بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم
أَجْمَعِينَ وَصَحْبِهِ وَآلِهِ مُحَمَّدٍ سَيِّدِناَ عَلىَ وَالسَّلاَمُ وَالصَّلاَةُ الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلهِ اَلْحَمْدُ
TASAVVUFTA
SOHBET ve RABITANIN ÖNEMİ
Sohbet,
beraber olmak, yan yana bulunmak, aynı meclisi paylaşmak, birbirinden
ayrılmamak; söz, beden, himmet ve yardım ile birisini desteklemek gibi manalara
gelir.
Sohbet,
müridin terbiyesi için en tesirli yollardan birisidir. Sohbet, Ashabı Kiram’ın
sanat ve mesleğidir. Sohbet, Nakşibendî yolunun esası ve temelidir.
Habib-i
Kibriya s.a.v. Efendimiz, bütün dünyada İslâm’ın şaşırtıcı bir hızla
yayılmasıyla neticelenen hizmetini, sohbetle
insanları yetiştirerek başlatmıştı. O’nun sohbetiyle
terbiye olan ve en şerefli nesil olma lütfuna eren bu insanlara Ashab-ı Kiram
denilmektedir ki, bu ifadenin bir manası “sohbetle
yetişenler, olgunlaşanlar”dır.
Fahr-i
Kâinat s.a.v. Efendimiz’in sohbeti öyle bir terbiyeye vesile idi ki,
insanların yırtıcılıkta vahşi hayvanları geçtiği bir ortamda Ashab-ı Kiram,
bütün imkânsızlıklara rağmen barışı, birlik ve beraberliği temin etmiş,
insanlığın kurtuluş modeli olmuştu. Tarihin hiçbir devresinde bu şekilde cennet
hayatının daha dünyada iken yaşandığı görülmemiştir, görülmeyecektir de... [1]
Efendimz
(s.a.v) hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
“Bir topluluk Allah’ı zikretmek üzere bir araya gelirse,
melekler onların etrafını kuşatır. Allah’ın rahmeti onları kaplar, üzerlerine
sekinet iner ve Allahu Teâlâ onları yanında bulunanlar arasında zikreder.” [2]
Allah’ı
zikretmek, O’nu anlatmak, Rasulü’nün sünnetinden ve yolundan gidenlerden
bahsetmek ne büyük lütuf!
Ayet-i
Kerimede ise:
“(İnsanları) Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve ‘ben
müslümanlardanım’ diyenden kimin sözü daha güzel olabilir?”
[3]
İşte bu
gaye ile bir araya gelen insanların oluşturdukları meclislere sohbet
meclisleri denir. Çünkü bu meclislere katılanlar, birbirlerini Allah için
seven, Allah için arkadaş olan ve Allah için bir araya gelen insanlardır.
Sohbet
meclislerinde, hadis-i şeriften de anlaşılacağı gibi, akıl ile izah etmekte
zorlanacağımız manevi işler cereyan eder. İnsan ruhunun ihtiyacı olan manevi
gıdalar ikram edilir, kalpler huzur bulur. Meleklerin teşrif ettiği ruhanî bir
meclis kurulmuş olur.
Allahu
Teâlâ’nın kendi yanında bulunanlar arasında bir insanı zikretmesi nasıl bir
ikramdır, bilemiyoruz. Herhalde yaşanarak anlaşılabilecek veya anlaşılması Yüce
Huzur’a bırakılmış olan bir haldir. Ama şuna kesin olarak inanıyoruz ki,
insanın ulaşabileceği en yüce hal, işte bu haldir.
Sohbet
meclislerinde çoğunlukla bir kişi konuşur, diğerleri dinler. Allah’a ve O’nun
razı olduğu değerlere davet eden konuşmalar, sohbet
meclislerinin konularını oluşturur. [4]
Şehabeddin
Sühreverdî (k.s) buyurmuştur:
“Sohbet,
insanın iç âleminin gözeneklerini açar. Sohbetle insan,
hadiselerin hakikatini kavrar.
Belanın ne olduğunu ona uğrayan bilir, denmiştir. İnsanın iç dünyasının kuvvet kazanması, ilminin sağlam olmasıyla mümkün olur. Sadakatinin kuvvet kazanması ise, onun bir takım bela ve musibetlerle karşılaşması ve hadiselerden imanla çıkmasıyla mümkün olur. Bütün bunlar sohbetle, dostlukla, dayanışma ve yardımlaşma ile meydana gelir. Bunlarla gönlün kuvvetleri güç kazanır, ruhlar huzur ve sükûn bulur. Allah’a yönelmenin yolunu bulur ve O’na yönelir. Bunun örneği seslerde görülür. Sesler bir araya gelip birleşince daha gür olarak çıkar ve etraftaki engelleri aşar ve yayılır.” [5]
Belanın ne olduğunu ona uğrayan bilir, denmiştir. İnsanın iç dünyasının kuvvet kazanması, ilminin sağlam olmasıyla mümkün olur. Sadakatinin kuvvet kazanması ise, onun bir takım bela ve musibetlerle karşılaşması ve hadiselerden imanla çıkmasıyla mümkün olur. Bütün bunlar sohbetle, dostlukla, dayanışma ve yardımlaşma ile meydana gelir. Bunlarla gönlün kuvvetleri güç kazanır, ruhlar huzur ve sükûn bulur. Allah’a yönelmenin yolunu bulur ve O’na yönelir. Bunun örneği seslerde görülür. Sesler bir araya gelip birleşince daha gür olarak çıkar ve etraftaki engelleri aşar ve yayılır.” [5]
Rabbül
Alemin’in sohbetlere
ayrı bir nazarı vardır. İslâm ahlâkını öğrenmek, birbirleriyle kardeşlik
kurmak, ayrılığı, tefrikayı bertaraf etmek için bir araya gelip sohbet
eden müminlere melekler dahi gıpta ederler.
Seyyid Abdülkadir-i Geylani (k.s) hazretleri şöyle
buyurmuştur:
‘’Allah
dostları ile Salihlerle beraber ol. Onların sohbetlerinde bulun. Böylece
Allah’ın onlara olan yardımı sayesinde sen de güçlenirsin. Sen de onların gözü
ile görürsün. Allah’da tıpkı onlarla övündüğü gibi seninle de övünür.‘’ [6]
Eğer bu sohbetler
iyi değerlendirilirse, insanlar süflilikten kurtulur, yüksek derecelere kanat
açarlar.
Sohbetin bu önemi
sebebiyle büyükler, “yolumuz sohbet
üzerinedir” buyurmuşlardır. Dolayısıyla, sohbeti
terk eden, büyüklerin tarif ettiği yolu terk etmiş olur. Ayrıca sohbet
müekked bir sünnet olduğunu da bilmemiz gerekir. [7]
Hâce Alâeddin Attâr k.s. Hazretleri son
hastalıkları sırasında dostlarına şu vasiyeti yapmıştır:
“(Din hususunda) gelenek ve görenekleri terk
ediniz. Halkın âdet edindiği şeylerin tersini yapınız. Birbirinizden razı
olunuz. Nebî’nin (s.a.v) gelişi beşeriyetin çirkin âdetlerini kaldırmak
içindir. Birbirinize destek olunuz. Kendinizi öne çıkarmayıp kardeşinizi
nefsinize tercih ediniz. Her işte azimet yolunu takip ediniz ve mümkün oldukça
o yoldan ayrılmayınız. Sohbet sünnet-i müekkededir. Bu sünnete sürekli uyunuz.
Gerek fert, gerek cemaat olarak sohbet sünnetini terk etmeyiniz. Eğer bu
söylenen işler üzere istikametten şaşmazsanız benim bütün ömrüm boyunca
kazandığımı sizler bir nefeste elde edersiniz. Böyle yaparsanız ahvaliniz daima
terakki eder. Şayet bu sıfatları terk ederseniz kesinlikle perişan olursunuz.” [8]
Menkıbe
Ashab-ı
Kiram’dan Ebu Vakid el-Leysî (r.a.) anlatıyor:
Bir gün
mescitte bir grup insanla beraber Efendimizin (s.a.v.) huzurunda bulunuyorduk.
O esnada üç tane adam kapıda göründü. Biri içeri girmeden gitti. Diğer ikisi
ise girip Efendimizin (s.a.v.) yanına kadar geldiler. İçlerinden birisi,
halkada gördüğü bir boşluğa oturdu. Diğeri ise, yer kalmadığı için ve kimseyi
de rahatsız etmemek düşüncesiyle halkanın hemen arkasına oturdu.
Bir müddet
sonra Resul-i Ekrem (s.a.v.) sohbetinin bir yerinde şöyle buyurdular:
“Size şu üç
kişinin halini anlatayım mı? Halkaya oturan birincisi Allahu Teâlâ’ya
sığındı. Allah da onu himayesine aldı.
İkincisine
gelince o kimse Allah’tan hayâ etti, edebe sarıldı. Allahu Teala da o
kulundan hayâ etti; onu azabından emin kıldı.
İçeri
girmeyen diğerine gelince; o, bu meclisten yüz çevirdi. Allah da ondan yüz
çevirdi.”[9]
Fudayl bin
İyad (r.a.) şöyle demiştir: ‘’İnsanın,
yanında bulunanlarla tatlı tatlı sohbet etmesi, onlara güzel ahlak ile
davranması, geceleri sabaha kadar ibadet ile gündüzleri hep oruçlu
geçirmesinden hayırlıdır.’’ [10]
Burada sözü
edilen sohbet,
dışarıdan bakıldığında herhangi bir sohbetten çok
farklı gözükmese de, önemli bazı özellikler taşır.
Bu
özelliklerin en başta geleni, yapılan sohbetin
gayesidir. Sohbetten
gaye, Cenab-ı Mevlâ’nın rızasını tahsil, kalbin ihyası, ebediyyet yolunda
gerekli bilgilere ulaşmak, güzel ahlâk ve edep yolunda mesafe kat etmek,
terakki etmektir.
Menkıbe
Benim
Asıl Gayem
Bu yolun
büyüklerinden Muhammed Diyauddin (k.s.) hazretleri, zaman zaman küçük çocukları
başına toplar, onlarla sohbet ederdi. Yine böyle bir sohbetin ardından hanımı
sormuş:
“Kurban, insan senin işine taaccüp ediyor, onlar daha küçük,
sohbetten ne anlar?” Hazret şöyle cevap vermiş:
“Bende biliyorum bir şey anlamazlar fakat benim gayem,
onların bir şey anlaması değildir. Sohbet meclisleri Allah’ın rahmetini çeker.
Ben o rahmetin peşindeyim. Bu çocuklar bir vesile... Zaten, sohbetteki gaye
sohbet sırasında Allah ve sadat anıldığı zaman nazil olan ilahi rahmetten,
ilahi bereketten, sadatın himmet ve nazarlarından istifade etmektir. Menfaat
sohbetin kendisinde değildir.’’ [11]
Bir kimse üzerine rahmet yağmuru yağsın diye
sohbet halkası kurar ve el açarsa, o kimseyi eli boş ve faydasız geri
çevirmezler.
Kalplerin mutmain olabilmesi, peygamberlerin ve
ümmetlerinin, peygamber varisi velilerin hayatları herkes için gönüllerde
nurani güzelliklerin meydana gelmesine vesiledir. [12]
Abdurrahman
et-Tahi (k.s.) anlatıyor:
“Bir
seferde Gavs’ın (k.s.) yanında iken bu kapıdan istifadenin olmadığı hususunda
ümitsizlik hâsıl olmuştu. Bu halin üzerine Gavs (k.s.) şöyle buyurdu:
“İnsanın hiç bir karı olmasa da şu sohbet meclisinde
bulunması yeterlidir.” Dedikten sonra şu
hadisi okudu:
Gavs-ı Bilvânisî (k.s) hazretleri ise şöyle
buyurmuştur: ‘’Ne zaman Allah dostlarını
konuşursanız, ruhaniyetleri sizin yanınıza muhakkak gelir.‘’
Süfyan b. Uyeyne r.ah hazretleride ‘’Salihlerin anıldığı yere rahmet iner‘’
[14]
buyurmuştur.
Eskiden, kış gecelerinde büyüklerimiz
peygamberlerin kıssalarını, evliyaullahın menkıbelerini okurlardı. Şimdi zaman
değişti. Ariflerin, evliyanın sohbeti yerine televizyon, gazete ve siyasî
konuşmalar yapılmaya başladı. Gönüllerimiz rahmetsiz/susuz, çorak kaldı.
Ruhaniyetler gelmez oldu. İnsanlar sertleşti, şükürler azaldı ve fikirler
kısaldı. [15]
Menkıbe
Bir gün Gavs-ı Bilvânisî hazretleri devrinde bazı
sofiler Kozluk’tan çıkıp Baykan’a gideceklerdi. Yol üstünde malum Veysel Karanî
hazretlerinin kabri vardır. Oradan Bitlis’e doğru dönüp Kasrik’e ulaşacaklardı.
Yaklaşık 80-100 kilometrelik bir mesafe vardı.
Sofiler yola çıktılar; ancak uzun bir süre vasıta
beklemek zorunda kaldılar. O zamanda vasıta çok nadir geçerdi. Vasıta
beklerken, aralarında bulunan bazı sofi kardeşlerimiz sâdât-ı kirâmın sohbetini
yapmaya başladılar. Daha sohbet bitmemişti ki, bir kamyon çıkageldi. Bitlis’e
giden bu kamyona bindiler. Kasrik’e ulaştılar. Gavs hazretleri dergâhına
vardılar.
Gavs-ı Bilvânisî hazretleri onlara şöyle sohbet
etti:
- Bir cemaat buraya geliyordu. Bulundukları yerden
çıktılar. Vasıta beklediler. Beklerken de sâdâttan bahsettiler, sohbet ettiler.
Bir kamyon geldi. Onlarda bindiler ve geldiler. Ancak onlar görmüyorlardı; eğer
orada sâdât-ı kirâmın olduğunu görmüş olsalardı, arı kovanındaki arıların
çiçeklere koşuştuğu gibi etrafa dağıldıklarını bir görselerdi, kamyona binmez,
günlerce sohbet ederlerdi! [16]
Sohbet
konularında kendini gösterir. Sohbette dünya konuşulmaz, konuşulmamalıdır.
Hatta ukbadan da bahsedilmez, siyaset, hayat pahalılığı gibi lüzumsuz işlerden
bahsedilmez. Dedikodu, gıybet, malayanilik gibi gayri meşru davranışlara asla
yer verilmez, fırsat tanınmaz.
İnsanın
manen terakkisine vesile olan sohbetin diğer önemli bir vasfı da, kiminle sohbet yapılacağı
hususudur. Büyükler bunu şu veciz sözle açıklamışlardır:
“Ya senin kendisinde yok olacağın, ya da onun sende yok
olacağı biri ile sohbet et. Ya da hem senin,
hem de onun Allah’da yok olacağınız biri ile sohbet et; ne sen kalasın, ne
de o...”
İşte böyle
bir sohbet
meclisinde, anlatılanlara iyice kulak verilmeli, kalbi uyandırıcı sözlere
dikkat edilmelidir.
İnsanoğlunun
kalbinde üç türlü sevgi yer alır. Dünya sevgisi, ukba sevgisi, Mevlâ sevgisi.
Bir kimse maneviyat yolunda evrad gibi üzerine düşen vazifelerini yapmak kaydıyla
tam bir ihlâs üzere manevi sohbetlere devam ettiğinde, kalbinde dünya ve
hatta ukba sevgisi kalmaz, sadece ve sadece Yüce Mevlâ’nın has sevgisi yer alır
ki, işte önemli olan budur; gaye budur.
Sohbetlerin en önemli
hususiyetlerinden biri de, insanın kalbinde muhabbeti, muhabbet-i ilâhiyi ve
ondan hâsıl olacak bütün mahlûkata muhabbeti meydana getirmesidir.
Seyyid Sıbgatullah el-Arvâsî (k.s) şöyle buyurmuştur:
"Evliyanın menkıbelerini dinlemek,
muhabbeti artırır. Eshâb-ı kiramın menkıbeleri imanı kuvvetlendirir, günahları
mahveder." [17]
Bu muhabbet
tarif edilmez, edilemez. Sadece yaşanır ve yaşanarak bilinir. Gözyaşları ise
muhabbetin bariz ifadelerinden sayılır.
Kâinat hep
muhabbetin eseridir. Bir hadis-i kudside Cenab-ı Hak “Eğer sen olmasaydın, felekleri (kâinatı) yaratmazdım” buyuruyor.
Cenab-ı Rabbül Alemin’in habibi Hz. Muhammed s.a.v. Efendimiz, bütün mevcudatın
yaradılış sebebi oluyor. Demek ki kâinatın yaratılışında aşk var, muhabbet var,
sevgi var. [18]
Muhabbeti elde etmenin birinci yolu ve şartı
İslâm’ın zahirî amellerine sarılmaktır. Sonra tasavvuf erbabı olanlar için
mürşidi sık sık ziyaret etmek, her fırsatta onun sohbetini yapmak, rabıta ve
virdini aksatmamaktır.
Velilerden Ebu Bekir Tilmisani (k.s) demiştir ki:
“Allah’la
sohbet ediniz. Eğer buna güç yetiremezseniz, Allah’la sohbet eden ariflerle
beraber bulununuz ki, onların bereketi sizi Allah’la beraber olmaya
ulaştırsın.“
[19]
Menkıbe
Allah Rızası İçin Yapılan
Sohbet
Şeyh Abdullah Ensarî’nin şeyhi Yahya b. İmad vefat
edince, onu rüyada gördüler ve “Hak Tealâ sana nasıl muamele yaptı?” diye
sordular, o şöyle dedi:
“Ey Yahya! Ben sana çok şiddetli bir şekilde hitap
edecek ve gayet sert bir muameleye tabii tutacaktım. Lakin bir gün bir mecliste
bizim rızamız için oturup sohbet ettin. Dostlarımızın biri oradan geçmiş,
nasihati dinlemiş, huzur bulmuştu.
Onu memnun ettiğin için sana hoş geldin, diyoruz.
Yoksa bu durum olmasaydı, sana ne yapacağımızı görürdün. ‘’ [20]
Sohbet,
dostu hatırlatmaktır. Bu da kalbi uyandırmak için yapılmalıdır. Sohbetin konusu
bütün sâlih ameller ve sâlih insanlar olabilir. Hepsi zikir sebebidir. Sohbet
sûfînin günlük gıdası gibidir. Mümkünse her gün, değilse hafatada bir sohbet
gıdasını almalıdır. Yoksa kalp kurur, ilerleme durur. Sûfî için sohbet, ağaç
için su gibidir.
Sohbet,
sevgiliye bir vefadır. Âşığın hiç dilinden düşürmeden sürekli anacağı ve
anlatacağı dostları, Allahü Teâlâ, Resûlü ve sâlih müminlerdir.
Sohbet,
sevgiyi ölçmek için bir aynadır. İnsan sevdiğinin sohbetini yapar.
Muhammed
Diyauddin (k.s.), tasavvuf yolunda bulunmanın esasının sohbet olduğunu
bildirerek buyurdu ki;
‘’Bil ki sohbetsiz geçen zaman zararlıdır. Ömrün
boş yere zayi olmasıdır. Şu değerli ömrün hakkı, ilkin onu kıymetli sohbete
ulaşma yolunda sarf edip, mümkün olduğunca sohbeti terk etmemektir. Sonra,
tasavvufta sonu olmayan edepleri elde edip içselleştirmektir. Çünkü sohbet
bütün kemalât ve marifetlerin eşiği ve hazırlığı durumundadır. Geçen zaman ne
geri getirilebilir, ne de kaza edilebilir. Ne olursa olsun, hiçbir şeyle ölçülemeyen,
dengi olmayan sohbetten ayrı geçen vaktinize şiddetle hayıflanın. Belirli
zamanlarda yapılması emredilen virdleri terk etme ve rabıtadan uzak kalma.
Zira, “Tamamıyla yapılamayan bir iş bütünüyle de terk edilmez.” diye bir kural
vardır. Her ne kadar bunlar bedellerin en değersizi olsa da, hasretimizi ve
emirlerin bütünüyle terk edilmemesini, Allah Teâlâ’nın sohbete bir karşılık
kılması umulur.’’ [21]
Sohbetin en kıymetlisi, Salih insanlarla olanıdır.
Bu sohbet, Allah dostları ile beraber olmak ve onların nazarı altına girmektir.
Buna manevi terbiye denir. Böyle bir sohbet ve beraberlik bütün hayırların
anahtarıdır. Çünkü bu sohbetle gönülden gönüle ilâhi sevgi akar, ruhlar
feyzlenir.
Bütün Allah dostları, kâmil insanlarla sohbet
etmek üzerinde durmuşlar ve bu gönül beraberliğinin manevi terbiye için şart
olduğunu belirtmişlerdir.
Zekeriyyâ Ensârî (k.s) “Evliyanın sohbetlerine katılmayan ve gitmeyen ulema ve fakihler, yenen
katıksız ekmeğe benzer ” buyurmuştur. [22]
Ömer b. Abdulaziz (rah) ise: “Medine’nin fakihlerinden Ubeydullah b. Abdullah ile bir mecliste
bulunmak, benim için bütün dünyadan daha sevimli ve daha hayırlıdır. Onun
gibilerle oturup kalkmakla akıl nurlanır, kalp huzura erer, edep elde edilir.”
diyor.
Âlimlerden Cafer b. Süleyman (rah) salih
insanlarla beraberliğin kendisine ne kazandırdığını şöyle anlatır: “Kalbimde bir katılık hissettiğim zaman,
kalkar hemen Muhammed b Vasi’in yanına gider, meclisine katılır, yüzüne
bakardım. Böylece kalbimdeki katılık gider, içime ibadet neşesi gelir,
tembellik üzerimden kalkar ve bu neşe ile bir hafta ibadet ederdim.” [23]
Şeyh Abdülbari en-Nedvi (rah.) olgun insan olmanın
en kolay yolunu şöyle tarif eder:
‘’Bir kimsenin kâmil bir şeyhin yanında
bulunmadan, onun sohbetlerinden bol bol yararlanmadan, meclisinde teneffüs
edilen manevî havaya alışmadan ve orada yaşanan durumların manevî zevkini
tatmadan olgun bir insan olması mümkün değildir. Bunun için mutlaka olgunluğa
erişmiş ve manevî alanda yol almış muhterem bir zatın sohbetinde bulunmak, o
sohbetin vereceği manevî zevki tatmak ve onun irşadından istifade etmek
şarttır.
Çünkü sohbetle elde edilecek faydayı hiçbir şey
temin etmez. Bunun en açık örneği Sahabe-i Kiram’dır. Sahabelerden derecesi en
aşağı olan bir sahabi bile en yüksek hadis bilgininden, en değerli fakihten ve
en büyük veliden daha üstün ve daha faziletlidir. Bu üstünlüğün nedeni hiçbir
zaman kitap okumak ve eser incelemek değildir. Çünkü Sahabenin çoğu okuryazar bile
değildi. Bu üstünlüğün nedeni bilgi çokluğu ve kültür zenginliği de olamaz.
Çünkü kendilerinden sonra gelen bilginlerin en küçükleri bile dinin bütün
konularını onlardan daha geniş ve daha ayrıntılı olarak biliyorlardı. Öyleyse
geriye bir tek ihtimal kalıyor, o da onların Allah’ın Rasûlü (s.a.v) ile sohbet
mutluluğuna erişmiş bulunmalarıdır. Bu öyle bir sohbettir ki, onlardan sonra
gelen en büyük âlimler, onun azıcık kısmına bile ulaşmış değillerdir. Onların
Hz. Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin saadetli nazarlarında ve huzurlarında
aldıkları manevi feyiz, yıllarca kitap okunsa ele geçmez. Bu kesindir.
Efendimizin maneviyatına varis olan ariflerin sohbet ve nazarı da insana çok
yüksek haller kazandırır. Bir arif şair bunu şöyle dile getirir:
“Evliyanın
sohbetinde bir saat kalıvermen,
Hayırlıdır
bir asırlık gafilâne ibadetten.”
Bu söylediklerimi tam anlamak istersen, bizzat
bunu denemeli ve kendi hayatında yaşamalısın. Bunun için altı ayını ayır. Gel
benden gerçek bir arifin adını ve adresini öğren. Onun huzuruna gidip manevi
sohbetine gir. Göreceksin ki, oraya akıllı olduğunu söyleyerek gidecek, aptal
olduğunu söyleyerek geleceksin. Çünkü o mübarek insanın sohbetleri sayesinde
akıllanacak, maneviyat yolundaki boşluğunu anlayacak, kusurlarını görecek ve
geniş bir ufka sahip olacaksın.” [24]
Sohbet
dille olabileceği gibi, gönülle de olur. Gönülle yapılan sohbet ve beraberliğe
tefekkür ve rabıta denir. Rabıta, ‘’Herkes
sevdiği ile beraberdir’’ hadisini yaşamaktır. [25]
Rabıta,
kelime olarak bir şeyi diğerine bağlamak, onunla ilgi ve alâka kurmak demektir.
Dinimizde
rabıta, tefekkürün bir çeşididir. Tefekkür, varlıkları ve olayları düşünüp
onlarda gizlenen ilahi rahmeti, hikmeti, kudreti fark etmek ve bu vesile ile
kalbi zikre geçirmektir. Tefekkür farzdır. Kalbin en önemli vazifesi tefekkür
yoluyla uyanmak ve Yüce Allah’a bağlanmaktır. Allahu Teâlâ’nın zatından başka
her varlık tefekkür edilebilir, hayâle alınıp üzerinde derin derin
düşünülebilir.
Rabıta
yapmak insana ait bir özelliktir. Kalbi ve gönlü olan herkes bir çeşit rabıta
yapar. Ancak her rabıta şekli kalbi uyandırıp Allah’a ve ahirete bağlamaz.
Tasavvufta tavsiye edilen rabıta, kendisine bakılınca Yüce Allah’ı zikrettiren
bir kâmil insanı düşünmekten ibarettir. Kâmil insanın kalbi Allahu Teâlâ’nın en
fazla nazar ve tecelli ettiği bir mahâldir. Bu kalb, ilahi aşk ve zikirle mamur
olmuştur. Ona bağlanan kalb de o aşk ve zikirden nasiplenir, beslenir,
kuvvetlenir, mamur olur.
Rabıta,
müridin kâmil mürşidini hayal ederek kalbini onun kalbine bağlamasıdır. Rabıta,
birbirini seven ruhların kaynaşmasıdır. Rabıta, kalbin kalpten nur ve feyiz
almasıdır. Rabıta, gönlün gönle bakışı ve birinden diğerine sevgi akışıdır.
Rabıta,
müridin terbiyesi için en mühim bir vasıtadır. Rabıta namaz gibi şekli, zamanı
ve usulü dinimizce belirlenmiş bir ibadet değildir; kalbi uyandırıp huşu ve
huzur içinde ibadete hazırlamaktır. Rabıta, manevi terbiye aracıdır. Rabıta,
azgın nefis için en güzel ıslah ilacıdır. Rabıta, gafil kalbin uyanık kalbe
bağlanıp uyanmasıdır. Rabıta, üzerine devamlı ilahi feyzin aktığı kalbe
bağlanıp ondaki sevgi ve feyzi çekmektir.
Büyükler,
rabıtanın özü itibariyle şu ayetlere dayandığını belirtmişlerdir: Cenab-ı Hak
şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla (kullarımla)
beraber olun.“ [26]
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun, O’na yaklaşmaya vesile
arayın. Onun yolunda mücahede edin ki kurtuluşa eresiniz.’’ [27]
Bütün gaye
Allah’tan gerçek manada korkmaktır. Bu korku, Yüce Yaratıcıyı sevmek ve O’na
koşmaktan ibarettir. Buna haşyet denir. Haşyet, sevgiliyi üzerim korkusu ile
titremektir. Haşyet, gizli ve açık her hâlde hayâlı olmaktır. Buna kısaca takva
denir.
Her iki
ayet-i kerime de takvayı emretmektedir. Takvayı elde etmek için birinci
ayeti-kerimede Allah’ın sadık kulları ile beraberlik emredilmiş, ikinci
ayeti-kerimede ise takva yoluna sevk edecek bir vesileye yapışılması ve nefsi
terbiye için bütün yolların denenmesi istenmiştir.
İşte
rabıta, Allahu Teâlâ’nın sadık kulu ve kâmil dostu olan mürşid ile beraber
olmanın bir şeklidir. Mürşide el verip intisap eden herkes onunla Allah
yolundaki beraberliğine ilk adımı atmış olur. Sonra onun terbiyesine giren
kimsenin zâhirî beraberliği başlamıştır. Bu işte asıl hedef kalp ve gönül
beraberliğidir. Kendisine gönül bağlanan kâmil mürşid Allah’a ulaşmada en güzel
bir vesiledir. Bütün bunların sonucu zikir ve edebtir, kısaca takvadır.
Mürşidin Allah’a ulaşmada bir vesile ve vasıta olmaktan başka bir görevi
yoktur.
Ulu arifler
rabıtayı şöyle tarif etmişlerdir:
Rabıta,
müşahede makamına ulaşmış, ilahi huzurda kabul görmüş, Allah’ın nuru ve
edebiyle süslenmiş kâmil bir mürşide kalbi bağlamaktan ibarettir. Çünkü kâmil
mürşidin kalbi ilahi nur, feyiz, sevgi ve ilimler için bir merkez yapılmıştır.
Ona yönelen ve sevgiyle bağlanan bir kalbe, oradan nur, feyiz, sevgi ve ilim
akar. Bu kuvvetli kalp müridin zayıf kalbini besler.
Kendisine
rabıta yapılacak mürşid, nefsini ıslah etmiş, huzur makamına ulaşmış, Allahu Teâlâ’ya
tam teslim olma hâlini elde etmiş ve en önemlisi insanları terbiye için görevlendirilmiş
olmalıdır. İrşat izni ve ehliyeti olmayan kimseye yapılan rabıta, hem yapana
hem de yapılana zarar verir.
Kısaca,
kendisine rabıta yapılacak mürşid, Hz. Rasulullah’ın gerçek varisi, nazarları
şifa, manevi tasarruf sahibi, icazetli bir kimse olmalıdır. İşte müridin böyle
bir kâmil mürşide kalbini bağlayıp, huzurunda ve gıyabında onun sûret ve
ruhaniyetini hayaline almaya, onu kendisi ile birlikte düşünerek, yanındayken
takındığı tavrı, uzağında iken de sürdürmeye rabıta denir.
Rabıtanın
aslı muhabbete dayanır. Muhabbet rabıtası, müridin mürşide olan ileri seviyede
sevgisi ve edep ile gerçekleşir. Bu rabıtaya devam eden mürid, yavaş yavaş
mürşidinin boyasına boyanır, onun hâlleri ile hâllenir, ahlakına bürünür,
sevgisi ile tatlanır, güzelleşir ve kâmil bir insan olur. Çünkü muhabbet
rabıtası seveni, sevilenin sıfatlarına sokar. [28]
Seyyid
Muhammed Raşid (k.s) bir sohbetinde şöyle demiştir:
‘’Tarikat-ı Nakşibendî’de mürşid rabıtası çok önemlidir.
Çünkü müride en fazla fayda veren şeyh rabıtasıdır. Bir mürid şeyhinin
ruhaniyetinin, manevi tasarruf, feyz ve bereket için her an yanında olduğunu
düşünmelidir. Hatta her attığı adımda şeyhinin ayak izine bastığını düşünerek
onda (O’nun halinde) fani olmaya bakmalıdır. Çünkü insan şeyhine rabıta yapa yapa
onun manevi tasarrufatına girer, onun hali ile hâllenir ve ondan istifade
eder.” [29]
Bir başka
sohbetlerinde ise:
”Rabıta, nefse karşı en büyük ilaçtır. Rabıta kuvvetlendikçe
insan, nefsin hile ve azgınlıklarından kurtulur. Rabıtaya devam ediniz”
demiştir. [30]
Bilinmelidir
ki kulun tek başına mukarrebun makamına çıkması, yakin ve müşahede hâlini elde
etmesi çok zordur. Bunun için bu güzel hâllere ulaşmak isteyen kimseye, o
hâlleri elde etmiş, yolu bilen kâmil bir mürşid gereklidir. Böyle bir mürşidi
bulan müridin, onun ruhaniyetini vasıta yapıp ilahi feyiz ve nurlarından bolca
nasiplenmesi gerekir. Bunun en kısa yolu muhabbet rabıtasıdır. Müridin,
mürşidinin huzurunda feyiz alması kolaydır. Huzurunda olduğu gibi gıyabında da
edep ve feyiz alabilmesi için mürşidinin kalbine yönelerek onun sûretini çokça
hayal etmesi lazımdır.
Şeyh Zeynüddin el-Havafî (rah.) manevi terbiye
işinde şu inceliğe dikkat çekiyor:
“Mürit, mürşidinden gördüğü bütün manevi
yardımların aslında Rasûlullah’ın (a.s.) yardımı olduğunu, Efendimiz’in (s.a.v)
yardımının da gerçekte Allah’u Teâlâ’dan geldiğini, mürşidin ve Efendimiz’in
(s.a.v) buna birer vasıta olduğunu bilmesi gerekir. Allah’u Teâlâ’nın sünneti
bizden önce böyle cereyan etmiştir, bundan sonra da değişmeyecektir. Biliniz ki,
müridin kalbini mürşidine bağlayıp rabıta etmesinin, manevi fethin açılmasında
büyük bir önemi vardır. Hatta işin temeli budur. Müritlerdeki feyzin kesilmesi
ve manevi ilerlemenin durması ancak, tam bir teslimiyet ve sadık bir himmet
arzusu ile mürşitlerine kalplerini bağlamamalarından kaynaklanmaktadır. Kalbi
rabıtadan koparan şeylerin en büyüğü, mürşide içten itiraz etmektir.“ [31]
Rabıta ile
elde edilecek iki önemli sonuç vardır. Birincisi zikir, ikincisi edeptir.
Bir insan
için en tehlikeli hastalıklar gaflet ve kibirdir. Rabıta, gafleti zikre, kibri
tevazu ve edebe çevirir. Rabıtanın hedefi, devamlı Allahu Teâlâ ile huzur
hâlini elde etmektir. Bunun neticesi ise ihlâs ve tevazudur.
Rabıta
yoluyla kalbi desteklenen ve edeplenen mürid, her işinde sünnet üzere hareket
etmeyi öğrenir. Allahu Teâlâ’ya güzel kullukta başarılı olur.
Büyükler,
edeb ve şartlarına uygun olarak yapılan bir rabıtanın müridi kemale erdirmek
için yeterli olduğunu belirtmişlerdir. Rabıta sevginin çokluğuna göre güzel ve
devamlı olur. Rabıtada hiç bir şey gözükmese ve hissedilmese bile, anlatıldığı
adap üzere yapmaya devam etmelidir.
Menkıbe
Bir gün Gavs-ı Sânî (k.s)
hazretlerine sordular:
‘’Efendim, sofi rabıta yapmak için oturur ama mürşidi hariç
her şeyi düşünür. Bunda bir kazanç var mıdır?’’
Mübarek ‘’vardır’’ buyurdular.
Sofi tekrar sorarak; ‘’kurban mürşidini hiç düşünmedi’’
deyince,
Gavs-ı Sânî (k.s) cevaben;
‘’Sofini adab üzere oturup ben rabıta
yapacağım demesi sadatların emrini yerine getirmek içindir ve emre itaat sofiye
çok şey kazandırır.’’
Mürid ihlâsla
yaptığı amellerini gösteriş veya kendini beğenmek sûretiyle kaybetmesin diye
büyükler rabıtayı emretmişlerdir. Rabıtanın en önemli faydası müridi nefsinin
terbiyesi ile kibir ve benlikten kurtarmaktır. Çünkü bir yönüyle de rabıta,
şeytanın hücumlarına karşı büyüklerin rûhaniyetine sığınmak ve onlarla
tehlikeden korunmaktır.
Rabıta
yoluyla insan hayatını gönlündeki mürşidiyle paylaşmış olur. Kâmil mürşid,
müridin gerçek dostudur, hak yolunda en güvenilir rehberidir. Onu her işinde
önüne alan kimse hak ve hakikatten sapmaz. Mürşidin ruhaniyeti müridin sevgi ve
ilgisine göre kendisine tasarruf ve yardım eder. Bu gönül beraberliği sayesinde
mürid kibirden ve benlikten korunur, ihlâsı elde eder. Yaptığı hayırlı amelleri
gözünde büyütmez, kendisini beğenmez, malı ile kibirlenmez, makam ve mevkiiyle
övünmez, insanları küçük görmez. Yaptığı her ibadetin sonunda ve elde ettiği
her nimetin önünde, rabıta ile nefisini muhasebeye çeker, kontrol eder. Buna
devamlı rabıta hâli denir. Bu hâli elde etmeye çalışmalıdır. Bunu başaran kimse
gerçekten büyük bir saadeti ele geçirmiş olur. [32]
Muhabbet ve
sohbet ile kazanılan feyiz ve bereketin birçok şeyle elde edilmeyeceği
erbabınca bilinmektedir.
Tasavvuf sözün amele,
amelin hale, halin marifete, marifetin ilâhi muhabbete dönüştürüldüğü bir
mekteptir.
Herkes samimiyeti, gayreti
ve muhabbeti neticesinde bu mektepten istifade etmektedir. Duamız büyüklerin
himmet ve bereketiyle Allahü Teâlâ’nın bu güzel yolda bizleri muvaffak
kılmasıdır.
[1]
Hayat Dengemiz, S. Muhammed Saki Erol, Yolumuz Sohbet
Yoludur
[2] Müslim, Ebu Davud, Tirmizî,
İbn-i Mace
[3] Fussilet, 33
[4] Semerkand
Dergisi, Nur Sofrası Sohbet Meclisleri, Kemal Süleymanoğlu, Şubat 2002
[5] Semerkand
Dergisi, Cennetin Anahtarı Muhabbet, Mehmet Işık, Şubat 2008
[7]
Hayat Dengemiz, S. Muhammed Saki Erol, Yolumuz Sohbet
Yoludur
[9] Buhari,
İlim 8; Müslim, Selam, 10, (26); Muvatta, Selam, 3,
[10] Bk.Ebu Nuaym, Hilye, 8,
103.
[11] Abdülhakim el-Hüseynî,
Sohbetler, 24.
[13] Abdurrahman et-Tahi,
İşaretler, 155.
[15] Mürşid ve
Mürid Hukuku, Mehmet Ildırar, s. 94
[18]
Hayat Dengemiz, S. Muhammed Saki Erol, Yolumuz Sohbet
Yoludur
[21]
Semerkand
Dergisi, Mektubat-ı Muhammed Ziyauddin k.s’den, Ali Kaya, Şubat 2008
[24]
Abdülbari en-Nedvi, Tasavvuf ve Tarikatın Yenilenmesi,
165-168, (Kısmen tasarrufla alındı).
[25]
Kulun Yolculuğu, Dilaver Selvi
[28] Kaynaklarıyla Tasavvuf,
Dilaver Selvi
[30]Muzaffer Taşyürek,a.g.e,242
[31] Şaranî, el-Envaru’l-Kudsiyye,II,84
[32] Kaynaklarıyla Tasavvuf,
Dilaver Selvi
Yorumlar
Yorum Gönder