بِسْمِ
اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم
أَجْمَعِينَ وَصَحْبِهِ وَآلِهِ مُحَمَّدٍ سَيِّدِناَ عَلىَ وَالسَّلاَمُ وَالصَّلاَةُ الْعَالَمِينَ رَبِّ
لِلّهِ اَلْحَمْدُ
AHİR
ZAMANDA FİTNE ve KORUNMA YOLLARI
Arapça da bazı kelimeler
(her dilde olduğu gibi) birden fazla manaya gelebilmektedir. Türkçede
"yüz" kelimesinin farklı anlamları olduğu gibi Arapçada ki
"fitne" kelimesinin de farklı karşılıkları bulunmaktadır. Arapça olan
‘Fitne’ kelimesinin aslı fetn’dir. Altının kalite ve kalitesizliğini anlamak
için ateşe sokulması demektir.[1]
Fitne sözlükte, deneme
ve imtihana tabi tutmak, sınamak, maddi ve manevi sıkıntı, üzüntü, bela ve
felaketle imtihan etme gibi anlamlara gelir. Bunların dışında Kur'an-ı Kerim’de, bela ve
musibet, şiddet ve imtihan manasına kullanıldığı da sabittir.[2]
Dini bir terim olarak: "Allah Teâlâ’dan imtihan için gelen bela, musibet, azab ve buna
benzer nefsin hoşlanmadığı şeylere fitne denir. Ayrıca kullardan gelen
zulümlere de fitne denmiştir."
Fitne,
insanlık tarihi kadar eskidir. Şeytanın Hz. Âdem’le (a.s) mücadelesi, onu
hanımı ile aldatması ve ayağını kaydırması fitnenin ilk örneğidir. Bir diğer
örneği Habil ile Kabil olayıdır. Şeytanın süslemesi ve aldatması ile insanların
putlara tapmaya başlaması ve peygamberlerine karşı gelmesi ile fitne
yeryüzünde yayılmaya başlamıştır. Âhir zamanda fitneler daha çok olacak, öyle
ki gece karanlığı gibi her yanı saracak, mümin, kâfir herkese bulaşacaktır. En
büyük fitne, deccâl fitnesidir. Dünyadan sonra kabirde de fitne ve imtihan
devam edecektir.
Hz. Peygamber
[sallallahu
aleyhi vesellem] fitneyi “ateş" olarak nitelendiriyor. Gerçekten de fitne,
insanın içini ve dışını yakan bir ateştir. Bu ateş, kalplerin huzurunu, toplumların
birlik ve dirliğini yok eder. Üstelik o, son derece sinsi, umulmadık yer ve
zamanda ortaya çıkabilen bir ateştir. Tanınıp zamanında tedbir alınmazsa bütün
âlemi yakar.
Kur’an-ı Kerim’de
“fitne” kelimesi 30 yerde, “fitne”nin türevleri de 30 yerde geçer; dolayısıyla
toplam 60 yerde zikredilir.
Fitnenin, aynı zamanda imtihan manasına geldiğini
belirtmiştik. Dünyaya, hiç ölmeyecekmiş gibi şehvetle bağlanmak bir fitnedir.
Şer'i hudutları aşan "mal sevgisi", "evlat sevgisi",
"makam hırsı" ve bunun gibi hazlar birer fitne hükmündedir. Allah'ın
indirdiği hükümlerin dışındaki hükümlerle, inanmayarak da olsa hükmetmek, bir
fitnedir.[3]
Buraya kadar tariflerden de anlaşılacağı
üzere fitne ictimai (topluluğa ait, birlikte
yaşayanlara dair) bir hadisedir. Hiçbir ictimai hadise fevri ve ani bir
şekilde zuhur etmez. Belli bir gelişme devresinden geçtikten, belli bir üslubu
takip ettikten sonra ortaya çıkar. Tıpkı bir bitki gibi, onun da bir tohumu
vardır. Bu tohumun gelişip meyve vermesi için toprak, su, ısı, ışık gibi çevre
şartlarına ihtiyaç vardır. İşte itikadi, ahlaki, iktisadi, her çeşit beşeri
ve ictimai bozukluklarla beslenip gelişen fitne de kemale erdiği zaman
basit bir sebeple ortaya çıkar.
Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi
vesellem] fitnenin gelişmesini şöyle açıklar: "Fitne insanların kalbine (birden atılmaz). Hasır misali çöp çöp konur, örülür. Hangi
kalbe bundan içirilse (yani ferdin istek ve iradesi ile tam bir şekilde
girerse, bulaşırsa,) onda siyah bir
nokta hâsıl olur. Hangi kalp de bunu reddederse onda beyaz bir leke hâsıl
olur. Bunlara arz ve semavat bâki
kaldıkça fitne zarar vermez. Diğer grubun kalbi siyahtır, bulanıktır,
tıpkı (ateşte) kararmış tencere
gibidir. Ne iyiyi iyi, ne kötüyü kötü kabul eder (cemiyetin hiçbir manevi
değerlerini tanımaz). Hevayı nefsinden
kendisine ne telkin edilirse onu bilir...”[4]
İşte bu fitne kalpte tohum halinde
bulunduğunda fazla bir tehlike olmazken bir de filizlenmeye durursa o zaman ondan
kurtulmak daha bir zorlaşır. Bu artık o fitnenin iradeleri yenen kötülük
zevkinden midir, yoksa başka sebeplerden midir bilinmez fakat fitneye giren mü’minin
kalbinin bir daha berraklaşması çok zordur.
Ebu Hureyre (r.a) bu durumu şöyle
haber vermektedir: Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] buyurdu ki: "Sağır, dilsiz, kör bir fitne olacak.
Kim ona yaklaşırsa, o da bunu kendine çekecek..."
Aliyyü'l Kari (r.ah) bu konuda şöyle der: "Fitneciler, fitne anında hakkı
batıldan ayıramazlar. Nasihat, emr-i bi'l maruf ve nehy-i ani'l münker dinlemezler.
Aksine, o ortamda hakkı konuşana eziyet edilir."[5]
Yukarıdan beri anlatılmak istenen;
fitnenin oluşumundaki evrelerin, gerek Allah Teâlâ tarafından gelen bela musibeti
gerektiren imtihanlar, gerekse kulların aldatması ve şeytanın iğvasıyla gelen
fitnelerin oluşumunun mü’mindeki yansımaları belirtilmektedir.
Onun içindir ki, mü’min bu hale düçar
olmamak için, zaman zaman kalbine gelen fitneyi çağrıştıracak düşünce ve
fikirlere karşı tedricen bir kalkan bulundurmalıdır.
Bu kalkan sürekli tevbe ve istiğfar,
kalbi zikirle doldurmak vb. uygulamalardır.
Unutulmamalıdır ki, dünya hayatı bir
imtihan sahasıdır ve herkes bizatihi imtihan olacaktır. Bu Allah Teâlâ’nın bir
vaadidir:
كُلُّ
نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً
وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
"Her
can (nefis)
ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan
olarak hayır ile de, şer ile de (fitne olarak) deniyoruz. (Nihayet sonunda) Ancak
bize döndürüleceksiniz" [6]
İbn Abbas (r.a) şöyle der: "Sizi kıtlık ve bolluk, sağlık ve hastalık, zenginlik ve fakirlik,
helal ve haram, itaat ve isyan, doğruluk sapıklıkla imtihan ederiz.’’[7]
İbn Zeyd ise
şöyle der: "Nasıl şükredeceğinizi
görmemiz için hoşunuza giden şeylerle nasıl sabredeceğinizi görmemiz için de,
hoşlanmadığınız şeylerle imtihan ederiz."[8]
Öyleyse, dünyanın bir imtihan yeri olduğu ve
geçmiş ümmetler sınandığı gibi Müslümanların da mutlaka sınanacağı Kuran'ın
birçok ayetinde hatırlatılmaktadır:
“İnsanlar, (sadece) ‘İman ettik’ diyerek, sınanmadan
(fitneyle denenmeden) bırakılacaklarını
mı sandılar? Andolsun, onlardan
öncekileri sınadık (fitneyle denedik). Allah
gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir.“[9]
Kur’an-ı Kerim,
insanın imandaki samimiyetini denemek için hayır ve şer ile imtihan olunduğunu
haber veriyor.[10]
İnsan, hayatın geçici güzellikleriyle de sınava çekilir.[11] Mal ve
evlat, insan için bir fitnedir, deneme aracıdır.[12] Bol
rızık ve verilen nimetler birer fitne olduğu gibi,[13] başa
gelen üzüntü ve kederler,[14] bela ve
musibetler de birer fitnedir.[15]
İnsanlardan bazılarına Allah’tan gelen rızık, iman ve mağfiret gibi iyiliklerin
sebebini bilmek mümkün olmayabilir. Allah Teala bu şekilde insanları birbiriyle
deniyor ve şükredenlerin belli olmasını istiyor.[16]
Dinde iki yüzlü
davranan münafıklar, çeşitli olaylarla, ibret almaları ve hatalarını terk
etmeleri için sürekli denenirler. Ancak onlar çoğu zaman bu fitnenin
(denemenin) farkında olmazlar.[17] Allah
Teala doğru yola giren kimseler için rızkı bollaştırır. Bunun sebebi de,
onların şükredip şükretmeyeceklerini, takva sahibi olup olmayacaklarını
denemektir. [18]
Demek ki
fitne/imtihan, bir hikmete bağlı olarak bazen Allah’tan gelir, bazen de
kulların bir hatası sebebiyle, bazen şeytanın aldatması ile bazen de
münafıkların eliyle ulaşır. Her ne şekilde kula fitne ulaşırsa ulaşsın mü’min bilmelidir
ki, başına gelenler Allah Teâlâ’nın kulunu sınamasıdır.
Öyleyse insanın çok mal sahibi olması ve birçok
nimetle donatılması, Kuran'a göre hareket ettiği takdirde onun Allah'a
yaklaşmasına vesile olur. Ama övündüğü ve sahip olduklarını Allah rızasına
uygun biçimde sarf etmediği takdirde doğru yoldan sapmış olur. Böyle bir kişi
için "mal fitnesine kapıldı", "mal fitnesine düştü” tabiri
kullanılır. Bu kişi imtihanı kaybetmiş ve ahirette "hüsrana
uğrayanlardan" olma noktasına gelmiştir.
Aynı şekilde başa gelen bir sıkıntı, bir hastalık,
kişinin evini, ailesini kaybetmesi gibi durumlar da fitneye örnek verilebilir.
Ancak insan burada isyan ettiği, umutsuzluğa ve üzüntüye kapıldığı takdirde,
fitne onun imanının zayıf olduğunu ortaya çıkarmış olur.
Mümin ise her türlü olayın Allah'tan geldiğini
bilir ve her türlü olay karşısında Allah'tan razı olur, en büyük sıkıntıyı bile
tevekkülle karşılar. Dünyaya ait hiçbir değer onun kalbinde yer tutmadığından
bunların kaybından veya elden çıkmasından üzüntü duymaz. Bu ruh halinin
Allah'ın rızasını kazanabilmek için en uygun olduğunu bilir.
Bu sebeplerden dolayıdır ki fitne, kalbi, birliği,
dirliği, düzeni, huzuru, itidali ve istikameti bozar. Bu durumu Allah Teâlâ
şöyle açıklamaktadır:
وَمِنْ
النَّاسِ مَنْ يَعْبُدُ اللَّهَ عَلَى حَرْفٍ فَإِنْ أَصَابَهُ خَيْرٌ اطْمَأَنَّ
بِهِ وَإِنْ أَصَابَتْهُ فِتْنَةٌ انقَلَبَ عَلَى وَجْهِهِ خَسِرَ الدُّنْيَا
وَالْآخِرَةَ ذَلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُبِينُ
“İnsanlardan
kimi de Allah'a bir yar (uçurum) kenarındaymış gibi ibadet eder, eğer kendisine
bir iyilik gelirse ona gönlü yatışır ve eğer başına bir bela gelirse yüzüstü
dönüverir. Dünyayı da ahireti de kaybeder. İşte apaçık kayıp budur.”[19]
Öyleyse mü’min şu idrak içinde olmalıdır: Nefsin
hilesinden, şeytanın vesvesesinden ve şeytanlaşmış insanların fitnesinden
korunmanın tek yolu bu iki nur, Kur’an ve sünnet ile hareket etmektir.
Ancak iyilik yapmayı, faydalı iş
görmeyi nefis ve şeytan istemez, bu onlara çok ağır gelir. Onun için de hayırlı
işlerini tehir edilmesini isterler. Başa gelen bela ve musibetler karşısında
sabırla tahammül göstermek ve teenni ile hareket etmek onların çirkin
vasıflarına uymadığı için ya isyan etmeyi ya da Allah’tan gayri olanlara
tutunmayı yeğlerler. Oysa gelecek günlerin neler getireceği hiç belli olmaz.
Eğer bu şekilde davranılırsa başa gelen bela ve
musibetler sıkıntı, üzüntü, elem vesilesi olarak Allah’tan uzaklaşmaya,
kulluğun gereklerinden firara, nefsin ve şeytanın elinde oyuncak olmaya yol
açar.
İşte bu gibi durumlarda
mü’min aklını kullanarak Allah’u Teâlâ’nın emirlerine ve Resulü (s.a.v)’nün
tavsiyelerine uyarak hareket etmeli, Rabbanî âlimlerin gösterdiği yolları bir
kurtarıcı araç bilmeli ve yılmadan yürümelidir.
Zira, Sevban (r.a)'dan rivayetle
Resulullah [sallallahu aleyhi vesellem] buyurdular ki: “İhlâslılara
müjdeler olsun. Onlar fitne karanlıkları içerisinde parlayan doğru yolu
gösteren kandillerdir” [20]
Fitne Çeşitleri
Allah, dünya nimetlerinin geçici olduğunu ve
dünyanın bir imtihan yeri olduğunu defalarca bildirmesine rağmen böyle bir
insan dünyayı kendine "asıl yurt" edinmekte, ahiretten büsbütün yüz
çevirebilmektedir.
Mü’min özellikle
ahir zamanda zuhur eden fitnelere çok dikkat edilmelidir. Yukarıdan beri
anlatıla geldiği gibi insanın maruz kaldığı imtihanların hepsi, Kur'an ve
hadisin dilinde "fitne"dir, yani imtihandır. Allah Teâlâ ayet-i celile de
şöyle buyurmuştur:
وَاعْلَمُوا
أَنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌ وَأَنَّ اللَّهَ عِنْدَهُ أَجْرٌ
عَظِيمٌ
"Bilin
ki, sizin için mallarınız ve evlatlarınız ancak bir imtihandır"[21]
Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi
vesellem] de şöyle buyurur: "Kişinin
fitnesi, ailesinde, malında, nefsinde, çocuğunda ve komşusundadır. Bu fitneyi, oruç, namaz, sadaka, emr-i bi'lma'ruf ve
nehy-i ani’lmünker yollarıyla örter (telafi eder)." [22]
Ka'b
İbnu İyaz (r.a) anlatıyor; Resulullah’ı [sallallahu aleyhi vesellem]
şöyle derken işittim: "Her ümmet
için bir fitne vardır, benim ümmetimin fitnesi de maldır."[23]
Bir başka hadis-i şerifte ise Resulullah [sallallahu aleyhi vesellem] buyurdular ki: “Kişi malı,
hanımı ve çocuğuyla imtihan edilir.” [24]
Evliliğin
insan hayatındaki olumlu tesirleri tartışılmaz. Neslin, ahlakın, ailenin,
toplum ve milletin sağlıklı ve düzenli olarak devam etmesi, ciddi, samimi
evliliğe bağlıdır. Onun için Cenab-ı Hak insanın içyapısına birtakım kopmaz
duygular yerleştirip bu doğrultuda onun mayasına mal, eş ve evlat sevgisini
aşılamıştır.
Ancak bunları
hayatın kopmaz parçaları kabul ederken hiçbir zaman sevgide ve öfkede aşırı
gitmemeliyiz. Zira birinde ifrat, diğerinde tefrit vardır ki bunlar bizi asıl
amaç ve gayeden uzaklaştırıp bedbaht yapabilir.
Kişi malla
nasıl imtihan edilmektedir?
Mal şükür
maksadıyla verilir. Malın gerektirdiği sorumlulukları yerine getiren kimse ona
şükretmiş olur. Eğer malının şükrünü yerine getirmiyor, zekâtını vermiyor,
israf ediyor, haram yerlerde harcıyor, hayır hasenat yapmıyorsa o kişi mal
imtihanını kaybetmiş demektir.
İbnu Mesud (r.a)’dan şu söz rivayet edilmiştir: “İnsana mal verilmesi de verilmemesi de bir
fitnedir. Kendisine mal verilen kimse, onu asıl vereni unutur, başkasını över.
Kendisine mal verilmeyen kimse ise, onu asıl engelleyeni bilip rıza göstermez,
kendisine mal vermedi diye insanları kınar.”
Bu ifadenin bir benzerini Mutarrıf, bir sahabeden
nakletmiştir. Kufe emiri olan bu sahabe, bir hutbesinde söyle demiştir:
“Muhakkak ki şu malın verilmesinde bir fitne,
engellenmesinde de bir fitne vardır. Kişi yakın akrabasına gider ve ondan Allah
Teâlâ’nın kendisi için yazmış olduğu bir yardımı ister. O da, bunu
engelleyemediği için kendisine yazılmış olan şeyi istek sahibine verir. İstek
sahibi bu yardımından dolayı ona teşekkür edip övgüler yağdırır.
Ertesi yıl yine aynı kimseye gidip Allah Teâlâ’nın
kendisine yazmamış olduğu bir yardımı talep ettiğinde, o kimse bu yardımı
veremez. Önceki yıl vermeyi engelleyemezken, bu yıl verme gücüne sahip olamaz.
Bunun üzerine yardım isteyen kimse, onu günahkâr görüp kötüler. Dikkat ediniz
servetin verilmesinde de, engellenmesinde de bir fitne/imtihan vardır. Allah
Resulü (s.a.v) bize, bir hutbesinde böyle buyurmuştu.” [25]
Kadınlar da
imtihan vesilesidir. Zira evin hanımı İslam ölçülere riayet etmiyor, kocasına
itaat etmemesi bir yana onu günahlara, haramlara sevk ediyor, israfa girmesine
sebep oluyorsa kocasını maddi ve manevi olarak tehlikeye sevk etmektedir.
Günaha sevkte karısına ayak uyduran bir koca imtihanı kaybeder.
Bazı kadınlar
görenek belasına çevrelerinde gördükleri her şeyden kendilerinin de olmasını
ister. İmkânları buna yetmeyen koca ise ya çalıp çırpar, ya da bütçesinin
üzerinde eşinin arzularını tatmin noktasında harcama yaparak aşırı borçlanma
ile dünyaya meylederek asıl sorumlu olduğu kulluk bilincinden uzaklaşır. Bu
onun için manevi bir yıkımdır.
Peygamber
Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle dediği rivayet edilir: "Ümmetimin üzerine öyle bir zaman
gelecek ki o zamanda kişinin helaki eşi ve çocuklarının elinden olacak. Onu
fakirlikle ayıplayacaklar, o da bu yüzden kötü bir yol tutup helak olacak.”
[26]
Çocuk da
imtihan vesilesidir. Çocuklarına olan aşırı sevgilerinden dolayı anne ve baba
onlara dokunmaz, kötü olan davranışlarına ses çıkarmazlarsa hem onları, hem de
kendilerini zarara sokmuş olurlar. Eğer baba evlatlarının bitmez tükenmez istek
ve arzuları karşısında geçim derdine düşer, helali haramı araştırmadan haram
yollara girerse imtihanı kaybeder. Oysa helal dairesinin geniş olduğunu düşünüp
ona göre hareket eder ve ona göre bir geçim yolu ararsa imtihanı kazanır. Bu
sebeple gelişigüzel yetiştirilmiş bir çocuk yanlış davranışlar ve kötü ahlak
sahibi olması nedeniyle ebeveynlerini sıkıntıya sokması ve bu nedenle sıkıntıya
düşüp kulluktan uzaklaşmaları bir fitne olacaktır.
Büreyde
el-Eslemi diyor ki:
"Bir gün Resulullah [sallallahu aleyhi
vesellem] bize hutbe okuyordu. Hasan ve Hüseyin, üzerlerine giydikleri
kırmızı entarileriyle, bazen o entarilere takılıp düşerek çıkıp geldiler.
Resulullah [sallallahu aleyhi vesellem] minberden indi onları
kucaklayıp getirdi ve önüne koydu. Sonra şöyle buyurdu: "Mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak birer imtihandır."
buyuran Allah ne kadar doğru buyurmuştur. Ben baktım ki bu iki çocuk yürürken
ayakları takılıp düşüyorlar. Sabredemedim konuşmamı kestim, onları alıp
getirdim" (Sonra hutbesine devam etti) [27]
Ahmed ve
Bezzar'ın Ebu Said el-Hudri'den rivayet ettiğine göre Rasulullah [sallallahu
aleyhi vesellem] şöyle buyurdu: "Çocuk
kalbin meyvesidir. O seni korkaklığa, cimriliğe ve üzüntüye sevk
edebilir." [28]
Demek ki
çocuklarımızı terbiye ederken, aynı zamanda terbiye oluyoruz! Terbiyesiyle
yükümlü olduklarımız, aynı zamanda terbiye edilmemiz için araç kılınırlarmış.
Yani, bizim fitnemiz olmuşlar.
Fitnemiz, yani
bizi saflaştıran ateşimiz. Madenimizin cevherini cürufundan ayıran potamız. Bu
ateşten sınavı geçenlerin potada cevheri kalıyor. Geçemeyenlerin potada cürufu
kalıyor. Bir başka ifadeyle; pota kimileri için çöp tenekesi olurken, kimileri
için mücevher kutusu oluyor.
Galiba Allah
Resulü’nün, ölen kişinin yaşayan üç ameli arasında “salih evladı” saymasının
nedeni de bu olsa gerek. Salih evlat, yani mücevher kutumuz, bizim öldükten
sonra ölmeyen eylemimiz, gelir getiren mülkümüz, öldükten sonra kalan yanımız
oluyor.
Hülasa eş ve
çocukları baş tacı edinip “her şey onlar için” diye düşünen ve onları mutlu
etmek için helal ve haram sınırlarını gözetmeden haksız kazanç sağlayan
babalar, unutmamalıdırlar ki geçirmekte oldukları sınavı kaybetmiş de tam bir
başarısızlıkla sonuçlanmasına yardımcı olmuşlardır. Bu açıdan mal ve evlat kişi
için bir fitne, yani çetin bir sınavdır.
Komşusu
yüzünden fitne ise, iyi ve varlıklı olan komşusuna karşı kıskançlık duyulması [29] veya
komşusunun kötü davranış ve fiilleri yüzünden huzursuzluk yaşaması, buna bağlı
Allah’ın haram kıldığı işlere tevessül edebilmesi gibi pek çok nedenden dolayı yaşanır.
Nefsin fitnesi nasıl olur, denirse…
Nefsin en kötü huyu benliktir. İnsanı şirke düşüren
nefsidir. Şirki, nefse güzel gösteren de şeytandır. Şirk, yaratılmış varlıkları
Yüce Allah’a ortak görmektir. Şirk, Allah için yapılacak bir ibadeti başkası
için yapmaktır. Şirk, Allah’a ait olan yetki ve sıfatları kullara vermektir.
Şirk, tövbe edilmezse affedilmeyecek bir günahtır. Allah Resulü [sallallahu aleyhi
vesellem], ümmeti için en fazla gizli şirkten korkmuş; gizli şirkin riya
olduğunu belirtmiştir.[30]
Öyle ki, riyayı ahir zamanda gelecek ve kullar ile
Allah arasına girip en büyük fitne olacak Deccal’dan bile daha tehlikeli
bulmuştur.[31]
Ebu Talib el-Mekki (r.ah) der ki: ”Ameline Allah Teâlâ’nın rızası için
başlayan ve yine O'nun rızası için ameli bitiren kişiye; başlangıç ile bitirme
arasında musallat olan fitneler, insan bu fitneleri kovduğu ve onlar, içinde
yerleşmediği sürece, kendisine bir zarar vermez. Ancak ibadeti bitirdikten
sonra ârız olacak fitneler ibadete zarar verir. Mesela gizli bir ibadeti daha
sonra açıklamak gibi. Bu açıklama ile yapılan ibadet gizli yapılan ibadetler
divanından/defterinden çıkarılarak açıktan yapılan ibadetler divanına
nakledilir. Yine işlediği ameli insanlara açıklar; onunla övünür ve
kibirlenirse işlediği ameli boşa çıkarmış olur; çünkü amel ile övünmek ve kibirlenmek
o ameli bozar. Allah Teâlâ niyeti ve işi bozuk olanların amelini kabul etmez.“[32]
buyurarak sorumlu olduğumuz veya yapmakla kendi hanemize bir şeyler katacağını
umduğumuz amellerin, nefsin fitnesi ile yok sayılması, hatta günaha girmeye
sebep olması çok düşündürücüdür.
Yukarıdan beri anlatılagelen Fitneden kurtuluş,
ilim, dua ile Yüce Allah’a sığınma, uyanık olma, teenni (acele etmeden) hareket
etme, birbirini destekleme ile mümkün olur.
Sonuç olarak mü’min bilmelidir ki fitne sayılan
unsurlar aslında her halükârda fitne sebebi sayılmamıştır. Müberra dinimiz
evlilik müessesesinin ulviyetini vurgularken salih bir eşin faziletini dile
getirmiş. Burada fitne olan kötü eştir. Mal, yerinde uygun olarak
bulundurulursa mü’minin rahmeti olacağı gibi yerinde veya uygun şartlarda
bulundurulmaz, şer yönde harcanırsa fitne olur. Çocuk da böyledir; hayırlı ve
güzel yetiştirilmiş bir evlat Allah’ın rahmetine sebep olacağı gibi aksi
istikamette yetiştirilmiş bir evlat da insan için fitne olur. Yine, iyi bir
komşu güzel ahlak edinilmesine, güzel kulluğa sebep olabileceği gibi kötü komşu
da fitneye sebep olabilmektedir. Nefsin kötülüğü herkesçe bilmesine karşın,
onun kötü fiilleri üzerinden hareket, bedbahtlığa sebebiyet verse de aslında
nefsin o kötü sıfatlarına muhalefet etmek ve terbiye için mücadele etmek mü’minin
cennete girmesine vesile olmaktadır.
Toplumun Parçalanmasında En Mühim Sebep Fitnedir
Yukarıda sayılan fitneler elbette mü’min için bir
sıkıntı sebebi olsa da en büyük fitne, iki dostun, imam ile cemaatin, kadın ile
kocanın, idareci ile halkın arasını bozmaktır.
Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem]
ümmetini fitneler konusunda sıkça uyararak en fazla fitne üzerinde durmuştur.
Fitne bu ümmeti parçalayan en tehlikeli bir ateştir. Fitne ateşiyle kalplerde
düşmanlık kaynar, gönüller kinle dolar, cemiyetler parçalanır. Bu konuda çok
ciddi uyarılar vardır. Resulullah [sallallahu aleyhi vesellem]
buyurmuştur ki:
“İsrailoğulları
yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak.
Bunlardan bir grup hariç, diğerleri ateşte olacaktır.” Kendisine:
“Bu
kurtulacak fırka kimlerdir, ya Resulullah?” diye sorulduğunda,
Rasulullah [sallallahu aleyhi vesellem]:
“Cemaattir” diye cevap vermiştir. [33]
Ebu Davud, hadisi şu ziyadeyle nakleder: “Ümmetim içinde bir takım gruplar çıkacak
ki, (aralarında yayılan) bozuk fikir
ve düşünceler, kuduz hastalığının yakaladığı kimsenin bütün mafsallarına
yayıldığı gibi onların hücrelerine sirayet edecek.”[34]
Sonra
Resulullah [sallallahu aleyhi vesellem], şu ayeti okudu: “Topluca Allah’ın ipine sımsıkı sarılın,
ayrılığa düşmeyin”[35]
Fitneden Kurtuluş Yolları
Toplumu kamplaştırıcı, ayırıcı, bölücü söz ve
fiiller büyük bir fitnedir; adeta Müslümanların altına konmuş bir dinamittir.
Böyle hareket etmeyi alışkanlık haline getiren insanlar
tasavvufi terbiye yolunu kabul etmez, veliler, mürşitler, müritler hakkında
ileri-geri konuşurlar. Hatta bu konuda, bu yolu istismar etmiş şahsiyetlerin
örneklerini ileri sürerek güzel insanları karalamaya çalışırlar. Bunu da
inananlara iyilik olsun diye yaptığını öne sürer. Ancak yaptıkları, insanlar
arasında fitne olur, kalpleri karıştırır, toplumsal huzuru bozar ve mü’minin
rehber kabul ettiği mürşidi ile arasının açılmasına sebep olur.
Hâlbuki Rabbani âlimleri anlamak ve sevgisinden
tatmak için iman, teslimiyet, muhabbet, edep ve tevazu gereklidir. Bazı gözler
onlarda Allah’ın nurunu görürler. Öyle ki kalplerinden yüzlerine yansıyan İlahî
nuru, Rabbanî edebi ve heybeti görüp cazibelerine kapılırlar. Öyle kapılırlar
ki, onu nefsinden çok sever, ondaki nura hayran olur, sevinir, Allah’ın
muhabbetiyle gözyaşı dökerler.
Bazı kimseler vardır; onlara şüphe içinde bakar,
kendileriyle hiç ilgilenmez, haklarında iyi veya kötü bir şey de söylemez,
sukut ederler. Ama bazıları vardır; onları hiç tanımadan haklarında cehaletle
hüküm verir, yanlış söyler, yanılır, yanıltır nihayet zarar eder. Ve bazıları
da vardır ki; onları inkâr eder, kendilerine eliyle-diliyle eziyet verir.
Bununla yetinmez onu sevenlerin sevgisine fitne sokar, kalplerini şüpheye
düşürür, gönüllerini çelmeye çalışır.
Bu tür insanlar, tevhid zedeleniyor endişesiyle
takvasıyla ümmete önder olan kâmil ariflere hürmete ve hizmete yanaşmaz.
Başkalarını da salih velilerden uzak tutmaya çalışır. Bu tutumlarıyla onlar
büyük bir yanılma ve zarar içindedirler. ‘Kaş yapayım derken gözü çıkarmak’
deyimi onlar için söylenmiş olsa gerek!..
Hâlbuki Rasulullah [sallallahu aleyhi
vesellem], ‘Beni seven Allah’ı
sevmiş olur, bana itaat eden Allah’a itaat etmiş olur” buyurduğu zaman,
münafıklar şöyle dediler:
“Bu adam
bize Allah’tan başkasına tapmayı nehy ederken, kendisi şirke yaklaşıyor.
Hıristiyanların İsa’yı rab edindiği gibi bizim de kendisini rab edinmemizi
istiyor!”
Bunun üzerine Allah Teâlâ şu ayetini indirdi:
“Kim
gönderdiğim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz
çevirirse, biz seni onların başına muhafız göndermedik! (Sen davetini yap bırak,
hesaplarını biz görürüz!)” [36]
Buradan ortaya şu netice çıkıyor: “Ayeti kerime onların bir fitne arayışı
içinde olduğunu ortaya koymaktadır.”[37]
Halkın arasında kusur yaymak, hastalık taşıyan bir
mikrobu her tarafa saçmaya benzer. İnsaf etmeli, insanları boş yere felâkete
sürüklememeli.
Çünkü ufak bir kusur, ağızlarda dolaşa dolaşa
büyük bir haram gibi takdim edilmeye başlar. Kalplere vesvese ve fitne
tohumları ekilir. Bu yolla nice insanlar gıybet, iftira, kötü zan, haksız
suçlama, hakaret ve zulme, dahası ailelerin dağılmasına idareci ile halkın
arasının açılmasına sebebiyet verir ki bu, fitnenin en ağırlarından biridir.
İşte şeytan bu yaptıklarını kendilerine süsleyip
güzel gösterir. Onlar da doğru bir iş yaptıklarını, hak yolda olduklarını
zanneder, tövbe etmeden ölür giderler. Fakat ahirette bütün bunların hesabı
görülür, cezası verilir.
Bilinmelidir
ki insanları sıkıntıya, belaya düşürmek, karışıklıklara sebep olmak da fitne
çıkarmaktır. Allah’ın Resulü [sallallahu aleyhi vesellem] bu tür
fitne için: “Fitne uykudadır, bunu
uyandırana Allah lanet etsin”[38] buyuruyor.
Peygamber
Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem]‘in buna benzer sayısız
uyarılarının yanı sıra, Kur’an-ı Kerim’de otuz türevleriyle atmış ayette fitne
kelimesinin geçiyor olması, bu konuda ne kadar hassas olmamız gerektiğini
açıkça ortaya koyar. Çünkü fitne, dini, ahlaki, toplumsal ve ilmi çöküşü içine
alacak kadar tehlikeli ve geniştir.
Peygamber
Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem]: “Yakında fitneler ortaya çıkacaktır. O zaman oturan ayakta durandan,
ayaktaki yürüyenden, yürüyen koşandan hayırlıdır”[39]
buyurarak kişinin fitneye ne ölçüde bulaşırsa o nispette sorumlu ve günahkâr
olacağına işaret etmektedir.
Allah
Teâlâ’nın “öldürmekten daha ağır”[40] olarak
nitelendirdiği fitneden kurtuluş reçetesini yine Efendimiz [sallallahu
aleyhi vesellem] sahabeye hitaben bizlere şöyle veriyor:
“İyiliklere sarılın,
kötülükten de kaçının. Ne zaman uyulan bir cimrilik, takip edilen nefsanî arzu,
ahirete tercih edilen dünyalık, görüş sahiplerinin sadece kendi görüşlerini
beğendiklerini görürsen, o zaman kendine bak. İnsanlarla uğraşmayı bırak. Zira
bütün bunlar yaygınlaşınca sabra sarılmanız gereken günlerdesiniz, demektir. O
günler avuçta ateş tutmak gibi sıkıntılıdır. O günlerde sizin kadar amel
yapabilen bir kimseye elli kişinin mükâfatı verilecektir.“[41]
Evet;
bu devirde fitneye bulaşmak da çok kolay, dikkatli olup korunarak büyük ecirler
almak da.
Müminleri
bizzat Âlemlerin Rabbi kardeş ilan etti. Kardeşler nasıl birlik-dirlik içinde
olacaklarsa biz de öyle olacağız. Aramızı bozan, bizi ayrılığa götüren fitne
tuzaklarına düşmeyeceğiz. Ama nasıl?
Uzun
tartışmalara, teorik izahlara çok ihtiyaç yok aslında. Allah Resulü [sallallahu aleyhi
vesellem] çok basit ve uygulanabilir şekliyle
çözümler sunuyor.
“Resulullah
[sallallahu
aleyhi vesellem], bir gün sabah namazını kıldırdı,
sonra minbere çıktı ve konuşmaya başladı. Konuşması öğleye kadar devam etti.
Minberden indi, öğle namazını kıldırdı ve tekrar minbere çıktı, ikindi vaktine
kadar devam eden bir konuşma yaptı. Sonra minberden indi, ikindi namazını
kıldırdı. Yeniden minbere çıktı ve konuşmaya başladı. Bu konuşması da güneş
batıncaya kadar devam etti. Meydana gelmiş ve bundan sonra meydana gelecek olan
her şeyi bize haber verdi.”[42]
Tam bir gün
süren bir konuşma. Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem]’in
genel tutumundan çok farklıydı. O çok az konuşur, bununla birlikte çok geniş
manaları ifade ederdi. Fakat Sahabe-i Kiram’dan Amr b. Ahtab (r.a.)’ın bu
sözleri, çok özel ve çok önemli bir durumu haber vermekte. Acaba Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi
vesellem]’i bir gün boyunca konuşturan bu önemli
konu ne olabilir?
Sahabe’den
Huzeyfe (r.a.), bu konuşmanın kıyamete kadar çıkacak olan fitnelerle ilgili
olduğunu anlatıyor. Küçük-büyük birçok fitnenin çıkacağını ve bunların “sıcak
yaz rüzgârları gibi” bütün dünyayı kasıp kavuracağını bildiriyor.
Konuyla
ilgili nakillerden anlıyoruz ki, Sahabe-i Kiram, Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi
vesellem]’in bu konuşmalarından çok etkilenir ve
fitnelerden nasıl kurtulacaklarını sorarlar. İşte Efendimiz [sallallahu aleyhi
vesellem]’in gösterdiği kurtuluş reçetesi:
1- Dilini korumalı ve hiç kimse hakkında
konuşmamalıdır. Çünkü fitne ortamında dil, kılıçtan daha kötü sonuçlar doğurur.
[43]
Fitne zamanında insanlar hakkında konuşmak, şeytan tarafından çok cazip
gösterilir. Kişi konuştukça iyi bir iş, hatta ibadet yaptığını düşünür. Hâlbuki
bu tür konuşmaların kanayan yarayı kaşımaktan farkı yoktur.
2- Fitne ile ilgili her türlü faaliyetten
uzak durmalı. Çünkü fitne ortamında oturan, ayakta durandan; ayakta duran
yürüyenden ve yürüyen koşandan daha hayırlıdır.[44]
3- Kendisini koruyacak bir sığınak
edinmeli. Çünkü Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem],
“Fitne ortamından kim bir sığınak veya
korunak bulursa oraya sığınarak kendini korusun.” buyurur.[45]
Fitne,
insanı Allah’tan uzaklaştıran her türlü karışıklık ve olumsuzluklardır. “Hasır üzerine yatan insanın bedeni çizgi
çizgi o hasırdan izler taşıdığı gibi, fitneler de kalbe o şekilde tesir eder.
Onları benimseyip özümseyen kalplerde, fitneler birer siyah nokta şeklinde yer
eder” [46]
hadisinde belirtildiği gibi fitnelerin hedefi insanın kalbidir. O halde bu
manevi düşmandan koruyacak manevi bir sığınak aramak gerekir. Fitnelerden
koruyacak bu sığınak ise önünde bir takva imamı bulunan ve bütün derdi Sünnet
hayatını yaşamak olan cemaattir.
4- Kendi yaşantısına dikkat etmeli ve
ibadet hayatını Sünnet’e uygun bir canlılıkta devam ettirmeli.[47]
Başka bir ifade ile Rabbi ile arasını düzeltmeli. Farz ibadetlerden sünnet ve
müstehap amellere kadar gücü yettiğince günlük hayatını süslemeli. Cemaatle ve
tek başına yapmış olduğu tesbihleri ve zikirleri aksatmamak için özel bir
gayret içinde olmalı.
5- İşinin hakkını vermeli. Kendi üzerine
düşen işle meşgul olmalıdır. Fitne ortamına çekecek faaliyetlerden
kaçınmalıdır. Çünkü fitne adeta bir girdap gibi ucundan bulaşanı çekip,
merkezine alır.[48]
Ticaret ile
uğraşanlar, memurlar, amirler kısaca her iş sahibi adaletli davranmalı, kul
hakkı yememeye özen göstermelidir. İnanan insan hiç konuşmasa dahi, Sünnet’e
uygun yaşantısı çevresindekilere örnek olmalıdır.
6- Hiçbir müminin reddedemeyeceği güzel
ve hayırlı faaliyetlerle meşgul olmalı. Kur’an ve Sünnet hayatının inanan ve
inanmayan herkese ulaştırılması konusunda gerekli olan her türlü faaliyet bunun
içine girer. “Fitne ortamında insanların
en hayırlısı kimdir?” şeklindeki bir soruya Resulullah [sallallahu aleyhi
vesellem] Efendimiz şöyle cevap vermiştir: “Hayvanları ile meşgul olup onların hakkını
veren, Rabbine ibadet eden ve atının başını düşmana çevirip onları korkutan
kişidir.”[49]
Günümüzde
çeşitli sebeplerle kötü ortamlara düşmüş olan insanlar, kendilerine uzanacak
bir dost eli bekliyorlar. Bize düşen en büyük vazife, yukarıdaki şartların
yanında, bütün gücümüzü bu tür insanlarla ilgilenmeye sarf etmektir.[50]
Fitnenin asıl
anlamının imtihan ve sınama olduğu dikkate alındığında, herkesin halini ortaya
koyan imtihan çeşitleri vardır ki onlar çoğu kere lazımdır. Aile, evlat, mal,
mevki, şöhret, zenginlik ve fakirlikle başa gelen imtihan ve sıkıntılar,
insanın terbiyesi ve manevi temizliği için gereklidir. Varlık halinde şımarıp
isyana dalmaktan, yoklukta ise imanımıza zarar verecek feryat ve itirazlardan
Allah Teâlâ’ya sığınmalıyız.
Duamız şudur: Allah’ım! Dinimizde
fitneye düşmekten sana sığınırız. Ey Rabbimiz! Fakirlik ve zenginliğin, sıhhat
ve hastalığın, bekârlık ve evliliğin, hayatın ve ölümün fitnelerinden, bizim din kardeşlerimizle
aramızı açan, huzurumuzu bozan, hak ve hakikatten alıkoyan her türlü fitneden sana
sığınırız. Allah
Teâlâ sadatların dua ve bereketiyle bizleri her türlü fitne çeşidinden muhafaza
eylesin inşallah. Âmin.
[1] Muhammed
Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, V,4530;Abdi'l Latif ez-Zebidi, Sahih-i
Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih
Tercemesi ve Şerhi, XII,290-291
[33] Ahmed,
Müsned, III,145;IV,102;Ebu Davud, Sünnet,1;Taberi, Camiu’l-Beyan, IV,32;Suyuti,
ed-Dürrü’l-Mensûr, IV,286
[41] Taberani,
Mu’cemu’l-Kebir, no:10394;Bezzar, el-Müsned, no:3370;Heysemi, Mecmau’z-Zevaid,
no:12215,12216
Yorumlar
Yorum Gönder