenaze merasimlerine ve kabirlere çelenk gönde­rilmesinin ölene hiçbir faydası olmadığı gibi bu tür harcamalar yerinde bir harcama olmadığından israftır. İsraf ise haramdır. Bunun yerine, ölen kişi adına fakirlere ve hayır kurumlarına sadaka vermek ve bağışta bu­lunmak gerekir. Ancak genel olarak kabristanda ağaç dikmek ve yeşilliği korumak, özellikle kabristanların iç ve dış çevresini ağaçlandırmak tavsiye edilmiştir.
***

Cenaze İçin Saygı Duruşunda Bulunmak

Cenazenin katafalk[26]a konularak saygı duruşunda bu­lunulması, görev yaptığı yer veya yerlere gönderilerek başında nutuk çekilmesi, bando, senfoni v.s eşliğinde teşyi edil­mesi günümüzde en çok karşılaşılan bid'atlar arasındadır. Kaldı ki bu tür davranışlar cenazeye olan saygıyı ortadan kaldırmaktadır.
***
Cenaze Merasiminde Siyah Elbise Giymek

Dinimizde cenaze merasimleri için özel olarak tahsis ve tavsiye edilmiş bir kılık kıyafet tertibi olma­makla birlikte giyim ve kuşama dikkat edilmelidir. Giyilen kıyafetlerin bayram havasını andırmamasının yanında, İslâm örf ve âdetinde yeri olmayan giysileri de andırmaması gerekir. Bu itibarla cenazeye, gayr-ı müslimler gibi siyahlara bürünüp gelmek doğru değildir. Bir cenaze merasiminde, sırf cenazeye katılma adına siyah elbiseler giyinmek dini bakımdan mekruh ve bid'attır.

***
Cenaze Namazının Hikmetleri

İslâm’ın bütün emir ve yasaklarında birçok hikmet ve sır olduğu gibi cenaze namazının farz kılınmasında da birtakım hikmetler vardır. Cenaze namazı kılınmak suretiyle aramızdan ayrı­lan din kardeşimize karşı son görevimizi yapmış, onun için Allah’tan rahmet ve mağfiret dilemiş oluruz. İşte bu hikmete mebnidir ki müslümanlar hep bir ağızdan, ölen kimse için iyi ve güzel şahitlikte bulunmak adına, “Nasıl bilirdiniz?” sorusuna, “İyi bilirdik”; “Hakkınızı helâl eder misiniz?” sorusuna da, “Helâl olsun” diyerek cevap verirler.

Cenaze namazı ile insanın, Allah’ın yarattığı en şeref­li mahlûk olduğuna ve sadece dirisine değil ölüsüne de saygı ve hürmet gösterilmesi gerektiğine şahit olunur.

Cenaze namazı müminler arasındaki birlik, bera­berlik, sevgi ve kardeşlik duygularını pekiştirir.

Cenaze namazına katılmak bize, bir gün öleceğimi­zi hatırlatır. Ölüm rabıtasını kuvvetlendirir. Bu mevta gibi yıkanacağımızı, kefenleneceğimizi, musallaya ko­nulup nihayetinde omuzlarda taşınacağımızı, kabre götürüleceğimizi ve üzerimize toprakların atılacağını ta­savvur ettirir.

Bu açıdan bakıldığında cenaze namazı, din kardeşi­mize karşı son görevimizi yapmanın ve kendimizi he­saba çekmenin fırsatını sunar.
***
Cenazeye katılanların sayısının çok olmasının önemi

Hz. Âişe validemizden (r.anhâ) rivayet edilen bir hadiste Nebî (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Herhangi bir ölüye, sayıları yüzü bulan bir cemaat na­maz kılar ve hepsi de ona şefaatçi olursa (hakkında iyi şa­hitlikte bulunurlarsa), onların bu duaları kabul olunur.”[27]

İbn Abbas’ın (r.a) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte de şöyle buyrulmuştur: “Bir müslüman ölür de cenaze namazını Allah'a şirk koşmamış kırk kişi kılarsa, Allah onların cenaze hakkındaki dualarını kabul eder.”[28]

Mersed b. Abdullah el-Yezenî’den (rah.) ri­vayet edildiğine göre şöyle demiştir: Mâlik b. Hübeyre (r.a), cenaze namazı kılacağı zaman cemaati az bulursa, onları üç saf halinde dizer, sonra da şöyle der­di: Resûlullah (s.a.v) bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Her kimin cenaze namazını üç saf (müslüman) kılar­sa o kişi cenneti hak eder. [29]

***

Cenazede alkış tutulması ve ıslık çalınması câiz midir?

Kur’ân-ı Kerîm’de Kâbe’yi tavaf eden müşriklerin ıslık çalmaları ve alkışlamaları gibi âdetleri oldukla­rından bahsedilmektedir. Allah Teâlâ onların bu davranışları hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Onların Beytullah yanındaki duaları da ıslık çal­mak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. (Ey kâfirler!) İnkâr etmekte olduğunuz şeylerden ötürü şimdi azabı ta­dın!” (Enfâl 8/35).

Müşriklerden bazı erkek ve kadınlar hem kendileri­ni ibadet ediyor gibi göstermek hem de Kâbe’de ibadet eden müminlerin ibadetlerine engel olmak için ıslık ve alkış çalmışlardır. Bu da iddialarına göre onların duasıydı. Islık ve el çırpma olayı dua, ibadet ve hatıra adına yapılmış olsa bile tasvip görmemiştir. Bu sebeple son zamanlarda bazı cenaze törenlerinde alkış tutularak veya slogan atılarak bunun tabii bir âdet ve teamül haline getirilmesi gibi bir durum ortaya çıkmış­tır. Hangi amaçla yapılırsa yapılsın cenaze törenlerinde alkış tutmak ve slogan atmak cenazenin defin âdâbıyla uygun düşmemektedir.

***
Kadının kabre indirilmesi

Kadın meyte kabre indirilirken üzerinin çarşaf, büyük bez gibi bir şeyle örtülmesi yahut üstüne perde çekilmesi müstehaptır. Bu durum lahdin üzerine kerpiç veya tahta dizilinceye kadar devam eder. Tahtalar dizildikten sonra örtü kal­dırılır ve toprak atılmaya başlanır.

Kadını kabre, akrabalık derecesine göre kendisine en yakın olan kimseler indirir. Eğer yakın akrabalarından kimse yoksa komşularından en yaşlı bir ihtiyar indirir. Böyle biri de bulunamazsa, salih bir genç indirir. Kadınlar kabrin içi­ne giremezler. Kabre indirme işlemini her hâlükârda bir erkek yapar. Velev ki bu kişi yabancı bir erkek olsun...

***

Mezar Taşına Fotoğraf Yapıştırmak

Mezar taşına fotoğraf yapıştırılması, çeşitli heykel veya figürlerin işlenmesi gibi âdetler genellikle başka dinlere mensup insanların örf ve âdetlerine duyulan sempatinin bir sonucu olarak ortaya çıkan uygulama­lardır. Kendi örf ve inancını her daim koruma duru­munda olan müslümanın bu tür uygulamalardan uzak durması gerekir.

***

Kabrin Başına Ağaç Dikmek

Kabre ağaç dikmek, hem diken kişinin hem de ölen kişinin azabının hafiflemesine sebep olduğundan, yapılması güzel görülmüş işlerden biridir. Dikilen ağaç ve bitkinin ölünün ruhundan azabın hafifletilmesine sebep olacağına dair rivayetler vardır.

Kur’ân-ı Kerîm’de de işaret edildiği gibi ağaç, bitki ve diğer yeşilliklerin tamamı kendilerine mahsus hal­leriyle Allah’ı zikretmektedirler;

“Yedi kat gök, dünya ve onların içinde olan herkes Allah’ı takdis ve tenzih eder. Hatta hiçbir şey yoktur ki O’na hamd ile tenzih etmesin. Ne var ki siz onların bu tenzih ve takdislerini iyi anlayamazsınız. Bunca azametiyle be­raber, kullarının gaflet ve cürümlerine karşı O, halimdir, gafurdur (çok müsamahalıdır, affedicidir)” [30]

Resûlullah (s.a.v) henüz yeni vefat et­miş iki kişinin kabrinin yanından geçiyordu. Dedi ki:

-        Bu ikisi azap görüyorlar, fakat onların gördükleri azabın sebebi işledikleri büyük günahlar sebebiyle değildir. Bunlardan biri idrar sıçramasından kendisini korumaz­dı. Diğeri ise insanlar arasında söz taşır dururdu. Sonra taze bir hurma dalı aldı ve ikiye böldü. Her birini bu kabirlerin başlarına dikti. Sahabiler,

-        Yâ Resûlallah! Neden böyle yaptınız, diye sordu­lar. Resûl-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurdu:

-       Umulur ki bu fidanlar yaş kaldıkları (toprağa tutunup büyüdükleri) müddetçe bu ikisinin azapları hafifletilir.” [31]

Kabrin başına dikilen ağacın cinsi önemli değildir. Ancak meyveli ya da uzun ömürlü olması iyi olur.

Nitekim Resûlullah (s.a.v) ağaç dikme­nin önemine bir başka hadislerinde şöyle işaret buyur­muşlardır: “Müslümanlardan bir kimse bir ağaç dikerse, o ağaçtan yenen mahsul mutlaka onun için sadaka olur. Yine o ağaçtan çalınan meyve de onun için sadaka olur. Kuşların yediği de sadakadır.” [32]

***



Tâziyede bulunmanın fazileti

Başsağlığı dilemenin fazileti hakkında pek çok hadis-i şerif vardır. Abdullah b. Mesud’un (r.a) rivayet ettiğine göre, Nebî (s.a.v) şöyle de­miştir: “Başına bir felaket gelene tâziyede (geçmiş olsun ziyaretinde) bulunan kimseye, felakete uğrayan kimseye verilecek sevabın aynısı vardır.” [33]

 “Her kim müslü­man bir kardeşinin tâziyesine giderse Allah Teâlâ kıyamet günü o kişiye cennetin en güzel elbiselerinden giydirir. ” [34]

***
Kabirde Sorgu, Sual Görmeyecek Olanlar

Süyûtî (r.ah) kabirde sorgu, sual görmeye­cek olanları şöyle saymıştır: “Peygamberler, şehidler, hudut bekçisi askerler, taundan (vebadan) ölenler, sıddîklar, çocuklar, cuma günü veya gecesi (perşem­beyi cumaya bağlayan gece) ölen ve her gece Mülk (Tebâreke) sûresini okuyanlar. Bazıları bunlara Secde sûresini okuyanlarla, ölüm döşeğinde İhlâs sûresini okuyanı da katmışlardır.”[35]-[36]

ÖLENİN ARDINDAN

Herkes için takdir edilmiş bir ömür ve ecel vardır. Bu Allah’ın bir kanunudur. Ancak ölüm bir son ve yok oluş değil, yeni bir hayatın, ahiret hayatının başlangıcıdır. Bu nedenle insana duyulan saygı, ölümle sona ermez. Onun manevi hatırasına duyulan saygı devam eder; dualarla, sohbetlerle, sadakalarla, Kur’an tilavetleriyle ve hayırla anılır, anılmalıdır da. İnsan öldükten sonra dünyada iken yaptığı güzel amellerin, sadaka-i cariyelerin ecrini görmeye devam ederken ayrıca hayatta olanlardan gelecek dualara, istiğfarlara, hayır ve hasenatlara da ihtiyacı vardır
***

Ölenin ardından yapılacak faydalı işler nelerdir.

Şüphesiz şu dünya hayatı, ahretin tarlası mesabesindedir. İnsan bu dünyada neyi ektiyse, ahirette de onu biçecek, karşısında ektiklerini bulacaktır. Peygamber Efendimiz (s.a.v) pek çok hadis-i şerifinde kişinin devamlı ölümü tefekkür etmesini tavsiye etmiştir. Ölümü hatırından çıkarmayan kişi, hayatını her an ölecekmiş gibi tanzim eder. Hayatının her anının ilahi rızaya uygun olmasına dikkat eder. Bu minval üzere yaşayan kişi ise son nefesinde -biiznillah- imanla ahrete göçer. Nihayet ebedi âleme kendisi için azık olarak sadece dünyada yaptıklarını götürür.

Ancak bazı ameller de vardır ki onlardan gelen sevap, kişi öldükten sonrada devam eder. Rasulullah Efendimiz (s.a.v) buna bir hadis-i şeriflerinde şöyle değinmiştir:  “İnsan ölünce, şu üçü dışında bütün amellerinin sevabı kesilir: Sadaka-i cariye, kendisinden istifade edilen ilim, arkasından dua eden hayırlı evlat” [37]

İnsanların istifade etmesi için inşa edilen vakıf, yol, köprü, çeşme, mescid, okul gibi eserler, ayakta kaldıkları ve insanlar onlardan istifade ettikleri müddetçe, bu hayırlara imza atmış olan imanlı meyyit de ondan gelen ecirden yararlanmaya devam eder. Aynı şekilde ardından insanların faydalandığı bir ilim ve kendisine dua eden salih bir evlat bırakan kimse de ölümden sonra sevap kazanmaya devam eder. Buna benzer kişiye, ölümünden sonra fayda sağlayan başka hizmetler de vardır.

***
Ölenin ardından dua edip Kur’an okumak

Ölümle birlikte kul için amel yapma fırsatı sona ermiştir. Mevta için fayda sağlayacak şeyler ancak bu dünyada hayır namına bıraktığı salih evlatları ve sadaka-i cariye niteliğindeki amelleridir. Cumhur ulemaya göre bir kimsenin, yaptığı nafile ibadetin sevabını bir ölüye veya diriye hibe etmesi caizdir. Yapılan ibadet, oruç, haç, sadaka, Kur’an okumak ve başka ibadetler olabilir. İbadeti yapan kişinin sevabından hiçbir şey noksan olmaksızın ölü bundan yararlanır.

Adamın biri Resulullah’a (s.a.v) gelerek, “Babam aniden öldü. Vasiyet de edemedi. Tahminimce ölüm anında konuşacak kadar vakti olsaydı kendisi adına sadaka verilmesi için vasiyette bulunurdu. Ben babamın yerine sadaka versem bu ona yarar mı?” diye sordu.  Peygamber Efendimiz, “Evet” buyurdu.[38]

Mümin hayırlı bir amel işleyip sevabını bir mümin kardeşine bağışladığı zaman, sevap, bağışlanan kişiye ulaşır. Artık o da bu ameli kendisi işlemiş gibi olur. Ümmet-i Muhammed birbirinin amelinden yararlanır. İbn Abbas’tan (r.a) rivayet edilen bir hadiste şöyle geçmektedir: “Bir adam Hz. Peygamber’e (s.a.v) gelerek, “Kız kardeşim hac yapmayı adadı, ancak adağını yerine getiremeden öldü” dedi. Allah Rasulu (s.a.v), “Eğer kardeşinin üzerinde bir borç olsaydı, sen onun borcunu ödeyecek miydin?” diye sordu. Adam “Evet” diye cevap verdi. Peygamber Efendimiz (s.a.v), “O halde kardeşinin Allah Teâlâ’ya ait borcunu öde. O ödenmeye daha layıktır” buyurdu.[39]

Rivayet edildiğine göre Hz. Osman (r.a) şöyle demiştir:  Resulullah (s.a.v) bir ölü defnedildikten sonra kabri başında durdu ve şöyle buyurdu: “Kardeşinizin bağışlanmasını ve Allahtan onun ayaklarını sabit kılmasını isteyiniz. Çünkü o şu anda sorgulanmaktadır.”[40]

Hz. Aişe’nin (r. Anha) Hz. Ebu Bekir’den (r.anh) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Nebi (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim anne babasının yahut onlardan birinin kabrini her Cuma  günü ziyaret eder de yanlarında Yasin suresini okursa Allah Teala Yasin’den okudukları harf sayısınca kabirdekine mağfiret eder.” [41]

Abdullah b. Abbas’ın (r.anh) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resulullah Efendimiz (s.a.v), ölen kişinin dua ve istiğfara olan ihtiyacını şu benzetmeyle anlatmıştır. “Kabirdeki ölü boğulmak üzere olup imdat isteyen kişi gibidir. Babasından, anasından, kardeşinden veya dostundan kendisine ulaşacak bir duayı bekler. O dua kendisine ulaşınca, dünya ve içindekilerden kendisine daha sevgili olur. Allah Teâlâ, yer ehlinin duasından kabir ehline, dağlar gibi (rahmetler) indirir. Muhakkak ki dirilerin ölülere hediyesi, onlar için istiğfarda bulunmaktır.”[42]

***
Varsa borcunu ödemek

Ölen kişinin borçları varsa varisleri tarafından ödenmelidir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) cenaze namazlarını kıldırmadan önce varislerine ölenin borcunun olup olmadığını sormuş, şayet borcu olan varsa yakınlarına ödemelerini emredip ondan sonra namazlarını kıldırmıştır. Nitekim bu hususta bir hadislerinde,

“Müminlerin ruhu, borcu ödeninceye kadar, borcu yüzünden bağlıdır” [43] buyurmuştur.  

***
Arkadaşlarının hal ve hatırını sormak.

İnsanı insan yapan en önemli özelliklerden biri de vefa duygusudur. Bu duygu, sevilen veya sevilmesi gereken kimselere verilen değerin bir ölçüsüdür. Bu sebeple, özellikle anne veya babasını kaybeden evlatlar, ebeveynleri hayattayken onların dostluk kurduğu kişilerin zaman zaman hal ve hatırlarını sormalıdır. Zira anne ve babamızın dostluk kurdukları insanlar bizlere kendilerini hatırlatmaktadır. Onlara iyilik etmekle, artık kendilerine ikramda bulunma şansını yitirdiğimiz anne ve babamıza ikram etmiş oluruz. Güzel dinimiz bize bu görevi vermekle, hatıralara saygılı olmanın ve onları yaşatmanın güzelliğini de ortaya koymaktadır.

Nitekim sevgili Peygamberimiz anne baba dostlarını hiçbir zaman unutmamış, gerekli ilgi ve alakayı hayatı boyunca devam ettirmiştir.

Abdullah b. Ömer’den (r.anh) rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur “Şüphesiz iyiliklerin en iyisi, kişinin, babasının ölümünden sonra onun dostlarını ziyaret etmesidir.”[44]     

Ebu Useyd’den (r.anh) rivayet edilmiştir: “Ben Resulullah’ın (s.a.v) yanında iken, Selemoğulları’ndan bir adam onunla konuştu:

-Ey Allah’ın Resulü, annem-babam öldü. Benim onların iyiliği için yapabileceğim bir şey kaldı mı, diye sordu. Resulullah (s.a.v) ona,

-“Evet, dört şey (kaldı): Onlar için dua etmek, onlar için bağışlanma isteğinde bulunmak, onlardan sonra sözlerini yerine getirmek ve onların bağları dışında kendileriyle akrabalık bağının bulunmadığı kimseleri ziyaret etmek, dedi.”[45]

Hz. Ömer(r.anh) demiştir ki: “Kim ölümünden sonra babasını ziyaret etmek isterse, babasının kardeşlerini (ve arkadaşlarını) ziyaret etsin.”[46]

Yine Hz. Ömer (r.anh) demiştir ki; “Kim kabrindeki babasını ziyaret etmek isterse, ölümünden sonra babasının kardeşlerini (ve arkadaşlarını) ziyaret etsin.”[47]

Yine Yahya b. Said (rahmetullahi aleyh) anlatıyor: Said b. Müseyyeb’in (r.anh) ellerini kaldırarak şöyle dediğini işittim: “Şüphesiz kişi, ölümünden sonra, çocuğunun duasıyla bu şekilde (derecesi) yükselir.”[48]    

Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Babanın dostu senin de dostundur. O halde babanı ziyaret edenle ilişkini koparma, aksi halde nurunu kaybedersin.” [49]

Âlimlerimiz, babanın sağlığında mendup ve müstehap olan baba dostlarının hatırını sormak, onlara ikramda bulunmak gibi davranışların, babanın vefatından sonra da devam ettirilmesinin dinimizce müstehap addedildiğine bu ve benzeri rivayetlerden delil çıkarmışlardır. Ana baba dostları onlardan geriye kalan en değerli birer hatıradır. Onlara değer vermek, hatırlarını sormak bizzat anne babaya değer vermek, hatıralarına saygı göstermek anlamına gelir.

***
Hayır, hasenat yapmak

Vefat eden kimsenin ardından onun yakınlarına bir vefa borcu olarak düşen vazifelerden biri de, onun adına hayırlarda bulunmaktır. Bunun en müşahhas örneği sadaka vermektir. Konunun başında da zikrettiğimiz üzere, hayatta olanların ölenler adına yaptığı her bir iyiliğin sevabı onların ruhlarına hediye edilir. Bu hususta pek çok hadis-i şerif bulunmaktadır:

Ebu Hureyre’den (r.anh) rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “İnsan ölünce, şu üçü dışında bütün amellerinin sevabı kesilir: Sadaka-i cariye, kendisinden istifade edilen ilim, arkasından dua eden hayırlı evlat.”[50]

Hz. Aişe’den (r.anha) rivayet edildiğine göre, bir adam Resulullah’ın (s.a.v) yanına gelerek, 
-Annem ansızın öldü, Öyle sanıyorum ki şayet konuşabilseydi, sadaka verilmesini vasiyet ederdi. Şimdi ben onun adına sadaka versem, sevabı ona ulaşır mı, diye sordu. Resulullah (s.a.v) de,
 -Evet, buyurdu. [51]

***
Öleni hayırla anmak

Dinimiz insana, hayatta olduğu gibi vefatından sonra da değer vermiştir. Bu sebeple ölen kimsinin kötülüklerini, ayıplarını, suçlarını araştırmak ve hakkında dedikodu yapmak, sağlığındaki davranışlarına bakarak kınamak ve hakkında kötü sözler söylemek doğru değildir. O, artık ameliyle baş başa kalmıştır.

Resulullah (s.a.v), : “Sizler ölülere sövmeyiniz. Çünkü onlar önden göndermiş oldukları amellerinin karşılıklarına ulaşmışlardır” buyurmuştur. [52]
                
Hadiste geçen “sövmekten maksat” ölüyü çekiştirmek, kötülüklerini sayıp dökmek ve onun hayırsız bir kimse olduğunu söylemektir. Kimse hatasız ve günahsız değildir. İnsan, öldükten sonra amelinin karşılığını görecektir. Bize düşen öleni iyi ve güzel hasletleriyle anmaktır. Resulullah Efendimiz (s.a.v) bu hususta şöyle buyurmuşlardır:

“Ölülerinizin iyiliklerini anın ve kötülüklerini zikretmekten vazgeçin” [53]   

Fakat ölen kişi haramı açıkça işleyen bid’at ve sapıklıkla tanınmış ve bu hal üzere ölmüş biriyse, başkalarını sakındırmak maksadıyla onun bu durumu gerektiğinde söylenebilir.

***
Yetmiş Bin Kelime-i Tevhid Hatmi

Ehl-i sünnet âlimlerince, ölenin ardından yapılan hayırların, sadakaların, dua ve istiğfarların, okunan Kur’an-ı Kerim tilavetlerinin sevapları ve sair zikirlerden hâsıl olan sevaplar ölünün ruhuna bağışlanabilir.

“La ilahe illallah’ ı çok söyleyerek imanınızı tazeleyin” [54]

“Zikrin en faziletlisi La-İlahe-İllallah’tır” [55] gibi daha pek çok hadis-i şerif, kelime-i tevhidin ne denli faziletli bir amel olduğunu göstermektedir. Bu açıdan ölen kimsenin ruhuna bağışlanmak üzere tevhid çekilmektedir. Ne kadar çok çekilirse o kadar sevabı vardır.[56]

Geçmişte Beyazid-i Bistami, Molla Hüsrev, İbn Kemal, Molla Ali el-Kari (rahmetullahi aleyhim ecmain) gibi alim ve veliler, vasiyetnamelerinde kelime-i tevhidin okunmasını yazmışlardır. [57]    

Muhyiddin İbnü’l Arabî (k.s) demiştir ki: “Sana şunu tavsiye ediyorum: ‘La ilahe illallah’ kelime-i tevhidini yetmiş bin kere söylemek suretiyle kendini cehennem azabından koru. Çünkü Allahu Teâlâ seni veya bunu her kim yetmiş bin kere söylerse, onu cehennemden azat eder. Bunun hakkında pek çok hadis-i şerif varid olmuştur.

Mısırlı Ebü’l-Abbas el-Kastallani’nin (r.ah)  bana anlattığına göre, Ebü’r-Rabi’ (r.ah) bir sofrada oturuyordu ve kelime-i tevhid getirmenin faziletiyle ilgili bir bahis açıldı. Sofrada, yaşı küçük ancak keşif ehli bir çocuk bulunuyordu. Bu çocuk elini yemeğe uzatır uzatmaz ağlamaya başladı. Kendisine, ‘Niçin ağlıyorsun?’ diye sorulunca, ‘Gözümdeki perde kaldırılınca cehennemi gördüm. Annem de orada azap çekiyordu’ dedi. Ebü’r-Rabi’ (r.ah) kendi kendine, ‘Allahım, daha önce okumuş olduğum yetmiş bin kelime-i tevhidin sevabını, cehennemden azat olması için bu çocuğun annesinin ruhuna bağışladım’ dedi. Çocuk birden bire gülmeye başladı ve ‘Allah’a hamdolsun ki annem cehennemden çıktı. Ancak ben onun neden oradan çıktığını bilmiyorum’ dedi.

Ebu’r-Rabi’ (rahmetullahi aleyh) demiştir ki: ‘Bu hadiseden sonra ben yetmiş bin kelime-i tevhid getirmenin sıhhatine şahit oldum.’

İbnü’l-Arabî(kuddise sırruhu) demiştir ki: “Ben de böyle amel ettim ve bereketini de gördüm.”[58]                                                             

***
Iskat ve Devir

Iskat, kelime olarak “düşürmek” anlamına gelir. Iskat, namaz, oruç, kurban, adak, yemin, kefaret gibi ibadet ve borçları ifa etmeden vefat eden kimseyi bu borçlarından kurtarmak için fakirlere fidye ödenmesi işlemini ifade eder. İnsanın üzerinde iki türlü hak bulunur: Allah hakkı ve kul hakkı. Namaz, oruç, hac, zekât, adak ve kefaretler Allah hakkıdır. Kul hakkı ise, insanlara olan mali borçlar, çalınan, gasp edilen mallardır. Üzerinde Allah ve kul hakkı bulunan kimsenin, bunların ödenmesini vasiyet etmesi vaciptir.

Kulun Allah Teâlâ ile arasındaki haklara gelince, dilerse affeder, dilerse cezalandırır. Ancak ölen kimse bunların verilmesini vasiyet etmiş ve vasiyet de bıraktığı mal ve paranın üçte birini aşmıyorsa, o takdirde varisler, tekfin, teçhiz işlerinde ve kullara karşı borçlarını ödedikten sonra, bu vasiyetlerini yerine getirirler. Bu bir haktır ki varis tarafından ödenmesi vacip olur. Çünkü vasiyet yapılmıştır. Varisler sözü edilen vasiyeti yerine getirmedikleri takdirde, borçlu kalırlar ve aynı zamanda suçlu ve günahkâr olurlar.

Âlimler namazın ıskatını oruca kıyas ederek aynı gruba sokmuşlardır. Orucun ıskatı ise ölen için değil, oruç tutamayacak kadar hasta ya da yaşlı olanlar hakkında ayetle sabit olan bir hükümdür. Ölenin tutmayıp kazaya bıraktığı oruçlarını, fidye-kefaretinin ödenmesini buna kıyasla meşru saymışlardır.  Hanefi mezhebine göre, hayatta iken oruç tutmayan kimsenin yerine, başkaları oruç tutamaz. Fakat Şafiiler’ce muhtar olan görüşe göre ölenin velisi, ölünün tutamadığı oruçları tutabilir.

Haccın kazası için sahih hadisler vardır. Ölen kimse vasiyet etsin veya etmesin, bıraktığı mal ile velisi, onun yerine hac görevini yerine getirebilir.

Abdullah b.Abbas’tan (r.a) rivayet edildiğine göre, bir adam Resulullah’ın (s.a.v) yanına gelerek ,”Babama hac farz oldu. Ancak o çok ihtiyardır, binit üzerinde duramaz. Onu deveye bağlasam öleceğinden korkarım, onun yerine ben haccedebilir miyim?” dedi. Resulullah (s.a.v),”Babanın borcu olsa onu ödeyecek miydin?” dedi. Adam, ”Evet” dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.v),”Öyleyse babanın yerine haccet “buyurdu.[59]

Namaz konusunda, Hanefi mezhebinin imamı İmam Muhammed (r.a) Ziyadat adlı esrinde, ”Namazın kefareti verilirse inşallah kâfi gelir” demiştir. Bu tabir namaz için yapılan ıskatın bir temenni mahiyetinde olduğunu göstermektedir. Yani yapılan ıskat ile mutlaka ölenin üzerindeki kaza namazları kalkmış denilemez. Kalkması umulur. Allah (c.c) belki bu sayede onu affeder. İster bunu vasiyet etsin, ister varisler kendi mallarından bunu ödesin. Tam emin olma hususunda fark etmez. İmam Muhammed yine Ziyadat adlı eserinde, oruç kefareti ve fidyesi hakkında ,”Bir kişi ölür de üzerinde ramazan orucu kazaya kalmış bulunursa, inşallah verilen fidye kâfi gelir. İster bu hususta vasiyet etmiş bulunsun, isterse vasiyet etmemiş bulunsun veya varisleri teberruda bulunsun fark etmez”[60]

İskatın nasıl yapılacağı ve hükümleri muteber fıkıh kitaplarımızda mevcuttur. Iskatın tecrübeli ve ehil kişilere yaptırılması gerekir.                                                                         

***
Kabir Ziyareti

Ölümü hatırlamak, ölüden ibret almak ve ahireti düşünmek için kabir ziyaret etmek sünnettir. Kabir ziyareti her zaman yapılabilir. Ancak Cumartesi, Perşembe ve özellikle Cuma günleri yapılması daha güzeldir. Muhammed b. Vasi’ (v. 123/740) demiştir ki: “Ölüler Cuma günü kendisini ziyaret edenleri bilirler. Ayrıca Cuma’dan bir gün önce ve bir gün sonra yapılan ziyaretleri de bilirler. Bu itibarla kabir ziyaretinin en faziletli olan günü Cuma günüdür.” [61]

Muhammed b. Vasi’ (rahmetullahi aleyh) kabirleri Cuma günü ziyaret ederdi. Bunun sebebi kendisine sorulunca, “Bana ulaşan haberlere göre ölüler, kendilerini Cuma günü, Cuma gününden bir gün öncesi (yani perşembeyi Cuma’ya bağlayan gece) ve bir gün sonrasında (cumartesi sabahına kadar) ziyaret edenleri bilirler.

Dehhak demiştir ki: “Her kim (yakınlarından) bir kişinin kabrini cumartesi günü güneş doğmazdan öncesine kadar ziyaret ederse, kabirdeki kişi onu tanır.’’ Dehhak, bu nasıl olur diye kendisine soranlara, “Cuma gününün faziletinden” diye cevap verir. [62]    

Kabristana girip, kabirlerin üzerine basmadan ziyarette bulunmak, kadın-erkek bütün Müslümanlar için müstehap bir davranıştır.  Ziyaret ayakta yapılır ve okunan dualar da ayakta okunur. Nitekim Resulullah (s.a.v) Baki kabristanını ziyaret ettiklerinde de böyle yapmışlardır. Ancak Kur’an okumak için oturmakta bir beis yoktur. [63]

Ziyaret edenin, ölü için Kur’an-ı Kerim okuması, ona dua etmesi gerekir. Bunların ölüye faydası çok olur. Kabristana girince ziyaret yapanların ölüleri şöyle selamlamaları ve dua etmeleri tavsiye edilmiştir:

“Ey müminler topluluğu! Allahın selamı üzerinize olsun. İnşallah biz de yakında size katılacağız.” [64]    

Kabir ziyaretinin müstehap olan şekli, ziyaretçinin ardını kıbleye verip yüzünü kabirdeki kimseye doğru çevirmesi ve ona selam vermesidir.  Bu Selam, “es-Selamu aleyküm ey (Ahmet oğlu Mehmet) … ve rahmetullahi ve berekatuhu” şeklinde olabilir. [65]

Dua etmek istediğinde ise ayağa kalkar ve yönünü kıbleye çevirir. [66]

Hz. Aişe (r.anha) anlatıyor: “Resulullah (s.a.v) buyurdular ki: “Kim bir mümin kardeşinin kabrini ziyaret eder ve onun yanında oturursa, kabirdeki kardeşi onunla ünsiyet eder, selamını alır. Bu durum yanından ayrılana kadar devam eder.”[67]

Ziyaret eden kişinin kabrin başında Yasin suresini okuması müstehaptır. Enes b. Malik’ten (r.anh) rivayet edilen bir hadiste Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Her kim kabristana girer, Yasin suresini okur (ve sevabını ölmüşlerine hediye eder) ise, Allah Teâlâ ölünün üzerindeki azabı hafifletir. Okuyan kişi için de okuduğu kadar sevap vardır.” [68]    

***
On bir ihlâs okumak

Ziyaret esnasında bir Fatiha ve on bir İhlâs suresi okunması da yine hadis-i şeriflere dayanmaktadır. Ebu Hureyre’nin  (r.anh) rivayet ettiği bir hadiste Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: “Her kim Müslümanların mezarlığına gider, orada bir Fatiha on bir İhlâs ve Tekasur suresini okur, ardından da, ‘Ey Rabbim! Senin kelamından okumuş olduğum şu sureleri, bu kabirlerde yatan mümin erkek ve kadınların ruhlarına hediye ettim’ derse, kıyamet gününde, kabirde yatanlar o kimse için şefaatçi olurlar.”[69]

Enes b. Malik’in(r.anh) rivayet ettiği bir hadis ise şöyledir: “Herkim bir mezarlığa uğrar da, on bir İhlâs suresini okuyup kabirlerde yatanlara hediye ederse, orada yatan kişi sayısınca kendisine ecir verilir.”[70]

Mezarlığa girilip selam ve dua ettikten sonra, huzuru sağlamak, tefekkür etmek ve ölenlerden ibret almak maksadıyla oturmakta ve oturur vaziyette Kur’an okumakta bir beis yoktur.

Kandil geceleri gibi mübarek gün ve gecelerde de kabir ziyareti yapılır. Keza bereketli zamanlarda, Zilhicce’nin 10’unda, bayram günlerinde, aşure gününde ve sair mevsimlerde kabirler ziyaret edilebilir.

Sokaklara (çarşı Pazar gibi yerleri) kabristan yapmak mekruhtur. Kabrin başında, mum ve ateş yakmak mekruhtur, bid’attır. Ölen bir kimsenin elbisesi, işe yaramaz ise yakılır; işe yarar vaziyette ise, giyilecek gibiyse caiz olmaz.[71]

Kabrin üzerine oturulması veya ayak basılması mekruhtur. Resulullah (s.a.v) kabir üzerine oturulmasını yasaklamış ve bir kişinin kabir üzerine oturacağına ateş üzerine oturmasının kendisi için daha iyi olacağını söylemiştir. [72]

Kabirleri çiğnemenin yasak oluşu, onlara hürmetin bir gereğidir. Âlimler, kabirdeki kişinin üzerine ayakkabılarla basılmasından ötürü eziyet çektiğini bildirmişlerdir.

Fakat bir kabristanda defnedilenlerin çok fazla ve sıkışık olması ve bir kabre geçmek için mutlaka birinin üzerinden geçilmesinin zaruri olması durumunda, kabre basmakta bir sakınca olmaz.

Kabrin üzerinde uyumak mekruhtur. Aynı şekilde kabrin üzerine veya yakınına tuvalet ihtiyacını gidermek de tahrimen mekruhtur.

Keza, kabrin yakınındaki ve üzerindeki yaş otları ve ağaçlardaki meyveleri koparmak da mekruhtur. Çünkü kabrin üzerinde bulunan bitkiler, yaş kaldıkları müddetçe Allah’ı zikir ve tesbih etmektedirler. Onların bu zikri sebebiyle inen rahmetten ölen kişi istifade etmektedir. Fakat kurumuş ot ve ağaçları koparmakta bir sakınca yoktur. [73]


[1] Nûh 71/4
[2] Âi-i imrân 3/185
[3] Buhârî, Rikâk, 4.
[4] Taberânî, Mu'cemü'l-Kebîr, 12/13536; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, 8/375; Ali el-Müttakî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42129; Zebîdî, İthaf, 14/20-21.
[5] Tirmizî, Zühd, 14; Bezzâr, el-Bahrü’z-Zehhâr, nr. 1544; Taberânî, el-Mu'cemü’l-Evsat, nr. 4072, Müsnedü’ş-Şâtniyyîn, tır. 612; Beyhakî, Şuabü’l-
   İmân, nr. 1708, 10512,10513. Beyhakî’nin bu rivayetinde, “Ancak Allah için olanlar müstesnadır" denilmiştir. Son rivayette ise, “Yahut Allah’ın
  zikrine götüren şeyler bundan müstesnadır” denilmiştir. Müsnedü’ş-Şâmiyyîn’de de, “Ancak kendisiyle Allah’ın rızasının talep edildiği (dünyalıklar) bunun dışındadır” denilmektedir.
[6] Kasas 28/88
[7] Tirmizî, Zühd 4.
[8] İbn Asâkir, Târîhu Medîneti Dımaşk, 44/260.) hâdis-i şerifini (Beyhakî, Şuabü’l-İmân, nr. 10556.
[9] Tirmizî, Zühd, 25; İbn Mâce, Zühd, 3.
[10] Beyhakî, Şuabü'l-İmân, nr. 2783.
[11] Tirmizî, Cenâiz, 25; Tayâlisî, Müsned, nr. 1683.
[12] Buhârî, Cenâiz, 23,33; Müslim, Cenâiz, 11.
[13] Müslim, Cenâiz, 9.
[14] Tirmizî, Cenâiz, 23.
[15] Tirmizî, Cenâiz, 22.
[16] Ebû Davud, Cenâiz, 36.
[17] İbn Mâce, Cenâiz, 7; Tirmizî, Cenâiz, 14.
[18] Tirmizî, Cenâiz, 30.
[19] Ebû Davud, Cenâiz, 38.
[20] Ebû Davud, Vesâyâ,10.
[21] Zeylaî, Nasbü’r-Râye, 2/250.
[22] İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, 5/183-184.
[23] Buhârî, Libas 18;Müslim,Cenâiz,45; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/153, 269.
[24] İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, 5/380.
[25] İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtâr, 5/212.
[26] Katafalk: Önünden geçilerek kendisine saygı gösterilmek istenen ölünün tabutu konulmak için yapılmış yüksek yer
[27] Müslim, Cenâiz, 58.
[28] Müslim, Cenâiz 59.
[29] Ebû Davud, Cenâiz, 43.
[30] İsrâ 17/44
[31] Buhârî, Cenâiz, 87; Müslim, Tahâret, 111; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/225; İbn Hibbân, es-Sahîh, nr. 5735; Abdürrezzâk, el-Musannef nr. 6753.
[32] Müslim, Müsâkât, 2.
[33] Tirmizî, Cenâiz, 72; İbn Mâce, Cenâiz, 56.
[34] İbn Mâce, Cenâiz, 56.
[35] Süyûtî, el-Hâvi li’l-Fetâvâ, 2/175.
[36] İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, 5/192.
[37] Müslüm, Vasiyyet,14; Ebu Dabud, Vesaya 14.
[38] Buhari, Cenaiz,94; Müslim, Zeka, 51; Ebu Davud, Vesaya, 15
[39] Buhari, Eyman, 30
[40] Ebu Davud, Cenaiz,69
[41] Ali El Muttaki, Kenzul Ümmal, nr. 45543; Suyuti, Cami’ül Ehadis, nr.22302.
[42] Beyhaki, Şuabul İman, nr.7905.
[43] Tirmizi, Cenaiz,76.
[44] Abdullah b. Mübarek, Kitabü’l-Birr ve’s-Sıla, nr.85.
[45] Buhari, Edebül Müfred, nr.35; Ebu Davud, Edeb, 129: Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/498; Taberani, el-Mu’cemul-Kebir, 19/692; Hakim, 
    Müstedrek, 4/155.
[46] Abdullah b. Mübarek, Kitabü’l-Birr ve’s-Sıla, nr.88.
[47] Abdullah b. Mübarek, Kitabü’l Birr ve’s-Sıla, nr.89.
[48] Malik b. Enes, Muvatta ( nşr. Muhammed Fuad Abdülbaki), Kahire: Daru İhyai’l-Kütübi’l-Arabiyye, 1/217(38): İbn Ebu Şeybe, Musannef,
    10/396 (nr.9788)
[49] Abdullah b. Mübarek, Kitabü’l-Birr ve’s-Sıla, nr.95
[50] Müslim, Vasiyyet, 14; Ebu Davud, Vesaya, 14.
[51] Buhari, Cenaiz, 95, Vesaya, 19; Müslim, Zekât, 51.
[52] Buhari, Cenaiz,97; Rikak, 42.
[53] Ebu Davud, Edep, 50; Tirmizi, Cenaiz, 34.
[54] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/359; Hakim, el-Müstedrek, 4/256; Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, 1/52.
[55] Tirmizi, Daavat, 9; İbn Mace, Edep, 55.   
[56] Not: Tasavvuf ehli olan kimselerin, bu zikri çekebilmek için mürşidlerinden izin almış olmaları gerekir.
[57] Ebu Said Muhammed el-Hadimi, Berika Şerhu Tarika, 2/459.
[58] Münavi, Feyzül-Kadir, 6/245 (nr.8895)
[59] Ebu Davut, Menasik,26;Darimi, Menasik,23.
[60] ibn Abidin, Reddü’l-Muhtar,4/453.
[61] İbn Abidin, Reddü’l-Muhtar, 5/366,
[62] Gazali, Ölüm ve Sonrası (trc. Hüseyin Okur), İstanbul: Semerkand Yayınları, 2009, s.117.
[63] Şürünbülali, Merakı’l-Felah, s.569
[64] Müslim, Cenaiz, 35; Ebu Davud, Cenaiz, 83; Tirmizi, Cenaiz,59.
[65] Zebidi, İthaf,14/273.  
[66] Şeyh Nizam, el-Fetava’l-Hindiyye,5/350.
[67] Deylemi, Müsnedü’l-Firdevs, nr.6460;Ali el-Muttaki, Kenzu’l-Ummal,nr.42601.
[68] Şürünbülali, Merakı’l-Felah, s.568;Ayni, Umdetul-Kari,4/497.
[69] Mübarekfuri, Tuhfetu’l-Ahvezi,3/275.
[70] Şürünbülali, Merakı’l-Felah, s.569.
[71] Şeyh Nizam, el-Fetava’l-Hindiyye,5/350.
[72] Ebu Davud, Cenaiz,77.
[73] Son Nefeste İman, Hüseyin Okur’un kitabından özetlenerek alınmıştır

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kalp Gözü Açmak İsteyenlere tavsiyeler - kalp gözünü açmak için dua ve zikirler

Aşağıdaki verilen tavsiyeler çok ağır olmakla birlikte süreyi kısaltmaya yöneliktir. Esma zikri yapanlar muhakkak Esmaül hüsnayı tamamen okumakla hergün dengeleme yapmaldır. Pek çok bereket ve feyz'e menba olan şu ayetler ayrıca kalb gözünü açmada tesirlidir. Necm Suresi Ayet 58 i  gunde 1153 defa okuyanin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Rahman diyenin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Basit diyenin Kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Basir diyenin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Nur diyenin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Habir diyenin kulagi Ruhanilerin sesini duyar. Gunde 13.000 defa Ya Semi'u diyenin kulagi Ruhanilerin sesini duyar. Gunde 2207 defa Kaf suresi Ayet 22 i  okuyanin kalp gozu acilir. Gunde 7.000 defa Ya Allamul Guyub diyenin Kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Ya Batin diyenin kalp gozu acilir. Gunde 7.000 defa Ya Hayyu Ya kayyum diyenin kalp gozu acilir. Gunde 7.000 Defa Besmele okuyanin kalp gozu acilir. ...

Ödemişli Merhum Ziya Sunguroglu’nun notları

HERŞEY RABITALIDIR Bu alemde mevcut olan bütün eşya her gün  razbıta  yapar. Mesela : Su,ateş,toprak ve eşcar gibi cümle mevcudat  rabıta  ile nurunu güneşten alır. Dünya güneşe rabıta yapar,güneş de Arş-ı A’la’ya . Arş-ı A’la da nurunu Cenab-ı Hakk’tan alır .  Eger dünya rabıta yapmamış olsa, içindekiler yaşayamaz.Çünkü nur olmayınca nebatat yetişmez ve agaçlar meyvedar olmaz .Ay ve semadaki diger yıldızlar dahi güneşe rabıta yaparak nuru ondan alırlar. Süleyman Hilmi Tunahan ( k.s.) Ödemişli Merhum Ziya Sunguroglu’nun notlarından. Bu yazıyı gönderen  Betül hoca ’ya teşekkür eder, sizlerinde dualarını bekleriz. . SİGORTA MESELESİ SİGORTA MESELESİ Bilcümle  menkul  ve  gayrimenkul  emvalin sigortası caizdir.Lakin hayat sigortası Hazreti Mevla’ya karşı yakışıksızlıktır.Hayatı sigorta etmek: ‘’  Ya Rabbi !  Ben senin verdigin bu hayatı satıyorum  ’’ manasına gelir. Süleyman Hilmi Tunahan ( k.s.) Ödemişli Merhum Ziya Sungu...

kalp gözü nasil acilir

Aşağıdaki verilen tavsiyeler çok ağır olmakla birlikte süreyi kısaltmaya yöneliktir. Esma zikri yapanlar muhakkak Esmaül hüsnayı tamamen okumakla hergün dengeleme yapmaldır. Pek çok bereket ve feyz'e menba olan şu ayetler ayrıca kalb gözünü açmada tesirlidir. Necm Suresi Ayet 58 i  gunde 1153 defa okuyanin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Rahman diyenin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Basit diyenin Kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Basir diyenin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Nur diyenin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Habir diyenin kulagi Ruhanilerin sesini duyar. Gunde 13.000 defa Ya Semi'u diyenin kulagi Ruhanilerin sesini duyar. Gunde 2207 defa Kaf suresi Ayet 22 i  okuyanin kalp gozu acilir. Gunde 7.000 Subbuhun Kuddusun vel melaiketu ver ruh diyenin kalp gozu acilir. Gunde 7.000 defa Ya Allamul Guyub diyenin Kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Ya Batin diyenin kalp gozu acilir. Gunde 7.000 defa Ya Hayyu Ya kayyum di...